Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 Engin Öztürk 14 EKİM 2012 / SAYI 1386 Barda çalışıp konservatuvara gittim... “Fatmagül’ün Suçu Ne?” ile ilk kez kamera karşısına geçen Engin Öztürk şimdi de Behzat Ç. ile ekranlarda. Dizide olay yeri inceleme komiseri Emre’yi oynuyor. Öztürk polisiye hikâyelerin bulmaca tarafını sevdiği için role yakın hissettiğini söylüyor. Behzat Ç. ise onun için derdi ve söyleyecek sözü olan bir proje. ALİ DENİZ USLU Fatmagül’ün Suçu Ne?”, kamera karşısında ilk deneyimindi. Rol üstüne oturdu ve sonuna kadar da taşıdın rolü. Nasıl bir tecrübe oldu? İki sezon, 80 bölüm kazasız belasız bitti ve güzel bir sonuç çıktı ortaya. Bana çok önemli şeyler öğretti. İyi de bir amacımız vardı, bu yüzden çok huzurluyum. Mayanda tiyatro var, sen de gücünü ve güvenini ondan alıyorsun. Bu benim “keşke herkes yaşasa” dediğim bir deneyim. Çünkü sahne farklı. Orası tamamen çıplak kaldığın, egonun, “rol” yapmanın işe yaramayacağı tek yer. Evet yaptığım işin temelini bundan alıyorum, almaya da devam ediyorum. Dizilere ara verip tiyatroya ağırlık vermeyi düşünüyor musun? Şimdilik ne o kadar yoruldum ne de tiyatroya özellikle bu yıl o kadar uzak kaldım. Yapmak istediğim şeyler var, yapabildiğim kadar da peşinde olacağım onların. Oyunculuk girmeseydi hayatına şimdi ne yapıyor olurdun? Kesinlikle “şunu yapardım” dediğim bir meslek yok hayatımda ama hayvanlarla ilgili bir şey yapıyor olabilirdim. Öğrenciyken Erdal Beşikçioğlu’nun sahibi olduğu Dib Sahne’nin de müdavimlerindendin diye okumuştum. “Mojo” oyununda sahne almanın da bir hikâyesi var? “Mojo” oyununa kadar Dib Sahne’yi hiç görmemiştim. Oyunun asistanı arayıp Dib Sahne’de koyulacak oyun hakkında görüşmek için çağırdığı gün, benim ilk prova günüm oldu. Sonrasında da Dip Sahne’nin barında çalışmaya başlayıp okul harçlığı çıkarttım ve konservatuvara devam ettim. Tülin Özen Hikâye anlatmayı seviyorum Meleğin Düşüşü, Bal, Vicdan... Tülin Özen’in oynadığı filmlerden birkaçı. Bugünlerde Erden Kıral’ın Yük filminde aşkını ve bağımsızlığını yüklenmiş bir kadını canlandırıyor. Onun için oyunculuk empati kurdurmaya çalışmak demek, sözü olan filmlerde oynamak istemesi de bundan... Çabalamaya devam edebilmek önemli İlk ne zaman sahneye çıktınız? Orta sonda sınıf arkadaşlarımla tiyatro yapmak istiyoruz, dedik. Bir hocamız bizi çalıştırdı ve Çürük Elma diye bir oyun çıkardık. Çok eğlenmiştim. Ama sonra İTÜ’de elektrik mühendisliği okumaya başladınız ve 3. sınıfta terk edip Yeditepe Oyuncuları’ndan eğitim aldınız... Hep tiyatro yapmak istiyordum ama lisede fenmatematik bölümündeydim. Ailem de mühendisti. Herkes gibi sınava girdim, İTÜ’yü kazandım ama üniversiteye gittiğimde ilk yaptığım, daha ders seçmeden tiyatro kulübüne katılmaktı. Müzik yapıyor, dansla uğraşıyor, tiyatro yapıyorduk. Sonra bir gün dörtbeş arkadaş okulu bıraktık; kimimiz müziğe, kimimiz tiyatroya eğildik. Oyunculukta size cazip gelen ne? Hikâye anlatmak sanırım, birinin dileklerini, isteyip yapamadıklarını seslendirmeye çalışıyorsun ve bunu birileriyle paylaşıyor, seni anlamalarını istiyor, oynadığın karaktere empati duymalarını sağlamaya çalışıyorsun. Yönetmenin düşündüklerini insanlara mekânlar, ışıklar, karakterler yaratarak sunarken sen de o bütünde bir grafik olarak yerini alıyorsun. Bu çok eğlenceli. Kendini izleyip o kişiyi bünyene alabilmiş misin, düşündüklerin ne kadar olmuş, daha ne kadar yolu var, onlara bakıyorsun. Peki siz bu yolun neresindesiniz? Bilmem, ben deniyorum, elimden geleni yapıyorum. Her zaman daha zorlayabileceğim yerler var bence. Tek dileğim, bunu yapmaya devam etmek. Olmazsa ne olur bilmiyorum ama bu bir çaba. O Fotoğraf: NECATİ SAVAŞ Şimdi de yine Erdal Beşikçioğlu ve bir dizi fenomeni Behzat Ç. ile yoluna devam ediyorsun. Nasıldı bu diziyle ilişkin, hem şimdi de bir parçasısın? Diziye sonradan katılmak da bu anlamda korkutucuydu ama oyuncularıyla olan geçmişim ve dostluğum bu durumu çok yumuşattı, kolaylaştırdı. Daha da eğlenceli bir hale getirdi. Nedir sence bu dizinin sırrı? Sırrı, sırrı olamayacak kadar açık olmakta, şeffaf olmakta ve söyleyecek bir sözünün olmasında. Behzat Ç.’de yurtdışından gelmiş bir olay yeri inceleme polisini canlandırıyorsun. Nasıl polis olmak, bu arada baban da askerdi? Polis olmak gerçek hayatta nasıl olurdu bilemiyorum ama senaryo üstündeyken heyecan verici noktaları var. Polisiye işlerin “bulmaca” tarafını oldum olası severim ve şu an tam da içindeyim. Olay yeri inceleme komiseri Emre’yi oynuyorum, Amerika’da eğitim almış oranın standartlarını Ankara’ya taşımaya kararlı bir adam. Çünkü ona bu öğretilmiş ve işinde hassas, taviz vermekten hoşlanmıyor dolayısıyla. Hayatında üç şehir var; İstanbul, Ankara ve Eskişehir. Hangisi sana daha yakın? Kendimi bir yere ait hissedemiyorum. Benim işim o yerin içindekilerle... Eskişehir ailemin yaşadığı, doğup büyüdüğüm, tuttuğum takımın şehri. Ankara neredeyse bütün dost ortamımın olduğu, üniversiteyi okuduğum belki de ilginç gelecek ama kendimi en özgür hissettiğim yer. İstanbul’un karışıklığını bile seviyorum, hem biraz da kürkçü dükkânı... Hayatında neler seni yönlendiriyor? Kıyıda mısın, yoksa ortalarda mı yaşıyorsun? Hayatımda beni yönlendiren yaşadıklarıma karşı hissettiklerim. Şimdi işim iyi hissettiriyor, onun çevresinde dolanıyorum. Tabii yarın başka bir şey olursa onun peşinden koşuyor olurum. Diğer yandan tanınan insanın dünyası da değişiyor. Gündelik hayatta çoğu kapı açılıyor, belki de kapanıyor, hayran kitlen oluşuyor. Belki peşinden koşuyor insanlar. Var mı öyle bir durum? Evet, kendini kahraman gibi hissetmek mümkün olabilir böyle olunca. Çünkü durum buna çok müsait. Hayran kitlesi, açılan kapılar... Bunların hepsi insanın egosunu tatmin ediyor, besliyor ve şişiriyor. Fakat çalışmazsanız, yaptığınızın üzerine bir şey koymazsanız bir toz bulutu gibi her şey dağılıyor. O yüzden fazla alışmamak ya da işini en iyi şekilde yapmayı denemek gerekir. nu anlatmaya niyeyse hep gözlerinden başlıyor insanlar; duru, masmavi gözleri var diyerek. Gerçekten öyle ama buraya büyük bir ama açmalı gözleri kadar sözleri de, düşünceleri de net ve duru Tülin Özen’in. Büyük büyük laflar etmiyor, hayatın değişebileceği gerçeğini yadsımıyor. Şimdilik en emin olduğu şey, oyunculuk. Mümkün olduğunca sözü olan ve bunu kendine ait sözcüklerle anlatabilen karakterleri oynamak istiyor. Bunda hayatı adil olmaya çalışarak yaşamayı amaçlamasının da etkisi var. Şimdilerde Erden Kıral’ın uluslararası festivalleri gezen Yük filmiyle karşımızda Özen. Krek’teki “Güzel Şeyler Bizim Taraf”ta oyunu da kasımda başlayacak. Yük’te iki adamın kavgasını ve onları başka zamanlarda, başka şekillerde seven bir kadının, Zeynep’in, hayatını izliyoruz. Zeynep neyin yükünü taşıyor? Aşkın, tutkunun, bağımsızlığına sahip çıkmanın, sevginin... İki dönem var filmde, altı yıl öncesi ve sonrası. Zeynep sevdiği ve tutkuyla bağlandığı evli bir adamla, insanların “orospu” demesini de göze alarak kaçıyor. Ancak o adamın bir ilişkiye sahip çıkabilecek kadar birey yerden dinlemeye, adil olmaya olmadığını, tamamlanmadığını çalıştığımı, insanları sıfatlamaya anlayınca “Seni ya da sıralamaya çalışmadığımı unutmayacağım ama biliyorum. Bunu yaparken de özlemeyeceğim de” diyerek bazı durumlara karşı aldığın ayrılıyor. Sonra sevdiği, ona iyi kararlar ya da haberleri bakan Cemal'le evleniyor. Dikiş izlerken takındığın tutumlar dikerek para kazanıyor, değişiyor. ESRA Erden Kıral’la Yük’ten önce bağımsızlığını kaybetmiyor. V i c dan filminde çalıştınız. Ancak Cemal öldürdüğü bir AÇIKGÖZ Semih Kaplanoğlu’yla da adamın vicdan azabı ve intikam Meleleğin Düşüşü ile Yumurta, alacaklar korkusuyla madene Süt ve Bal üçlemesinde. Sizinle bir film kapanıyor ve kendi ölümünü hazırlıyor. yapan yönetmen tekrar çalışıyor anlaşılan, Zeynep size ne öğretti? neden sizce? Kadınların birçok şeyle baş ettiğini bir Her ikisi de dili olan ve o dil üzerinde kez daha gösterdi. Erkeklerin ne kadar inatçı yönetmenler. Ben de onların dillerini büyük toplumsal baskılar altında olduğunu anlamaya çalışıyorum. Belki de, bir diyalog da. Kendilerini tanımadan bir sürü kurulabildiğini düşündükleri için bir daha sorumluluk ve tanım altına giriyorlar, belki o çalışıyorlardır. güçlü değil, odun kıracak olan olmak Peki sette nasılsınızdır, çalışılması kolay istemiyor belki. Hepimiz bize “verilen” biri misiniz? ödevleri yapmaya zorlanıyoruz. Sizin hayattaki, hayata karşı yükünüz ne? Hem kolay, hem zorumdur çünkü soru sorarım, hemen beğenmem. Bir fikrim Bilmiyorum ya, çok zor bir soru sordun. varsa inat edebiliyorum, hemen anlaşılır Ben bir yükü ne kadar taşıyabileceğimi de başka bir fikrimin olduğu. O anlamda çok bilmediğim için bunu düşünmedim hiç. kolay değilim ama bir kere diyaloğa Şunu söyleyebilirim belki, en büyük geçilince zor da değilimdir. özelliğim dinlemeyi bilmem. Daha adil bir Sokağın gücüne inanıyorum Hrant Dink İçin Adalet’te de, TMK Mağduru Çocuklar Girişimi’nde de, kot taşlama işçilerinin kampanyalarında da görüyoruz sizi. Sokağın gücüne inanıyorsunuz sanırım... İnanmak istiyorum. Sokak, giderek daralan, yasaklarla donatılan bir yer haline gelmeye başladı ve bundan nefret ediyorum. Bu inanç nereden geliyor? Adil olmaya çalışmaktan, herhalde. Ailem bizi politik bir söylemle büyütmedi ama eşitlik hissinin ağır yaşandığı bir aileydi. Herkesle aynı yerden konuşan bir annebabam var, öyle büyüyünce bazı şeyleri ona göre değerlendiriyorsun. İnsanları ayırmayınca, “Bir dakika ya, buradaki tek kişi ben değilim ki, madem iki kişiyiz, ekmeğin yarısını ben alayım” diyorsun. Bu basitlikle büyük ve karışık dünyayı çözemesen bile en azında kendi hayatındaki sorunları çözebilir, sokaktaki öfkeyi sakinleştirebilirsin. Politikadaki öfkeyi sakinleştiremezsin, çünkü onlar paralarla, sınırlarla oynuyor ama biz sokakta daha huzurlu yaşayabiliriz. Hayat dediğin daha küçük yerlerden ibaret. Benim bu kampanyalardaki, girişimlerdeki varlığım da ekstra değil. Sanatçının duyarlı olması gerektiği laflarını bir türlü anlayamıyorum zaten, niye bu laf bir doktor, öğretmen için söylenmiyor. Çoğu oyuncunun aksine, oynadığınız dizilerin sayısı sinema filmlerininkiyle eşit gibi. Böyle bir denge gözetiyor musunuz ya da yeterli televizyon projesi mi gelmiyor? Seçerken sert kriterleriniz mi var? Çok sert değil aslında. Biraz durduğum yerden dolayı da çok acayip teklif gelmiyor belki. Dizi tekliflerini kabul etmenin sinema kadar hatta daha da zorlayan bir yanı var çünkü sinemaya isteyen gider, göreceğinden seyirci daha mesuldür. Ama televizyonda o kadar fütursuz giriyorsun ki eve. O anlamda biraz daha naif bir iş olsun istiyorum, o zaman da bir sürü şeye hayır diyorsun, şiddetin olduğu işlere, bazı konulara... Televizyon zaten her şeyi öğüten, düşündürtmekten çok etiketleyen bir yer. Ben de dikkatli olmaya çalışıyorum, ama ne kadar mümkün, onu da bilmiyorum. Sonuçta diziler iki bölüm sonra başka bir şeye dönüşebiliyor. Şu ana kadar şanslı olduğum işlerdeydim. Bundan sonra ne olur, bilmiyorum. Her geçen gün daha da korkutuyor beni televizyon ama oyunculuktan uzaklaşmak istemiyorsan televizyona işi mecbur yapıyorsun. Az dizide oynamanıza rağmen drama kadar komedide de gördük sizi. Gerçekten şanslısınız anlaşılan... Üsküdar’a Giderken, Erdal Tosun sayesinde oldu. Çok özel bir işti, muhabbetliydi. Üstüne Bizim Yenge geldi, o da çok naifti. Beyaz Gelincik ve Kapalıçarşı’dan sonra böyle iki işin üst üste gelmesi konusunda şanslıydım. Sizinle ilgili yorumlarda mutlaka güzelliğinizle ilgili bir şeyler oluyor. Sizce bu işin ne kadarı güzellik? Televizyonda filan herhalde bir payı var. Mavi gözlü olmak muhtemelen bir avantaj. Şans doğurduğu durumlar olabiliyor ama şanssızlık da getiriyor; yaşından daha küçük gösteriyorsun, ekranda daha kilolu duruyordun, zayıfmışsın gibi olmsuz şekilde etkilediği o kadar çok iş var ki. Daha çok kadını bünyeme almak isterken illa mavi gözlü kadınlarla sınırlı tutulmak istemiyorum. Kimi için Avrupai bir tipim, oysa birçok yerde bizim mahalleden denilecek kişileri oynadım. Ben klişelere çok inanmıyorum, oyuncunun enerjisinin başka bir şey yarattığını düşünüyorum. Charlize Treron’a cani oynatmış insanlar var, o kadın dünyanın en güzel şeyi herhalde. Türkiye’de bu cesareti görmeyi çok isterim, sadece kendim için değil bir sürü arkadaşım da aynı sorunu yaşıyor. esraacikgoz@cumhuriyet.com.tr C M Y B C MY B