26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 19 AĞUSTOS 2012 / SAYI 1378 Aşk, acı ve köklü bir tarih Kanlı Düğün’de üğün günü gelin, gizlice sevdiği adamla Antonio Gades’in, Kanlı Düğün’ü kaçar, damat adayının peşlerini bırakmaya en başarılı baleye döken sanatçı niyeti yoktur ve sonunda iki erkek birbirini öldürür... Ünlü İspanyol şair ve oyun yazarı olması rastlantı değildi. Lorca Federico Garcia Lorca’nın 1932’de yazdığı Kanlı Düğün, yıllara meydan okuyan bir oyun. Baleye, da, o da Endülüs mirasından sinemaya, tiyatroya çevrildi. Hâlâ da üzerine farklı ilham alıyordu çünkü. Gades çalışmalar yapılıyor. Ancak hiç şüphe yok ki, bu çalışmaların en başarılısı, yarattığı yepyeni bir dille öldü ancak Kanlı Düğün 1974’te oyunu baleye uyarlayan, İspanyol dansına 40 yıldır Gades’in yorumuyla ve flamenkoya gelenekselden uzaklaşmadan bambaşka bir estetik anlayışıyla başyapıtlar sahnelenmeye devam ediyor. kazandıran Antonio Gades’inkiydi. Gades öldü, ancak şanı, Antonio Gades Topluluğu ve tüm 21 Ağustos’ta 10. Uluslararası dünyayı gezen gösterileriyle devam ediyor. Bodrum Bale Festivali’nde İspanyol dramatik dansının en önemli eserlerinden biri olan Kanlı Düğün ve 8 bölümlük sahne onun olacak. bir geleneksel flamenko dans performansı Suite Flamenca, 21 Ağustos gecesi yazın son akşamlarından birini Bodrum Kalesi’nde flamenkoyla fethedecek. tesadüf olduğunu Antonio Gades’in 2004’te bu dünyadan düşünüyorum. ayrılmadan önce mirasını devam ettirmek ve Gades’in Lorca’nın İspanyol danslarına kazandırdığı estetik anlayışını yazdığı bir oyunu dünyaya sunmak için kurduğu Antonio Gades adapte ederek Vakfı’nın direktörü ve Antonio Gades’in eşi, ünlü yaşadığı başarıysa koreograf ve dansçının ruhunu; Gades ile uzun tesadüf değil; çünkü yıllar aynı sahneyi paylaşmış Stella Arauzo’nun her ikisinin de sanat yönetmenliği ve efsane dansçının yaratıcılığını besleyen müzisyenlerine çok özenle yaklaştığı orkestrasının Endülüs mirası. sağ kolu ve ışıkçısı Dominique You’nun teknik Bu büyük mirasın beslediği bu yoğun ve yönetmenliğinde yaşatıyor. trajik hikâyeyi sadece Antonio Gades Topluluğu’nun dans hareketleriyle direktörü Eugenia Eiriz ile Antonio verebilmek zor olmalı... Gades, Kanlı Düğün ve İspanyol Kanlı Düğün’ün sinema versiyonundan. danslarını konuştuk. Lorca gibi sözleri Antonio Gades’in eşi olarak onu kuvvetli bir sanatçının en iyi siz tanıyorsunuz; eleştirmenler Antonio Gades Uluslararası Okulu tüm düşlediklerini; yazıp döktüklerini hiç kelime onun flamenkoya farklı bir estetik ile bunu daha ileriye taşıyacağız. kullanmadan anlatabilmek için Lorca’yı çok iyi anlayış getirdiğini söylüyorlar; sizce Gades’in, Lorca’nın bilebilmek gerekiyor, Gades onun büyük bir eşinizin İspanyol danslarına karşı oyunundan baleye adapte ettiği hayranıydı. Gades’in en büyük zenginliği, sadece nasıl bir tavrı vardı? ve ilk kez 2 Nisan 1974’te bale ve flamenkodan değil; sinemadan ve şiirden prömiyerini gerçekleştirdiği Antonio flamenkoya de beslenmesiydi. Tüm bu zenginliklerini “Kanlı Düğün” neredeyse 40 tutkundu; flamenko belki yıllar koreografiye döküyordu. Her ikisinin de ortak senedir Gades’in yorumuyla içinde gittikçe daha popüler derdi; acılarını içine gömmüş sahneleniyor. 1981’deki Carlos hale geldi ama Antonio Endülüs halkının duygularını Saura’nın sinema uyarlaması da baştan beri flamenkonun paylaşmaktı ve bu ilham Kanlı çok beğenilmişti; sizce bu arkasında olağanüstü bir Düğün’ü çok güçlü bir kadar uzun zamandır ilgi kültürel birikim ve zenginlik dansa dönüştürüyor. Eugenia Eiriz görmesinin sırrı ne? olduğunu biliyor ve büyük saygı duyuyordu. Federico Garcia Lorca’nın Flamenko Endülüs halkının tüm yaşantılarını, eserlerinin en önemli tarafı İspanyol duygularını ve tarihini taşıyor. Gades, kültürüyle günlük yaşamın kodlarını Flamenko’nun tutkusunu ve orijinalliğini asla bir araya getirmesi ve Gades aynı bozmadan; balenin estetiğini ve yumuşaklığını da şekilde gelenekselliği bozmadan kattığı bir dil yarattı. Ama flamenkonun tüm ve İspanyol kültürüne sahip anlamlarına ve her hareketin göndermelerine de çıkarak; kendi yorumunu kattı. özen gösterdi, sembolleri ve manalarını bilerek Endülüs tarihi hüzünlerle ve koreografiler hazırladı. Gades’in en büyük yaşama coşkusuyla dolu. Kanlı şanslarından biri de çocuk yaşlarda Pilar Lopez düğün hem hüznü hem de gibi bir efsanenin öğrencisi oluşuydu; şimdi yaşama coşkusunu öyle yoğun bir topluluk için seçtiğimiz tüm dansçılar da Gades’in duyguyla sunuyor ki; etkilenmemek mirasçıları. mümkün değil. Dünyanın her yerinde Peki dansçılarınız nasıl eğitimlerden geçiyor? Gades’in Carmen ve Kanlı Düğün Topluluğumuzun sanat direktörü Stella uyarlamalarının yarattığı coşkuyu Arauzo; çok uzun yıllar Gades ile aynı sahneyi görmek çok doğal çünkü çok yüksek paylaştığı için onun her hareketini ezberlemiş gibi; tonda duygular var; tıpkı yaşamın çok güçlü bir duygusal hafızası var ve dansçıları bazı unutulamayan anları gibi... seçerken; Gades yanında dans etsin ister miydi, 1936, hem İspanyol İç diyerek yaklaşıyor. Ama dansçıların hepsi çok Savaşı’nın başladığı ve şanslıydı çünkü Arauzo’nun bir psikolog gibi çok Lorca’nın Franco anlayışlı, sabırlı ve ince bir yaklaşımı da var. Ben tarafından de özellikle dans ederlerken onun enerjisini ne öldürtüldüğü; hem kadar aktarabildiklerine bakıyorum. Aralarında de Gades’in flamenkoyu Gades’ten öğrenenler de var ve onlar dünyaya geldiği da gruba yeni katılan dansçılara aynı özenle aynı sene. Bunun stili aktarmaya çalışıyorlar; bir okul gibiyiz ve çok anlamlı bir D CENK ERDEM Antonio Gades Topluluğu, Kanlı Düğün’ü 40 yıldır sahneliyor... Antonio Gades Topluluğu’nu ve Kanlı Düğün’ü izleme şansım olmuştu, özellikle Leonardo ve damat arasındaki, ağır çekim hissi veren kavga sahnesinden etkilenmiştim; sizce de Kanlı Düğün’ün en çarpıcı anları değil mi? O kavga sırasında izleyicinin nefesini tuttuğuna ben de şahit oldum. Sadece Kanlı Düğün’ün değil; balenin en büyük başyapıtlarındaki etkileyici bölümleri belirlesek; bu sahne mutlaka olurdu. Gades bu konuda alçak gönüllü değildi; çünkü özellikle o sahneyi ve koreografisini tasarlarken çok zorlanmıştı ve çok büyük özen göstermişti. Her zaman o sahneden çok keyif alırdı ve çıkardığı en zor iş olduğunu da itiraf ederdi. Saura’nın filmi için oyunu sinemaya adapte ederken Gades bir yazar ekibiyle çalışıyordu ve o sahne için yine aynı özeni göstermişlerdi. O, gerilimi yavaş yavaş yükselten bir sahne ve tüm duygular sanki bedenlerinden büyük bir öfkeyle taşıyor. Bir anlamda insan en ilkel duygularına yenik düşüyor ve özellikle ”Kanlı Düğün” gibi trajik bir öyküde de en büyük tansiyonu kıskançlık ve cinsel tutkular ortaya çıkarıyor... Sadece Endülüs halkının ve İspanyol kültürünün değil; Akdeniz insanlarının aşk konusunda ne kadar tutkulu olduklarını ve bu tutkuyla ne kadar şiddetli kıskançlıklar ve öfkeler yaşadıklarını söylemek yanlış olmaz. Kanlı Düğün için de bunları açıkça söyleyebiliriz. Ama bu duygular aynı zamanda evrensel. Lorca’nın bu kadar sevilmesinin nedenlerinden biri de bu evrensel duyguları harika ifade etmesi. Gades’in de Lorca’nın işine hayranlığını düşünecek olursak; Kanlı Düğün hiç eskimeyecek bir hikaye olarak kalacak. Suite Flamenca, yaşamı kutlayan bir dans gösterisi... 21 Ağustos’ta 10.Uluslararası Bodrum Bale Festivali’nde bu eskimeyecek hikâyeyi, Kanlı Düğün’ü izleme şansı olacak insanların. 8 bölümlük geleneksel flamenko dans performansı “Suite Flamenca” da gösterinizin bir parçası; peki “Suite Flamenca” gelenekseli nasıl koruyor? Flamenko çok zengin bir kültür ve tarih taşıyor; öyle büyük bir deniz ki sizin kattıklarınızla sadece yeni ve güzel bir dalga daha oluşabilir; hepsi bu. Gades’in de asla bu kocaman denizi özetlemeye çalışmak veya rengini değiştirmek gibi bir niyeti yoktu; bu mümkün de değil, çünkü flamenkonun içinde birbirinden farklı müzik formları ve hem hüzne hem coşkuya farklı farklı yaklaşan o kadar çok anlamlı dans hareketleri var ki. Flamenko popüler hale geldikçe; çok değişik sentezler de ortaya çıkıyor, ama sadece gelenekselden yola çıkanlar başarılı oluyor. Gades İspanyol Ulusal Balesi’nin kurucularından ve ilk direktörlerindendi. Tüm hayatını İspanyol kültürüne adadı. Antonio Gades Vakfı’nı kurarken de sadece İspanyol kültürünü ve flamenkoyu değil tüm İspanyol danslarını dünyaya sunan bir okul hayal ediyordu. Suite Flamenca için dönemi için avantgarde olsa bile, Gades’in ardından onun için bir klasik diyebiliriz. İspanyollar için Gades’in bıraktıkları; Bale’de Kuğu Gölü’yle bizlere kalan miras kadar klasik. Türkiye’de bir dönem Tango çok sevilirdi ancak son yıllarda Flamenko gösterileri gişede çok daha büyük ilgi görüyor ve kişisel olarak bunu flamenkonun tangodan çok daha coşkulu olmasına bağlıyorum; sizce 21 Ağustos’ta Bodrum’da da yine coşkulu bir sahne olacak mı? Flamenkonun çok daha tutkulu ve hatta biraz agresif olduğunu düşünüyorum. Sanırım İspanya ve Türkiye’deki izleyiciler duygularını coşkuyla ifade etme konusunda birbirlerine oldukça yakın. Gades’in estetik prensibi ve bale vizyonu flamenkonun agresifliğini zarafetle örtüyor ancak ortaya yine estetik ama çok güçlü bir dans çıkıyor. Özellikle Kanlı Düğün’de izleyici tüm duygularını dans hareketleriyle sahnede bulacak, izleyen herkes o trajediyi yaşamış gibi çok yüksek duygularla koltuğundan ayrılacak. Doğruyu söylemek gerekirse Kanlı düğün bir noktada hüzün bırakacak ama Suite Flamenca o hüznü ortadan kaldıracak ve yaşamı kutlayan bir dans gösterisiyle izleyiciyi rahatlatacak. G ATAOL BEHRAMOĞLU *** Genç Nâzım Hikmet’in sözünü ettiği Loti, “Aziyade”nin yazarı olmalı. Romantik ve hüzünlü bir aşk öyküsü olarak [email protected] www.ataolbehramoglu.com.tr C M Y B C MY B Pierre Loti: Şair ve ressam özünü ettiğim kişi bir romancı. Ama “İzlanda Balıkçısı”nı okuyanlar onu şair ve ressam olarak da adlandırmamı yadırgamayacaklardır. Bizim kuşağımızdan İstanbul çocuğu olmayıp da Eyüp semtini bilmeyenler Loti adını ilk kez N. Hikmet’in “Yalnayak”ıyla duymuş olmalılar: “ey üç atlı yaylısının içinden / sağır / burunsuz / kör / köylülere / Pierre Loti ahı çekip geçen / ağzı gemli / eli / kalemli /efendiler” Ben doğrusu kuşağımın o delikanlılarından biriydim. Loti adı, daha önce duymuşluğum varsa da, zihnimde bu dizelerle yer etmiştir… 1850 doğumlu Fransız yazarının yaşamöyküsünden deniz subayı olarak albaylığa kadar yükseldiğini, herhalde mesleği gereği Ortadoğu ve Uzakdoğu’da bulunduğunu, 1876’da (demek ki 26 yaşında) İstanbul’a geldiğini, aralıklı olarak yaşadığı İstanbul’da Eyüp’te oturduğunu, Osmanlı yaşamından kesitler veren ilk romanı “Aziyade”yi 1879’da yayımladığını, bu romanın ona geniş bir okur kitlesi ve ün kazandırdığını öğreniyoruz. Bu yazıda sözünü edeceğim “İzlanda Balıkçısı” ise 1886’da yayımlanmış. 1920’de İstanbul şehrinin “fahri hemşerisi” olan yazar, 1926’da Fransa’nın Atlantik sahillerinde yaşama veda etmiş… S hakkında çok şey işittiğim bu romanı bugüne kadar okumak ne yazık ki kısmet olmadı… (Bir Hüseyin Cahit Yalçın çevirisi olan) “İzlanda Balıkçısı” ise sevgili babamın kitaplığından bana geçmiş kitaplar arasında, onun özenle ciltlettirdiği kitaplardan biriydi, fakat onu da her nedense okumamıştım… Böylece kitabın yeni basımına kadar Pierre Loti’nin (daha doğrusu “İzlanda Balıkçısı’nın) dünyası benim için bilinmez kalmış… *** Daha sonra basılmış mıdır bilmiyorum, fakat benim bildiğim basımından çok yıllar sonra Can Yayınevi’nce (kızım Barış Behramoğlu’nun çevirisiyle) yayımlanan yeni basımı çok büyük bir zevkle okudum. Abarttığımı düşünmüyorum. Uzun süredir bu kadar haz duyarak bir roman okumamıştım. Gerçekçilikle romantizmin bu buluşması, bana duygularımızın henüz saflığını yitirmemiş olduğu ilkgençlik yıllarımızın roman okuma tatlarını, heyecanlarını yaşattı… Burada romanın öyküsünü anlatmaya kalkışmayacağım... Fransa’nın Bretagne bölgesindeki balıkçı kasabası Paimpol sakinlerinin, kadınıyla erkeğiyle, güçlüklerle dolu, fakat doğayla törelerle derinlikler kazanmış yaşamlarını kitaptan okuyacak, İzlanda’nın haşin ve güvenilmez denizinde ekmek ve yaşam kavgası veren balıkçı delikanlıların yaşamöyküleriyle sarsılacaksınız. Bu delikanlılardan yakışıklı Yann ile dünyalar güzeli Gaud arasındaki aşk öyküsü ise, bugüne kadar okuduklarım arasındaki en dokunaklı olanlarındandır… Fakat romanın baş kahramanı, bana kalırsa, bu denizin kendisidir ve Pierre Loti’yi şair ve ressam olarak adlandırışımın nedeni de bu denize ilişkin olağanüstü betimleri nedeniyledir. Ben okuduğum hiçbir romanda, ne Melville’in ölümsüz yapıtı “MobyDick”te, ne denizci yazar J. Conrad’dan okuduklarımda böylesine etkileyici deniz betimleriyle karşılaşmadım. Yazımın sınırları bu betimleri sıralamaya yetmez. Fakat bir noktanın altını çizmek isterim: Loti bu betimlerde herhangi bir peyzaj ressamı ya da şairi değil. Bir fırtına betiminin ardından gelen şu sözlere bakınız: “Dinmek bilmeyen, hep aynı patlama noktasında kalan bu gazap, zamanla aşırı yorucu bir hal alıyordu. İnsanların ve hayvanların delice öfkeleri çok çabuk geçer ve gider. Cansız şeylerin nedensiz, amaçsız, hayat ve ölüm gibi gizemli öfkelerini ise uzun süre çekmek gerekir…” Evrenin bilinç dışı ya da bilinç üstü gücü karşısında, bilinçli insan yazgımızın trajik anlamını çok az sanatçı bu kadar sade ve etkileyici sözlerle dile getirebilmiştir… Bunu eğer hâlâ yapmadıysanız Pierre Loti’yi yaşamlarınıza katmakta gecikmeyin… G
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle