29 Eylül 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

21 EKİM 2012 / SAYI 1387 7 Ulya’nın son yemeği... “Ulya, ‘Bu iş böyle uzayıp gideceğe benziyor... Kimbilir hangi gün vapura bineceğiz!’ düşüncesiyle, aynı gün sabahtan saplarından suya koyduğu altı enginarı çıkardı mutfakta. Kime niyet, kime kısmet... Gitmezsek biz yeriz, gidersek evimize gelecek olan Rumlar bulup pişirirler... diye düşünmüştü. Enginarları bir güzel soydu, sert yeşillerini iyice traşladı. Saplarının kalın dışlarını kesip attı; tüylerini ortalarındaki yumuşak sarıyeşili bulana dek iyice temizledi. Tümünü unlulimonlu suya attı. Beşaltı taze soğanı temizleyip yıkadıktan sonra yeşilinibeyazını doğrayıp, az zeytiyağı ile toprak tencerede biraz çevirdi. Limonluunlu eriyikteki çanakları ikiye bölünmüş enginarları ve küçük küçük AYLİN doğranmış saplarını ÖNEY TAN tencereye yerleştirdi. Aralarına mis gibi olgun peynir kokan, gözeneklerinden yağ damlayan, parmak boyunda kesilmiş sert kelle peynirlerini dizdi. Beşaltı sap dereotunu da yıkayıp doğradı, enginarların üstüne serpiştirdi. Üstlerini örtecek kadar sıcak su koydu. Yeterince zeytinyağı konmamış yemeği, yemek olarak olarak beğenmez, burun kıvırırdı. Bu yağ zevki doğrultusunda, üçdört çorba kaşığı zeytinyağı daha ekledi...” Bu ilk paragraf Ahmet Yorulmaz’ın “Ulya: Ege’nin Kıyısında” adlı kitabından alıntı. Mübadale zamanını anlatan kitaba adını veren Ulya, bir Türk ile evli olduğu için Anadolu’ya göç etmek zorunda kalmış Giritli bir Rum kadını. Ahmet Yorulmaz’ın anlattığı kelle peynirli bol zeytinyağlı enginar yemeği Ulya’nın Girit’ten ayrılmadan önce pişirdiği son yemek. Kendilerini sonsuza dek adadan koparıp götürecek vapurun gelmesini bekledikleri günlerde pişirilmiş. Aynı yiyecekleri bir daha hiç bulamayacaklarını düşünerek, biraz heyecanlı, biraz tereddütlü, kafaları karışık, biraz dalgın ama Girit lezzetlerini çok özleyeceklerini hissederek tadına vara vara yemişler yemeği. Kitabı ilk gördüğümde öncelikle ismi yüzünden hemen elime alıp kasaya yürüdüm. Çünkü benim kızımın adı da Ulya.. Onunki Rum olduğundan değil ama işin içinde bir tutam gavurluk var doğrusu. Babaannesi Erzincan Kemah’ın Ulya köyünden gelmiş. ADNAN BİNYAZAR Balıklı bamya Ayvalık’ta zeytin hasadının başladığı bugünlerde yaz aylarından kalan son bamyalar ve domatesler ile Ege balıklarını buluşturan ve zeytinyağı ile lezzetleri harmanlanan bu tarif gene Ahmet Yorulmaz’ın “Ayvalık’ı Gezerken” kitabından uyarlanma. Miktarları sizin için ben ayarladım ama dilerseniz zevkinize göre değiştirebilirsiniz. Sadece zeytinyağını esirgemeyin, mevsimin ilk soğuk sıkma erken hasat zeytinyağını üstüne çiğ olarak bir gezdirin. 1 kg. balık (çipura, kefal, bakalaros, sarpa, barbun gibi), 750 g bamya, ½ kg. olgun domates, 1 iri soğan, 1 limon, bol zeytinyağı, 1,5 tatlı kaşığı tuz. Bamyaların tepelerini delikli kısımları zedelemeden külah gibi ayıklayın. Domatesi soyun, çekirdeklerini ayıklayın ve ufak zar gibi doğrayın. Bamyayı cam bir kap veya tepsi içinde üstünü tamamen doğranmış ve bir tutam tuz Yeraltından çağrı Ü lkeyi yönetenler ekranda savaş naraları atarken barışın sesi, yerin altından; ölüler yurdu halkının daha sorumlu, daha özgür, daha barışçıl, daha uygar olduğu bilinmezlikler âleminin aklı dipdiri birinden geldi: “Nedir Savaş?” Sözü Fakir Baykurt’un kızı Işık’a bırakalım: “Bu yıl 11 Ekim’de 13 yıl bitti. Özlemle geçen 13 yıl. Her 11 Ekim’de babamı çeşitli toplantılarla farklı yerlerde andık. Ben bu yıl çok ilginç bir rastlantıyla anacağım. Antalya Film Festivali’nde, babamın Kaplumbağalar romanından Tunç Okan yönetiminde filme uyarlanan ‘Umut Üzümleri’nin ilkgösterimi yapılacak. Tam da 11 Ekim’e denk geldi. Ben orada olacağım. Ekte sizlere babamın 1987 yılında yazdığı bir şiiri iletiyorum: ‘Nedir Savaş?’ Yeniden bir savaşa sürüklendiğimiz bu günlerde, hâlâ güncelliğini koruyan bir şiir. Dilerseniz, bunu okuyarak hep birlikte böyle analım.” Bu yazıyı okuduğunuzda Fakir Baykurt’un ölüm gününün üzerinden on gün geçmiş olacak. Ölü, sonsuzluk ülkesinin yurttaşıdır; üzerinden on gün değil milyon yıl geçse; ne gözü dönmüş savaş kışkırtıcıları eksilir bu dünyadan, ne savaş naraları atanlar sahnelerden çekilir, ne insan türü kendi soyundan olanın kanını akıtmaktan vazgeçer! Gelin, Fakir Baykurt’un yeraltından aydınlık seslenişine kulak verelim de, savaşın yakıp yıktığının insanlığa yaşamayı nasıl haram ettiğini, onu geniş dünyasının mahzenlerinde nasıl soluk alamaz hale getirdiğinin özüne inelim. Sonra da başımızı ellerimizin arasına alıp, insanlığı savaş belasından nasıl kurtaracağımızı düşünelim... Yazının bu gelişim evresinde, Ekim’in 21’i değil de 11’i olduğunu varsayın; on üç yıl sonra Fakir Baykurt’u aramıza almışız, hep bir ağızdan onun şiirini okuyoruz... “En ucuz tüfekle yoksul eve bir banyo / Bir topla oyun yeri mahalle çocuklarına / Bir tankla on derslikli on okul / Bir uçakla yedi köye bir hastane / İki denizaltıyla üç ırmak çöle ulaşır Bir roketle koca şehir kurulur / Bir taburun postallarıyla çocuklar / Kızamıktan kurtulur / Beş yıl birikse bir kolordunun parası / Kansere ilaç bulunur Ölenlere dikilen anıtlar da para / Kalanlara nişanlar kolayla mı takılır / Bir ordunun bütçesiyle on il bağlık bahçelik olur / Düşün, ne yer, kaça semirir bir general Bırak atom savaşlarını bir an / İki komşu arasında sıradan bir savaşı düşün / Kimileri yıllar yılı bitmiyor / Atılan bombalar, harcanan mermiler / Alınteri vergilerden Yakılıp yıkılmış bir şehir / Kolayla mı yapılır yeniden / Evlerin asansörü merdiveni penceresi / Bir düşün serin kanla lütfen / Dirilir mi yirmisinde ölen asker, askerler Bir düşün serin kanla, ya da sor bir uzmana / Yanıtla şu küçük soruyu rica ederim / Aptallık değil de nedir / Nedir savaş?” İtalyan düşünür Niccoló Machiavelli, “Savaş ancak gerekli olduğu zaman haklıdır; silah, ancak silaha başvurmaktan başka çare kalmadığında hoş görülebilir” diyerek savaşı doğallaştırmaya çalışsa da, bu ılımlı yargıda da savaş dipten dibe haklı bulunuyor; insanlığa savaşmaktan kurtulma yolları açmıyor. Birey ya da toplumsal ruh olarak, aklı öne çıkarıp soralım, ölmeden bizi ölüme gönderen savaşın gelip geçmiş bütün şaşkın tanrılarına: Neden gerekli olsun savaş? Neden silaha başvurmaktan başka çareler aranmasın?.. Yaşamak erdemine eren ey insanoğlu! Bir iki soruyla yetinme; savaş çığırtkanlarının, ruhu kararmış sapkınların, kan kokusuyla beslenenlerin yüzüne aklın şamarını vur! Dar dünyayı gen eyleyip yaşamak varken, niye gücünü yüreğinden değil de cin fikirli aklınla yarattığın silahtan aldığını vicdanına sor, sor, sor! [email protected] ile harmanlanmış domates ile örterek bir süre serin yerde bekletin. Balıkları ayıklayın. Bu yemek için beyaz etli, az kılçıklı, fileto çıkarılabilen çipura, sarıkulak kefal, mezgit irisi bakalaros, sarpa, barbunya gibi balıklar uygundur. Soğanı ince doğrayın, bir fincan zeytinyağında sararıncaya kadar öldürün. Balıkları bir tepsiye dizin. Aralara ve üstüne domatesli bamya ve kavrulmuş soğanı koyun. Limonun suyunu sıkın, tuz ve iki fincan kadar zeytinyağı ile karıştırın ve tepsinin üzerine gezdirin. 170 derece fırında 40 dakika kadar pişirin. Yemeden önce üstüne bir miktar daha çiğ zeytinyağı gezdirin. Büyük annenannesi Türk tabiyetine geçince eş anlamlısı Aliye ismini almış. Her iki ailede ismiyle ilgili bir hikâye olunca, bir de Osmanlıca “Bilge, okumuş kadın” anlamı nedeniyle bizim kızın kaderi çizilmişti. Kendimce kültürler arasında sıkışmasın, iyi okuyup yükselsin, ismi gibi yüce yerlere ulaşsın diye ummuştum. Gerçekten de ismiyle müsemma yüce gönüllü, yüksek kavrayışlı, elinden kitap düşmeyen bir kız oldu. Benim Ulya’nın büyük anneannesi Prusyalı Alman Anneliese nasıl Selanikli Mithat ile evlenip Türk Aliye olmuşsa, besbelli ki Rum Ulya da benzer bir süreç geçirmiş, kaderine Girit’ten Ayvalık’a doğru geri dönüşsüz bir yolculuk çizilmişti. Kitabı kaleme alan Ahmet Yorulmaz tam bir Ayvalık gönüllüsü. Her kitabında Ayvalık ve tarihi ile ilgili tadına doyulmaz bilgiler veriyor, aralara da tadına doyulmaz tarifler, yemek ile ilgili anlatılar koyuyor. Mübadele yıllarını anlattığı bu kitabına acılı anılar arasına hüzünlü tarifler sıkıştırmış. Ayvalık’ta Girit’ten Midilli’den gelip yeni bir hayata başlayan insanlarla buraların yerlileri olan insanların ortak tadı kuşkusuz zeytinyağı. Zeytinyağı gerçekten de kültürler ötesi bir lezzet. Egenin iki kıyısında zeytinyağının ortak lezzet olması kaçınılmaz. Benim Alman anneanne bile evlenene kadar ağzına zeytinyağı sürmemiş biri iken ömrünü şahane zeytinyağlılar yaparak tamamladı. Soyunu üçüncü göbek sürdüren Ulya ise acıkınca zeytinyağına ekmek banıyor. Erken hasadın başladığı bugünlerde zeytinyağını bir kez daha kutsamak gerek. Tarifimiz elbette Ayvalık’tan... [email protected] Kısa..kısa... Bir beden incelin Denim ruhuna sadık kalan ama en yeni ve en inovatif denim koleksiyonu ile merhaba diyen Mined, reform modelleri ile tüm kadınları bir beden ince gösterecek. Özel likralı bu denim kumaşı kadınlara ilk sunan marka olan Mined ideal fitler ile kadınlara hem tarz hem güzellik vaat ediyor. 4 ayrı reform&Style mağazalarında ve enmoda.com sitesinde satışa sunuldu. Zamanın başladığı yer İsviçreli saat devi Raymond Weil’in torunları Elie ve Pierre Bernheim, lüksü ulaşılabilir kılmak için, yeteneklerini, tecrübelerini ve saatçilik alanındaki uzmanlıklarını bir araya getirerek yeni bir saat markası olan “88 Rue Du Rhone”u yarattılar. “88 Rue Du Rhone”, markanın kurucusu Elie Bernheim, Günsal Saat Yönetim Kurulu Başkanı Güneş Hüner ve Genel Müdürü Mehmet Salt’ın da yer aldığı lansmanla dünya vitrinleriyle aynı anda Türkiye pazarına ‘merhaba’ dedi. Soğuklara hazırlık Çörekotu tohumları tarihte en çok kullanılan ve değer verilen tohumlardan birisi... Eski Mısırlılardan Antik Yunan uygarlığına kadar pek çok kültürde çörekotu tohumu sağlık amacıyla kullanılmış. Şimdi de dünyanın önde gelen bitkisel sıvı yağ üreticilerinden Helvacızade tarafından, Türkiye’nin ilk besin desteği markası olarak üretilen Zade Vital Çörekotu Yağı, bağışıklık sistemini güçlendirmeye destek olarak hazırlandı. Doğal besin desteği Çörekotu Yağı, özellikle mevsim geçişlerinde sıklıkla görülen soğuk algınlığından ve diğer hastalıklardan korunmaya katkı sağlıyor. Çocuklara özel Tio, Türkiye’de çocuklara yönelik ürünlerde bir ilki gerçekleştirdi. Tümüyle doğal beslenen dağkeçilerinin enfes sütleri kullanılarak üretilen Tio HaydiKeçi Sütlü Bisküvi, 125 gramlık ambalajlarda satışa sunuldu. Orta Anadolu’nun en kaliteli buğdaylarından üretilen un ile organik keçi sütünün mükemmel buluşması olan Tio HaydiKeçi Sütlü Bisküvi, annelere, çocukları için çok sağlıklı ve besleyici bir ara öğün alternatifi sunuyor. Starbucks Card ödüllendiriyor! Starbucks deneyimini zenginleştiren ve geçen yıl “hediye kart” olarak lanse edilen Starbucks Card, Starbucks ziyaretlerinizi ödüllendirmeye de başladı. Starbucks Türkiye mağazalarında tüm ürünlerin satın alımında kullanılabilen, ön ödemeli ve tekrar yükleme özelliği bulunan Starbucks Card, artık alışverişlerde hız ve kolaylık sağlamanın yanı sıra; yapılan ziyaretleri de ödüllendiriyor. Starbucks Card sahiplerinin, bu uygulamadan faydalanabilmeleri için ilk yapmaları gereken www.starbucks.com.tr/kart adresinden kayıt işlemini gerçekleştirmek. Güzelliğin yeni adresi Prof. Dr. Onur Erol yönetimindeki MOnep Klinikleri, şimdi de Etiler’de. Klinikte botoks, dolgu, lazer epilasyon, peeling, cilt yenileme, leke tedavileri, Obagi, Darphin, Lamer, Clinique bakımları, Asmer medikal elayak bakımları yapılıyor. Cilt gençleştirme programları olarak; PRP, Thermage, Fraxel, Oksijen Terapi; Bölgesel incelme, sıkılaşma ve selülit giderici tedaviler olarak ise Vela, SlimUp, Lenf Drenaj, Zeltiq sistemleri uygulanıyor. (0212) 352 32 33 www.monep.com C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle