29 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 Koza Dönüşü Olmayan Kolaj: Derya Polat Erik Zamanı Otobüs ESRA AÇIKGÖZ Gassal Mihatice Bisiklet Kısa film, Türkiye’de pek ciddiye alınmıyor. Oysa her yıl en az birkaç yönetmen yurtdışından önemli ödüller alıyor. Üstelik onları destekleyen bir kurum olmadığından her şeyi kendi çabalarıyla başarıyorlar. Hilmi Etikan’ın bir önerisi var: Sinemada, her film öncesi bir kısa film gösterilerek kısa filmcilere yaşama imkânı sağlanabilir. Merve İnce: Öğrenci filmi değil, en iyiyi yapmak Gassal ilk filmim. 2011’de senaryosuna başladım. Yazım, prodüksiyon ve postprodüksiyon bir sene sürdü. Uğradığı tecavüz sonucu bir kız çocuk sahibi olan, sonrasında ise kendini kızına ve Tanrı’ya adayan bir kadının dramını ve içinde yaşadığı gerilimi anlatıyor film. Avrupa’nın en önemli kısa film festivallerinden Detmold Uluslararası Film Festivali’nden ödül aldım. Gassal’ın yurtiçi ve yurtdışında uzun bir festival maratonuna girmesini umuyoruz. Sonraki hedefim yurtdışında eğitimime devam etmek. Kısa film çekmeye de devam edeceğim ama hayalim uzun metraj. Şu anda yaptığım her şeyi uzun metraj için bir eğitim süreci olarak görüyorum. Kubric 50’lerde, Scorsese 60’larda kısa film çekerek bu işe başladı. Türkiye’de sinema sektörü geliştikçe kısa filmler de gelişiyor. Uzun metrajları olan yönetmenler de kısa film çekiyor. Bu filmler Kısa filmin de sektör olma zamanı geldi aman dar; hem konuyu hızla anlatmalı hem estetik bir beğeni tutturmalı. Üstelik bütün bunları sağdan soldan bulunan parayla, arkadaşın dostun oyunculuğuyla yapmalı. Türkiye’de kısa filmcilerin işi zor. Ne onları destekleyen bir kurum var ne de sponsor. Yine de Türkiye’de yüzlerce kısa film çekiliyor. Üstelik istisnasız her yıl birkaçı yurtdışında ödüller alıyor. 26 Mayıs’ta Cannes’da Rezan Yeşilbaş’ın “Sessiz” filmiyle aldığı “En İyi Kısa Film” ödülü bunlardan sadece biriydi. Pek çoğu duyulmuyor bile çünkü hâlâ Türkiye’de kısa film, sinemanın bir dalı olarak görülmüyor. Oysa tanınmış yönetmenlerimizin çoğu kısa filmle sektöre girdi, dünyada pek çok tanınmış yönetmen hâlâ kısa film çekmeye devam ediyor. Biz de konuyu 24 yıldır Uluslararası İstanbul Kısa Film Festivali’ni düzenleyen ve Altın Koza’daki kısa bölüm sorumlusu Hilmi Etikan Hilmi Etikan’la görüştük. Yurtdışından pek çok ödül almış Serhat Karaaslan ve genç yönetmen Merve İnce’yse yaşadıklarını anlattı... Önce Etikan’dan... Türkiye’de kısa film dendiğinde akla gelen ilk isimlerdensiniz. Yaptığınız Uluslararası İstanbul Kısa Film Festivali, 24. yılında. Bu 24 yılda kısa filmde nasıl bir değişim yaşandı? Üretim çok arttı. Bunun iki nedeni var: Üniversitelerde sinema bölümünün açılması ve dijital sinemanın ortaya çıkması. 8 ya da 16 mm’lik sinema kameralarını edinmek zordu, laboratuvarı pahalıydı, seslendirmesi, montajı sorundu... Dünyada sinema okulları bizden çok önce başladığı için üretimi daha fazlaydı. Festivali düzenlediğimiz ilk yıllarda yurtdışından çok sayıda filme ulaşırken Türkiye’de bulamıyorduk. İnsanlar artık tek başlarına evlerinde montajlarını, üretimlerini yapabiliyor. Dolayısıyla Türkiye’de de nicelik arttı ancak niteliğin buna paralel gittiğini söyleyemem. Ne gibi eksikler var? Kısa film sinemanın bir dalı. Yurtdışından gelen filmler sadece süre olarak sinemadan farklı. Oyunculuk, prodüksiyon, aydınlatma, kamera hareketleri, senaryo çalışmaları... bütün Z sinematografik altyapısı uzun metrajlıdan ayırt edilmeyecek durumda. Bizdeyse kısa filmlerin yüzde 90’ını öğrenci filmleri oluşturuyor. Ancak onlar kısa film değil, eğitim koşulları nedeniyle süreleri kısa olan filmler. Yine de iyiler de çıkıyor. Peki kısa filme dair istatistiki bilgi var mı? Bu filmler ticari gösterime girmediği için bir sektörü yok, dolayısıyla ne kadar üretildi, kaç kişi izledi diye araştırmalar da. Kısa filmlerin seyirciyle buluşma yerleri festivaller. Oraya gelen filmlere bakınca aşağı yukarı kaç film üretildiğini anlayabiliriz. Kısa film daha çok uzun metraj için basamak olarak mı görülüyor, yoksa yıllardır kısa filmde direten yönetmenler de var mı? Kısa film kurmaca dalından şu anda para kazanılamıyor. Çünkü kimse sinemaya 510 dakikalık film seyretmek için gitmiyor. Yani sadece kısa film yaparak geçinmek zor, o nedenle insanlar sinema alanında var olmak istiyorlarsa haklı olarak uzun metraja geçiyorlar. Ancak kısa metrajı hiçbir zaman bir atlama tahtası olarak göremeyiz. 45 uzun metraj çektikten sonra dönüp tekrar kısa metraj çekenler var. Geçenlerde Reha Erdem kısa film yapacağım Rezan diyordu. Denis Villeneuve, Yeşilbaş onca uzun metrajlı filmden sonra yeniden kısa film çekti; Next Floor... Kısa filmin uzun metraja geçmek için bir kartvizit olduğu doğru. Uzun metrajlı filmler çok maliyetli olduğu için yapımcılar, hiç film çekmemiş yönetmenlere güvenmiyor, sinematografik çalışmalarını görmek istiyor. Bunu da en iyi gördükleri yer kısa film çalışmaları. Bugün Türkiye’deki uzun metrajlı yönetmenlerin hemen hepsi kısa filmden gelme... Mesela? Zeki Demirkubuz hariç aklınıza gelecek hepsi. Yeşim Ustaoğlu mimardır, dörtbeş kısa film çektikten sonra uzun metraja geçti. Mustafa Altıoklar bir doktordu, kısa film çektikten sonra uzun metraja geçti. Bir kısmı sinema okullarında kısa film çekti, Ümit Ünal gibi. Uzun zaman kısa filmle ilgilenen Belma Baş, Belmin Söylemez de ilk uzun metrajlı filmlerini çektiler. Nuri Bilge de Cannes’a ilk kez, kısa filmi Koza ile gitmişti. Şimdi de Rezan Yeşilbaş “Sessiz” filmiyle Cannes’da ödül aldı... Cannes dikkat çeken bir festival olduğundan çok ses getirdi. Artık Rezan bir sene dolaşır, bütün festivallerden davet alır, bazı kanallar o filmi satın alırlar, göstermek için... Önemli ödüller alan başka yönetmenler var mı? Çok... Mutlaka her sene Milano, Londra, Krakov gibi önemli festivallerde ödüller alıyorlar. Öyle ki hepsini takip etmek güç. Yurtdışında da kısa filmle ödül alan pek çok Türkiyeli var. Özellikle Almanya’da. Türkiye uluslararası alanda yavaş yavaş ses getirmeye başladı. Nasıl bir ses bu? Türkiye, dünya kısa film arenasında nasıl bir yere sahip? Fena bir yerde değiliz ancak üretim koşulları açısından gerideyiz. Bugün Türkiye'de kısa film çekiliyor ve bazıları bir yere ulaşıyorsa bu sadece yönetmenlerin çabasından. İnsanlar ya kişisel ilişkilerini kullanarak oradan buradan para buluyor ya da sektörde çalışarak, oranın ışığını, kamerasını kullanarak çekiyor filmleri. Destek veren kurumlar yok. Şu an sadece Kültür Bakanlığı destek veriyor ama cüzi. Her kültür bakanı değiştiğinde uluslararası sinema merkezi gündeme geliyor, sonra unutuluyor. Merkez olsa, kısa filmcilerin hem dünyaya açılması daha kolay olur hem de finans bulması... Kısa filmlerin sinemalarda gösterilmesini engelleyen en büyük neden, 35 mm basmak gerekmesiydi. Ancak artık sinema salonları da dijitale döndü. Sinemalarda uzun metraj öncesinde bir kısa film gösterilerek, kısa filmcilere de gelir sağlanabilir. festivallerde yaş, durum, konum gözetmeksizin birlikte yer alıyor. Böylece gençlerin çektiği kısa filmler gelişiyor. Yönetmen olmak ve uzun metraj çekmek isteyenlerin ilk adımları genellikle kısa film oldu. Terry Gilliam gibi kendilerini kanıtlamış yönetmenler de kısa film çekerek Avrupa’nın en önemli kısa film ödülünü alabiliyor. Biz gençler için de sadece bir öğrenci filmi değil, daha iyisini yapma isteği ve çabası artıyor. Serhat Karaaslan: Ödül değeri değil, görünürlüğü belirliyor Eczacılıkta okurken sinemayla ilgileniyor, film çekmek istiyordum ancak deneyimim olmadığı için nereden, nasıl başlayacağımı bilmiyordum. Üniversite bitince elimdeki birkaç film öyküsüyle sinema yüksek lisans programlarına başvurdum. Bir iki yerden olumsuz cevap alınca, film çekmeden herhangi bir okula girmemin mümkün olamayacağını anladım ve ilk kısa filmimi 2009’da yaptım. Bu biraz cesaret verdi, kısa süre sonra bir kısa film daha yapıp Kadir Has Üniversitesi’nde yönetmenlik üzerine yüksek lisans eğitimine başladım. Kısa film sinemaya başlamak ve sinemayı öğrenmek için iyi bir yol. Kimseye hesap vermeden imkânlarınla ya da imkânsızlıklarınla bir şeyler deneyip filme benzeyip benzemediğini görebilir, böylece bu işi yapıp yapamayacağını hem kendin anlayabilir hem de insanlara gösterebilirsin. Bisiklet adlı filmimin çıkış noktası bisiklete sahip olmak isteyen yoksul bir çocuğun o masum duygusuydu. Yılmaz Güney’in “Umut” filmindeki çocuğun bir tur bisiklete binmesi için gösterdiği inanılmaz çaba gibi. Filmim sanırım otuzdan fazla ödül aldı. Ancak ödüller bir filmin değerini değiştirmez, sadece görünür kılar. Film neyse odur. Neticede jürilerin beğenilerine göre veriliyor ödüller. Jüriler değiştiğinde ödüllerde değişebilir. Yine de alınan en güzel ödüller seyirci ödülleridir sanırım. Özellikle son yıllarda yurtdışında artmaya başlayan kısa film başarıları, Türkiye’de kısa filme bakışın biraz da olsa değişmesini sağladı. Çünkü şimdiye kadar Türkiye’de kısa film öğrenci işi ve amatör olarak görüldüğünden pek kimse ciddiye almıyordu, maalesef. Ne oyuncular, ne sinema sektörü, ne de yapımcılar. Her sene daha özenli ve iyi kısa filmlerin artması, oyuncuların daha fazla kısa filmlerde yer almalarını sağladı, belki yapımcılar da ilgilenmeye başlar ve kısa film destekleri artar. Bu, kısa filmi Türkiye’de de bir sektör haline getirebilir. Uzun metraj projelerim de var, ancak şimdilik kısa filme devam… Uzun metraj için daha erken benim için. Biraz daha kısa film çekerek bu işin mutfağında iyi pişmek yönetmenlik konusunda kendimi eğitmek istiyorum. Hazır olduğumda ve zamanı geldiğinde uzun metraj çekmek isterim. Ancak ilerde ne olur bilemem. C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle