16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 Bir zamanlar komünizm hayali kuranlar için “Komünizm Müzesi”ni gezmek hüzün verici bir duygu. Altında McDonald’s, yanında ise bir casino bulunan müzenin simgelerinden biri ise vampir dişli matruşka. 22 OCAK 2012 / SAYI 1348 AYŞE YILDIRIM BİR mektup Nil ve Melisa Fransa’da kamuoyu peşinde Fotoğraf: VEDAT ARIK PRAG’da “müzelik” olan komünizm... korumak yerine, onların toplumlar arası engellerini daha da belirginleştirecektir. Tarih hukuki bir mesele değil, bir sosyal bilim dalıdır. Aksi halde, tarihçiler ne işe yarardı? Eğer Fransa, Ermenilerle Türkler arasında bir diyalog kurmak istiyorsa yardımcı olsun ama böyle kötü bir yasayla bu olmaz. Ama tabii ki şunu da söylüyoruz; bu konuda Türkiye’deki politikalarda da değişiklikler olmalı. Ama bu değişiklikleri başka bir ülkenin parlamentosu yapmamalı.” Nil ve Melisa hafta içi Fransa’ya döndü. Yazdıkları ve 140 imzaya ulaştıkları mektubu da yanlarında götürdü. Gerçi Facebook gruplarından 800 kişiden daha destek aldılar. Konuştuğumuzda “fazla vaktimiz yok” diyorlardı. Şu ana dek imza ve destekçi sayılarını artırdıklarından eminim. Tasarı yarın Fransız senatosunda oylanacak. Onlar da mektuplarını oylamadan önce bir Fransız Senatör aracılığıyla Sarkozy’ye iletecekler. Senatodan nasıl bir karar çıkarsa çıksın başlattıkları işi sürdürmeye kararlılar. İlk hedefleri okudukları okulda bir konferans düzenlemek. Fransa’da tanıdıkları birçok akademisyen ve öğretmenlerinin de kendilerini desteklediğini söylüyorlar. “Bundan sonra da Fransa’da bir kamuoyu oluşturmak için çalışmaya devam edeceğiz” diyorlar. Onlara destek maillerinizi bu adrese atabilirsiniz. [email protected] rag, büyülü bir kent... Meydanları, 100 kulesi, kalesi, Aziz Vitus Katedrali, saati, sokakları, Vltava Nehri üzerindeki köprüleri ile daha adımınızı atar atmaz gözlerinizi kamaştırıyor. İkinci Dünya Savaşı’nda sadece bir tek bombanın düştüğü bu kenti “Hitler’in bile bombalamaya kıyamadığı” söyleniyor. Kentin soylu bir güzelliği var, ama bu soyluluk “asalet”e değil, “görmüş geçirmiş”liğe bir vurgu. Prag, çok şeyler “görmüş” ve “geçirmiş” bir kent. Nazi işgalini de biliyor, Kızıl Ordu’yu da, komünizmi de, Sovyet tanklarını da... Baharı da, kışı da, işgali de, Kadife Devrim’i de... Bir edebiyat okuru olarak benim için Prag; öncelikle Kafka demekti. Sonra, Milan Kundera ve Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği, sonra bir başka yazarsiyasetçi Vaclav Havel...Yılbaşı vesilesiyle Prag’a gittiğimizde Kafka’yı müzesinde selamladık, kalenin yanındaki Altın Yol’da yer alan küçük evini ziyaret ettik ve müdavimlerinden olduğu Louvre kafede yemek yerken de izini sürdük... P Ü ç genç; Nil Eyüboğlu, Melisa Atasi, Sinan Kesova... Pierre Loti Lisesi’nde birlikte okuyan bu üç arkadaş geçen günlerde Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’ye bir mektup yazdılar. Mektubun metni Hürriyet gazetesinde Fransızca ilan olarak da yayımlandı. Soykırımı inkârı suç sayan yasayı eleştiren bu üç genç, kısaca “tarihi tarihçilere bırakın” diyordu Sarkozy’ye. Nil ve Sinan hem Fransız hem Türk. Melisa ise hem Türk hem Suriyeli. Nil ve Melisa ile buluştuk, neden böyle bir ilan BİR kitap Her Savaş Bir Tanrı Öldürür S üleyman Akbulut, kendi hayat hikâyesini anlatmıştı ilk kitabı “Sandalye”de. Kaza sonucu engelli haline gelen bir gencin altüst olan hayatı ile eleştirmenlerden ve okuyucudan tam not almıştı. Şimdi de yeni kitabıyla karşımızda; “Her Savaş Bir Tanrı Öldürür”. Bir askerin baştan sona yıkılıp yeniden kurulan yaşamına odaklanarak, “Bir asker, antimilitarist olabilir mi?” diyor. Bir askerin ölümle, öldürmekle giriştiği hesaplaşmada adeta üçüncü göz oluyor kitap. Savaşı “lanetli ve çirkin bir insan icadı” olarak niteliyor Akbulut, “Onunla yüzleşmenin en yalın, yıkıcı ve can yakıcı şekli ise savaşı, savaşanların gözünden görmektir. İşte bunun için yazıldı bu kitap, hepimize ayna tutmak istercesine.” Doğan Kitap’tan çıkan “Her Savaş Bir Tanrı Öldürür” raflarda yerini aldı. verdiklerini konuştuk. İkisi de Fransa’da ScienscesPo’da eğitimlerini sürdürüyor, Sinan ise McGill’de okuyor. Hatırlarsınız, Türkiye’deki Fransızca eğitim veren (Frankofon) liseler Sarkozy’e bir açık mektup yazmışlardı. Ancak onların mezun olduğu Pierre Loti Lisesi doğrudan Fransız Milli Eğitimi’ne bağlı olduğu için okul müdürü bu mektubu imzalayamamıştı. Bunun üzerine üç genç arkadaş oturmuş ve “biz de bir mektup yazalım, daha açık olsun herkes imzalasın” demiş. “Ertesi gün üçümüz buluştuk. Altı saat boyunca mektubu tasarladık” diyor Melisa: “Bizim asıl amacımız Sarkozy'nin mektubu okuması. Ama yetmiyor, çünkü yırtıp atar, kimse de farkında olmaz. Biz Fransız kamuoyu farkında olsun, okusun ve sayın Sarkozy’nin oportünist politikalarının içinde kalmasın istiyoruz. Yani biraz düşünsünler diye bunu yazdık.” Kendilerini Fransa ile Türkiye arasında kalmış öğrenciler olarak tanımlıyor Nil. Onun için de “Biz bir şey yapmazsak kim yapacak?” diyor. Oldukça da realist. “Biliyoruz ki bu mektup hiçbir şeyi değiştirmeyecek ama insanlar en azından düşünsün istiyoruz.” Amaçları açık; bir duyarlılık oluşturmak: “Mektubumuzda açıkça yazdık. Soykırım var mı yok mu, o bizim konumuz değil. Bu tarihçilerin işi. Biz buna karışamayız. Biz sadece böyle bir yasa yapmak büyük bir suç diyoruz. Bu yasa Fransa’daki azınlıkları Lennon duvarı. Kentin sokaklarında kaybolurken, yakın tarihinde önemli rol oynayan 3 adreste durakladık. Prag’ın kalbi Vaclav Meydanı’nda atıyor. Vaclav Meydanı, kentin tarihine tanıklık etmiş, önemli dönüşümlerde rol oynamış, pek çok gösterinin adresi. Nazi karşıtı gösterilerden, 1968’de Sovyet tanklarını protesto için düzenlenen gösterilere, Prag Baharı’na, 1989 yılında komünizmin yıkılışına dek pek çok önemli olay bu meydanda başlamış, sonlanmış. Meydana çıktığımızda “en yakın tarih”le karşılaştık. Meydanın başındaki ulusal müzenin önünde 2011 yılı Aralık ayında yaşamını yitiren eski cumhurbaşkanı, Kadife Devrim’in öncülerinden Vaclav Havel’in resmi vardı. Praglılar Aziz Vaclav anıtı önünde yaktıkları mumlarla Havel’i selamlıyordu. Heykelin çevresinde yüzlerce mum, mektup, kalp şeklinde yazılar ve fotoğrafla Havel anılırken; caddenin aşağısında belediye meydanında ise kent ışıl ışıl yeni yılı kutluyordu. Ağaçlar süslenmişti, yılbaşı nedeniyle meydana kurulmuş büfelerde sıcak şarap satılıyordu. Meydana kurulan sahnede giysileriyle, saçlarıyla Beatles’ı taklit eden gençler Beatles şarkıları söylüyordu. Prag’da Beatles’ın, John Lennon’ın özel bir yeri var. John Lennon öldürüldükten sonra yasını tutan Çek gençliği, Kampa Adası’ndaki bir duvarın üzerine “imagine” yazıp BİR ödül Dostoyevski çöpten iki ödül çıkardı O nunki bir umut öyküsüydü. İlkokulu bile bitiremeyen kâğıt toplayıcısı Oktay’ın çöpte bulduğu bir kitapla değişen hayatı. Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sıydı kitap. Kitabı okumaya başladı Oktay. Sadece onu değil çöpten bulduğu tüm kitapları hem okudu hem biriktirdi. Sonun da bir sahaf dükkânı açtı. Artık sokaklarda yaşamıyor ama hâlâ sokakta olanları koruyan, kollayan ve en önemlisi de onları anlayan bir ağabey Oktay. Sağduyusu ile hayatını yoktan var eden bu gencin hikâyesini Enis Rıza “Çöpte Dostoyevski Buldum” adıyla belgesele taşımıştı. İşte bu belgesele 16. Boston Türk Filmleri Festivali ve Yunanistan 2. Corinthian Peloponnesian Uluslararası Film Festivali’nden “En İyi Belgesel” ödülleri geldi. Yarışmalara katılmadığı halde ödül üstüne ödül alan Enis Rıza, yakında yine çok ses getirecek bir belgesele imza atacak. yanına Lennon’ın bir portresini çizmişler. Polis yazılanları silmiş, gençler yeniden yazmışlar. Bu duvarda bir grafitti mücadelesi başlatılmış. Lennon duvarı, muhalif seslerin mücadele alanı olmuş. Duvardaki yazıları artık kimse silmiyor, hatta turistik TÜREY mekâna dönüşmüş. Kenti ziyaret edenler Lennon duvarını KÖSE da görmeden geçmiyor. Duvardan Lennon’ın şarkı sözleriyle, fotoğraflarıyla barış ve aşk mesajları veriliyor... Orta Avrupa’nın bu görkemli kenti bir “açık hava müzesi” olduğundan, en iyi sokaklarda yürüyerek kentin güzelliğinin tadına varabiliyorsunuz. Prag’da çok fazla müze ziyaret etmek istemedik. Ancak, turizm bürolarında “Komünizm Müzesi” broşürlerini görünce gitmeden edemedik. Üzerinde Stalin resmi bulunan “Dream, reality, nightmare” (Hayal, gerçeklik, kâbus) yazılı broşürler müzenin içeriğini haber veriyordu. Müzenin altında kapitalizmin simgesi McDonald’s, yanında ise bir casino vardı. Müzenin girişinde elinde orak çekiçli kızıl bayrak olan dev bir Lenin heykeli karşılıyor ziyaretçileri, daha sonra Lenin, Marx, Stalin heykelleri, büstleri, sosyalist gerçekçi propaganda sanatı örneği resimler, okul kitapları, afişler, sosyalist gerçekçi resim örnekleri, oraklar, çekiçler, kızıl yıldızlar sergileniyor. Videoda yakın tarihle ilgili bir film gösterilirken, görüntülere eşlik eden şarkı sözleri çok dokunaklıydı: “Hayat sana teşekkür ederim, çektirdiğin acılar için, yaşattığın işkenceler için... Ve bunların karşılığında bize öğrettiklerin için...” Müzenin simgelerinden biri vampir dişli matruşka. Her müzenin olduğu gibi bu müzenin de “shop”u var. Vampir dişli matruşkalar, karikatürize edilmiş Lenin resimleri, kartlar, tişörtler ile Lenin mumları satılıyor. Bir Lenin “mumu” önünde düşüncelere dalarken; yılbaşı gecesi tanık olduğumuz bir an geldi gözlerimizin önüne. Bir turist elindeki sosisli sandviçi çöpe atınca fırlayıp gelen yaşlı bir adam çöpten çıkardığı sandviçi yemeye başlamıştı... Bir zamanlar “komünizm” düşleri görmüş olanlar için hüzün vericiydi komünizmin “müzelik” olması. Ama “Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar” diyen komünizmin ütopyası bugün de güncel değil mi? Ekonomik krizden sonra birileri “Karl Marx haklı mıydı” diye sormaya başlamadı mı? Ve John Lennon’ın “Imagine” şarkısındaki çağrı hâlâ yüreklerimize değmiyor mu?: “Cennetin olmadığını hayal et / Hiç ülke olmadığını hayal et / Bunu yapmak zor değil / Öldürecek ve uğruna ölecek bir şey yok / ve din de yok / Hayal et bütün insanların / hayatı barış içinde yaşadığını / mülkiyetin olmadığını hayal et / hayal et bütün insanların / tüm dünyayı paylaştığını...” ZÜLAL KALKANDELEN C M Y B C MY B Leonard Cohen Leonard Cohen” başlığını taşıyan bir yazı u sütunda “L görmek belki bazı kişileri şaşırtabilir ama eminim herkesi sevindirecektir. Şarkıları, şiirleri, çizimleri ve romanlarıyla hayatımıza anlam katıp güzelleştiren bir bilge Cohen. Bu eşsiz Old Ideas”ın tanıtımı için Paris’te sanatçının yeni albümü “O yaptığı toplantıya Türkiye’den ben katıldım! Kültür sayfamıza bu konuda bir yazı yazdım ama paylaşmak istediğim ayrıntılar var; onları da burada anlattım. İtiraf ediyorum; Paris’in lüks otellerinden Hotel Crillon’un görkemli salonlarından birine girdiğimde kalbim heyecandan her zamankinden daha hızlı atıyordu. Giyimime de ayrı bir özen göstermiştim ama toplantıdaki diğer basın mensuplarına bakınca kot pantolonla gelenler de olduğunu gördüm. Oysa Hürriyet Daily News’tan arkadaşım Çetin Cem Yılmaz’ın dediği İnsan Cohen ile kafede bile buluşacak olsa iki dirhem bir gibi, “İ çekirdek giyinmeli!” Nitekim kapı açılıp da 77 yaşındaki Cohen her zamanki şık haliyle içeri adım atınca, salondaki tüm gençler kıskandı. Ama daha da çarpıcı olan, o bilgeliğini yansıtan sözleri sıraladıkça, hepimizin adeta nutku tutuldu. Şapkasıyla bizleri selamladıktan sonra ilk sözleri şöyle oldu: Geldiğiniz için teşekkür ederim. Bazılarınızın çok uzaktan “G B geldiğini biliyorum. Bunun için minnettarım. Burada sert zeminde oturduğunuz süreyi uzatıp içki içilecek zamanı geciktirmek istemiyorum. Ayrıca albümü dinlerken size bakmayacağım. Yüz ifadelerinizi, beğenilerinizi ya da memnuniyetsizliklerinizi gözetim altında tutmak istemiyorum. O nedenle ben de sizinle aynı tarafta oturacağım. İçinizden geldiği gibi tepki verebilirsiniz. Kaydı dinledikten sonra sizinle tekrar konuşacağım.” Ve ardından menajeri ile birlikte salondaki sandalyelere oturarak albümü baştan sona bizimle birlikte dinledi. Yüzünü bize dönüp, tepkilerimizi ölçme baskısında bulunmayacak kadar düşünceli bir müzisyen Cohen. Yan yanaydı gazetecilerle; gözleri kapalı kaldı albüm boyunca. Elinde konuşurken kullandığı mikrofon, zaman zaman sol ayağıyla tempo tutarak dinledi şarkılarını. Ben bu tür albüm dinleme seanslarına yurtdışında defalarca katıldım. Yabancı müzisyenler, haklı olarak, bizde olduğu gibi albümü dinlememiş gazetecilerin sorularını yanıtlamayı istemiyor. Bu nedenle önceden dinleme toplantıları yapılıyor. O toplantıya katılmayanlara da röportaj verilmiyor. Ancak bugüne kadar gazetecilerle birlikte oturup albümü onlarla beraber dinleyen müzisyen görmemiştim. Benim için hayatım boyunca unutamayacağım duygusal bir deneyim oldu bu. Cohen’a onun için bu deneyimin nasıl olduğu Kimse terk edip gitmedi” dedi gülerek. O sorulunca, “K konuştukça, kendisini yıllar içinde böylesine süzüp, bu kadar törpülemiş olmasına, alçakgönüllü tavrına daha çok hayran kaldık. O kadar ki moderatörlük görevi üstlenen Fransız Bizim için ne anlama geldiğinizin farkında radyocu, “B mısınız? Bazen size gösterdiğimiz saygıdan sıkılabilirsiniz belki de. ‘Mükemmel şarkıcı’, ‘mükemmel şair’, ‘mükemmel akıl’ vb. ifadeler ne hissettiriyor?” diye sordu. Muhteşem. Gerçekten iyi hissettiriyor. Bu tür bir inceliğe “M teşekkür etmekten başka bir şey söylemek çok zor” dedi. Pazartesi akşamından beri düşünüyorum. Tanıdığım en kibar, en akıllı, en yetenekli, en karizmatik, en duyarlı insanlardan birisi Leonard Cohen. İçtenliğe ulaşmak için kalbinin ve aklının en derinlerine inen ender bir sanatçı. Toplantıdan sonra kokteyle gelip bizimle fotoğraf çektirirken gözünde gördüğüm mutluluk hep sürsün dilerim. İdeal bir insan varsa o Leonard Cohen... www.zulalkalkandelen.com / [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle