29 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 Önce bir iki kişi yerleşti apartmana. Herkes deprem dolayısıyla kaçtığından neredeyse boştu, ıssızdı. Ama zaten onlar için çok da seçenek yoktu, ölümü göze alıp boşluğun huzuruna sığındılar. Sonra arkadaşları geldi. İlk defa “çoğunluk”tular. Ama ne zaman ki İstanbul’un çeperleri merkezleşmeye başladı, gözler evlerine, denizin hemen kenarında, göl manzaralı, dibinde metrobüs durağının olduğu Meis Apartmanı’na dikildi. Linç girişimlerine varan şiddetin astarı hazırdı: “Translar ahlaksız”. Şimdi bir kez daha ölümü göze alıp evlerine sahip çıkıyorlar. 21 EKİM 2012 / SAYI 1387 Soldan sağa: Michelle Deminhevich, Ebru Kırancı, Banu, Elçin. ESRA AÇIKGÖZ Herkes kaçarken biz burada yaşıyorduk vcılar’da oturan şoförümüz “onlar” yıllardır burada, herkes de bilir onları, diyor, deniz kenarındaki geniş tek blok halindeki apartmanın önüne geldiğimizde. İlginç bir mimarisi var yapının. İşlevselliğin ön planda olduğu Sovyet tarzı binaları andırıyor. Geniş, ahşap kapıdan geçtiğinizde başka bir dünyaya girmiş hissi uyandırması bundan. Kırık camlı koridoru takip edip merdivenleri tırmanmaya başladığınızda daha bir ağır basıyor bu hava, sağlı sollu iki upuzun koridor boyunca sıralanmış dairelerin arasında yürüyüp rasgele birinin ziline basıyoruz, kapı duvar. Başkasını deniyoruz, açılıyor, “Sizinle dertlerinizi, hayatınızı, bu binadaki yaşamınızı konuşmak istiyorduk”. Çat. Konuşmuyorlar. Burada, bu binada kendilerine kurdukları hayatın dengesi bozulsun istemiyorlar çünkü. Anlıyoruz. Birkaç ay sonra, o denge bozulacak ama henüz hiçbirimiz bilmiyoruz. Tarih, 6 Ekim. Cumartesi gecesini kornalar çalarak, sloganlar atarak bina önünde toplanan kalabalığın nefret yüklü sesleri bölüyor: “Köklerinizi kazıyacağız”, “PKK ile savaştık, travestilerle mi savaşamayacağız?” Tam 40 dakika kin kusuyor toplananlar, küçücük çocuklara da sloganlar attırıp nefreti nesilden nesile taşıyor. Üstelik de polisin gözü önünde. İçeride büyük bir korku var. Korkuyorlar. Çünkü “onlar” hepimizden çok daha iyi biliyorlar insanın içindeki kötücüllüğü, cinsel kimliklerini kabullendikleri ve ona sahip çıktıklarından beri etlerinde yankı bulan şiddeti. Nefretin hedefi kim mi? 121 haneli Meis Sitesi’nin 18 dairesinde yaşayan translar. Geçen hafta nefretin sahipleri hakkında suç duyurusunda bulundular, bekliyorlar. Bu ülkede yıllarca belki de ilk defa huzurla, güvenle nefes alabildikleri evlerini bekliyorlar. Daha önceden tanıştığımız Michelle Deminhevich ayarlıyor bu görüşmeyi. Onunla Meis Sitesi’nde buluşuyoruz, “Ben de buradan ev tuttum” deyip en üst kata çıkarıyor bizi. Bir tarafı gölü, diğeri denizi gören evini gezdiriyor. Dört aydır süren ev arayışı stresinden, A telefonda sıcak davranan emlakçıların travesti olduğunu anlayınca “Size verecek evimiz yok” söylemlerinden kurtulmanın mutluluğu yüzünden okunuyor. Ama zaman yok; “Kızlar bizi aşağıda bekliyor”. Hararetli bir konuşmanın ortasına düşüyoruz. Gündem malum; hayatta kalmak! Siz fotoğrafta dört kişi görüyorsunuz ama çok kişinin sesi var bu haberde. Ailesi cinsel kimliğini bilmediği için saklanan, ölüm tehlikesiyle karşı karşıya yaşayan ve bu yüzden fotoğrafta yer almayan, isim vermeden konuşan birkaç kişiden bahsetmiyorum, Meis Sitesi’nde yaşayan bütün translardan da. Sözünü ettiğim fazlası; Ülker Sokak’ta, Cihangir’de, Kazancı Yokuşu’nda, vb. barınma hakkı elinden alınan, dışlanan, suçlanan yüzlerce transın ve insan olmanın ağırlığını taşıyanların sesi. Çünkü Meis Sitesi’nde yaşananlar bir insanlık sorunu. Hepsi farklı zamanlarda, farklı şehirlerden yola çıktılar İstanbul’a doğru. Çünkü İstanbul onları da “saklayabilecek” kadar, kendileri olmalarına izin verecek kadar genişti, öyle sandılar. Olmadı. Avcılar’da, deniz kenarındaki bu apartmanı bulana kadar... 17 Ağustos 1999 sabahı saat 03.02. Yaklaşık 20 bin kişinin hayatını kaybettiği Gölcük depremi Avcılar’ı da yerle bir etti. “İmkân”ı olanlar, terk etti ilçeyi. Ve siz de o zaman geldiniz Avcılar’a... “İstanbul’da bile bize yaşam hakkı verilmiyordu, verilmiyor. Trans olduğum için paramla ev tutamadım aylarca. Günlerce parkta yattım. Düşünebiliyor musunuz? Paramızı harcama hakkına bile sahip değiliz. 99 depreminden sonra insanlar Avcılar’dan kaçmaya başlayınca bu sitede bir ev kiralayabildim. Bomboştu. Gazinoya çalışmaya gidip geliyor, evimde huzurla oturuyordum. Öyle huzurluydum ki biriktirdiğim bütün parayı buraya yatırdım, bir daire aldım”. Herkesin kaçtığı bir binada oturmak, deprem sizi korkutmadı mı? “Korkunun ecele faydası yok! Parklarda gecelemek de pek güvenli değil; tecavüzü, öldürülmeyi beklemek... Bu sitede huzurluydum. Bir ara değişti. Randevu evleri açılmaya başlandı, ama hemen suçu bize atmayın, translar değil, yabancı uyruklu kadınlar satılıyordu. Beş sene önce baskınlar nedeniyle onlar çekti gitti, suç bize kaldı. Ne de olsa transız, başka ne olabiliriz ki? Bizim cinsel kimliğimiz bile suç kimilerine göre... Neyse ki herkes böyle düşünmüyor. Karşı komşum, hemşire. Balkonlarımız karşı karşıya bakıyor, kapılarımız birbirine açık. Anahtarımın biri onda. Kötü biri olsaydım böyle bir ilişkimiz olmazdı. Gidin, onunla konuşun, eğer benden bir rahatsızlığı varsa evimi, herşeyi bırakır, giderim”. 13 yıldır sığındığı, huzur bulduğu bu çatı altında huzur bulamıyor artık Elçin. Korkuyor. Apartmanda yaşayan diğer arkadaşları da. Öfkeli bir ses giriyor araya, “Bayan, beni dinleyin” diyerek, “İnsanlar ev alırken burada travestilerin oturduğunu biliyordu. Bilerek geldiler. Apartmanın ilk sakinlerindenim. 12 yıldır buradayım. Burada yaşamayı biz seçmedik. Zorunlu kaldık. Ölümü göze aldık. Bu apartmana girdik. Sonrasında arkadaşlarımız da geldi, dayanışma için yaşadık. Artık çoğunluktuk. Ama bugün bizi sürmek istiyorlar. Nereye gideyim, evimi niye satayım? Bu dairelerde bir aile rahat edemez zaten; çok küçük, büro gibi, 1+1. Kiralar da düşük değil. Hepsi bahane yani. Uyurken belki de evimi yakacaklar diye korkuyorum.” Peki ne değişti de “tehlikeli” oldunuz, sizden ne istiyorlar? “Off, ben normalde de kelimeleri bir araya getiremem, bu kayıt cizahına nasıl konuşacağım”. Aslında bu saldırılar olmasa bizimle hiç işi olmaz Banu’nun, kendini anlatmak zorunda olmayı sevmiyor çünkü, belki de o kadar çok anlaşılmak için uğraştı ki yorgun biraz. Ama şimdi susamaz: “Valla, ne değişti, bilemiyorum. Kafam karmakarışık. Dokuz yıldır burada oturuyorum. Ankara’dan iki günlüğüne burada yaşayan arkadaşımın yanına geldim, geliş o geliş. Huzurluydu. Güvenli geldi, başka translar da vardı çünkü. Daire kiraladım. Bu hafta da satın aldım”. Apartmanı ve aslında sizi yakmakla tehdit edecek kadar nefret dolu insanların hedefiyken daire almak biraz fazla cesaret işi değil mi? “Evet, ama burası bizim evimiz. Nefretin ve korkunun kazanmasına izin veremem. Buradan sürülsem nereye gideceğim ki, transım diye ev bile vermezler. Burayı seviyorum. Arkam deniz. Sakin. Komşularımla dokuz yıldır hiç sorunum olmadı. Aslında şimdi de yok. Hastayım diye bugün yan komşum bana çorba getirdi. Kötü biri olsam yapar mıydı? Çocuklar bizden korkuyormuş. Yalan, merhaba abla, deyip geçiyorlar yanımızdan. Bizden şikâyetçi olanların çoğu yan apartmandan. İşin garibi, travestilerden şikâyetçi olan birkaç apartman sakini dairelerini travestilere kiraladı. Bizden ne istiyorlar, anlamıyorum”. Aylardır arkadaşlarını yalnız bırakmayan LGBT İstanbul Dayanışma Derneği’nden Ebru Kırancı, dayanamıyor, kızgınlığını bastıramadığı sesiyle araya giriyor: “İstekleri çok basit, burada bir rant hesabı var. Bugüne kadar kimse bu evlerle ilgilenmiyordu. Dokuz yıl önce de böyle yaşanıyordu burada, şimdi ne oldu da namus bekçiliğine soyundular? Çünkü fuhuş bahane, rant şahane! Basın açıklamalarında da söylediler bu gerçeği, şu an 4050 milyarmış, translar gidince 100 milyar olacakmış evlerinin değeri. Bu kadar basit yani insan yaşamı. Denizin manzarasını satacaklar diye bizi harcıyorlar. Bu ülkede transların başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmedi, hayatım. Devlet transa iş vermiyor. Tek alternatif, seks işçiliği. O zaman da polis dikiliyor karşına. Toplasınlar, yaksınlar bizi”. Sizin isteğiniz nedir bu hayattan? “Yıllarca nasıl rahat yaşadıysak bundan sonra da evlerimizde rahat oturmak. Suçlanmadan, dışlanmadan. Tıpkı eskisi gibi!” “Ama sadece Meis Sitesi’nde değil” diye düzeltiyor Banu’nun dediklerini Ebru, “şehrin tamamını istiyoruz, Şişli’yi, Ortaköy’ü, Bağdat Caddesi’ni. Çünkü translar vardır”. [email protected] ZÜLAL KALKANDELEN Nereye kadar? eçen ay Kuzey Carolina’nın Charlotte kentinde Demokratik Parti kurultayını izlerken farklı kesimlerden Amerikalılarla konuştum. Türkiye’den geldiğimi duyunca her biri değişik tepki verdi; bazısı hep görmek istediği bir ülke olduğundan söz etti, bazısı Türkiye hakkında bir fikri olmadığı için yönelttiği sorularla tanımaya çalıştı. Ancak birisi vardı ki, bilgisi ve yorumlarıyla beni şaşırttı. Öğlen saatlerinde bir masada oturmuş yemek yiyordum; 60’lı yaşlarında bir kadın masayı paylaşmak için izin istedi. 40 yıl önce Amerikan vatandaşı olan Naz isminde Pakistanlı bir kadındı. Gazeteci olduğumu öğrenince kendi öyküsünü anlatmaya başladı. Gençken Amerika’ya okumaya gelmiş, iletişim alanında doktorasını yapıp üniversitede ders vermeye başlamış. Şimdi kendisine ait bir danışmanlık firması varmış. Bir Amerikalı bana âşık oldu. ‘Gitme evlenelim’ deyince “B kabul ettim. Onca yıl ülkemden uzak kaldığıma üzgünüm ama ne zaman ziyaret etsem orada işlerin giderek daha kötü olduğunu gördüm. Aslında şimdi dönebilirim. Çünkü kocam öldü ve yaşlı annem orada yalnız” dedi yaşadıklarını anlatırken. Neden dönmediğini sorunca verdiği yanıt ilginçti. Pakistan’daki toplum beni korkutuyor. Evet, bu yaşta bile “P G korkutuyor. Bir kadın olarak ne demek istediğimi anlarsınız; sizin de Türkiye’de başınızda aynı dertler var. Özgür müsünüz, kendinizi güvenlikte hissediyor musunuz o ülkede? Başbakanınızın ülkenizi İslam ülkesi olarak yeniden kurguladığını, din baskısının her gün arttığını okuyorum ve inanın çok üzülüyorum. Pakistan’da aynı süreçleri yaşadık. Ben Amerika’ya geldiğim zaman durum orada bugünkü kadar kötü değildi. Örtünmeyene kötü gözle bakılmıyordu. Şimdi her şey farklı.” Konuşma boyunca verdiği örneklerle Türkiye’yi yakından izlediği belli oluyordu. İlgisinin özel bir nedeni Türkiye’nin halkının çok büyük olup olmadığını sordum. “T çoğunluğu Müslüman olan bir toplumda uzun zaman önce laikliği ilke olarak benimsemesi, kadınların durumu açısından önemliydi. Müslüman ülkelerde kadınların ortak denilen kaderini yenmek için dev bir adımdı o. Ama yaşadığı devrimin değerini bilemedi Türkiye. Bu bana çok dramatik geldi. İşin kötüsü, erkek egemen toplumlarda kadınların da kendi aleyhlerine olan uygulamaları savunması. İnanılmaz bir şey bu” dedi. Sonunda konu Amerika’ya geldi. ABD’nin de kendi çıkarları için diktatörlere çekinmeden destek verdiğini anlattım Naz’a. Tüm dünyanın demokrasi şampiyonluğuna soyunurken, kadını ezen, aşağılayan yönetimlerle el ele ilerleyen bir ülke Amerika. “Arap Baharı” adı verilen ama tamamen Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da Amerikan çıkarlarına hizmet edecek yönetimlerin işbaşına getirilmesi için düzenlenen ayaklanmalar zinciri “demokrasi ihracı” olarak pazarlanıyor. Amerika, eğer iddia ettiği gibi dünyanın dört bir ucuna demokrasi götürmeye niyetliyse, o zaman neden Suudi Arabistan’la sıkı dost? Kadının yanında erkek olmadan araba kullanamadığı, seyahat edemediği, okula gidemediği, şeriat yasalarına göre en zalimce cezaları aldığı, kısacası insan muamelesi görmediği ülkeyi dost olarak tanımlamak, ikiyüzlülük değil de nedir? Haklısınız. Burada Naz’a bunları söylediğimde, “H yaşayarak sadece kendimi kurtarmış oluyorum. Oysa Pakistan’da yapacak çok şey var...” dedi. Ardından kısa bir süre sessiz kaldıktan sonra, kendi kendine konuşurcasına usulca şunları mırıldandı: Evet, dönmeliyim. Bu yaştan sonra benim için “E büyük riskler yok ama mesela siz ülkeniz şeriata iyice kaysa nereye kadar orada yaşamaya dayanabilirsiniz?” www.zulalkalkandelen.com [email protected] C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle