26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

19 AĞUSTOS 2012 / SAYI 1378 7 Viyana’nın sıra dışı sanatçısı ADNAN BİNYAZAR Çocukların dünyası atiller elbette denizde kulaç atmak, güneş altında beden bronzlaştırıcı sıkıntılara katlanmak için de gerekli. Öyle olmasa güneş yağı tüccarları, her gün beden yumuşatıcı krem üreticileri nasıl varsıllaşacak? Bedene verilen emek kuşkusuz emeklerin en kutsalı. Ama insanın her gün bir adım daha birbirinden koptuğu bu ilişkisizlikler dünyasında tatili aile bireyleriyle, yakınlarla, hatta rastlantıyla tanışılan biriyle geçirmek ondan da kutsal. Kendimize özgü zamanları, ormanda kırlarda gözümüze şöyle bir çarpıveren çiçeğe, dağlardan ovalara, bağa bahçelere, çevremizi saran kedi köpeğe, börtü böceğe; doğayı derinden duyumsayarak geçirmek en kutsalı değil mi?.. Buluşlarıyla bizi şaşırtan çocuklar, her görüşte kişiliğinin başka bir yönüyle gönendiğimiz gençler, kişiliğinde yaşamın deneyimi maya tutmuş yetişkinler hayatın erdem kaynağıdır. Bu yaz, ne denizde kulaç attım, ne bronzlaşmak için güneş yağına bulandım. Serin odalarda dostlarımla, onların çocukları, torunlarıyla geçti günlerim. Öyle bir sıcaklık ki, ne yakan güneşte var, ne kızgın kumlarda... Ayvalık’taki yazlığında dostum Emin Özdemir’in iki torunuyla konuşuyorum. On üç yaşındaki Deniz Erhan, iPad’inde karikatürlerimizi çizdi, duymadığımız müzikler dinletti bize. Yabancısıydık o müziklerin. Hayat, değişimler sürecidir, kim bilir, geleceğin müziği belki onlar üzerine kurulacak... On altı yaşındaki Doruk Erhan’ın elinde ise Tolstoy’un Anna Karenina’sı, bir yandan da felsefe kitabı okuyor. Murakami’nin 1Q84’ünden söz açınca, Doruk’un, ağzımdan çıkan tek sözcüğü kaçırmadığını fark ettim. Uzaktan tanıdığımız bir kadını giysileriyle, romanın kahramanı Aomame’ye benzetince izlenimlerimizi yaşadıklarımıza da uyarladık. İstanbul’a döndükten sonra Tahsin Yücel’in Kumru ile Kumru’sunu okuduğunu söyledi dedesi. Bir de, basketbol oynarken bacağını kırdığını... Şimdi odasında yatıyor, başucunda koltuk değnekleri, elleri arasında belki de 1Q84! Eğitimde son uygulamalara bakıp kötümserliğe kapılmayalım. Doku tazeleniyor; bir ülkede önemli kitapları okuyan tek kişi de kalsa, bu, eğitimi har vurup harman savuranların yenilgiye uğrayacaklarının da kanıtıdır! Bir haftalığına da Kuşadası yakınlarındaki, denizi kaynak su berraklığındaki Maydanoz Koyu’ndaydım. Çocuk, gerçeğiyle dağda ovada, kentte köyde, her yerde aynı! Nil Varış sekiz yaşında. Bu yıl üçüncü sınıfa geçmiş. Aile ortamında Andersen’in “Kralın Giysileri” masalı konuşuluyor. Bir kente iki düzenbaz terzi gelmiş. Kitle de nasıl kanar boş sözlere; krala ancak akıllı olanların görebileceği bir giysi dikecekleri yalanını yaymışlar. Tören günü kralı ata bindirmişler. Herkes görüyor kralın çıplaklığını, ama başta kralın kendisi, başbakanından sıradan köylüye, akılsız sayılacakları korkusuyla kimsenin sesi çıkmamış. İzleyiciler arasından başını uzatan bir çocuk, “Aaaaa, kral çıplak!” diye bağırmış. Nil’in, karşı çıkışı hepimizi şaşırtıyor: “Biz çocuklar akılsız mıyız, yani?” Lara Pala da aynı yaşta, aynı sınıfa gidiyor. Elinde çokça kitap görünce, on gün sonra, ona yazdığım bir çocuk kitabımı göndereceğimi söylüyorum. Aradan iki gün geçiyor. Lara su kuşu gibi yüzdüğü denizden çıkıp evine dönerken sesleniyorum: “On gün sonra kitabın elinde olacak!” Yanıtı yapıştırıveriyor: “O, iki gün önceydi, sekiz gün sonra elimde olacak kitabınız...” İnsan, en başta çocukların dünyasına, evcilleştirdiği kedinin köpeğin, irisinden ufağına tüm yaratıkların gizine erince insanlığını kavrayıp, kendi soyuna sinsice tuzaklar kurmayacak, birbirinin kanını akıtmakyacak... G [email protected] T Aşk, tutku, cinsellik ve ölüm temalarını mitolojik esinlerle birleştiren Gustav Klimt’in doğumunun 150. yılı kutlamaları yıl boyunca Viyana müzelerinde açılan sergilerle devam edecek. Yaşadığı parlak kariyere rağmen “Hayatımda mutsuz olmadığım bir tek gün olmadı” diyen Klimt’in kadınlarla olan ilişkisi de bugün hâlâ gizemini koruyor. 1 3 1. Adele BlochBauer 2,1912 2. Gustav Klimt 1902’de Viyana Secession’daki sergide. 3. Ölüm ve Yaşam, 191011 4. Fish Blood, 189798 (detay) 5. Emilie Flöge’ye ait elbise tasarımı, Leopold Müzesi’ndeki sergiden. aittir. Aşk, tutku, cinsellik ve ölüm temalarını mitolojik esinlerle birleştiren Klimt’in yapıtları hakkında çok sayıda yaşam döngüsünü ele alan alegoriler bulunmaktadır. Birinci Dünya Savaşı ve annesinin 1915’te ölümü, bu konuda daha da yoğunlaşmasına neden olur. Tabloları ile ilintili 4 bin kadar deseninin çoğunluğu nü olup 1910’dan itibaren erotizmden uzaklaşarak ruhani ve mistik bir havaya bürünür. Genelde hazcı olarak bilinen G. Klimt hiç evlenmemiş fakat birçok kadınla ilişkisi olmuştur. Öyle ki “gizli haremi” olduğuna dair söylentiler ayyuka çıkmıştır! Bütün bu ilişkiler içinde Emilie Flöge (18741952) ile yaşadığı sıra dışı “platonik” ilişkinin sırları günümüzde bile açıklığa kavuşmamıştır. Klimt’in ölümünden sonra E. Flöge’nin bazı yazışmaları yaktığı ve Klimt’in yazılı mirasının 1945’te Flöge ailesinin evinde çıkan yangında kaybolduğu düşünülürse, bu ilişki gizemini koruyacak gibi. Diğer adı “Sevişen çift” olan “Öpüş” adlı yapıtın ikilinin ilişkisini simgelediği söylenir. E. Flöge, G. Klimt’in kardeşi E. Klimt’in karısının kız kardeşidir. İkili 1890’da tanışır. G. Klimt kardeşi E. Klimt’in erken ölümünden sonra da modacı Flöge kardeşlerle bağlantısını sürdürür. Onlara moda tasarımlarında yardımcı olur, sanatsal etkinlikleri birlikte izler ve tatillerini Attersee’de birlikte geçirirler. 27 Ağustos’a kadar Leopold Müzesi’nde yer alacak olan “Klimt: Yakından ve Kişisel” başlıklı monografik sergi, bu ilginç Viyanalının özel yaşamının, sanat anlayışının yanı sıra Viyana sanat çevrelerine de ışık tutmaktadır. Klimt’in E. Flöge’ye gönderdiği kartpostalar da (bazen günde 8 tane!) bu sergide yer almakta. Bütün bu kariyere rağmen Arthur Schnitzler’e “Hayatımda mutsuz olmadığım bir tek gün olmadı” diyen Klimt, bize bir kez daha, sanatın hayatı anlamlandırmak için bir sığınak olduğunu düşündürür. G. Klimt’i daha yakından tanımak isterseniz, Karaköy’deki Avusturya Sen Jorj Hastanesi’nde 1 Ekim’e kadar yer alacak olan biyografik poster sunumunu izleyebilir; evinizde başrolünü John Malkovich’in oynadığı, Raoul Ruiz’in yönettiği 2006 yapımı “Klimt” adlı filmi seyredebilir; Viyana’da devam etmekte olan sergiler hakkında bilgi almak için www.klimt2012.info/en’i tıklayabilirsiniz. G [email protected] SAKİNE ÇİL vusturyalı sembolist ressam Gustav Klimt’in bu yıl doğumunun 150. yılı. Viyana sanatçıyı, yıl boyu sürecek sergilerle anarken Google da arama motorunu 14 Temmuz günü onun başyapıtı olarak bilenen 1908 tarihli “Öpüş”ü ile süsledi. G. Klimt’in (18621918) sanatını anlayabilmek için 20. yüzyılın eşiğindeki Viyana’ya göz atmak gerekir. Endüstri Devrimi’nin yeniden yapılandırdığı, kentsel dönüşüme açık, dün ile modernite arasında gidip gelmektedir Viyana. Kenti küçük ölçekte ve artistik boyutlarda ele almak isteyen anlayışla, kenti fonksiyonel ve ekonomik bağlamda düşünen unsurlar çatışmaktadır. Mimarlar, Ringstrasse döneminin sonu ile Viyana Jugendstil’ini harmanlayarak Orta Avrupa’nın yükselen kentini tasarlamaktadır. Beyaz gövdesi üzerinde altın kaplama defne yapraklarıyla süslü sembolik kubbesiyle, dönemin simge binalarından biri olan Secession’un girişinde, sanat eleştirmeni Ludwig Hevesi’den bir alıntı olan “Zamana sanatını. Sanata özgürlüğünü” özlü sözü yer alır. Sanatçılar Evi’ndeki egemen olan sanatsal anlayıştan ve ilişkilerden hoşnutsuz olan, aralarında Joseph Maria Olbrich, Koloman Moser ve Gustav Klimt’in yer aldığı 23 sanatçı, 1897’de Viyana Güzel Sanatlar Kooperatifi’ni terk ederek Viyana Güzel A 2 geleneksel olandan ayrılmayı amaçlayan Viyana Secessionistleri, yönlerini uluslararası modernizme çevirirler. 19. yüzyıl boyunca hızlı bir endüstrileşme sürecinden geçen Viyana’da Secession ilerleme ve evrensellik adına yeni sanat idealini ortaya koyar. G. Klimt bu birleşimin ilk başkanı olur. Secession öncesi, okul arkadaşı Franz Matsch (18611942) ve kendinden iki yaş küçük kardeşi Ernst Klimt (18641892) ile birlikte kurdukları “Künstlercompagnie” adlı oluşum sayesinde kamusal binalara yaptığı işlerle, parlak bir kariyeri olan Klimt, ressam ve dekoratör olarak zaten kabul görmüştü. Üçlünün Burgtheater’in (188688) merdiven çıkışlarına, tiyatronun gelişimini gösteren tavan resimlerine ve Sanat Tarihi Müzesi’ne yaptıkları dekoratif resimlere liyakat ve imparatorluk ödülleri verilmişti. 1892’de gravürcü babasının ve kardeşinin erken ölümü, Klimt’i sanatsal krize ve yeni bir yön arayışına sürükledi. 1894’te Viyana Üniversitesi için yapılan resimlerde, F. Matsch ile biçem konusunda uyuşmazlıkları ortaya çıktı. Bütün bu yaşananlar, Klimt’i Viyana sanat sahnesinin ortasına, yenilikçi hareketin başına koydu. 18971905 yılları arasında Secession’da 23 sergi düzenlendi. Bu sergiler sayesinde, dönemin Avrupa sanatını oluşturan yapıtlar Viyana’da sergilendi. Viyana Secession’un 1902 yılındaki 14. sergisi, Beethoven’in 75. ölüm yıldönümü anısına gerçekleşmişti. Sergide Klimt’in “Beetthovenfries” adlı anıtsal alegorisi sanatçının “altın döneminin” başlangıcı ve sembolizme giden gelişiminin ilk örneği oldu. Nü çalışmalarının erotik bulunması ve hakkındaki söylentiler Klimt’i giderek kamusal işlerden uzaklaştırdı. Yükselen orta sınıfın koleksiyonerleri ve mesenleri sayesinde portre ve manzara çalışmalarına yöneldi. Önceleri izlenimci bir tarzda arka fonla bütünleşerek resmedilen kadın portreleri, zamanla soyut, geometrik Jugendstil süslemelerle ve altın renkli alanlarla bütünleşmeye başlar. “Öpüş” ve “Adele BlochBauer I” portresinde olduğu gibi figür tamamıyla süslemelerin içinde kaybolur. Klimt, manzara çalışmalarına ise 1898’de başlar. 250 yapıtından 50’den fazlası manzara resmi olup, çoğunluğu yaz tatillerini geçirdiği Attersee bölgesine 5 4 Sanatlar Birleşimi Avusturya Secession’unu oluştururken bu sözle yola çıkarlar. Tarihsel, akademik ve ZÜLAL KALKANDELEN www.zulalkalkandelen.com / [email protected] C M Y B C MY B Pislik nasıl temizlenir? Pazarlama Hatırlar mısınız, Şubat ve Mart 2010’da medyada, “P Dehası David Plouffe Turkcell Akademi’de” başlıklı haberler çıkmıştı. ABD Başkanı Obama’nın seçim kampanyasının “isimsiz kahramanı” olarak tanımladığı bu danışman, gerçekten İstanbul’a geldi. “Online Pazarlama Teknikleri ve Kazanmak İçin İnternet olmasaydı Barack Cesaret” başlıklı konuşmasında “İ Obama belki de başkan seçilemezdi” diyerek kampanyanın sırrını anlattı. O tarihten sonra Türkiye’de bunun üzerinde durulmadı ama bu konu son günlerde Plouffe ve Obama’nın başını ağrıtıyor. Konunun yeniden gündeme gelişi, geçenlerde The Obama’nın danışmanı İran’la bağlantılı iş Washington Post’ta “O yapan firmadan 100.000 dolar ücret aldı” başlığıyla yayınlanan haberle oldu. Afrika’da iş yapan ve Irancell ile bağlantılı olarak İran’da servis sağlayan telekomünikasyon firması MTN Group, yaptığı konuşma karşılığında Plouffe’ye yüklü bir para ödemiş. Bu haber üzerine Beyaz Saray derhal savunmaya geçti. Çalışanlarımızın aldığı ücretleri Mitt Romney’in aldıklarıyla “Ç kıyaslamaktan mutluluk duyarız” şeklinde bir açıklama yapıldı. Obama’nın seçim kampanyasının basın sözcülüğünü yapan Ben La Botl, Cumhuriyetçi başkan adayı Romney’in MTN’in rakibi olan ve İran’la benzer bağları bulunan Turkcell’e finansal yatırım yaptığını söyledi. Ancak “Ben kirliysem sen de kirlisin” türünden bu savunma inandırıcı değildi. Çünkü arkasından medya, Plouffe’nin de Turkcell’den aldığı ücreti yazmaya başladı. Aslında Amerika’da görevlilerin bu tür konuşmalardan para alması yasadışı bir durum değil. Tartışmayı yaratan, İran’la bağlantısı olan firmalarla çalışmanın yarattığı etik sorun. Anlaşılıyor ki, iki taraf da hem İran’ı ABD için baş tehdit olarak gördüklerini ilan etmeye devam etmiş, hem de o ülkeye yatırım yapanlardan aldıkları paraları cebe indirmiş. Romney, bununla da kalmayıp, yatırımlarının bir kısmını, danışmanları aracılığıyla, insan haklarına aykırı işler yapan firmalardan Çin petrol şirketlerine kadar başka tartışmalı yerlere de yönlendirmiş. *** Açıkça ortaya çıktığı gibi, para söz konusu olduğunda insanoğlu hep daha fazlasına gözünü dikiyor. Beyaz Saray danışmanı olarak hemen Oval Ofis’in yanı başında çalışma odası olsa da, ABD Başkanlığına aday olsa da, kapitalizmin güdülediği bir toplumda kendinden bekleneni yapıyor ve gözü asla doymuyor. Bu açgözlülüğün oranı ülkeden ülkeye değişiklik gösterse de, temelde insanın yapısıyla ilgili bir sorun mu var, yoksa gerçekten tek suçlu kapitalizm mi? Kapitalizm sistemini bulan da, kuran da, uygulayan da insan. Bazı ülkelerde yasaların, eğitimin, geleneklerin ve toplumsal kabullerin yarattığı dinamiklerle yozlaşmanın şiddeti sınırlanabiliyor. O dinamikleri yaratan da insan... Bu durumda insanın başkalarına, yaşadığı topluma, çevresine zarar vermekten kaçınmayı ilke edinmesi, ona gerekli etik değerlerin kazandırılmasıyla yani eğitimle olanaklı olabilir. Ama eğitim yapısı tamamen bireycilik ve kişisel fayda üzerine kurulan toplumlarda, yozlaşmanın durdurulması olanaklı değil. Sonuçta belli ki Obama ve Romney kampları karşılıklı birbirlerini daha kirli olmakla suçlamayı sürdürecek. Şimdi aslında soru şu: Bu pislik nasıl temizlenecek? Bir seçim kampanyası, ancak bu soruya etkili bir yanıt verirse anlam kazanır. Aksi halde politikacılar, Türkiye’de de hep olduğu gibi, topluca girdikleri bataklığın içinde debelenir durur, kapitalizm de sömürüye devam eder. G
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle