26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 19 ŞUBAT 2012 / SAYI 1352 Kimse sokakta yaşamak istemez Yasin, Fatma ve Zeynel Abidin; üçü de yıllardır sokakta, üçü de tiner çekiyor, üçü de “elhamdülillah Müslümanız” diyor. Başbakan’a yeter mi bilinmez ama onların da kendi inançları ve hayalleri var. Ertesi günün ne getireceği bilinmese de, yaşam ne kadar zor olsa da, sokakta bir yaşam var. Bu yaşamı sokağın sakinleri anlatıyor... Doç. Dr. Cüneyt Evren AMATEM Klinik Şefi Aile katılımı önemli Madde bağımlılarının AMATEM’e yönlendirilmesiyle ilgili yasal prosedür nedir? Bağımlı kişinin tedavi motivasyonu, değerlendirmede en önemli nokta. Eğer kişinin servise yatışına karar verildiyse kendi rızasının olduğunu gösteren bir yazıyı imzalaması istenir. AMATEM’in kapıları kapalı olmakla beraber aslında açık servis olarak değerlendirilir. Yani tedavi sürecinde eğer kişi taburculuğunu talep ederse ve tıbbi engel yoksa imzasını atarak taburcu olur. Yasa dışı madde kullanımıyla ilgili suç işlemiş kişiler mahkeme kanalıyla AMATEM’e yönlendirildiğinde, tedaviye isteklilerse ayakta ya da eğer yasal olarak uygunsa yatarak tedavi olurlar. Sokakta tiner ve diğer uçucu madde kullanan gençlerle ilgili nasıl bir tedavi yöntemi uygulanıyor? Bu uygulamaların süresi ne kadardır? 18 yaşından küçükler, AMATEM bünyesinde hizmet veren ÇEMATEM Kliniği’nde tedavi görürler. ÇEMATEM’de uygulanan tedavi, kişinin kullandığı maddeden arındırılması ve yeniden kullanmaya başlamaması için birtakım ilaç ve psikolojik uygulamaları içerir. Ayık yaşamı sürdürmek için gerekli kişisel beceriler edindirilmeye çalışılır. Aileyle kontak kurulması ve onların da tedaviye dahil edilmesi önemlidir. Sizce devletin madde bağımlılarını AMATEM’de tedavi için zorunlu bıraktığı süre yeterli midir? Bağımlılık tedavisi uzun soluklu bir süreçtir. Zaten devlet kimseyi AMATEM’de tedavi için zorunlu bırakmamalıdır. Devlet kişiye seçenek sunabilmelidir. Denetimli Serbestlik ise buna iyi bir örnektir. Tedavi sonrasında başarı oranı ne kadar oluyor? Bu oranı etkileyen dışsal etkenler nelerdir? Alkol, madde bağımlılığı yaşam boyu süren bir hastalıktır. Düzelme ve yineleme dönemleri görülür. Tedavi sonuçları tüm dünyada genellikle "bir yıl içinde tekrar madde kullanmama oranı" olarak ölçülür ve AMATEM sonuçları yurtdışındaki benzer kliniklere yakındır. Akılda tutulması gereken nokta, tedavi sonuçlarının kişiden kişiye farklılıklar gösterdiğidir. Fotoğraf: VEDAT ARIK DENİZ ÜLKÜTEKİN 1. Sayfanın devamı Niye her gün kalmak istemiyorsun? Yasin: Benim için artık ev diye bir şey kalmamış. Mahalleye gidiyorum, arkadaşlar “bakır, demir çalalım” diyor. İstemiyorum, bu sefer de parasız kalıyorum. “Bali çekmeye gidelim” diyorlar. Alamıyorum, canım çekiyor, ben de hırsızlık yapıyorum. Babam da “sigaranı alayım” diyor ama istemiyorum. Çünkü 400 lira alıyor, 325'i kiraya gidiyor. Ev bodrum katta, görsen duvarları leş gibi. Bazen yiyecek bir şey olmuyor, Fazlalık olmasın diye evde kalmıyorum. Peki ilk sokakta kaldığında hiç korkmadın mı? Yasin: Korkmadım, Allah’tan başka kimseden korkmam. Bir ev bulmuştuk Mecidiyeköy’de, kimse kalmıyordu, orada kalmaya başladık. Alttaki kahveden elektirik çektik. Fatma: Ben de korkmadım. “Çikolata, şeker alalım” diye kaçıyordum. En yakın arkadaşım bali çekmeye başlamıştı. Sinyal yapıyorduk (sokaktakilerden para istemek), sonra gidip nalburdan alıyorduk. Belli bir yaştan sonra insan kurtulmak istiyor ama kurtulamıyor. Çekmediğim zaman kimseden para isteyemiyorum. İşim, gücüm, evim yok. Aileme ben bakıyorum, abim cezaevinde. Sinyal yapıyorum. Hırsızlık da yaptık ama hepimiz hata yapabiliriz. Peki dinsiz olduğunuz için mi tiner çekiyorsunuz? Zeynel Abidin: Kesinlikle değil, arkadaş kurbanı olduğumuz için. Büyüklerimizin sözünü dinlemedik. Evden uzaklaşıp, sokakta gurur yapıp, böbürlendik. Kabadayı gözükerek kendimizi kaybettik. Annem rahmetli, cezaevinde yatmıştı. Tinerliyim diye görüşe bile almıyorlardı. 15 senedir tiner kullanıyorum, onun dışında da esrar kullanıyorum. Kardeşlerinle görüşüyor musun? Zeynel Abidin: Evet bazen alıyorlar yanlarına ama onların çevresine kötü gözüküp kariyerlerini etkilememek için özel görüşüyorum. Bira filan ısmarlıyorlar bazen, ama tekliflerini kabul etmiyoruz. Kendi yolumuza devam ediyoruz. Ne diyorsunuz Başbakan’ın lafı için? Fatma: Hepimiz Müslümanız. Böyle konuşması yanlış. Bizi basının önünde hakir görüyor. Devlet bizi dışladığı için biz böyleyiz. Gelip “ne derdiniz var” diye sorsa bir şans verse, belki hırsızlık da yapmayız, para da dilenmeyiz, tinere de elimizi sürmeyiz. Ne yapalım biz de böyle yapıyoruz. Kimse sokakta yaşamak istemez. Bir kere alsın eline tineri çeksin ya da bir gece sokakta yatsın, ne yaşadığımızı anlar. Yasin: Buyursun gelsin başımızın üzerinde yeri var. Fatma: Valla biz, onlar gibi değiliz. Onu utandırmak için her türlü çayımızı, kahvemizi ısmarlarız. Bak, bizim kimsemiz yok bir tek Allah’ımız var. Ne kadar kazanıyorsunuz? Fatma: Çok istediğim zaman günde 100 lira bile kazanıyorum ama insanlar dışlıyor sonuçta. Zeynel Abidin mesela, lokantaya giriyor, tinerci diye içeri almıyorlar. Kazansa ne olacak? Sokağın çocuğu olmaz Umut Çocukları Derneği Genel Başkanı Ferhat Şahin’in yolu da sokaklardan geçmiş. Şimdi kendisiyle aynı kaderi paylaşan çocuklar için çalışıyor ama anlattıkları hiç de umut verici değil. En üzücüsü ise yapıştırdığımız etiketlerle bu çocukları dışladığımızı söylemesi. Sokak çocuklarının bir profilini çıkarırsanız neler söylersiniz? Akademisyenlerimiz eğitimden bahsediyor ama bunun temelinde gelir dağılımı dengesizliği, aile içi şiddet gibi etkenler de var. 18 yaşın üzerindeki gençler zaten o zamana kadar Sosyal Hizmetler’de durmuşlar. 18 yaşından sonra da gençleri topluma kazandırmaya yönelik bir yasa olsa, o zaman bu gençler sokakta olmaz. Peki sokağa gidince ne oluyor? Kendine grup oluşturuyor. Üç kötü etkeni var. Saha çalışmasını kısıtlar, sokağa gelen çocukları çok çabuk eğitir, aldığı maddelerle suç potansiyelini geliştirir. Bir çocuğa üç gün sokakta kalınca “tinerci” diyerek onu dışlamış oluyoruz. Sokak çocuğu dediğimiz zaman neleri anlamamız gerekiyor? Aslında biz “sokak çocuğu” dediğimiz kişiyi tanımıyoruz. Akla 24 saatini sokakta, aileden uzak geçiren kişi geliyor. Ancak ailede kalan çocuklar da var. Sultançiftliği’nde annesi tarafından üç parçaya bölünerek öldürülen Fırat Sezer’le birlikte çalıştım. Üvey anne olgusuyla yaşıyordu. İlgi ve bilgi yetersizliği yüzünden müdahale edilemedi ve çocuk vahşice öldürüldü. Öncesinde Ayvansaray Köprüsü'nden atılan Bedrettin vardı. Ben sokakta yattım, dilendim, tiner çektim, hırsızlık yaptım, hapis yattım. Şimdi karşınızda bir kurumun genel başkanı olarak duruyorum. Ama burada bile tam anlamıyla çalışma yapamıyoruz. Çünkü finansal olarak yetersiziz. İstanbul’da kaç madde bağımlısı var? Buna bizim çalışmamız ayrı, polis ayrı, istatistik kurumu ayrı yanıt veriyor. Her kurumun kendi bilgileri mevcut ve ortak çalışma sonucu oluşmuş bir ağ yok. Sokağı bitirdik diyelim, evden gelişi engelleyemezsek ne yapacağız? Madde bağımlılığı var ama ondan çok arkadaşa ve sokağa bağımlılık var. Evi olan çocukların aile ilişkileri nasıl? Öyle evlere gittim ki; Gültepe’de bir evde çocuk, babasını ve annesini dövüyor, arkadaşlarını bali kullanmak için eve davet ediyor. Televizyonun alt kısmında baliler dizilmiş, yatak odası bali dolu ve kimsenin umurunda değil. Babası çok kızdı mı, üç cam kırıyor, polis geliyor babaya da çocuğa da kızıp gidiyor. Çocukla bilgi paylaşımı yaptık ve arkadaşlarının ailelerinde de aynı problemin olduğunu gördük. 16 yaşında bir kız vardı. Zeynep isminde. Ölen Fırat’ın evinin hemen yanında. Eve girince, o kızı ayağından zincire vurulmuş halde gördük. Bu kız tuvalete gidemiyor. Biraz görüştük. Hastaneye yatışa ikna ettik ama baba “hastaneye yatacağına fahişe olsun” diyor resmen. Sonunda kız hastaneye yattı. Sonra tekrar ailesine gönderdik ve şimdi zincirsiz bir şekilde yaşıyor. Dinsizlik ve sokak arasında bir bağlantı var mı? Bize talepte bulunan ailelerin çoğu dine daha çok yönelmiş kesimden. Doğu ve Güneydoğu’yu, batıyla karşılaştırınca din ve gelenek konusunda önde gelir, ama madde bağımlısı ve suç potansiyeli olan çocukların çoğu da buralardan çıkıyor. Evrimleştiremediklerimizden misiniz? ATAOL BEHRAMOĞLU Y ukarıdaki sözcük oyununun aslı “Çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız?”dır… Çekoslovakya “Çekiya” ve “Slovakya” olarak ikiye ayrıldıktan sonra bu söz belki de gerçek anlamını bulmuş oluyor. Çekoslovakyalı olamayanlar şimdi Çekler ve Slovaklar olarak gerçek kimliklerine kavuştular. Daha mutlu olduklarını umarım ve dilerim. *** Haklı olarak sözü nereye getireceğimi merak ediyorsunuz. Doğrusu bunu ben de çok iyi bilmiyorum. Yazıya biraz da oyun gibi başladım, öyle de sürdüreyim… Daha doğrusu kendimi sözün akışına bırakayım… Türkiye’de kimsenin kimseyi kendine benzetmek, “kendilileştirmek” gibi bir amacı, niyeti olamaz, olmamalı. Fakat acaba “kendi” diye mutlak bir kavram, değişmez bir olgu var mıdır? Eğer her şeyin, ama her şeyin değiştiği, değişmekte olduğu bir gerçekse… Böylece, yazının başlığını oluşturan “evrimleşme” kavramına gelmiş oluyoruz… *** Yazılarıma konu ararken (gerçi çoğu kez bu konu kendiliğinden geliyor, sevgili ülkemizde konu mu yok!) notlarıma göz atarım… Dosyaladığım notlardan biri, Ankara’da bir ilköğretim okulunda geçen bir olayla ilgili. 5. sınıf öğretmeni S.B. (açık adını yazmayayım, ne olur ne olmaz!) fen ve teknoloji dersinde “Canlıların Sınıflandırılması” konusunu anlatırken bir öğrencinin sorusuna yanıt olarak Darwin’den ve evrim kuramından söz etmiş. Canlıların bugün gördüğümüz biçimleriyle değil de değişerek (evrimleşerek) türediklerini anlatmış… Sen misin bunu yapan! Soruşturmaya uğramış ve kınama cezası almış… Sözünü ettiğim not birkaç yıl önceye ilişkin olmalı. Milli Eğitim’in hışmına uğrayan öğretmenin açık adını onun için yazmadım. Günümüz Milli Eğitim yönetimi kınama cezasıyla sanırım yetinmezdi. Çünkü ulusal eğitimimizin bugünü önceki birkaç yıldan daha beter. Bizde evrimleşme galiba tersinden oluyor… *** Değişmek, yaşamın değişmez bir gerçeği… MÖ 65. yüzyıllarda yaşamış hemşerimiz Efesli Herakleitos “akış kuramı” ile konuya damardan giriyor: “Aynı ırmakta iki kez yıkanamazsınız…” (İki ayrı biçimde söylenmiş bu sözün eski Grekçe asıllarından çevirileri şöyle: “Aynı ırmaklara girenlerin üzerinden farklı sular akar” ve “Aynı ırmaklara gireriz ve girmeyiz. Hem varız hem yokuz.” Bu bilgece sözleri bir arada düşünerek şöyle yorumlayabiliriz. Aynı ırmakta iki kez yıkanamayız; çünkü ırmak da biz de değişmekteyiz… Ne o aynı ırmak ne de biz aynı biziz… *** Ne kadar keder verici olsa da bu böyle… Yaşam böyle bir şey… Toplumlar da… Değişime direnenler en fazla kendilerini ve toplumları bir süre oyalarlar, geciktirir, sonuçta şu ya da bu biçimde değişim yasasına boyun eğmek zorunda kalırlar… Yazıyı biraz kabaca da olsa, bağışlamanızı dileyerek, bir Temel fıkrasıyla noktalayayım: Temel arkadaşı Harun’a diyor ki: “Bir gün öleceksin, mezarında otlar bitecek, onları bir inek yiyecek, dışkılayacak, ben bu dışkılara bakarak uy Harun, diyeceğim, ne kadar değişmişsin…” Harun şöyle yanıtlıyor arkadaşını: “Bir gün sen de öleceksin, senin mezarında da otlar bitecek, onları bir inek yiyecek ve ben sonuçtaki şeye bakarak şöyle diyeceğim: Uy Temel, hiç değişmemişsin…” Hiç değişmeyenler ya da öyle olduklarını sananlar hep olacak kuşkusuz… Bu gibileri de insanlık tarihinde “evrimleştiremediklerimiz”in örnekleri olarak yerlerini alacaklar… [email protected] / www.ataolbehramoglu.com.tr C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle