01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 18 EYLÜL 2011 / SAYI 1330 Bu cinayetler katliamdır... Her gün en az iki cinayet haberi okuyoruz. Maktulleri hep kadın. En çok da “sevdik”leri ya da “seven”leri tarafından öldürülüyorlar; kimi zaman tutsuz yemek yaptıkları, kimi zaman kot giydikleri için. Kadın cinayetleri katliam boyutuna ulaştı. Hükümetse şiddeti durdurmak, kadını korumak yerine aileyi güçlendirmekle yetiniyor. Oysa sorun derin, çözümü de köklü olmalı, ama... ESRA AÇIKGÖZ Çetinkaya’dan özgürlüğe ve aşka davet GAMZE AKDEM R ikmet Çetinkaya, “Kadınlar, Yağmur ve Kuşlar” adlı, hayatın gerçeklerine ve yamacındaki o “ıskalamayın” dediği küçük dev mutluluklara davet eden, kirpikleri mavi, göğü mavi, düşleri mavi yeni bir kitapla karşılıyor okurlarını bu sonbahar mevsiminde. Yorgun sokaklardan geçen, ırmaklar içinden karlı öpüşler getiren aşkı anlatıyor en önce, bir akşam yıldızı gibi kaybolup gidenlere ithaf edili satırlarla bezeli yazılarında. Zamanın saatlerini durdurtan bir aşkın kalbinden aktarıyor. “Düşlerin ağırlaşmış dünyasında bilir misin aşk ve şiir her şeydir!.. Bir gün dışarıya çıktığında göğe bak, hem maviyi yakalayacaksın, hem de aşkı!.. Aşk yaşamdır, unutma!.. Unutma, yaşam küçük öykücüklerle doludur!.. Bir orman yangınındaki ağaçlar gibi, onurlu ve korumasız! Aşk büyürse eğer tıpkı bulutların arasından gözüken aya benzer!.. Bit, dersin bitmez!.. Git, dersin gitmez!..” diyor… Kenarları dingin akan ırmaklarda dolaşıyor yazılarında, çocuksu sevinçleri, hüzünleri yakalıyor duraksız. “Sevgiyi unuttuk, çünkü kış ağaçlarına asılı kalan tutkularımızı kuruttuk, çünkü zamana yenik düştük” diyerek... Bu nedenledir ki kravatlı çetelere, kimileri liberal, kimileri şeriatçı, kimileri milliyetçi maskesiyle dolaşan, emeğe, sola, aşka, yaşama mümkünse her şeye düşman, ötekici ve bizatihi kinci, kurulu devcil, o global sömürücülerin kuklalarına çekili yuhu. 16 yaşındaki Sevda niçin ölümü seçti diye soruyor Çetinkaya sonra? Ya geleneğin, yoksulluğun ve birey olamamanın sıkıntısıyla canlarına kıyan Zeynep Ulan (19) ile altı çocuk annesi Nafiye Kaya’nın (36) çektikleri... Ya Batman’da, Lice’de, Hakkâri’de, Şırnak’ta intihar eden ve/veya töre cinayetine kurban giden genç kızlar... Meydanları tanımış, sokakları mesken tutmuş, hüzün müydü dünyanın rengi, yoksa mutluluk muydu hiç bilememiş, Pedro Salinas’ı okuyup yıkılmış inanılmaz düşler yakalamış, Akhisar’da tütün mitingi öncesi patlayan kuşkulara, Çarşamba’da Karadeniz’den kopup gelen bulut sürülerine hiç aldırış etmemiş 68’lilere de sesleniyor Çetinkaya. Bugün birkaçı hariç, acıya ve ihanete hep göğüs gerdiklerini; kıskanç zaman kıyılarına sürüklenirlerken hüznün resmini çizdiklerini yazıyor… Derken olanı bitenin farkında ol, susma ama hayatı da ıskalama diyor okura… Nasılı belli! Nâzım’ın dizelerinden çıkıp gelsin aşk tıpkı 1940 sonbaharında olduğu gibi mesela hayal et. Sonra biraz Turgut Uyar oku, Edip Cansever’in şiirlerinden tat al. Geceleri çiçek açan ıhlamur ağacını gör, olmadı düşle be kardeşim! Bir Cemal Süreya ol, gülü al yüzüne sür. Bir güvercin uçuşunu bölüş; gökyüzünün o maviliğini yakalamaya çalış. Cezaevlerinde yatan çocukları da düşün, Kars akşamlarını da yaşa; Erzurum Garı’nda Doğu Ekspresi’ni bekle; Malabadi Köprüsü’nde soluklanıp karşıki dağlara bak; Mardin Çarşısı’nda gümüş işçileriyle konuş!.. Var mısın Şırnak’ta umut toplamaya, dil’de yaşamı coşkuyla kucaklamaya! Özgürlüğe, barışa, dostluğa, kardeşliğe, insanca yaşamaya! Bil ki kitabı okudukça bir kuş kanadında Söke Ovası’nı geçip Bafa’ya konacaksın; Gediz Ovası’ndan çiçekler toplayacaksın daha... Karadeniz’de coşkulu, Ege’de imbat, Çukurova’da sımsıcak olacaksın... Kızılırmak kıyısında da sevginin öyküsünü yazacaksın… G [email protected] K TAP Baştarafı 1. sayfada Evet, kadınların çoğu hane içindeki erkekler tarafından öldürülüyor ya da şiddete uğruyor ne yazık ki... Bu nedenle kadınların durumunu, ilişki içinde bulundukları erkeklerin durumlarıyla birlikte düşünmeliyiz. Ailenin nasıl dönüştüğüne, cinsler arasındaki güç ilişkilerinde ne gibi yeni dinamikler olduğuna dair henüz yeterince araştırma yapılmıyor. O nedenle sadece bazı genel gözlemler yapabilirim. Bence çoğu altorta sınıf ailede bir zamanlar geçerli olan ataerkil pazarlık artık çözülüyor. Yani, erkeğin eve ekmek götüren, ailenin koruyucusu, kollayıcısı rolünü oynadığı, kadınaysa itaatkâr eş ve anne rollerinin düştüğü pazarlık, artık iki yönden de zorlanıyor. Genel olarak erkek kimliğinde bir kriz ve erkeğe atfedilen güçlerde bir azalma var. Öte yandan kadınların da güçlenme arayışları, talep ve arzuları, direnme ve kaçış arzuları artıyor. Bu iki dinamikten çıkan sonuç, erkeklik kimliğinin ancak aşırı bir şiddet biçiminde kendini ileri sürmesi oluyor. Aslında her iki cinsin de hayattan beklentileri artıyor, ama farklı biçimlerde. Kadınların erkeklerden duygusal, cinsel, maddi beklentileri artıyor. Erkeklerse kadınları giderek daha fazla zorlayıcı güç olarak deneyimlemeye, yani zorlanmaya başlıyor. Erkeklik kimliğinde aslolan kadına “sahip olmak” ve bu da giderek zorlaşıyor; özellikle de istikrarlı bir evlilik ve aile yaşamını kurmak, yürütmek... Kadın, sınıfsal olarak şanslı erkeklerin sahip olabildiği, ama başkalarının elde etmede ya da tutmakta giderek zorlandığı bir “meta” haline dönüşüyor. Elbette bunlar kısmi gözlem, sınıfsal, etnik, yöresel, dinsel farklılıklara göre daha incelikli araştırmalar yapılmalı. Kadına yönelik koruma uygulamaları çoğunlukla aile politikaları üzerinden biçimlendiriliyor. Kadını birey olarak korumaya yönelik politikaların geliştirilememesinin nedeni ne sizce? Bu çok önemli bir sorun. Türkiye gibi güçlü ataerkil kültürde kadını aileden ayırıp düşünmek çok zor. Kadının tüm kimliği neredeyse aile içi rollerle sınırlandığı için. Bu ayrımı muhafazakâr bir partinin yapmasını beklemek gerçekçi değil. Buradaki soru şu: Günümüz Türkiyesi’nde, hızla değişen güç ilişkileri bağlamında, kadını aile içinde görmek ve korumak mümkün mü? mamları devreye sokmak, cezaların caydırıcılığını arttırmak ve aileyi sosyal politikalarla desteklemek gibi yeni yönelimlerin yapısal sınırları neler? Bir kere, bu tür aileci politikaların söylemsel ve politik başarıetkisi büyük olsa da, gerçekte son derece kısmi ve zayıf. Kadınların bütün olarak, ekonomik, toplumsal, siyasi, kültürel güçlenmesinin yolunu açmayan her siyaset kadınları baskılamaya devam etmek zorunda. En fazla kadınların baskılanmasının yüzeye vuran sonuçlarını idare etmeye, sorunu yönetmeye aday. AKP de bunu yapıyor, yüzeye vuran sorunlardan kendi aile ve muhafazakâr ahlak anlayışını güçlendirmek için faydalanıyor. Son zamanlarda bakanlığın cinayetleri önleme tedbiri olarak ortaya attığı elektronik kelepçe uygulaması ya da devlet kurumlarında toplumsal cinsiyet eğitimi gibi önlemler bu sorunu çözebilir mi? Yapılması gerekenler sizce nedir? Feministler olarak hep eril tahakküm sorununun ve onun parçası şiddetin politik bir sorun olduğunu söylüyoruz. Bu nedenle, çözümde “suçluların” cezalandırması, “sapıkların” ıslah edilmesi, “güçsüzlere” yardım ve sığınak sağlamak gibi yaklaşımların öne çıkmasını doğru bulmuyorum. Elbette şiddet sorunu, acil olarak müdahale gerektiren yakıcı sorun. Ceza yasasında, adli süreçlerde, sosyal politika alanında acil yapılması gerekenler var. Feministler uzun zamandır bunun mücadelesini veriyor, hükümet ve meclisin üzerine düşeni yapmasını bekliyoruz, yapılanları destekliyoruz. Bir kadının hayatı bile bizim için değerli. Özellikle hukuki korumanın etkinleşmesini ve sığınma evlerinin artmasını istiyoruz. Öte yandan eril tahakküm sorunu, politik bir mesele olarak tüm boyutuyla ele alınmalı ve kamusal politikalara yön vermeli. G H “Kadın Cinayetlerini Durduracağız” Platformu her gün eylemde. Nesrin Suiçmez (solda), hamileyken kendisini öldüren kardeşiyle. AKP ailenin altını oyarak koruyor! Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yılmaz Esmer’in başkanlığında yapılan Türkiye Değerler Araştırması’na göre, “Kadın her zaman kocasına itaat etmeli, onun sözünden çıkmamalıdır” lafını doğru kabul edenlerin oranı 1996’dan bu yana aynı; “Bir erkeğin, birden fazla eşinin olması kabul edilebilir” sözüne katılanların oranı 1996’da yüzde 10 iken 2011’de yüzde 23’e çıkmış; “Bazı kadınlar kocalarından dayak yemeyi hak ediyor” diyenlerin oranı 1996’da yüzde 19’ken 2011’de yüzde 30 olmuş... Bir yanda kadına yönelik şiddete, “namus” cinayetlerine karşı yıllardır sürdürülen mücadeleler ve kazanımlar diğer yanda “muhafazakârlaştığımıza dair yorumlar”... Bu noktada kadın cinayetlerinin artmasında AKP’nin politikalarının nasıl bir payı var? Bu çok karmaşık ve tartışmalı bir mesele. Tam bir yanıt olmamakla birlikte, şunların üzerinde düşünülmesi anlamlı. AKP, hem ilk iki döneminde güttüğü AB uyum süreci politikası, hem neoliberal politikaları hem de aileci ve muhafazakâr yönelimi nedeniyle ailenin ve kadınların durumunu değişik ve çelişkili biçimlerde dönüştürüyor. Bu karmaşık süreci analiz etmeden özellikle şiddet ve cinayetler üzerine söz söylemek zor. Yine de şunları söylemek mümkün. AKP, bir yandan neoliberal politikalar eliyle ailenin altının oyulması sürecini derinleştiriyor, öte yandan aileci muhafazakârlaşma yoluyla yeniden bir ataerkil pazarlık kurulmasını sağlamaya çalışıyor. Ancak elbette sosyolojik dinamikleri sıfırdan yaratan ya da durumu mutlak yönlendiren, kontrol edebilen bir güç değil. Mevcut dinamikler üzerinde iş görüyor, kısmi etkiler yaratıyor ve kontrol dışı ya da amaçlanmamış sonuçlara yol açıyor. Kadına şiddetin ağırlaşması, bence böyle kontrol dışı bir sonuç. Ve AKP, bu şiddet olgusunu, ataerkil pazarlığı güçlendirmek için stratejik bir zemin haline getirmeye çalışıyor. Cinayetlerdeki artışı Türkiye’de güçlenen siyasal slamla da bağlantılandırabilir miyiz? Aileci ve muhafazakâr politikaların aile içi şiddeti mutlaka ve doğrudan arttırdığını söylemek doğru değil. Tersine slamimuhafazakâr aile ideali, slamın erkek üzerinde “medenileştirici” bir etki yarattığı, kadının ise “kendi fıtratına uygun” rollere uymaya yönlendirildiği bir aile modeli tasavvur ediyor. Bu modelden şiddet çıkması için, kadınların bu rolleri ciddi biçimde sorgulamalı ki henüz böyle güçlü eğilim yok. Ancak bu aile modeli büyük ölçüde ideal bir söylemsel model, belirli sınıfsal varsayımlara dayanıyor ve gerçeklikte ailelerin dinamikleri çok daha karmaşık. Öte yandan kadının annelik ve karılık rollerine sıkıştırıldığı, kadınlık ve erkekliğe dair normların belirginleştiği, aile ve cinsel pratiklerin meşru ve gayrimeşru biçimlerinin sert biçimde ayrıştırıldığı muhafazakâr bir söylemin güçlenmesi gençler, kadınlar ve normdan sapan herkes üzerindeki baskının, denetimin artacağı anlamına gelir. Türkiye toplumu ve özellikle kadınlar kendine sunulan bu sınırları zorladığı ölçüde, muhafazakâr söylemlerden, şiddet içeren cinsiyetçi ve faşizan söylemlere daha kolay geçiş olacaktır. Ancak bu ikisi aynı şey değil. G Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. [email protected] C M Y B C MY B mtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç Genel Yayın Yönetmeni: brahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Miyase lknur Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ dare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli / stanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Reklam Koordinatörleri: Hakan Çankaya / Neşe Yazıcı Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 74 / 75 (0212) 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt / stanbul
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle