01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 MAYIS 2012 / SAYI 1363 9 Türkiye’de neredeyse her gün insanlar çalışırken ölüyor. Göz göre göre gelen bu ölümler bir “cinayet”. Katilleri de belli. Bakanlığın yetersiz denetimi, patronların işçi güvenliğine dair kesintileri kâr olarak görmesi bu kazaları arttırıyor. Bedelini yılda en az 1500 insan hayatıyla ödüyor. Kalanlaraysa ağır bir hukuk mücadelesi düşüyor. BİR kitap AYŞE YILDIRIM Ölülerimize adalet, kalanlara yaşam hakkı istiyoruz “Ben Nihat Güler, OSTİM’deki patlamada ölen Dilek’in abisiyim. Böyle bir konunun öznesi olmak bizim için gerçekten zor. Hayat insana böylesi kötü oyunlar oynayabiliyor. Biz bir şirketin sorumluluklarını yerine getirmediği için buradayız. Beş kere kapatılmış tekrar açılmış bir şirket bu. Haziranın 8’inde yedinci duruşmamız var, bize destek olun.” “Adım Demet, Dilek’in kardeşiyim. 3 Şubat 2011, 20 aile için dönüm noktası oldu. Hayatımız acı şekilde değişti. 20 canımızı kaybettik. Ateş yüreğimize düştü. O ateş içimizde kor halinde duruyor. Ancak üstünü örtmeye çalışıyorlar. Ne kadar kalabalık olabilirsek o kadar hızlı sonuç alabiliriz. Sizlerden isteğimiz bu. Suçlu sadece 12 kişi değil. Kamu kuruluşlarının da cezalandırılmasını talep ediyoruz”. “İş cinayetleri ülkemizde hep oluyordu ama biz göz ardı etmişiz. Ne zaman ki başımıza geldi... 15 aileyiz, 21 kardeşimizi kaybettik Davutpaşa’da. Bir Umut Derneği bize bu konuda bilgi verirken parayı alıp kenara çekilmememizi anlattı. İlk etapta çekinerek baktık çünkü ülkemizde hukuk sistemi güçlülerin yanında oluyordu. Uğraştığımız kurumlar devlet kurumlarıydı. Suçlarını örtmek için her türlü yolu seçiyorlardı. Dava açılana kadar bir arada durduk. Yılmadık. Ama seçtiğimiz insanlar bizi koruyacağına hırsızı korudu... Şimdi bir hâkim Zeytinburnu Belediye ESRA Başkanı’nın yargılanmasına karar AÇIKGÖZ verdi. Sağ olsun. 4.5 yıldır mücadele ediyoruz. Eğer destek alabilseydik, belki de OSTİM’i engelleyebilirdik. Erzurum’da baraj kazasını, Esenyurt’ta yangını engelleyebilirdik...” Davutpaşa’da hayatını kaybeden Gülhan Çabuk’un eşi İdris Çabuk. Hakkı Demiral: “20 yaşındaki oğlumu iş cinayetinde kaybettim. Tersanelerde insanlar ölmeye devam ediyor. Limiterİş olarak iş sağlığı, güvenliği önlemeleri alınmazsa Türkiye Tuzlalaşacak, diyorduk. Oldu. Başımıza gelmeden ülkenin diğer ucundaki adaletsizliğe karşı sokağa çıkabilseydik bunlar yaşanmazdı. Her an ölümün ensemizde olduğunu hissederek yaşıyoruz. Yaşam hakkı için, adalet için sokağa çıkmadığımız sürece iş cinayetleri artarak devam edecektir. Mecliste görüşülen İş Sağlığı ve Güvenliği Yasa Tasarısı'nı engellemeliyiz. İşçi sağlığı ve iş güvenliğini özelleştiriyorlar. Yargılanmayan patronların elleri bu yasayla daha da güçlenecek”. “Biz yakınlarımızın cenazesini aldık. Yanlarına gidip içimizi döküyoruz. Ama maalesef Maraş Elbistan’daki kazada evladını kaybeden annebabalar o baştaşı ne demek, bilemiyor. O canlar orada, mezarsız toprağın altında bekliyor. Yazık.” Davutpaşa’daki patlamada oğlunu kaybeden Adnan Saran. İsimleri farklı, yaşamları da, onları ortaklaştıran bir acı, sevdiğini kaybetmenin acısı; hem de göz göre göre. Ölümün, kaza denmeyecek kadar açıkça geliyorum dediği olaylarda yitirdiler sevdiklerini, acılarını bitirmeyecek de olsa dindirecek bir adaletin peşine düştüler. Kimi neredeyse 5 yıldır bekliyor bu adaleti, kimi daha birkaç aydır. Temennileri aynı: “İş cinayetleri kader değil, harekete geçersek bir daha Tuzlalar, Davutpaşalar, OSTİM’ler, Dursunbeyler, Zonguldaklar olmaz”. Türkiye’de her yıl 1500 işçinin iş cinayetinde öldüğü düşünülüyor, gün başına dört insan demek bu. Kesin rakam yok, çünkü kayıt dışı 1. Zonguldak’ta sık sık maden göçükleri yaşanıyor. 2.Davutpaşa’da yaşanan patlamada 20 işçi hayatını kaybetti. 3. Enerji sektörü de iş cinayetlerinin yoğun yaşandığı alanlardan biri. 1 2 sahiplenicilik yaşanmadı. Bunun bir nedeni, ailelerin vekâlet verdiği avukatların çoğunun, “Ölen öldü, kalanlara bakmak lazım” diye tazminat davalarıyla ilgilenmeleri. Grizu ve kömür havzalarındaki patlamaların hepsinde ihmal söz konusu olduğu halde açılmış pek ceza davası yok. Sadece avukatlar değil, sendikalar, emekçi dostuyum diyenler için de bu durum söz konusu. Mesela, 1 Mayıs’ta ekrana “İş kazası değil, cinayet” diye bir pankart asmak çok mu zordu? Oysa, iş cinayetleri işçinin hayatı ve sağlığıyla ilgili ve bunun göz ardı edilmesi korkutucu. Aileye gelince hem yaşadığı acıyla, hem de ailenin çalışanını kaybetmenin getirdiği değişimle baş ederken, hukuki mücadelesinin peşine düşebilmekte zorlanıyor haliyle. İşverenlerin “Dava açsan bunu benden 4 senede alamazsın, ben sana nakit para veriyorum” sözleriyle ikna olabiliyor. Dolayısıyla hakkıyla sürdürülen bir dava olmuyor. Bu noktada siz neler yapıyorsunuz peki? Herhangi bir yerde iş cinayeti duyduğumuzda ilgileniyoruz, aileye ulaşmaya, baş sağlığına gitmeye, yapabileceklerini anlatmaya çalışıyoruz. Bu bir hukuk mücadelesi doğurur ya da doğurmaz, buradan sonrası aileye kalmış. Ancak dava açarsa bütün süreçte yanında oluyoruz. Davutpaşa’da da öyle oldu. Düşünün, TEKEL Dışı Parlayıcı Patlayıcı maddelerin üretimine, ithaline, taşınmasına, transferine, satılmasına dair bir mevzuat var ortada. Ancak buna rağmen ruhsatsız üretim yapılabiliyor. İlçe belediyesi, büyükşehir belediyesi, emniyet kuvvetleri, çalışma sosyal güvenlik bakanlığının iş müfettişleri denetleme görevini yerine getirse, orada ruhsatsız maytap atölyesi olamazdı. Mevzuatta ya da yasalarda sorun yok ancak uygulamalar olmadığı için bu kadar iş cinayetiyle karşılaşıyoruz yani? Dört başı mamur olmasa da üzerinde yol alınacak bir mevzuat var. Sorunu mevzuata kitlemenin tehlikesi, sanki mevzuat olunca her şey düzelecek gibi bir algı oluşabilmesi. Oysa işlevselliği yok ki mevzuatların. Asıl mesele, yetkililere kendi sorumluluğunu hatırlatacak bir mücadele yürütmekte. Bu davaların uzun sürmesinin önüne de geçebilir... Bizdeki temel mantık şu, içerde tutuklu varsa duruşma aralığı hızlı oluyor, tutuklu sanık yoksa duruşma aralığı uzun olur. Yargılama usulüne ait sorunlar da olduğundan iş iyice uzuyor. Evet, bunun olması için ya yukarıdan ya da aşağıdan baskı oluşturulması lazım. Yukarıdan zaten yok. Aşağıdan da odaların, sendikaların, hukukçuların desteklemesiyle oluşur. Ancak o da yok. Düşünün, kimsenin destek vermemesine rağmen 35 hafta, hayatlarında hiç gösteriye gitmemiş kadınlar, erkekler, çocuklar Taksim’de nöbet tuttu bir daha Davutpaşa’lar olmasın diye. İstanbul’u nasıl bilirdiniz? “Şehrimi çaldılar. Hergeleler şehrimi çaldılar. Kim yaptı bunu? Nereye gitti yaşadığım İstanbul?” Aydın Boysan, oğlu Burak Boysan’la birlikte yazdığı 40. kitabı “İki Nesil Bir Şehir”de isyan ediyor. Dile kolay, 1921’de İstanbul’un kenar mahallelerinde başlayan tanıklık bu. Doğduğu, büyüdüğü, gezdiği, gördüğü yani yaşadığı İstanbul’u anlatıyor Aydın Boysan, ardından oğlu Burak Boysan İstanbul’un gelişimini anlatıyor. Doğan Kitap’tan çıkan “AnıAraştırma” türündeki kitap bir de DVD hediyeli. Boysan, yazdığı yerleri bu kez gezerek anlatıyor. Bazen gülüyor bazen hüzünleniyor, daha çok da kızıyor ama muzipliği elden bırakmıyor. Langa hıyarını anlatırken tutamıyor kendisini “Artık hıyarın, domatesin kokusu kalmadı, anca politikacıların kokusu çıkıyor” diyor. Şehrin tuhaflaşmasına dil çıkarıyor. Kitap da, DVD de oldukça keyifli. Ne de olsa Aydın Boysan anlatıyor. İşte bir zamanlar genelevlerin olduğu Beyoğlu’ndaki Abanoz Sokak’a ilişkin bir anısı: “Yıl 1946. Amerika Deniz Kuvvetleri'nden Missouri Zırhlısı, İstanbul’a bir nezaket ziyareti yapacaktı. İkinci Dünya Savaşı yeni bitmiş sayılabilirdi. Bu zırhlının bir önemi de vardı. Almanya ve İtalya’nın teslim olmasından sonra hâlâ savaşan Japonya da teslim olmuştu. Dünyada kullanılan ilk iki atom bombasının teslime sürüklediği Japonya’nın teslim anlaşması, bu zırhlının güvertesinde imzalanmıştı. İstanbul ve Türkiye, bu zırhlının amiral gemisi olduğu Amerika Birleşik Devletleri filosunu karşılamak için, zarif davranışlı hazırlıklar yapmıştı. Bütün şehir donatılmış ve konuk Amerikalı bahriyelilerin ağırlanması için dikkatli hazırlıklar yapılmıştı. Bütün İstanbul, Amerika bayrakları ile donatılmıştı. Şehri gezecek binlerce konuk için yardım önlemleri alınmıştı. Huyumuzdur, konukseverlik iyi yanımız olur da, ölçü kaçırmak da huyumuzdur. Alınan bütün önlemler sanki yetmezmiş gibi, konuklar için Abanoz Sokak da hazırlanmıştı... Hem de nasıl? Çalışan bütün kızlar (!), doktor muayenelerinden geçirilmiş, sağlıklı bulunanlar hamamlara götürülüp yıkanmış, kuaförlere götürülüp her biri bir afete dönüştürülmüş idi. Bu öylesine müthiş bir operasyon idi ki, aynı evin kızları bile (!) birbirini tanıyamadı. Uzatmadan özetleyelim: Her bir Abanoz Sokak çalışanı, peri padişahının kızlarına dönüştürülmüş idi. Üstelik Amerikan filosu şehirde konuk kaldığı sürece, filo mensubu yabancı konuklardan başka hiç kimse Abanoz Sokak’a sokulmamıştı. Aradan bunca yıl geçtikten sonra bile sormadan duramayacağım: Ey yetkililer!.. Yani bizim vatan evlatlarının canı yok muydu?” Bu soruya yanıt verecek biri var mı bilemem ama Boysan, İstanbul’un bugünkü halinden bunaldığında İstanbul şiirleriyle yürek yangınını söndürürmüş. İki Nesil Bir Şehir kitabıyla okuru zaman yolculuğuna çıkarırken de bu şiirleri unutmamış. Belki sizin de yürek yangınınız bir nebze de olsa söner Yahya Kemal, Orhan Veli ya da Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndan bir şiir okuduğunuzda. [email protected] 3 BİR sergi I am Anatolia S ait Zaimkeleş’i belki de daha çok Ilısu Barajı projesini protesto gösterisiyle hatırlarsınız. 2000 yılında Batman Hasankeyf ilçesi üzerine yapılmakta olan baraj projesini protesto etmek için 34 adet tuval üzeri yağlıboya resmini İstanbul, Ankara, Diyarbakır başta olmak üzere birçok yerde sergileyip daha sonra tarihi Hasankeyf mağaralarında sergiledikten sonra eserlerini barajın yapılacağı alanda yakmıştı. Çalışmalarını İstanbul’da özel atölyelerinden resim, heykel, seramik, gravür ve fotoğraf alanlarında sürdüren Sait Zaimkeleş’in yeni sergisi perşembe günü açıldı. Bali Art Gallery’deki “Anadoluyum Ben... çalışan sayısı sürekli artıyor. Meslek hastalıklarıysa zaten kayıt altına alınmıyor. Geride kalanları bekleyense uzun bir hukuki mücadele. Bir Umut Derneği İş Cinayetleri Dayanışma Grubu koordinasyonundan, gönüllü hukukçu Erbay Yucak anlatıyor... Yurtdışında iş kazalarıyla ilgili kasten adam öldürmek cezasıyla sonlanan davalar olduğunu biliyoruz. Peki Türkiye’de böylesi örnekler var mı? Maalesef, Türkiye’de Davutpaşa davasına kadar aslında iş cinayeti davalarında bir I am Anatolia” sergisinde bu kez kırmızı ve siyah renklerinin hâkim olduğu tablolarıyla karşımıza çıkıyor. Sergi 17 mayısa kadar sürecek. Kaçırmayın. C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle