Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
14 EKİM 2012 / SAYI 1386 5 O dönemde İstanbul Üniversitesi İktisat Bölümü’ne başladım, bir yandan da bir yıllık kota olan yedi Ferrari’yi altı ayda sattım. Sonra beni fabrikaya, İtalya’ya yolladılar, toplantılara katıldım. Ferrari ailesi oradaydı. Rüya gibiydi. Hatta orada bir sınav yapıldı, 10 soruluk bir sınavdı bu. Dünya ikincisi oldum, birinci 60 yaşında bir İsviçreli’ydi. Böylece küçük bir şöhretim de oldu. Neler sormuşlardı? Ferrari’nin göbek adından, 1962 yılında yarış kazanan Ferrari’nin rengine, pilot Jean Alesi’nin hangi yıl, hangi pistte kaç tur birinci gittiğine kadar çok ayrıntılı sorular vardı. Bu başarı beni daha da görünür kıldı. Altı yıl daha bu işi devam ettirdim, sonra yüksek lisans yaptım ve daha yukarı çıkmak üzereyken askerlik yapmam gerektiğini fark ettim, çünkü önümde bir engel olmuştu. Bir anda kendimi Şırnak Gülyazı’da komando olarak buldum. Haftanın altı gecesi dağda yatıyordum ve bir tim yönetiyordum. Hayatımın tecrübesiydi. Eskiden iyi Türkçe konuşamayanlara küfür ederken şimdi onları kucaklamak istiyorum. Çünkü orada başka bir dünya gördüm. Orada doğmak suç değil, anlamamız gereken bu kadar basit bir gerçek. Orada dünyayı gördüm. Çünkü liseyi Saint Michel’de okumuştum, Etiler’de çalışıp, Levent’te oturuyor ve Ferrari satıyordum. Doğu’da törpülendim, kendime geldim ve döndüğümde başka bir adam olarak işe başladım. Sizin hayatınız Ferrari ile ne zaman kesişiyor. Siz ne zaman “zehirlendiniz”? Hiç unutmuyorum sanırım dört yaşımdaydım. Babam, “dünyada bir otomobil vardır bir de Ferrari” demişti. İlkokulda babamın yurtdışından gelen otomobil dergilerinden kanıma girdi bu tutku. Elbette Ferrari’miz hiç olmadı. Ama büyüdü de büyüdü bu aşk... Aklım fikrim ondaydı. Hatta 90’ların başında bir tane görmüştüm, peşinden dakikalarca koştum. Bir gece kulübünün önünde durdu, ben de yanına gidip amblemini öpmüştüm. Arkadaşlarım kızların ismini yazarken sıralara ben Ferrari yazıyordum. O zaman bu işe başlamak için neler yaptığınız çok merak ediyorum? Ne yaparsam yapayım içinde Ferrari olacaktı, o kadar inanmıştım, bunun için doğduğuma inanıyordum. Lise sondayım bir otomobil dergisinde “Ferrari Türkiye’de” diye bir yazı okudum. Hemen telefonlara sarıldım, şirketi aradım. Zeytinoğlu firması, rüyamı Türkiye’ye getiriyordu. Telefonu açan kadın, “Bize CV yollayın” demişti. Ben ise “O ne demek?” demiştim. Bir şekilde onu ikna ettim, sonra kendimi genel müdürün odasında buldum. 20 dakika sonra satış elamanı olarak işe başladım. Ben arabaları silmeye bile hazırdım halbuki… 17 yaşındaydınız, ehliyetiniz bile yoktu ve satış elemanı oldunuz. Neler yaşadınız? Camlarını silmeye bile razıydım! Fotoğraf: UĞUR DEMİR Ferhat Albayrak Türkiye’de bir Ferrari çizilse haberim olur Ferhat Albayrak dünyadaki en genç Ferrari ve Maserati direktörü. Şu an 34 yaşında ama Türkiye’de 17 yaşından bu yana Ferrari satıyor. Dile kolay, en ucuzu 1 milyon TL’den fazla olan bu otomobillerden bugüne kadar 250’den fazla satmış. Onun hayatı ise bir başarı öyküsü olduğu kadar tutkunun, arzunun ve kendine inancın da serüveni. Ona geçmeden önce bir düşünelim: “Ferrari sizin için neyi ifade ediyor?” Çok pahalı bir otomobil mi? İyi kaçan bir spor araba mı? Yoksa bir kitap ismini mi çağırıştırıyor? Ne düşünürseniz, düşünün; bir Ferrari’niz olma olasılığı, bilge olup onu satma ihtimalinizden düşük. Ama bir Ferrariniz varsa da artık ikincisi için para biriktiriyorsunuz demektir. Farklı bir dünya burası... Zaten Ferrari almanız için paradan çok daha fazlasına ihtiyacınız var. İlk önce kapıdaki güvenliğin sizi galeriden içeri alması için ikna olması gerekli. Sonra da Türkiye direktörü Ferhat Albayrak’ın. Biz de dokunmaya çekindiğimiz bu spor arabanın, (ki onu arabadan ayırıp yalnızca ismiyle anmak gerekiyor sanırım) Ferrari’nin Türkiye patronu Ferhat Albayrak’la buluştuk. “Allah kahretmesin bu adam Ferrari mi kullanıyor, dedirtmemek tek derdimiz” diyen Albayrak’ın hikâyesi ise çok başka. Ferrari dünyanın en pahalı otomobillerinden. sürecini görebilir ve her anına tanık olabilirsiniz. Ama onu almak için çoğu zaman paradan çok Ben de size keyifle eşlik ederim. daha fazlası gerekli. Peki, nedir bu arabayı bu Burası normal bir otomobil galerisi değil. İçeri kadar özel kılan? girip bakmak, katalog almak söz konusu değil, araçlara yaklaşmak imkânsız. Kapılar kilitli ve Satılan yalnızca bir otomobil değil, bir duygu, güvenlik var. Nasıl bir denge kuruyorsunuz bir ayrıcalık, eşsiz bir heyecan. Bir kere bu müşterilerle, içeri girmek için parolalarınız mı var? otomobili üreten, satan, pazarlayan herkes ona tutkuyla bağlı. Bizim yaptığımız da bir iş değil. Kapıdaki güvenlik bir gece kulübünden geldi. Tarifi yok, yaşayan bilir. Müşteri de zamanla bunu İlk onun gözü önemli. Yani filtreleme hem var hem anlıyor. Ferrari hiçbir zaman en hızlı, yok. Bu işin içinde olunca bir şekilde en pahalı ya da en güçlü araba olma insanları ayırt edebiliyorsunuz. Mesela iddiasıyla yola çıkmadı. Tek ben ilk görüşte bir insanın alıcı olup düşündüğü en iyi hissettiren, en iyi olmadığını üstüne başına, bakışına sürüş zevki yaratan ve geleceğin bakarak söyleyemem! Ne zaman söyleyebilirsiniz? teknolojisini sahibine sunan bir ürün olmaktı. Başa dönersek bu bir Bana soru sorduğunda! otomobil değil, bir tutku yumağı. Sorusundan anlarım. Bu başka bir şey, Herkes yediğiyle doyabilir ama nasıl hemen kendini ele verir alıcı. doyduğunuz ve ne yediğiniz önemlidir. Telefonda da bunu anlayabilirim. ALİ DENİZ Aslında işin temelindeki açıklama bu Tabii yüz yüze soru sormak için önce kapıdaki güvenliği bir şekilde kadar basit. Biz de bu süreci tutkuyu USLU ikna etmeli… koruyarak ve hatta onu kamçılayarak devam ettirmek için çalışıyoruz. Bazen müşteri eşofmanla gelmek Sanırım bizim yaptığımız müşterilerimizi istiyor, ya da geliyor. Ben onu alamam, görevli zehirlemek. Çünkü bu araca oturan bir daha arkadaş da almıyor. Gelen ısrar ediyor, sonra beni başka koltuğa oturmak istemez. Geri dönüşü çağırıyorlar ve onu yumuşatıp, rahatlatıp yoktur. bırakıyoruz. “Kurusa bakmayın içeri alamıyoruz” “Sahipsiz Ferrari yoktur” derler, nedeni bu gibi bir yanıtla karşılaşmak istemiyorsanız aracın kişiye özel üretilmesi mi? eşofmanla gelmeyeceksiniz! İnsan kıyafeti ile Aynen öyle. Çünkü fabrika bize; dört kırmızı, karşılanır, aklı ile uğurlanır. Bu çok ince bir çizgi. üç siyah bir de beyaz Ferrari yollamaz. Biz de Yanlış anlaşılmasın takım elbise istemiyoruz ama “şunlardan yolla, ortaya karışık koyalım” demeyiz. giyiminiz tutkunuzu ve saygınızı yansıtır. Bitmez bir tutku, çok para… Bunun dışında Arabaların hepsi kişiye göre üretilir. Müşteri kadar başka neler gerekli bir Ferrari sahibi olmak için? araba vardır. Yani galeriye geldiğinizde bir Ferrari alıp çıkma şansınız neredeyse yoktur. Siz bir restoranda oturuyorsunuz biri geldi, Galerinizde Ferrariler var, onların suçu ne? “Allah kahretmesin bu adam Ferrari mi Genelde test araçlarıdır ve bunlar satılmaz. Çok nadirdir galeri satışı, hatta dediğim gibi imkânsız. Zaten bir Ferrari tutkunu galeridekileri almaz. Ferrari almak üzerine şehir efsaneleri var, ne Siz tutkunuza kavuştunuz mu, ne zaman kadarı gerçek bunların? bir Ferrari’niz oldu? Bizim kültürümüzdeki insanlar sabırsız, çünkü hemen alıp gitmek isteyenler çok. Ama Ferrari Bundan beş yıl önce yani 2007 yılında almak için paradan fazlası lazım. Yeterli paranız babamla birlikte aldık. 250’den fazla Ferrari varsa ve tüm koşullar sağlanırsa bile en az dört ay sattım, hep hayalini kurmuştum ve işte o dört ya da altı ay beklemeniz gerekebilir. Tabii bu yaşındaki çocuk kocaman bir adam olunca süreçte Ferrari fabrikasına gidip aracınızın üretim hayaline kavuşmuştu. kullanıyor?” dedirtmemek tek derdimiz. Ama tabii bunu söyleyen ya Ferrari sahibi ya da potansiyel müşteri olabilir. Ferrari yalnızca erkek arabası gibi konuşuyorsunuz, zaten sahipleri de ona kadın gibi bakıyor. Peki, kadınların ilgisi nasıl? Ferrari çok maskulen bir otomobil. Kadınlar hevesli değiller. “California” modeli bu anlamda bunu biraz kırdı, Türkiye’de de iki tane sattık. Türkiye’deki müşteri profili nasıl? Dünyada sanatçı ve sporcular alıyor Ferrari’yi. Bizde öyle bir durum yok. Merkez de şaşırıyor bu istatistiğe. Satışımızın yüzde 95’i İstanbul’da. Müşteri kitlemiz de üçe ayrılıyor. Ferrari tutkunları, spor otomobil tutkunları, bir de bu otomobili kendine hediye edenler. Onlar genelde Ferrari’yi bir başarı ve ödül olarak kendine değer görenler. Her şey iddialı! Kırmızı Ferrari bir sihir olmalı… Ferrari’nin en bilinen rengi kırmızı ama gerçek rengi sarı. Az bilinir bu, Ferrari’nin amblemin arkasındaki sarı, markanın kurulduğu Modena’nın rengi. Kırmızı ise “Formula 1” 1950 yılında başladığında ülkelere verilen renklerden geliyor. Yani tesadüf. Sonradan otomobil ve renk çok iyi uyuşuyor ve Ferrari her çıkardığı her yeni modeli kırmızı renk ile satışa sunuyor. Ama bana sorarsanız Ferrari’nin ruhu kırmızı. Alıcının istekleri ne kadar törpüleniyor, mesela tüplü Ferrari de bir efsane mi ya da neleri değiştirebiliyor müşteri? Kişileştirilme safhasında motora ve dizayna dokunamazsınız. Yalnızca renk ve koltuk için tercih yapabilirsiniz. Ferrari ile ilgili pek çok dedikodu var ama çoğu gerçek değil, Türkiye’de bir Ferrari çizilse benim haberim olur. alidenizuslu@gmail.com Gündüz satış ve pazarlama müdürüsünüz ama geceleri bir “DJ”siniz. Hem de dünyaca ünlü isimlerle müzik yapmışlığınız var. Nedir hikâyeniz? İkisi de büyük tutku benim için. Pazar günlerini arabama ve müziğe ayırıyorum. Müzik benim elektriğimi ve gerginliğimi alıp yaratıcılığa çeviriyor. Ben bir yandan FG Radyo’da tam on yıldır cumartesi gecesi program yapıyorum. Tekno müziğe profesyonel olarak 1996 yılında başladım. Kulüplerde ve festivallerde çaldım. 2007 yılında ilk albüm çalışmamı Miami’de dünyanın en büyük DJ’lerinden biri olarak kabul edilen Carl Cox’a ulaştırdım. Cox, yeni albümünde bir parçama da yer verdi. 2009 yılında da Cox beni İbiza’daki konserinde en büyük DJ’lerle birlikte sahneye çıkarttı. On binler müziğimle dans etti, kendimi daha iyi hissedemezdim. Ferrari’nizle bile mi? İbiza’ya değil ama İstanbul’daki tüm müzik yaptığım yere onunla gidiyorum ve onu kullanırken asla müzik dinlemem. Bu arada bugüne kadar da Jeff Mills, Tiesto, Paul Van Dyk, Mauro Picotto, Dave Clarke, Marco Bailey, Christian Varela, Samuel L. Session, Miss Kittin, Max Graham ve Benny Benazzi ile çalışma fırsatım oldu. 2007’de sonunda benim de kırmızı Ferrarim oldu Ne renk? Elbette kırmızı! Keyfimi arttırmak istediğim zamanlar onu kullanıyorum. Genelde tatil günlerimi onunla geçiriyorum. Ferrari’si olanlar ikincisi için hayal kurarlarmış ve tabii ki ilkini satmadan. Var mı öyle bir şey? Ben de “ilki kırmızı ikincisi sarı olacak” diyordum hep. Şimdi ikincisi için çok çalışıyorum. Ferrari’nin “limited” ve “süper limited” ürünleri var. Kuralları çok katı. Mesela garajınızda “üç”, “beş” tane Ferrari’niz olmalı ki bu özel gruba girmeye hak kazanabilesiniz. “Super Limited”de ise sizi marka seçer ve davet eder. Hiçbir markada bu kadar ayrıcalıklı bir sadakat anlayışı yoktur. ATAOL BEHRAMOĞLU arış Derneği Davası tutuklusu olarak cezaevinde bulunduğum 1982 yılında yazdığım şiirlerden birinde şu dize vardır: “İnsana yaraşan özgürlüktür”. Bu “metafor”u (şiirsel söz’ü) felsefe diline çevirerek şöyle de söyleyebiliriz: İnsanın özü özgürlüktür… Bunun tersini kabul etmek, köleliğin olumlanması ve bütün insanlık tarihinin yadsınması olur. *** İnsanlık tarihi gerçekten de daha çok özgürleşmek için yapılan savaşımların tarihidir. Çünkü dünya adını verdiğimiz gezegende belki de bir rastlantılar zinciri sonucunda ortaya çıkmış olan insan türü, sürekli arayış içindedir. Bilimin ve sanatın kendi alanlarında ayrı ayrı fakat tek bir amaca yönelik sonsuz arayışlarının ortak hedefi, insanın sonsuzca özgürleşmesidir. En çok insan olduğumuzu en çok özgür olduğumuz anlarda duyumsarız. Bunu sadece bilim ve sanat alanının yaratıcıları değil, her insan teki kendi yaşam deneyimlerinde algılamış olmalıdır. Özgürlük duygumuz ve bilincimiz, var oluşumuzun temel duygusu ve bilincidir... Bu duygu ve bilincin köreldiği toplumlar sürüleşecek, köle toplumlarına dönüşecektir. Yaşamakta olduğumuz “yeni ortaçağ” böyle bir köleleşme sürecinin giderek derinleşen izlerini taşıyor… B (*) Bu yazı, 12 Ekim Cuma günü İstanbul’da “Sanat Özgürlüğün Hizmetinde” başlığı ile gerçekleştirilen sempozyumda yapılan konuşmanın metnidir. C M Y B C MY B Sanat özgürlüğün hizmetinde* *** İnsanın özünün özgürlük olması, bilim ve sanat alanlarındaki arayışların da ancak özgür ortamlarda geçekleşebilmesi demektir. Özgürlüğün hizmetinde olmayan bilim ve sanat; despotluğun, tiranlığın, köleleşmenin hizmetinde demektir. İnsanın özüne ihanet demek olan böyle bir bilimsel ve sanatsal yaratıcılık ise yaratma enerjisini, yaratma duygusunun anlamını en baştan yitirmiş olacaktır. Adına “konservatizm” denilmek istenen şey, tam olarak budur. Tutuculuk, bilimsel ve sanatsal arayışın ölümünün, bu gerçeği gizlemeye çalışan adıdır… *** Şimdi, konumuz bakımından usa vurmamızı sanatsal yaratıcılık alanında sürdürelim… Sanatsal yaratıcılık, özü bakımından içinde özgürlüğü taşıdığından, kendiliğinden özgürlüğün hizmetindedir… Özgürlüğün kendisi, örneğidir… Fakat bazı durumlarda sanatın ve yaratıcısının daha açık seçik tavır alması gerekir. Bu “bazı durumlar”, ne yazık ki tarihimizin neredeyse bütününü kapsıyor… Dünyada ve bizim ülkemizde, çağlar boyunca ve günümüzde, despotluğa, tiranlığa karşı açık seçik tavır almanın bedelini ödemiş ve ödemekte olan sanat insanlarının varlığını biliyoruz. Buna karşılık, baskı dönemlerinde sessiz kalmayı yeğlemiş ve hatta baskı yönetimlerinin yanında yer almış sanatçı kişiliklerin sayısı da az değildir. Bunlar arasında seçkin yetenekli sanatçıların bulunduğu da kuşkusuzdur. Ben, özgürlüğü sadece kendisiyle yaptığı iş arasında bir olgu olarak gören sanatçının, giderek bir yozlaşma sürecine gireceğini ve yaratıcılık yeteneğini yitireceğini düşünüyorum. Yetenek sadece bir iç dünya olgusu olarak değil, bu iç dünyanın dış dünya ile ilişki içinde beslenmesinin, onunla diyalektik iletişim içinde olmasının sonucunda varlığını gelişerek sürdürebilir. Baskının, zulmün, despotluğun, tiranlığın egemen olduğu bir ülkede ve dünyada, gerçek sanatçı, bu ada gerçekten layık olmak istiyorsa sesini cesaretle yükseltmek, sanatıyla da insan ve yurttaş kişiliğiyle de bu zulmün her türüne, her görünümüne, işlediği her suça karşı çıkmak, onu mahkum etmek yükümlülüğündedir… Sanatın özgürlüğün hizmetinde olmasını ben böyle anlıyorum… ataolb@cumhuriyet.com.tr www.ataolbehramoglu.com.tr Gündüz müdür, gece DJ