Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 Işıl Aktan’ın güç gösterisine muhabirimiz Deniz Ülkütekin de katıldı ama pek başarılı olamadı. 22 NİSAN 2012 / SAYI 1361 Güvenç Dağüstün dinledikçe bağımlılık yapıyor! Güvenç Dağüstün’ün, Beyoğlu Mayotte’deki “Evde Yoklar” albümünün tanıtım gecesi, Silivri’deki arkadaşlarına selam göndererek başladı, Onur Bayraktar’ın anısının yaşatıldığı kliple son buldu. Erkekler benimle antrenmana giremez I şıl Aktan başarılı bir sporcu, aynı zamanda haber spikeri. Zaman içinde farklı konular eşliğinde gündeme geldi; kimi zaman vücut geliştirme sporunda kazandığı başarılar, kimi zaman eşinden şiddet görmesi sebebiyle. O sıkıntılı bir sürecin ardından şimdi spordaki hedeflerine odaklanmış, çalışıyor. Kendinin de mağduru olduğu kadın şiddetine karşı duruşunuysa her platformda göstermeye devam ediyor. Ama bu çok da kolay değil. Milli takım seçmeleri için yapılan yarışta sahneye siyah bantla çıkarak tepkisini göstermek istedi ama hakemler izin vermedi. Yine de eylemi ses getirmeyi başardı. Yarışmanın ardından biz de Işıl Aktan’la yaşadıkları hakkında konuşma fırsatı bulduk. Son olarak yarışmada siyah bant takmak istemenizle gündeme geldiniz. Nasıl gelişti olaylar? Kadına şiddet konusuna fazla girmiyorum. Sadece doğal bir tepkimdi. Yaşadığım sıkıntılı bir süreç var, eşim davalar açtı, manevi açıdan çok zorlandım. Davadan davaya koşarken bir de yarışmaya hazırlandım. Buna da bir O, güçlü kadının sembolü belki de. Işıl Aktan 20 yıla yaklaşan TRT kariyeri yanında vücut geliştirme sporundaki başarılarıyla da tanınıyor. Ancak o bile kadın şiddeti mağdurlarından. Yaşadıklarını fiziksel değil ruhsal gücüyle aştığını söylüyor. En büyük yardımcısı da spor olmuş. Röportaj: Deniz Ülkütekin / Fotoğraf: UĞUR DEMİR tepki vermek istedim. Çok sayıda şiddet mağduru var, ben de dayak yediğimi söylemiştim. Hepisini temsilen bir güçlü kadın modeli oluşturmak geldi aklıma. Fiziken ve ruhen güçlü olmak zorundalar. Ruhen güçlü olurlarsa zaten her şeyin üstesinden gelebilirler. Sporculuk yaşamınızla da bunu temsil ediyorsunuz. Kesinlikle, yapmak istediğim kadınlara bir mesaj vermekti. Kadınlar güçlüdür ama güçlerinin farkında değiller. Kendilerini ezdirmesinler, tabii bu kolay değil. Maddi açıdan özgür olmaları gerekiyor, ama gördüğüm kadarıyla iyi eğitim sahibi, maddi durumu iyi olan nice kadın da dayak yiyor. Herkes bunu komşusundan saklıyor, işyerinde gizlemeye çalışıyor, ama sakla sakla nereye kadar? Emin olun her şey bir tokatla başlar, daha sonra bu şiddet giderek artar. O zaman öncelikle kendinize saygınız olsun. Çocuğunuz için de katlanmayın. Çünkü kendinize saygınız yoksa iyi bir anne modeli değilsiniz demektir. Gelecekte o çocuk da şiddet mağduru ya da şiddet uygulayan bir birey olacaktır. Şiddet gösteren erkeklere baktığımızda emin olun ailesinde şiddet görmüştür, babası dövmüştür, amcasını görmüştür ondan örnek almıştır. Bu örneklere dur demek kadınların işi. Vücut geliştirme cinselliği etkilemez Vücut çalışan kadınlar hakkındaki önyargıları da silmek istiyorsunuz sanırım. Zaten bu anlamda bir misyon da üstlendim. Vücut geliştirme, ilaç ve doping sporu değil. Geçen bir gazetede “cinsellikleri yoktur” yazıyordu. Hayır hepsinin çocuğu var. İyi beslendikleri için üstelik daha da güçlüler. Daha da dişiler, çünkü yuvarlak hatlarımız var. Gören “kadın böyle olmalı” diyor. Ayrıca hormon deniliyor ama hormonlu gıdalar her yanımızı sarmış durumda. Siz doğru beslenmeyi seçin. Fast food’u bırakın, selülit kremleriyle uğraşmayın, estetiğe para vermeyin. Kendinizin heykeltıraşı olun. Sonra eşiniz de çevreniz de size saygı duyar. TRT farklılıklara sıcak bakmaz. Sizin sporculuk yaşamınıza bir tepki oldu mu? Haber muhabiri olduğum süreç var, burada pek çok farklı görüş duydum. 19 yılımı verdim, çalkantılı bir süreç yaşadığım için şimdilik geri plandayım, ama hâlâ haber kadrosundayım. Müdürlerim çalışmalarıma pek engel olmadılar. Eminim durumu onlar da takdir ediyorlar. Kendimi spora verdim. Bilirler ki tuttuğumu koparırım. İnşallah milli takıma seçileceğim. Hocam Muammer Gökmen’le çalışıyorum. Kendisi bu konuda duayendir. Ayrıca kareografi çalışmalarım var. Ailem de bana çok destek oldu. Oğluma da teşekkür etmek istiyorum. Efecan sekiz yaşında, çok zeki, arkadaşlarına beni anlatıyor, övünüyor, kaslarımdan bahsediyor. Beni böyle görmekten çok mutlu oluyor. Ben bir örnek olma çabasındayım ve kadınlardan dik durmalarını isterken, ruhu da güçlendiren sporu tercih etmelerini tavsiye ediyorum. Kadına şiddet denilince fiziksel güçle de alakalı olduğu düşünülüyor. Güçlü bir kadın olmanıza karşın siz de bunun mağduru oldunuz. Ben de güçlüyüm ama biz burada güçleri çarpıştırmıyoruz. Kadın her zaman narin bir yaratıktır. Sporcu olarak güçlü bir kas yapım var ama kadın zarafetini her zaman taşıdım. TRT’de 19 yıldır çalışıyorum sicilimde en ufak bir kavgam yoktur. Bu bir zarafettir. Hiçbir zaman bilinçaltımda bir insana vurmak yok. Bunun sportif başarımın önüne geçmesini de istemiyorum. Sanat ve spor yönünden eksik olduğumuz için toplumda bu kadar şiddet var. Televizyonları izliyoruz, şiddet içerikli yayınlar, ailede şiddete dur diyen kadının olmaması. Ne yazık ki annelerimiz de maddi imkânları olmadığı için bu çileyi çekmiş, ama bizim kuşağımız neden bu dayağa dur diyemesin? Bir kez vurduğunda dur demeliyiz. İkinciye, üçüncüye izin veriyoruz, bir de bakıyoruz öldürülmüşüz. Ben dur dedim. Sonuçta kimse dayak yemek için evlenmiyor. Mutsuzsanız, önünüze set çekiliyorsa, gücünüzün farkına varın. Kadın güçlüdür, erkek kadar güçlü olduğunu da ben bu sporla gösteriyorum. Pek çok erkek benimle antremana girmek istemez, çünkü giremez. Bakıyorlar, yüzü güzel bir kadın ama çok başarılı. Nasıl oluyor? Şaşırıyorlar. Şu sıralar çok sayıda moda çekimi teklifi var. Tüm yaşadıklarıma karşın vücudum ve ruhum çok sağlam. Hayatıma devam edeceğim. ir yerde kaybolsa, Güvenç’i kırmızı ayakkabılarından tanırım. Hikâye öyle başlıyor çünkü. Bir gün geldi, “ayakkabı aldım” dedi. Baktım, kırmızı. Başka bir gün elinde hediye paketi. Malum. Gözüm mü alıştı nedir “fena değil” dedim. Bir ara koptuk. O stüdyoya, ben teze daldım. Geçen senenin son günlerinde aradı. “Sonunda” dedi. “Albüm hazır”. Gittim. Yemekler yapmış. Nefis! Albüme sıra geldi. Dinledik. Bir daha, bir daha... Arabada, evde, günlerce sıkılmadan... Cihan Sezer’in parmağı değmiş bir kere. Hemen müzeme kaldırdım. Urfa’dan getirdiğim pamuklar, mektuplar, üç kırmızı yaprak ve İda’lı Ayşe Nine’den aldığım yemeninin yanına. İsmini Metin Altıok’un şiirinden alan “Evde Yoklar” albümünde, Ömer Hayyam’dan Polad Bülbüloğlu’na, Pir Sultan Abdal’dan, Nikolai EBRU Rimsky’e kimler yok ki! Sekizinci parçada gür bir GÜZEL ses, davulla birlikte ortalığı inletiyor. Yusuf baba. Güvenç, 1999’da yitirdiği babasının “Bin Cefalar Etsem Almam Üstüme”yi seslendirdiği parçanın üzerine söylemiş. “Nefes aldığımız yerler bile aynı, çok acayip” diyor. Annesi Müfide Hanım’a ve kız kardeşi Ilgıt’a çok bağlı. İhsan Doğramacı’dan aldığı eğitim bursuyla Ankara Devlet Operası’ndaki görevinden ayrılarak yaşadığı Viyana’da, epey bir aile özlemi biriktirmiş. İçinde saklıyor. Bir insanın bin dostu olur mu? Güvenç’se, olur. Zeynep’i (Altıok), Zuhal’i (Olcay), Selçuk’u (Yöntem), Mehmet’i (Esen), Tuğçe’yi (Kadıoğlu), Ece’yi (Saruhan), Eti’yi (Motola), Cihan’ı, Zişan’ı, Oğulcan’ı, Ercan’ı, Nedim’i, eşini ve güzel kadın Mayda’yı hep onunla tanıdım; sevdim. İlk klibi, sözü ve müziği Zafer Cımbıl’a, düzenlemesi Cihan Sezer’e ait olan ve Birsen Tezer’le düet yaptığı “Sevdanın Yolları” şarkısına çektik. Güvenç “rakısız olmaz”, dedi; Cihangir Hayat Restoran’da toplaştık. Ben, Pascal, Derya Alabora, Yiğit Dikinciler, Levent Can, Tuna Kiremitçi, Ferah, Zihni, Cengizhan... Yönetmen Uğur Yağcıoğlu da dostlar B kamarasından, Galatasaray İTM’deki öğrencileriyle geldi. Klip çekimi mi, buluşma mı, anlayamadım. Hayatımda ilk kez öğlen rakı içtim. Can Yücel’e selam olsun. Geçen hafta Gülru’dan (Banu K. Zeytinoğlu İletişim) hem albüm tanıtımı hem de klibi izlemek için, Beyoğlu Mayotte’e davet maili aldım. Albümün sponsorlarından, her yıl mutlaka bir sanatçıyı destekleyen Tempa Pano’nun ortakları Gazer kardeşler Maksut, Murat ve Nurhan tekmil orada. Can Dündar, Nebil Özgentürk, Olgun Sünea, Levent Erim, Yekta Kopan ve göremediklerim! Sahnede Nurkan (Renda), Bilal, Volkan, Batuhan, Cihan ve Ulaş var. Konser öncesi Güvenç, Silivri’de yatan arkadaşlarını andı. Nazlıcan Özkan’a baktım, “iyi ki varsınız” edasıyla, gülümsüyor. Klip, Burgaz Adası’nın martıları, müstakil evleri, erguvan şölenli sokaklarıyla başladı. Yüksek bütçeli, seksi danslı kliplerin rezidanslar gibi yükselen gölgeleri arasında, Burgaz’ın müstakilleri öne çıkar mı bilmem? Ama aynı rezidanslar arasında yaşama şansı olmadığını iyi bildiğim köpek Kiraz’ın insan sevgisi izlenmeye değer. Yeşil, mavi, vapur derken, klip Onur Bayraktar’la son buldu. 2010’da Güvenç’i dinlemek için çıktığı yolda motor kazası sonucu yitirdiğimiz sanatçıyı alkışladık. Güvenç iki sevgiliyi buluşturmuş gibi, Tuğçe klipte de gecede de hep aramızdaydı. Her cuma Zihni, cumartesi Kuytu’da, ayda bir Kürşat Başar’la Moda Deniz Kulübü’nde sahne alan, kontrtenordan baritona uzanan sesiyle, operadan caza birçok eseri seslendiren Dağüstün, şarkılarını hep gözleri kapalı söylüyor. Hani biri ölünce ağıt yakılır, ses titreşir, ruhlar birleşir ya, sanki öyle bir yere gidiyor. Tuhaf, ama hiç ağlatmıyor. Parça sonlarında, esprileriyle de güldürüyor. Televizyonda talk show yapsa kırıp geçirecek. Oda TV’deki yazıları hem duygulu, hem korkusuz. Son bir şey daha, arkadaşım diye demiyorum; dinledikçe bağımlılık yapıyor. ebru@ebru.guzel.com.tr ADNAN BİNYAZAR C M Y B C MY B Eğitimde ortam ve etkileşim Çocuğun yetişimi; aileçevreokul bütünlüğü içinde düşünülmelidir. Ona ailenin verdiğini okul, okulun verdiğini aile veremez. Her iki ortam, onun kişiliğini ayrı yönlerden geliştirir. Örnek alınacak kadar, kaçınılacak yanları da yapısında barındıran çevre, bu bütünlüğün en önemli parçasıdır. O nedenle, aileokul işbirliğinin temel işlevi, çocuğa çevreyi duyarlıkla algılama alışkanlığı kazandırmak olmalıdır. Ailede de okulda da, belli sınırlamalar kaçınılmazdır. Çevre, olduğu gibidir, abartılmamış doğadır. Bir bitkiyi düşünelim; her mevsim, onda yeni oluşumlara, değişimlere yol açar. Bir ağacın fışkın verip yapraklanmasında günışığı ne denli gerekliyse, esen yelin, yağmurun da aynı ölçüde payı vardır. Vazo çiçeğiyle saksı çiçeği, saksı çiçeğiyle kökü doğada olan çiçek hiç bir olur mu? Yaratılışı bitkiden farklı, üstelik aklıyla kendini biçimleme yeteneğine sahip olan insanın yetişim süreci, doğal ki, daha karmaşıktır. Bu konuda böyle bir açımlamaya girerken, doğa koşullarıyla, yaratılar arasındaki denge gözden uzak tutulmamalıdır. Çağımız, yeryüzünde depremsel sarsıntıların nelere mal olduğunun acı sonuçlarını yaşadı, yaşıyor. Mevsim dışı aşırı soğuklar ağaç çiçeklerini dalında kurutuyor. Ortamını bulamamış çocuklardan katiller, mafya babaları, saldırganlar, sapıklar, kör tutkularını gemleyemeyen diktatörler çıkıyor. Yorumlarıyla olaylara gerçeğin aynasını tutan Celâl Şengör; bir TV konuşmasında; öğrencilerin, okulda birbirlerinden etkilenerek, aralarında doğal bir öğrenme ortamı doğduğunu, ama 4’ten sonra onların bu etkileşimden yoksun kalacağını öne sürerek 4+4+4’e karşı çıktı. İnsanlar arası etkileşim, aydınlanma düşüncesinin ürünüdür. Okullaşma gereksinimi belki bu doğal etkileşimden doğdu. Yalnız başına yetişen çocukların gerek bedensel, gerekse ruhsal yapılarında vazo çiçeğine benzer belirtiler görülmüş olmalıydı ki, onları aynı ortamda bir araya getirme düşüncesi okulu yarattı... Böylece çocuk, dışarıda da yaşamın içinde olacaktı. Beğenelim, beğenmeyelim, bugün özel okulların çoğunda bu etkileşimle çocuklara ortaklaşa iş yapma bilinci aşılayacak yöntemler uygulanıyor. Yetmiş iki yıl önce kurulup, egemenlerin, eylemli etkinliğine ancak altı yıl dayanabildikleri Köy Enstitüleri, öğrenciyi her alanda ortak üretime yöneltmeyi öngören bu anlayışın ürünüydü. O zamanın iktidarlarını korkutan, bu dayanışma, bu üretim ruhu olmuştur. Bugün 4+4+4’le kökünden silinmeye çalışılan da bu ruhtur. JeanJacques Rousseau, Pestalozzi gibi düşünürlerin bir ölçüde uygulamaya soktukları eğitim anlayışının özünde yatan da bu ortaklaşa yaşam, bu dayanışma duygusuydu. Onlardan yüzyıllarca önce, Montaigne’in babası, hümanist dostlarını bir araya getirerek oğlunun nasıl eğitim alması konusunda onlara danışır. Sonunda, babası, Montaigne’i, daha beşikteyken ve ana sütünden kesilmezden önce, başka aristokrat evlerinde olduğu gibi şatoya bir sütanne getirilecek yerde, en alt kesimden insanların yaşadığı bir köyde yoksul bir oduncu ailesinin yanına verir. Baba, böylece oğlunun sadelik ve azla yetinirlik yolunda eğitilmesini sağlamış olacaktır. Çocuğun beden sağlığı da böyle bir ortama bağlıydı. Çocuk Montaigne, daha en başından halka ve yardımlarına gereksinen insanların yaşam koşullarını yakından görecek; onlara sırt çevirenlere değil, ellerini uzatanlara yakınlaşmayı öğrenecekti. Bu da gösteriyor ki, önyargılı tutumlarla değil, konunun uzmanları, toplum önderleri bir araya getirilip tartışma ortamı yaratılarak eğitimi yönlendirmede bir değişime gidilebilir. binyazar@gmail.com