22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

13 OCAK 2013 / SAYI 1399 3 Bu dava bizim hayatımız Pınar Selek, 1998’de “Mısır Çarşısı bombacısı” diye lanse edildiğinde yılan hikâyesine dönecek bir davanın sanığı olacağını bilmiyordu kuşkusuz. Babası Alp ve kız kardeşi Seyda Selek de. Üç kez beraat verilen, 15 yılı deviren bu dava hepsinin hayatını değiştirdi. Tam bitti diyorlardı ki, yine hukuk dışı uygulamalarla işler karıştı. Şimdi 24 Ocak’taki duruşmayı bekliyorlar. Adalet umudu mu? Hâlâ diri, çünkü biliyorlar ki adalet sadece mahkemeden çıkmaz; kamuoyu onların yanında. Fotoğraf: VEDAT ARIK da “Abdülmecit eve gelip bu nişamlım, dedi. Odaya çekildiler, ne yaptıklarını, bilmiyorum” yazan bir kâğıda parmak bastırıyorlar. Duruşmada halanın Türkçe bilmediği, ifadenin onun olmadığı, Pınar’ı tanımadığı ortaya çıktı. Hatta kadın, “Abdülmecit ne vakit nişanlanmış” diye sordu şaşkınlıkla. S. Selek: Üstelik Mısır Çarşısı’ndaki incelemelerde “Bombaya ait olabilecek herhangi bir parça, madde veya malzemeye rastlanmamıştır,” tespitinde bulundular. Emniyetin bomba uzmanı tanıklık yaptı bu yönde. Üniversiteler gaz kaçağı olduğuna dair raporlar verdi. “Bizim kızın başını yakacaklar” diye düşündünüz mü? A. Selek: Kızımızı tanıyoruz, onu suçlamak için yapıldığını, çalışmaları ESRA yüzünden hedef AÇIKGÖZ seçildiğini biliyoruz, o nedenle içimiz rahattı. O rahatlıkla savaşımızı verdik. Pınar da, Seyda da yiğittir, her şartta mücadele etmesini bilirler. Babanız da düşünceleri yüzünden haksız yere yargılandı, cezaevinde kaldı, ancak Pınar’a yönelik suçlama bütün inancına, yaşam algısına aykırı... S. Selek: Evet, Pınar antimilitarist, şiddet karşıtı. Hep şiddetsiz bir çatışma yöntemiyle kendini geliştirmeyi, birbirini anlamayı, oradan üretmeyi bir yöntem olarak seçti. Mahkemede söz verildiğindeki ilk cümlesi her şeyi özetliyor: “Mısır Çarşısı’ndaki patlama bombaysa insanlık suçudur, lanetlerim, ama bana yapılan da bir insanlık suçudur.” Şimdi de, “Keşke Nâzım Hikmet gibi sürgün olsaydım, üzülürdüm, ama bu kadar olmazdı, en karşı çıktığım şeyle suçlanıyorum” diyor. 2000’deki tahliye ile olayın çözüldüğünü düşündünüz herhalde?.. S. Selek: Aynen. Her şey ortaya çıktı, dedik. Sonra başka eller devreye girdi, müdahaleler başladı, emniyetten, İçişleri Bakanlığı’ndan. 24 Ocak’taki duruşmadan ne bekliyorsunuz? S. Selek: Olması gereken, dosyanın Yargıtay Genel Kurulu’na gitmesi. Ancak mahkeme verdiği kararı geri aldı. Savcılık da temyiz ettiği bir dosya hakkında mütaala verdi. Dünya tarihinde beraatın geri alınması diye bir şey yoktur. Beraat bir ara karar değildir, hükümdür. Ancak hiçbir şey hukuki seyrinde işlemiyor. O nedenle ne olur bilmiyoruz, ama adalet için haykıracağız. Hâlâ adalete inancınız var mı? A. Selek: Var tabii. Adalet yalnız mahkeme kararıyla olmuyor, bir de kamuoyunun kararı var, orada adaleti sağladık. Mahkeme üç kere karar verdi: Beraat. S. Selek: Canımız yanıyor, ancak bu bir demokrasi mücadelesi de. Sabırlı olmalı, mücadeleyi bırakmamalıyız. Beraat çıktıktan sonra da “Adalet yerine geldi” hissi olmayacak. Annemi kaybettik bu süreçte. Hayatlarımızdan çok şey geçti. Pınar yurtdışında. Almanya'da Pınar'a verilen bir işkence raporu var, sürekli aynı suçlamayla karşı karşıya kalmasının yarattığı korkunç sendromlara dair. Ailesi de gelse aynı raporu alır, demişler. Vaktimiz olmadı kendimize baktırmaya, ama Türkiye’de birçok insan haksızlığa uğruyor. Yalnız olmadığımızı bilip devam etmeliyiz. A. Selek: Olumlu sonuç çıkmasını, bu yanlışın Türkiye'de hallolmasını umuyoruz ama her ihtimale karşı AİHM’den yeniden yargılanma hakkı talep ettik. G G özlerimizin önünde bir kıyım yaşanıyor. Adaleti katlediyorlar. Adaleti 15 yıldır, bir kadın üzerinden katlediyorlar. O kadının adı Pınar Selek. Bu isimden sonra uzun bir girizgâha gerek yok, 15 yıllık bu hukuk mücadelesini tam içinde yaşayan iki isim, babası Alp ve kızkardeşi Seyda Selek anlatıyor. Ama önce bilmeniz gereken bir şey var, bırakayım anlatsınlar: Seyda Selek: Bir röportaja sığacak dava, süreç değil bu. İtirafçılar yarattılar, sahte belgeler yarattılar, davanın tarafı olmayan dönemin İçişleri bakanlığından, emniyet müdürlüğünden dosyaya ne idüğü belirsiz yazılar geldi. Pınar’ın tahliyesinden rahatsız oldular. Hatta mahkemeye yazılı olarak beyan ederek baskı da uyguladılar. Bu bir devlet politikası. Sadece Pınar’ın beraatı bile derin devlet komplosunu ortaya seriyordu. O nedenle hükümetler değişse de bu direnç hep var. Yargı paketlerinden bahsediliyor, ama zihniyet değişikliği de gerekli. Klasik devlet refleksiyle hareket edilmesi sadece Pınar’ın davasında yaşanmıyor. Biraz eskiye götüreceğim ama bir de sizden dinlesek süreci. 11 Temmuz 1998’de Pınar’ın gözaltına alındığını nasıl öğrendiniz? Alp Selek: Gözaltına alındığına dair bize bilgi verilmedi. Altı gün sonra tesafüden öğrendik. Çalışmaları için İzmir’e gidecekti, orada zannediyorduk. İçerden çıkan bir çocuk Pınar’ın gözaltında olduğunu söyledi. Derhal emniyete gittim, dediler ki “Biz ikiüç tokat attık mı bülbül mü olur; kafasını kessen konuşmaz mı? Senin kız konuşmuyor... Biz ikna edemedik, araştırmasıyla ilgili iki isim verirse biz de rahatlarız siz de rahatlarsınız.” Pınar gözaltına alınmadan bir gün önce Emniyette imha edilen patlayıcılar sahte bir işlemle bir gün sonra sanat atölyesinde bulunmuş gibi Alp ve Seyda Selek (üstte). Pınar Selek, dava sürecinde kaybettiği annesi Ayla Selek’in cenazesinde (solda). gösterilerek, Pınar’ın örgüt üyeliğinden tutuklanması sağlandı. Sonradan öğreniyoruz ki; elektrik vermek dahil Filistin askısında omzunu çıkaracak kadar işkence yapmışlar... Ağır işkence gördüğü Uluslararası İşkence Tedavi Merkezi'nin raporuyla da tescillendi. S. Selek: Pınar’ın nasıl gözaltına alındığına dair hikâyemiz yok, çünkü bu habersiz; avukatsız gözaltı 98 döneminin de meşhur örneklerinden. Öğrenmeseydik, kaybedebilirlerdi. Biliyorsunuz o dönem, birçok insanı “kaybet”tiler. A. Selek: Pınar “tek kişilik örgüt” olarak tutuklandı. Atölyenin kiracısının bile ifadesine başvurmadılar. Siz gittiniz mi hiç atölyeye? A. Selek: Evet. Pınar demişti ki, “Baba sokaktan çocuk kurtulmaz, işe yerleştirirsin, iki gün sonra giderler. Çocukları sokaktan sanat kurtarır”. Sokak çocukları, travestiler, dışlanan bir sürü insan geliyordu atölyeye. Çöp toplayıp, dönüştürüyor, satıyorlardı. Çocukların çoğu hâlâ arıyor. Hatta biri tanıklık etti; “Oraya tiner bile sokamıyorduk hâkim amca!” Daha sonra meşhur “Mısır Çarşısı” suçlaması geldi. Bombalama ve Pınar’ın adını yan yana duyunca ne düşündünüz? A. Selek: Tutuklandıktan bir buçuk ay sonra televizyondan “Mısır Çarşısı’nın bombacısı” olarak suçlandığını öğrendik. Korkunçtu. Buna muhitimizden, tanıdıklarımızdan kimse inanmadı, arayıp “Elimizden ne gelirse yardım yaparız, böyle saçmalık olmaz” dediler. S. Selek: Bugün de çok tartışılan masumiyet karinesinin böyle çiğnenmesi korkunç; dönemin emniyeti, ifadesini bile almadan, “Mısır Çarşısı bombacısı” diye basın açıklaması yaptı. O saate kadar Pınar çıkacağını düşünüyordu, sahte belgelerle bir dava kurgulanmıştı, hani şu bildiğimiz, bir araştırmacıya karşı yapılan komplolardan biriydi. Ama asıl hikâye Mısır Çarşısı’yla başladı. Kurban seçildi Pınar. Pınar’ın adı sadece Abdülmecit Öztürk’ün ifadesinde geçiyor... A. Selek: O da işkencede verdiğini söyledi. Pınar’a altı gün emniyetteyken Mısır Çarşısı’yla ilgili tek soru sorulmuyor! Çocuğun halasına Her dava dosyası Bu süreç hayatlarınızı nasıl değiştirdi? S. Selek: Pınar’la çok yakındık hep. Sevgi dolu bir ortamda, dayanışma içinde büyüdük. Ablam hep benim yanımdaydı, masallar anlatırdı, onunla büyülü bir dünyamız vardı. Bu süreçte yardımcı olmak değil, direkt sürecin içinde aktif olmak istedim. İşimi bırakıp, hukuk okudum. Dosyayı avukat olarak okuduğunuzda neler düşündünüz? S. Selek: Bu dava benim açımdam bir mide bulantısı, karın ağrısı. Anlatması zor bir işkence. Bitsin artık duygusunu yaşıyorum, ama bitene kadar da içinde olacağım. Bunların ötesinde işimi seviyorum. Bence hâkimler bir süre avukatlık yapmalı, cezaevinde kalmalı staj döneminde. Çünkü babamın hep dediği gibi “dosya yaşayan bir varlık, orada aileler, acılar var”. Pınar şu an ne durumda? bir hayattır S. Selek: Bu mücadelede her zaman güçlü olman bekleniyor senden, Pınar’ın çok güzel bir lafı vardır: “Dilim acılaşmayacak. Sizinle mücadeleyi sizin yöntemlerinizle yapmayacağım, sevgi, güzellikler yaratacağım”. Biz de aynısını yapmaya çalışıyoruz. 15 yıl geçti, ama insanlar hâlâ Pınar’a, davasına sahip çıkıyor... S. Selek: Başta babamın hukukçu arkadaşları kenetlendi. Kısa sürede büyüdü halka. Pınar için büyük kampanyalar yapılıyor, ama arkasında örgütler, partiler yok. Her kesimden, birbirini tanımayanların birlikteliği bu. Kendi doğallığında örgütleniyor. Tam bir sivil yurttaş dayanışması. Bize çok güç verdi. A. Selek: Pınar tutuklanınca “Ünlü avukat Alp Selek’in kızı” diyorlardı, şimdi beni “Pınar Selek’in babası” diye takdim ediyorlar, bu da hoşuma gidiyor. G A. Selek: İç organlarında, karaciğerinde sorunlar başladı, üzüntünden kaynaklı. Ameliyat oldu. Düzenli ilaç kullanmak zorunda. Yasadışı uygulamalar Hepsini sığdırmak mümkün değil, ama Alp ve Seyda Selek’in anlattığı, insana “şaka” dedirtecek birkaç hukuk dışı uygulamaya değinelim: Tahliyenin ardından, yani 2.5 yıl sonra davaya İçişleri Bakanlığı kanalıyla Emniyet bir dosya soktu: “Bizde patlamanın bomba olduğunu gösteren bir rapor var”. Üstelik raporda ne imza, ne tarih vardı. Mahkeme o imzasız raporu delil olarak kabul etmedi (!) ama yeniden bilirkişiye gitti. Oysa mahkemeler bağımsızdı! 2006’da bir beraat daha olunca Alp Selek'in deyişiyle “büyük bir komedi başladı”. Savcı, Pınar'la ilgili tek ifadeyi veren Abdülmecit'in beraat kararını temyiz etmedi. Ama onun ifadesine başvurarak Pınar'ı mahkum etmek istedi. Yargıtay 9. Ceza Dairesi de bu hukuksuzluğa yenisini ekleyip davada adı geçmediği halde işe Abdülmecit'i de kattı. Ama “Kazanılmış hakları bakidir” güvencesiyle! Bu sırada Yargıtay Başsavcısı olağanüstü itiraz yoluna gitti ve “Mısır Çarşısı'ndan mahkum edemezsin, çünkü bomba olduğuna dair inandırıcı bir belge yok” dedi. Genel Kurul'sa, “Başsavcılıkla 9. Genel Dairesi arasında bomba olup olmadığına dair bir tartışma yok. Tartışma bunu kimin yaptığı konusunda” dedi. Oysa tam tersiydi! Mahkeme üçüncü beraatını vermişti ki, ertesi gün savcı temyiz etti. Heyet başkanı raporlu olduğu için yerine yeni bir üye atanan mahkeme heyeti, duruşma günü kapalı kapılar ardında bir toplantı yaptı, sonra salona alınan avukatlara çoktan monitöre yazılmış kararı okumak kaldı: “Beraat kararı Yargıtay Genel Kurulu’nun kararına karşı olduğu için vazgeçiyoruz.” Böylece Türkiye değil, dünya hukuk tarihinde de eşine rastlanmayan bir uygulamaya imza attılar. G C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle