02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 AĞUSTOS 2012 / SAYI 1377 3 FUTBOLUN DONKİŞOTLARI DENİZ ÜLKÜTEKİN ADNAN BİNYAZAR Vicdan kirlenmesi onoré de Balzac’ın, yaşadığı yıllarda Fransa’nın nasıl ahlaksal bir çöküntü içinde olduğunu anlatan Kibar Fahişelerin İhtişam ve Sefaleti adlı romanında (Çev.: Aysel Bora, Can Yayınları) yer alan şu satırları okuyup, bu gün içinde bocaladığımız vicdan kirlenmesini düşününce midem bulandı: “Gazeteciliğe vaktiyle bulaşmış ya da hâlâ bu işin içinde olan herkes küçümsediği adamlara selam vermek, baş düşmanına gülümsemek, en pespaye durumlarla uzlaşmak, kendisine saldıranlardan aşağı kalmamak için onların yaptığını yapıp ellerini kirletmek gibi acımasız bir zorunluluk içindedir.” Balzac, iktidardan iktidara post değiştiren, o gün ak dediğine bugün rahatlıkla kara derken utanmayan, uzlaşmacı, vicdan çöküntüsüyle kalemlerini kirleten kişiliksiz gazetecileri ne güzel betimliyor!.. Oysa bu tür adamlar, yalnızca vicdan ve kalemlerini kirletmekle kalmaz, erdem sahiplerine onur kazandıran ak sayfaları karartarak, toplumsal ahlakın bozulmasına da ortam hazırlar. Uçakta birkaç saatliğine koltuk kapma uğruna, gerçek düşüncesinden sapıp ona buna yaranma duygusuyla onurunu ayaklar altında çiğneten kişinin ahlakı da yoktur vicdanı da. Balzac, aynı sayfada, düşünce sapkınlığının insanı ne hallere soktuğuna da değiniyor: “İnsan, göre göre kötülüklere alışır, yapılanları boş verir; önce yapılan kötülükleri onaylamaya başlar, sonunda kendisi de (aynını) yapar. Hiç durmadan utanç verici ve sonu gelmeyen uzlaşmalarla lekelenen ruh zamanla pörsür, asil düşüncelerin zembereği paslanır, bayağılığın zıvanaları yıpranır ve kendi kendine dönüp durur. Karakterler gevşer, yetenekler yozlaşır, güzel bir eser yaratma inancı uçar gider. Yazdığı sayfalarla gurur duymak isteyen kişi, vicdanın er geç kötü işler olarak işaret edeceği berbat makalelerle kendini harcar.” Karakteri gevşeyen, yetenekleri yozlaşan, ruhu pörsüyen bir adamın vicdanı da çürüğe çıkar. Bozkır Aydınlığında Aşk adlı kitabımda da değindiğim gibi “Vicdanın dikeni zehirlidir. Yüreğine vicdan dikeni batanın huzuru, anında sonu gelmez cefalara dönüşür. Huzura erdiğini sandığı an, dikenin zehri bütün bedenine yayılır.” Stefan Zweig da Sabırsız Yürek adlı romanında “Vicdan anımsadıkça, hiçbir suç unutulmaz,” diyor. Vicdansızlığın nerelere vardığı; bir gazetecinin, Malatya’nın Doğanşehir ilçesi Sürgü beldesinde gece davul çalma tacizinden çıkan SünniAlevi çatışmasına, “Aleviler Müslüman mahallesinde salyangoz satarlarsa tıpkı Sivas’ımızda olduğu gibi sizi yakarlar,” diye çıkışı anlatmaya yetiyor. Vicdanın insanın kişilik donanımında ne denli önemli olduğu şundan da bellidir ki son yıllarda yaşadığımız olaylar onu gösteriyor Balzac, vicdanı, hiç yanılmayan yargıçla bir tutarak içimizde onun öldürülmemesi gerektiğini öngörür. “Vicdan” kavramının toplumun hemen her kesiminde yozlaşması, yargının tartışılır hale getirildiği bir ahlak çöküntüsünün sonucu değil de nedir? Günümüzde, aydınlanmacı bir döneme duyulan kin ve intikam duygusu ancak erdemli kişilere özgü vicdan gibi yüce bir değeri nasıl ayağa düşürdü de iyinin yerini kötüler aldı! Bir toplumda kin odaklarının, değersizliği insanlık değeri gibi yutturacaklarına inananların olması ne acıdır! Ekranlara dadanan kimi adamlar, ‘gazeteci’ demeye dilim varmıyor, ihanetlerini örterken ilkelliklerini sergiliyor. Nasıl da duyarsızlar; erdemli insanların onları görmemek için ekran kararttıklarını anlamazlıktan geliyorlar. İsteseler de anlayamazlar. Anlasalardı, kötülüklerinin toplumu nerelere sürüklediğinin ayrımında olurlardı... [email protected] H Kaya Çilingiroğlu ve Serhat Ulueren ekran yolculuğuna bu sezon TV8'de devam eden Telegol için bizimle bir araya geldi. Futbolda en sert eleştirileri yapan programda belli ki bu sene de dilin kemiği olmayacak. T elegol’ün en yeni yüzü Kaya Çilingiroğlu, geçen yıl adım attığı ekran yolculuğunda çok beğenildi. Herkes onu Telegol’ün en sakin üyesi olarak görse de dili en az diğer yorumcular kadar sivri. Serhat Ulueren’in dediğine göre programın kadın izleyicilerinin sayısının artmasında da önemli bir paya sahibi. Çilingiroğlu’yla yeni sezon öncesi programı ve futbolu konuştuk. Neden Telegol’desiniz? Tamamen duygusal... Serhat senelerdir bana gelip giderdi ama bir şekilde anlaşamıyorduk. Geçen sene konuk olarak geldim programa, hoşuma da gitti. Sonrasında da Serhat’ı çok zorlamadım. Siz programın aklıselim yönünü temsil edyor gibisiniz. Aslında benim o yönümü pek kimse bilmez. Heyecanlı, çabuk karar veren, sinirli bir tip olarak tanırlar. Ben dinlemeyi çok iyi bilirim. Diğer yorumcular pek dinlemezdi, şimdi onlar da başladı. Telegol bir anlamda futbol dünyasının Don Kişot’u. Bu programda olmak aynı zamanda çok tepki çekmek anlamına da geliyor. Benim bir de iş hayatım var. Diğer yorumcuların hepsi sadece bu işi yapıyorlar. Genelde işlerim bu tip idareci ve başkan konumundaki insanlarla ilgili. Dolayısıyla daha çok zorlanıyorum. Ama kalkıp kimseye hakaret etmiyorum. Herkese eşit mesafedeyim. En ağır eleştirileri Beşiktaş için yapıyorum. Genelde çok eleştirdiğim insanlar bile olumlu tepki veriyor. “Ya sen bana Fotoğraf: VEDAT ARIK salladın ama haklısın” diyorlar. Ben Telegol’den keyif alıyorum. Hele yeni kanalımızı çok sevdim. Taş devrinden uzay çağına gelmiş gibi olduk. Futbol camiasıyla iç içe olmanız yüzünden somut bir sıkıntı yaşadınız mı? Yaşamadım ama yaşayabilirim. Neticede o tip insanlarla birlikteyim. Onlar da istiyor ki “biz yapalım ama eleştirilmesin.” Öyle bir şey yok. Çok mecbur değilsin ki kötü yaptığın bir şeyi yapmaya. Mesela Yıldırım Demirören. Artık dua ediyorum lafı geçmesin diye. Çünkü 35 senelik dostluğum var. Adamla bir senedir yüz yüze gelemedik. Gelsek ne yapacağım, onu da merak ediyorum. Siz de az sivri dilli değilsiniz. Ben net söylerim. Başka bir iş de yapabilirler. Başkanlık yapmak zorunda değiller. Ben başkan mı geldim bu dünyaya. Ben bir işi kötü yapsam, yapmam o işi. Ama gidip o kişiyi Futbol Federasyonu Başkanı seçiyorlar. İşte bize malzeme yağıyor. Biz de onu alıp konuşuyoruz. DANIŞIKLI İŞ YAPMIYORUZ Futbol camiası hakkında ne söyleyebilirsiniz? Futbol Türkiye’ye en fazla zararı olan sektörlerden biri. Milyonlarca dolar harcanıyor ama Galatasaray’ın 2000’deki başarısı dışında elle tutulur bir şey yok. İlişkiler açısından bakarsan Türkiye’de bir iki kişi dışında ekranda birbirine atıp tutanlar iki dakika sonra kol koladırlar. Programda tansiyon yükseldiğinde “Acaba birbirlerine mi girecekler” diye merak ediyoruz cidden. Yok ya! Burada münakaşa ediyoruz. On dakika sonra sigara molasında kakara kikiri. Ama buradaki işi de danışıklı yapmıyoruz. Hakkaten birbirimize giriyoruz. Birçok kişi futbol camiasıyla ne kadar içli dışlı olduğnuzu bilmez. Çocukluktan beri Galatasaray ve Fenerbahçe camiaları içindeyim. Uzun yıllar spor yaptım. Babamın da hep Fenerbahçeli arkadaşları vardı. Peki niye Beşiktaşlı oldunuz? Beş yaşımda Beşiktaşlı oldum, babam da Beşiktaşlıydı. Üstelik o yaşlarda daha kolay takım değiştirilir. Çok değerli başkan ve yöneticiler tanıdım. İlk zamanlar Ziya (Şengül) Ağabey de üstten bakıyordu, “nerden çıktı bu” gibi. Ben çok iyi top oynardım ama sevmedim. O zamanlar top oynamak şimdiki gibi değildi. Spor yazarlığı da yaptım 15 yıl. Demek ki okunuyorduk, insanlar bize yer açtı. Bir futbol geçmişim var ama kimse bilmez bunu. Spor camiasında herkesle top oynamışlığım vardır ama seyirci o yanımı ekranda görüyor. Beşiktaş’ın durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Aslında Fikret Orman’a seçime girmemesini de tavsiye ettiler. Kimse girmeyecekti. Beşiktaş ortada kalacaktı. Bu sefer Demirören bu işi temizlemek zorunda kalacaktı. Orman’ın hem planı hem de parası yok. Yıldırım Demirören’in Beşiktaş camiası içindeki kredisi bitti mi? Net söyleyeyim, Yıldırım Demirören artık Beşiktaş semtinden geçemez. Maça bile gidemez. Sizi artık magazin basınında göremiyoruz. Senelerce magazinde yer aldım, artık yeter diyorum. Biraz da spor basınında yer alalım. Serhat Ulueren: Örtbas etmek için bizi susturmaları lazım T elegol’ün yaratıcısı Serhat Ulueren, yeni sezon öncesi de iddialı. Maç görüntüleri olmadığı zaman sizin Telegol’ü yürütemeyeceğiniz konuşuluyordu... Bu formatla 11 yıl oldu. Benim hiçbir endişem yoktu. Siz çalışkan olup insanlara ulaştıktan sonra Türkiye’de gündem bulmaktan kolay ne var? Dünyanın haber kaynağı açısından belki en zengin ülkesi. Birtakım tehditler alıyoruz tabii. “Şunu yapmayın, reklam vermeyiz” gibi ama işimizi iyi yaptığımızı düşünüyorum. Birçok kişinin canını yakıyoruz belki, sevmediği konuları konuşuyoruz ama programın içeriği böyle. Bu yoldan dönüş yok. Geçen yıl şikeyle ilgili Telegol’de yapılan yorumlar bazı futbol yorumcularında rahatsızlık yarattı. Demek şike yapmışlar ki bizim programlarımızdan rahatsızlık duydular. Sadece sahadaki futbolu düşünen bir yapının bizi desteklemesi gerekiyor. Rıdvan Dilmen de bazı programlarında sizdeki yorumları eleştiriyordu. Bize bağlandığı zaman “canım, ciğerim, kardeşim” diye konuşuyor. “Çok güzel işler yapıyorsunuz” diyor. Kişisel olarak da görüştüğüm için, hiçbir zaman “biraz ağır kaçtı” dediğini duymadım. Ben karnından konuşanları sevmiyorum. Konuştuğu zaman “Kanal bilmem ne” diyecek, “Serhat” diyecek. İsim vermeden konuşan insanları hayatım boyunca sevmedim. Zaten herkes beğense programda bir gariplik var demektir. Rıdvan şimdi kalkıp “tarafsızım” diyemez. O bir taraf. Biz “Tarafsızız, ortadayız” diyoruz. Bence yanılgısı orada. Aziz Yıldırım’dan bir dönüş aldınız mı? Beş defa avukatları bağlandı. Şahsi olarak olumlu ya da olumsuz bir geri dönüşü olmadı. Mahkeme kararlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Ben böyle bir karar bekliyordum. Şanslılar aslında, ilk kez bir dava bu kadar hızlı görüldü. Bence Aziz Yıldırım bu kadar saldırgan olmasa daha önce serbest bırakılırdı. Ama o savunmasını farklı bir strateji üzerine yaptı. Bence karar onanacak ve Aziz Yıldırım daha da hapis yatacak. İnanın üzülüyorum. Şike yüzünden hapis yatılmasına karşıyım. Ben olsam futboldan men cezası verip kişiyi “şike yapmıştır” diye teşhir ederdim. Bu zaten en büyük utanç olurdu. Futbol camiası aklamak yerine bu işin üzerini örtmeyi tercih etti sanki. Üstünü örtmek için önce bizi ortadan kaldırmaları lazım. Kaldıramadıklarına göre de bunları konuşmaya devam edeceğiz. A ZÜLAL KALKANDELEN www.zulalkalkandelen.com [email protected] C M Y B C MY B Kötünün iyisi hangisi? merika’da başkanlık seçimi yaklaştıkça birbiri ardına kamuoyu araştırmaları yayımlanıyor. Son baktıklarımdan birisi, Rasmussen Reports tarafından bu ay başında açıklandı. Araştırmaya göre Obama’nın politikalarına onay yüzde 44 iken Cumhuriyetçilerin adayı Mitt Romney için bu destek yüzde 47 civarında. Pew Research Center ise oy dağılımını yüzde 51 Obama, yüzde 41 Romney şeklinde açıkladı. 40 yaşın altındakiler ve kadınlar, çoğunlukla Obama’nın tarafında, 40 yaş üstü olanlar ve erkekler genellikle Romney destekçisi. Beyazlar arasında Romney yüzde 56 ile önde; siyahlar arasında Obama, 2’ye 1 oranında Romney’e fark atıyor. Bütün bu sonuçlar, aslında 2008’dekilerle benzer düzeyde seyrediyor. Herkesin bildiği gibi Amerika’da seçimleri en çok etkileyen unsur ekonomik durum. İşsizlik hâlâ yüzde 8.2; bu durumdan en çok zarar gören gruplar, gençler, siyahlar ve Hispanikler. 27 haftadan daha fazla bir süredir işsiz olanların toplam işsizler arasındaki oranı yüzde 41.9. Bu son açıklanan rakamları ve oranları özellikle yazıyorum. Çünkü Obama’nın yeniden başkanlığı kazanması için yapması gereken bu konuda halka somut projelerle umut vermek. Rasmussen araştırmasına göre Amerika’da çocukların geleceğinin anne ve babalarının yaşadığı hayattan daha iyi olacağına inananların oranı sadece yüzde 14; yüzde 65 oranında bir grup tersini düşünüyor. Daha 2010’da bu oranlar yüzde 19’a yüzde 59’du. Kısacası iki yıl gibi çok az bir zamanda hızlı değişimler oldu. Bütün bunlar Amerika’da ekonomi açısından geleceğe dönük kötümser bir bakış açısının hâkim olduğunu ortaya koyuyor. Bir ayrıntının da altını çizmek isterim. Yukarıda açıkladığım oranlar, kamuoyu araştırmalarında “approval rating” denilen yani bir adayın politikalarını, performansını değerlendiren oranlar için geçerli. Kamuoyu araştırmalarında bir de “favorability rating” denilen ve bir adayın genel olarak kişiliğine yönelik düşünceyi yansıtan oranlar var. Bu konuda Obama’nın daha önde olduğu görülüyor. (Real Clear Politics’e göre oranlar şöyle: yüzde 50.6 Obama yüzde 45.1 Romney) Sonuçta adayın aldığı net oy, bu ikisinin yansıması oluyor. Sonuçta araştırmalar gösteriyor ki her iki aday da öne geçmek için çıkış yaratacak politikalar üretmeli. Özellikle Romney’in halk nezdindeki genel beğenilme oranını yükseltmek için uğraşması lazım. Obama’nın eşcinsellerin evlenebilmesini desteklemesi çok ciddi bir adımdı ve bu çıkışıyla liberal kesimlerde büyük takdir kazandı. İkinci büyük çıkışını, kaçak göçmenlerin Amerika’da kalıp çalışmalarına izin vereceğini açıklayarak yaptı. Çocukken ülkeye gelip yasalara uygun yaşayarak orada eğitim alan genç nüfusu sınırdışı etmeyeceğini açıklaması, göçmenler arasında Romney’e göre önemli üstünlük sağladı. Suriye ile olan ilişkiler ve müdahale olasılığı ise seçimi etkileyebilecek bir diğer konu. Ancak Obama’nın seçime kadar doğrudan müdahaleyi gündeme getirmeyeceği tahmin ediliyor. Ama şunu da belirtmeden geçmeyeceğim. Amerikan halkında ne Obama’nın ne de Mitt Romney’in sorunlara çözüm olabileceğine dair güçlü bir inanç var. Demokratlar ve Cumhuriyetçiler izleyecekleri politikalarda bazı farklılıklar olsa da aynı sistemi savunan partiler. Nitekim seçmenlerin yüzde 46’sı seçimin iki kötü aday arasında geçtiğini düşünüyor ve daha az kötü olarak gördüklerine oy vereceklerini söylüyor. Amerika’daki sistemin açmazlarından birisi bu. Demokratik ve Cumhuriyetçi Parti adaylarının dışındakilerin hiçbir şansı yok. Amerika’daki başkanlık seçimlerini Obama’nın yeniden Demokratik Parti adayı olarak seçileceği kurultayı da yerinde izleyerek aktarmaya çalışacağım.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle