16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 8 TEMMUZ 2012 / SAYI 1372 İlginç ama giyilebilir olması önemli... Tasarımcı İpek Tohumcu, yurtdışında başladığı mesleğini kendi markasıyla sürdürüyor. Sadece üretmekle kalmıyor, İTÜ Tasarım Bölümü’nde ve İstanbul Moda Akademisi’nde ders veriyor, şirketlere danışmanlık yapıyor. Özgün tasarımları için kendine çizdiği yol net: İlginç ama giyilebilir kıyafetler üretmek. Röportajlar: ESRA AÇIKGÖZ asarımcı, modacı, eğitmen, danışman... İpek Tohumcu, ipek fabrikası sahibi bir dedenin torunu olarak hayata başladı. Resme ve modaya merakı hep vardı. Ancak ailesine karşı sorumluluğunu yerine getirmek için pazarlama okudu; içindeki kurt onu rahat bırakmayınca AAS State University of New York Fashion Institute of Technology’e moda eğitimi almaya gitti. Pek çok şirkette çalıştı, Türkiye’ye döndüğünde kendi markasını kurdu. İTÜ tasarım bölümünde ve İstanbul Moda Akademisi’nde de ders veriyor. İpek üreticisi bir ailenin torunusunuz. Nasıl bir aile hayatınız vardı? Almanya’dan Osmanlı’ya ipekçiliği ilk getiren isim olan Carl Metz’in Karadeniz’i ipekçilik için en uygun yer olarak görüp oraya kurduğu fabrikayı Almanya’ya dönerken dedeme satmasıyla başlıyor serüven. Dedem bu aşamadan sonra Çin’i ipek kozası ithal etmek üzere ziyaret eden ilk Türk oluyor. Bursa’ya geliyor ve ipekçiliğin gelişmesine katkı sağlıyor. Bunun sonucunda 2. Abdülhamit tarafından bir madalyayla onurlandırıyor. Ancak sentetik kumaşların ortaya çıkmasıyla haliyle ipekçilik azalıyor ve dedem fabrikayı kapatmak zorunda kalıyor. Böyle bir ailede büyümenin, çocukluğunuzun mesleğinize nasıl etkileri oldu? Ailemin, mesleğim üzerinde çok büyük etkisi olduğuna inanıyorum ancak bence en mühim Palyaço Modern Palyaçoluk ciddi bir iştir alyaçoluk dendiğinde Türkiye’de her ne kadar akla çocuklar ve komedi gelse de, bunun çok ötesinde bir sanat dalı palyaçoluk. Palyaço Modern ürettiği projelerle işte bu farklı yönünü gösteriyor. Farklı yerlerde profesyonel tiyatro yapan kişilerin bir araya gelerek kurduğu bir grup Palyaço Modern. Sahne üstünde Ezgi Keskin, Erkan Uyanıksoy, Elif Temuçin, Güray Dinçol ve Sena Taşkapılıoğlu Kornhauser’den oluşuyor. Ancak bir de arkası var, ışık ve teknik sorumlusu Fuat Gözcü, gösteride kullanılan videoyu çeken Dilan Mungan ve afiş tasarımcısı Aslı Örge. Hep birlikte “aptallığın” peşinden gidiyorlar, çünkü onlara göre, “Akıl sınırlı, aptallık sınırsız” ve gerçek komediye varmanın yolu da aptallıktan geçiyor. Profesyonel tiyatro yapan bunca insan nasıl ve neden bir araya geldi? Palyaço Modern, kuruluşu 2008’de Bilgi Üniversitesi bünyesinde yapılan “Sirk ve Sokak Sanatları” atölyelerine dayanan bir oluşum. Bu atölyelerde farklı gösteri disiplinlerinden gelen Fransız eğitmenlerle çalışıldı. Clown eğitimi için gelen Francis Albiero’nun verdiği üç farklı atölye sonucunda ise ekibimiz ortaya çıktı. Gösterilerden alınan ilham ve cesaretle de “Palyaço Modern” ilk gösterilerini 20082009’da yaptı. Üç yıllık bir aranın ardından ilk profesyonel projesini bu yıl “Seni Yenicem İstanbul” adıyla sahneye taşıdı ve Kumbaracı50’de gece hikâyeleri kapsamında oynandı. Palyaçoluk hep çocukları eğlendirmek için yapılan bir uğraş gibi algılanıyor. Oysa siz büyükler için yapıyorsunuz. Sizin için palyaçoluk nedir? Clown, kökeni çok eskiye dayanan bir disiplin. Antik Yunan’dan Elizabeth dönemine, Osmanlı’dan geleneksel sirklere çok farklı türler ve dönemlerde clown’nun izine rastlamak mümkün. Bugün tüm dünyada kabul görmüş bir sahne disiplini. Bizdeki algılanışı aslında clown türlerinden yalnızca biriyle sınırlı: “Animasyon Palyaçosu.” Bu işi ticari yapan ve salt çocuk seyirciye dönük eğlendirme odaklı bir tür bu. Oysa clown'un birçok türü var. Biz gösterilerimizi yetişkinler için tasarlayıp bilindik palyaço figüründen ziyade her biri birer karakter olan clown’larımızla seyirciyle etkileşim içinde, an’a ve sahne üstünde olacak her şeye açık bir gösteri formu oluşturmaya çalışıyoruz. Bir gösteri kurgumuz var, ancak her gösteri tek bir kez gerçekleşiyor ve bir diğer performansa benzemiyor. Bu yönüyle yepyeni bir performans türü clown. Felsefemiz “Akıl sınırlıdır. Aptallık sınırsız”. İşte bu sınırsız aptallığın peşindeyiz. O zaman gerçekten bir çocuk aklıyla buluşup naif, safiyene ve kendinden komik bir sahne üstü varoluşu mümkün olabilir. Kısacası bizim için Clown bir sahne üstü varoluşu. Seyirciyle göz göze geldiği an doğan, gösteri boyunca yaşayan ve gösteri sonunda ölen bir sahne canlısı. Biz onu var etmeye, kendimizi clown karakterlerimize teslim etmeye ve seyirciyle karakterlerimiz dışında aracısız buluşmaya çabalıyoruz. Dans, akrobasi, jugling, mim gibi pek çok sahne sanatını bünyesinde barındırıyor palyaçoluk... Clown tüm disiplinlerden beslenebilir. Çıkış noktası geleneksel sirk olduğu için sirk sanatlarıyla geniş bir kesişim kümesi var, ancak bu bir zorunluluk değil. Naiflik, aptallık, gurur, an'da var olabilmek, seyirciye tüm samimiyetinle açık olmak bizim temel çıkış noktalarımız. En zor yanı ne? Seyircinin kafasındaki yerleşik palyaço algısını kırmak ve sahnede tüm öğrenilmişliklerimizden, kodlarımızdan, yaşantımızdan soyutlanıp çırılçıplak kalmaya çalışmak ve aptallığı araştırmak. Hedefiniz nedir? Palyaço Modern’in yola devam etmesi... Clown oynadıkça gelişen, seyirciyle buluştukça kendini bulan bir disiplin. Sık oynamak seyirciyle her fırsatta karşılaşmak ve kendimizi geliştirmek en büyük arzumuz. Yolun çok başındayız. Palyaço Modern ülkemizin ilk ve tek Clown gösteri grubu. Dolayısıyla biz de izlediklerimizle, öğrendiklerimizle, deneyimlediklerimizle yürüdüğümüz yolu anlamaya çalışıyoruz. T nokta, atalarımın dahi yurtdışı odaklı çalışmasından feyz almam. Gerek yurtiçi, gerek yurtdışı olsun herkesle kolayca irtibat kuran biri oldum. Farklı kültürleri, farklı insanları tanıma şansım oldu... Ayrıca babamın inanılmaz bir kütüphanesi vardı, işadamı olmasının yanında sanatsal yönü çok gelişmişti, onun da büyük etkisi oldu... Boğaziçi Üniversitesi’nde pazarlama eğitimi aldınız ancak mesleğinizi yapmak yerine moda eğitimi almak için Amerika’ya gittiniz. Uzun yıllar yurtdışında çalıştıktan sonra kendi markanızı yarattınız. Bu sürece dönüp baktığınızda gördüğünüz nedir? Sanata özellikle de resme ilgim vardı. Eyüpoğlu’nun, Özer Kabaş’ın atölyelerine giderek resim yapardım. Boğaziçi Üniveristesi’ne işadamı olan babama ve anneme karşı olan sorumluluğumu yerine getirmek ve işlerine yardımcı olabilmek için gittim. Çok fazla da yararını gördüm. Zaten dünyanın neresine giderseniz gidin her işin arkasında iş idaresi geliyor, her zaman iş kurmada kolaylık sağlar... Size de sağladı ve kendi markanızı kurdunuz. Pek çok ülkede satılıyor tasarımlarınız. Özgünlüğünüzü ne sağlıyor? En çok ilham aldığım şey, kumaş ve materyallerim. Daha sonra hangi pazar ve insanlar için yaptığım çok önemli. İkisini birleştirip; kendi bilgi ve zevkimi katıp, bir de trendleri kendime göre yorumlayıp eklediğimde zaten özgün tasarım ortaya çıkar. Maalesef ülkemizdeki en önemli eksiklik teknik altyapı. Onsuz düşüncelerinizi özgürce ifade etme imkânına sahip olamazsınız. Türkiye’de kalıpçıya “Ben çizeyim, ona göre yap” şeklinde bir durum var, bu yurtdışında söz konusu P olmaz. Yurtdışıyla Türkiye arasında bu konuda çok fark var... Bir koleksiyonun iyi ve başarılı olduğunu size ne hissettirir? Öncelikle enteresan detaylara bakarım, sonra da daha önce uygulanmamış tarzlara ve yorumlara. Bu satış hedeflenen bir koleksiyonsa giyilebilir olmasına dikkat ederim. Satışı değil, podyumda alkışı hedefliyoruz, derseniz onun algısı farklıdır. Güzel giyinmek parayla olmaz Moda dendiğinde akla hep yüksek meblağlar geliyor. Modaya uygun giyinmek için büyük paralar gerekiyor mu yoksa?.. Tabii ki her ürünün bir değeri vardır. Bir ürünün katma değeri içinde sadece kumaşı değil bilgi de yatmaktadır. Bilgi zaman alan ve genelde pahalı bir süreçtir. Bu süreci uyguladığınız zaman muvaffak olursunuz. Çok pahalı bir yerden sizin için vücut ve renk açısından uygun olmayan ürün alırsanız pahalı da olsa faydasını görmeyebilirsiniz. O yüzden pahalı mı, ucuz mu olduğuna değil, size uygun olup olmadığına bakmak lazım... Bütçesi düşük bir kıyafet bile gayet güzel ve üzerinize çok yakışıyor olabilir... Bu yılın modasına dair tüyo istesek... Eskiden moda senelik değişirdi, şimdi iki ayda bir değişiyor. O yüzden sürekli çok hızlı hareket edip değişimlere ayak uydurmanız gerekiyor. Şaka bir yana moda kendinize yakıştırdığınızdır. Bu hızlı değişimden dolayı hem tasarımcılara hem tüketicilere trend açısından inanılmaz özgürlük tanındı, bu özgürlük için de herkesin tarzına uygun olanı seçme şansı var. Ben koleksiyonumda kendi sevdiğim kumaşları ve metaryalleri bir araya getirmeyi seviyorum. Mesela deriyle kumaşı birleştirerek çalışıyorum. Ayrıca deriyi de tabakhanede sıfırdan kendi istediğim şekilde hazırlatıyorum... Abiye yaparkense hangi gruptaki kadına hitap ediyorsam o şekilde çalışıyorum. Yani ben kapsül tasarımlar hazırlıyorum çünkü bunu doğru buluyorum. Tabii bunun için de iyi bir teknik bilgiye sahip olmak lazım... Kişiye özel tasarımlar yapıyorsunuz. Kişiye özel üretim neyle başlıyor? Amerika’da benim de çok doğru bulduğum bir laf vardır: “Uç noktada abartılı bir tasarımın yapılması çok kolaydır ama giyilebilirin enteresanını yapmak çok zordur”. Ben sadece kişiye özel tasarımlar yapmıyorum, pazara özel tasarımlar da yapıyorum. Aslında ikisinin de çıkış noktası aynı. İlk önce pazardaki giyim anlayışını, iklimi ve hayat şartlarını analiz edip buna göre karar vermek gerek. İkisini de yaparken kendi trend yorumlarınızı, kişiliğinizi, tekniğinizi ortaya koyuyorsunuz. Çok büyük bir kitleye hitap ettiğinizde koleksiyonunuzu bölümlere ayırıyorsunuz. Amerika’da Newyork’a ayrı, Boston’a ayrı koleksiyon hazırlamak gibi... Nerelerde satış ofisleriniz var? Satış yerim şu an Nişantaşı’nda bulunan showroom’um. Ancak yurtdışından gelen firmalar; Dubai’den, Kuveyt’ten gelen butikler gene benim ismimle tasarımlarımı alıyor ve kendi butiklerinde satıyor. Rusya’ya deri ve kürk tasarımları hazırladığımda o firmaların satış noktalarında satılıyor ama benim ismim maalesef yazılmıyor. B ZÜLAL KALKANDELEN www.zulalkalkandelen.com / [email protected] C M Y B C MY B Hayvanlar mal değildir! u köşede sık sık hayvan haklarına değiniyorum. Çünkü akıl sınırlarını zorlayan olaylara sahne olmasına karşın çoğunluk tarafından görmezden gelinen bir alan bu. Medyadaki son haberlere göre, Borçlar Kanunu’nda yapılan yeni değişiklikler arasında yer alan bir madde, komşunuza, “mal” kapsamında değerlendirdiği hayvanları “öldürme hakkını” veriyor. Ben konuyu İstanbul Barosu Hayvan Hakları Komisyonu Başkanı Avukat Hülya Yalçın’la konuştum. Eğer hal ve Anlaşılıyor ki, 1926 Borçlar Kanunu’nda “E maslahat icabederse, gayrimenkul zilyedi o hayvanı öldürebilir” şeklinde geçen madde, 2011 tarihli yeni Borçlar Kanunu’nda “Hatta durum ve koşullar haklı gösteriyorsa hayvanı diğer yollarla etkisiz hale getirebilir” diye değiştirilmiş. 1 Temmuz’da yürürlüğe girecek olan madde bu. Bunu yazıp kabul edenler, herhalde akıl tutulmasına uğramış. Böyle düşünmemin nedenlerini anlatmaya çalışayım. 1. Hayvanlar mal değildir; bu dünyayı paylaştığımız, tıpkı insanlar gibi özgür bir yaşamı sürdürebilen, damarlarında aynı insanlar gibi kan akan, canı acıyan, duyguları ve farklı seviyelerde gelişmişlik düzeyine sahip akılları olan canlılardır. Hiçbir yasa insana uğradığı zarar nedeniyle bir diğerini “öldürme hakkını” vermediği gibi, hiçbir hayvanı “öldürme hakkını” da veremez. Diyelim ki, küçük bir çocuk bilinçsiz bir şekilde komşunuzun bahçesine girdi ve çimleri ezip ekili alana zarar verdi. Bahçe sahibi çocuğunuzu öldürebilir mi? Elbette hayır! O zaman bilinçsizce bahçeye girip zarara neden olan hayvan da öldürülemez. Bahçe sahibi, zarar görmemek için gereken şartları sağlayıp önlem almak zorundadır. Lütfen bana “İnsanlarla hayvanları nasıl bir tutarsın?” demeyin. Çünkü ben, insan ile hayvanın yaşam hakkı arasında ayrım yapmayan bir veganım. “İnsan haklarını hallettik de hayvanlarınki mi kaldı?” diye de sormayın. Hayvan haklarını savunmanın insan haklarını savunmaya engel olduğunu düşünmüyorum; aksine bana göre, vicdanlı ve uygar bir insan ikisini de aynı anda savunur. Aksini söyleyen türcüdür; o bakış açısı da hayvan köleliğine hizmet eder. 2. Türkiye gibi her gün korkunç hayvan katliamlarının gündeme geldiği bir ülkede böyle bir yasa çıkarmak, ancak ülkesinin ve dünyanın gerçeklerinden uzak çağdışı bir hükümetin işi olabilir. “Etkisiz hale getirme”nin sonuçta öldürme ile sonuçlanacağı açıktır. Bunu “hak” olarak yasaya koyduğunuzda, zaten hayvanlara her türlü işkenceyi yapan bir toplumda olabilecekleri öngörmeniz gerekir. Yetkililer öngöremiyorsa ne olacağını ben söyleyeyim: Eline silahı, baltayı alan canı sıkıldığında bile savunmasız bir hayvanı katleder ve “Bahçeme zarar vermişti” der! 3. Bugün Türkiye’de sahipsiz hayvanları öldürenler Türk Ceza Kanunu’na göre değil, Kabahatler Kanunu’na göre ceza alıyor, yaptıkları katliam karşısında çok az bir maddi ceza ödeyerek kurtuluyorlar. Bu durum düzeltileceğine, hayvanı etkisizleştirmek yani öldürmek öneriliyor. Ayrıca ev hayvanları ile sokak hayvanlarının yaşam hakkı arasında hangi gerekçeyle ayrım yapılıyor? Birisi “mal“ diye görülürken, diğeri bir hiç mi? Bu, insan vicdanını yaralayan bir yasadır. İnsani değerlerin temsil edilmediği yasalar da adalete aykırıdır. Biliyor musunuz benim bir hayalim var; bir gün hayvanların aniden insanların dilini konuşmaya başlamasını ve yaşadıkları zulmü anlatmalarını diliyorum. Kulağa müthiş bir bilimkurgu senaryosu gibi geliyor ama gerçekleşse, emin olun duyacaklarınız Nazi katliamının yarattığı insanlık utancını aratmayacaktır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle