01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 AĞUSTOS 2012 / SAYI 1377 5 Yaşadığımız topraklar kuyumculuğun beşiği ALİ DENİZ USLU Aylin Gözen, “Dünya Pırlanta Konseyi”nin ilk Türk üyesi. Roberto Bravo markasının da kurumsal iletişim müdürü. Mücevherlere ve değerli taşlara tutkun, hepsinin bir hikâyesi olduğunu düşünüyor. Onları büyülü buluyor. Bu işte uzmanlığın tecrübeyle, merakla ve sabırla geldiğini anlatıyor. Gözen, uluslararası piyasaları, fuarları yakından izliyor, bu piyasadaki son gelişmeleri saniyesi saniyesine takip ediyor. Baştarafı 1. sayfada Pırlanta ve renkli taş konusundaki uzmanlık alanı neler gerektiriyor? Bizim anladığımızla, işin aslı arasındaki fark nedir? Uzman olmak için öncelikle “gemoloji” konusunda temel eğitim almak gerekiyor. Ancak devamı daha önemli, mücevher taşlarının kendisiyle, ham ve işlenmiş halleriyle devamlı iç içe olmak, uluslararası piyasaları, fuarları takip etmek, mutlaka uluslararası toplantılarda bulunarak son gelişmeleri takip etmek gerekli. Yeterince mücevher taşını görüp tanımadan uzman olmak mümkün değil. Uzman olmak, hem teorik hem de pratik olarak geniş kapsamlı bilgiyi ve tecrübeyi gerektirir. Dünyada gemoloji alanında her geçen gün yeni teknikler gelişiyor, devamlılık arz eden bu gelişmeleri bilmemek, yeni bir iyileştirme, imitasyon ya da sentetik tekniği çıktığında bunlardan haberdar olmamak, doğru yorum şansını tehlikeye sokar. Dünya Pırlanta Konseyi’nin ilk Türk üyesisiniz. Nasıl bir serüvendi bu? ICA üyeliğinden sonra, Dubai’de katıldığım “Dünya Mücevherciler Konfederasyonu” toplantısında, Dubai hükümetinin girişimi olan DMCC’nin renkli taşlar ve inci bölümünün Tükiye temsilciliğini yapmam konusunda gelen teklifle anlaştık. O sıralarda kendi firmam vasıtasıyla mücevher sektöründe pazarlama danışmanlığı yapıyordum. ÇICA’in Dubai’de düzenlediği kongre ve fuara Türkiye’den delegasyon grubu organize ederek götürdüm. Daha sonra ihtiyaç olduğunda birkaç konuda da yardımcı oldum. Bunların etkisi oldu. İnsanların renkli taşlara ilgisinin doğuşu nasıl başlıyor, yalnızca değer mi bunu belirliyor ya da nasıl bir duygusal bağ kuruyor insanlar bu değerli taşlarla? Takıya olan ilgi milattan öncesinden beri geliyor, mücevher taşları da önceleri bulundukları haliyle, daha sonra işleme teknikleri geliştikçe işlenmiş ve pırıltılı haliyle beğeni kazanıyor. Mücevher taşının değerini güzel olması, mücevherde kullanılabilecek kadar sağlam olması ve nadir bulunması belirliyor. Ancak eskiden beri tüm taşlara yüklenen uluslararası kabul görmüş bazı duygular var. Örneğin konusunda ciddi bir otorite olan, dünyanın önde gelen gemolog ve madencilerinin üye olduğu, benim de Türkiye’den üyesi bulunduğum Uluslararası Renkli Mücevher Taşçıları Derneği'nin yayınlarında safir, bağlılığın ve sadakatin, uzun vadeli arkadaşlığın simgesi. Ayrıca aynı derneğin araştırmalarında eski zamanlarda insanların, gökyüzünün, dünyanın içine gömülü olduğu kocaman bir safir taşı olduğuna inandıklarından bahsediliyor. Güney Amerika’daki İnkalar ve Aztekler ise, zümrüdün kutsal bir taş olduğuna inanırmış. Yüzyıllar önce yazılmış Hintlilerin dini bilgileri içeren Vedalar’ında zümrüdün iyi şans getirdiğinden ve sağlıklı kalmaya yardımcı olduğundan bahsedilir. Tabii bunun yanında ilginç bazı inanışlar da var. Örneğin eskiden Ametist’in sarhoşluğu geçirdiğine inanılırmış, zaten adı da Yunancadaki “sarhoş olmayan” manasındaki “amethystos” kelimesinden geliyor. Pırlanta ilk sırada, sonra safir, turmalin ve kuvars Türkiye’de hangi mücevhere, taşa ilgi duyuluyor? Pırlantayla birlikte renkli taşlara gösterilen ilgi de gittikçe artıyor. Kadınlar aradığı renkliliği, çeşitliliği renkli taşlarda buluyor, pırlanta da bu taşlara ayrı bir ışıltı ekliyor. Zaten tüm dünyada da renkli mücevher taşlarının kullanımı yükselen trendler arasında. Bu trendler, modayı önden izleyen yıldızları, tanınmış yüzleri etkilerken onların haberleriyle çevrelendiğimiz dünyamızda bizleri de yavaş yavaş içine alıyor, tercihlerimizi bilinçli ya da bilinçsiz yönlendiriyor. Bu nedenle, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de, pırlantaya olan ilgi artık artmaya başlayan renkli pırlantalara, renkli safirlere, turmalin, kuvars gibi değerli taşlara kayıyor. Talepler nelere? Örneğin çoğunluk tarafından sadece koyu mavi tonuyla bilinen safir aslında pembe, turuncu, sarı, yeşil gibi pek çok renkte bulunuyor ve pırlantadan sonra, bilinen en sert değerli taş olması nedeniyle de kullanımı çok rahat. Günümüzde çalışan kadınlar daha günlük kullanabileceği her ortama ayak uydurabilecek takıları tercih ediyor. Özellikle son beş yıldır seri üretim takıların yerini daha çok tasarlanmış mücevherler aldı. Bu birey olarak farklılaşma, kendine özgü olma, kendini ifade etme şeklinde değişen tercihlerin bir sonucu. Artık bireyler, bir anda ortaya çıkan ve hızla geçip tüketilen baskın modaların ara sıra etkisinde kalsa da, birbirinin aynısı olmak değil, her şeyiyle farklı olmak istiyor. Anadolu kültürünün temelinde kuyumculuk var “İstanbul’un 100 Mücevheri Kitabı”nı yazdınız. Fikir nerden çıktı, bu bilgilere nerden ulaştınız? Kitapta, uzun süreden beri İstanbul’da sergilenen, şehirle özdeşleşmiş mücevherler ve geçmişten günümüze mücevher sanatçılarının, ustaların çalışmaları yer alıyor. Yaklaşık iki yıl süren bir araştırma ve çalışmanın ürünü bu kitap. Bizans ve Osmanlı medeniyetlerine ait değerli ziynet eşyaları, savaşlarda kullanılan zırhlar ve muhtelif eşyalardan oluşan İstanbul’un antika mücevherleri, şehirden esinlenerek hazırlanmış takı koleksiyonları (özel ve seri üretim), İstanbullu günümüz sadekârlarının (mücevher ustası) ürettikleri mücevherler ve mücevher tasarımcıları yer alıyor. Kitabın sonunda, bu konudaki en doğru bilgileri içeren değerli taşların anlatıldığı bir sözlük de bulunuyor. Anadolu’da kuyumculuk ve takının tarihi bize neler gösteriyor? Yaşadığımız topraklar, takının ve kuyumculuğun beşiği. Arkeolojik bulgular, ilk işlenmiş metal örneklerinden başlıcalarının Anadolu topraklarından olduğunu gösteriyor. Bunun ardından tarih boyunca, halen kuyumculukta kullanılan ya da kullanılabilecek pek çok teknik geliştirilmiş. Ancak bunlar yeteri kadar sahiplenilip tanıtılmadığından, ya bir kısmı unutulmaya yüz tutmuş ya da başka ülkeler bizden önce sahiplenmeye başlamış. Kültür öğelerimizin en önemlilerinden biri olan kuyumculuğun daha fazla tanıtılması, geçmişte ve günümüzde sahip olduğumuz ustalarımızın ve eserlerinin uluslararası platformlarda da daha fazla dile getirilmesi gerektiğine inanıyorum. Ocakta garnet, şubatta ametis hediye edilmeli Hangi durumlarda hangi mücevher hediye edilir? Mücevher hediye alırken farklı bir manası olmasını da istersek yararlanabileceğimiz bazı kaynaklar var. Bunlar uluslararası kabul görmüş pek çok dernek tarafından açıklanan, her aya ait ayrı belirlenmiş uğur taşları. Bu taşların da ayrıca, bazı duyguları simgelediğine ya da iyi geldiğine inanılır. Ancak bu, günümüzde istismar edildiği gibi, her taş her şeye iyi gelir türünde değil, ciddi araştırmalar sonucunda tarihte kullanımlarına göre belirlenmiştir. Mesela ocak; garnet, doğruluk, vefa, sonsuzluk. Şubat; ametis, bilgelik, sağlık, şans. Mart; akuvamarin, barış, anlayış ve mutluluk. “Erkekte mücevher modası” diye bir şey de var sanırım. Erkekte son zamanlarda özellikle “Shamballa” bileklikler çok moda, pek çok Hollywood yıldızında görebiliyoruz. Kadınların da beğeniyle taktığı Shamballa bileklikler, özünde kendimize ve başkalarına olan köklü şefkat duygularımız ve sonsuz sevgimizi hatırlatan, negatif enerjiyi uzaklaştıran, ruhani olarak vücut, dil ve ruh üçlüsünü tamamlayan zihnimizi sembolize ediyor. Pırlanta değerlendirme kriterleri nedir? Pırlantanın 4C adı verilen değerlendirme kriterleri vardır. Karat, berraklık, renk ve kesim. En önemli pırlanta merkezleri nereleri? Botsvana, Sierra Lione, Zimbabwe, Rusya, Kanada, Kongo, Güney Afrika, Avustralya, Namibya aklıma hemen gelen kaynaklar. D ATAOL BEHRAMOĞLU Bay Kiler ikkat etmemiş, ya da unutmuş olabilirsiniz. İki ay kadar önceydi. Bu vesile ile AKP Bitlis Milletvekili olduğunu öğrendiğimiz Vahit Kiler adındaki zat birdenbire gündeme bir konu getirdi. Eyüp’teki Pierre Loti tepesinin adının İdrisi Bitlisi (Bitlisli İdris) olarak değiştirilmesi konusunda İstanbul Belediyesi’ne başvuracağını bildirdi. Bu başvuru yapıldı mı yapılmadı mı bilmiyorum. Fakat tesadüf bu ya, tam da o sırada Loti’nin “İzlanda Balıkçısı”nın bu yılın Şubat ayında Can Yayınevi’nce yayımlanan, üstelik kızım Barış’ın çevirdiği yeni çevirisini okumaktaydım… Bunu bir yazı konusu yapmayı o günlerde tasarladım… *** Loti, Vahit Kiler, İdrisi Bitlisi… neresinden başlamalı?.. Bugün Pierre Loti tepesi olarak bildiğimiz bölgenin adının 1934’e kadar İdrisi Bitlisi tepesi adını taşıdığını doğrusu bilmiyordum. İdrisi Bitlisi adını da böylece duymuş oldum. Dürüst olmak gerekirse, bunun bir eksiklik olduğunu kabul ederim. Çünkü 16. yüzyıl Osmanlısının önemli bir devlet adamı. Aleviler ondan haklı olarak nefret ediyor. “Vikipedi”den okuyalım: “Kürt beylerini bir araya getirmeyi başaran İdrisi Bitlisi Farsça yazdığı Selimnâme eserinde Kürtleri Kızılbaşlar ile savaşa teşvik ettiğini, onların da kılıç zoruna Anadolu’yu Türkmen Kızılbaşlardan temizlemek için yemin ettiklerini ve bu arada 40 bin ile 70 bin arasında Kızılbaş’ın yani Alevinin öldürüldüğünü yazmıştır.” Fakat yazımın konusu Bitlisli İdris’in herhalde çok ilginç kişiliği değil. Konumuz bakımından ilgimi çeken, İstanbul Eyüp’teki tepeye Bitlis doğumlu ve 40 bin ile 70 bin Alevi Türkmen’in öldürülmesinden sorumlu olduğunu kendi ağzıyla söyleyen bir zatın adının ne zaman kimin tarafından nasıl verildiği. *** Düzenlediği basın toplantısında Bay Kiler, “1934’e kadar ismi böyleyken bu isim niye değiştirildi? Niye gasp edildi? Hizmetleri ortadayken bir üstadın ismi niye alınır, niye yabancı bir isim verilir?” diye soruyor. Bunun üzerine gazeteciler de Bay Kiler’e, İstanbul’a diktirdiği (üstelik kaçak olduğu bilinen), gökdelene neden İngilizce bir sözcük olan Sapphire adını verdiğini sorduklarında, yanıtı şöyle oluyor: “Her iki dilde de anlaşılsın diye…” Bay Kiler’in gökdeleni, 236 metrelik boyuyla (anten yüksekliği ile 261) Rusya toprakları dışında Avrupa’nın en yüksek ikinci binası imiş.. *** Sonraki günlerde İstanbul metrobüsünün (Vahit’in kardeşi Nahit Kiler’in yönetim kurulu başkanı olduğu) Kiler Holding’ce işletildiğini öğrendik. Ya da bir ortaklıkları var, her ne ise… Nitekim, 22 şirketi ve 5000’in üzerinde çalışanı ile Kiler Holding’in girmediği alan yok… Denizli’ye getirileceği söylenen metrobüs işine de el atmaları üzerine, geçen ay sonlarında “Yurt” gazetesinin 1. sayfasında harika bir haber başlığı vardı: “Kiler Bir Türlü Dolmak Bilmiyor…” *** Pierre Loti’ye kafayı takmış olan AKP milletvekili Vahit Kiler ya da Kiler’cilerden herhangi biri, Pierre Loti’den tek satır okumuş olabilirler mi? Belki gençlik yıllarındaki kısa süreli bir heves dışında yaşamları boyunca ellerine bir roman, bir şiir kitabı almışlar mıdır? Eyüp’te yaşamış, ilk romanı “Aziyade”de Osmanlı yaşamından kesitler vermiş, “İzlanda Balıkçısı” ile dünya klasikleri arasına girmeye hak kazanmış, dahası Türkiye ile Fransa arasında bir kardeşlik köprüsü oluşturmuş büyük bir yazardan ne istiyorsunuz? Kilerin dolması için yapılabilecek daha pek çok şey varken Pierre Loti’den uzak durmaları kendileri için çok daha iyi olmaz mı?.. [email protected] www.ataolbehramoglu.com.tr C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle