Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 28 AĞUSTOS 2011 / SAYI 1327 yilik eziyete dönüşmesin! A şırı evcil hayvan biriktirme diye bir rahatsızlığı belki çoğunuz bilmiyorsunuzdur. Özellikle büyük şehirlerde yaşanan, veterinerlerin bile tepkilerden çekindiği için açık açık dile getiremediği bir sorun. Zaten hayvan hakları konusunda çok ciddi sıkıntıları olan bir ülkede bir de kalkıp 'bu kadar çok hayvanı aynı evde yaşatmaya çalışmak da bir nevi işkencedir' demeleri elbette biraz zor. Ama bir veterinerle sohbet etme olanağı bulduğunuzda bu konuyu açmayı deneyin. Duyduklarınıza inanamayacağınız kadar çok hikâye anlatacaktır size. şte bizim dinlediğimiz bir örnek: “Varlıklı bir aile. Kadın oldukça bakımlı ve şık gelirdi buraya. Evde iki kedi beslediğini söylüyordu. Zamanla kedilerin sayısı artmaya başladı. 10, 20 derken 30'u geçtiğini sanıyorum. Bir süre sonra o şık ve bakımlı kadının görüntüsü değişmeye başladı. Para yetiştiremiyordu kedilerin bakımına. Mamasını geçtim, birisi hastalansa diğer bütün kedilere bulaşıyordu. Bu bir veteriner için çok zor durum. Hangi kedinin hasta olduğunu bulmak, hangilerine bulaştığını Özge Altan Aytun ortaya çıkarmak. Ya da hepsine aynı ilacı vermek. Onların aşıları... Bir de o evin halini gözünüzün önüne getirin. Dar bir mekânda yaşamaya çalışan, sürekli birbirleriyle kavga eden ve hastalıktan kurtulamayan kediler. Evdeki o ağır koku ve bazı hastalıkların insanlara bulaşma riski de cabası. Bu durum haliyle karı koca arasında da büyük bir tartışma yaratıyordu. Adam başa Murat Arslan çıkamayınca karısından ayrılmak zorunda kaldı. Kadın hâlâ sokak sokak gezip kedi toplayıp evine götürmeye çalışıyor. Sadece oturduğu mahallede de değil neredeyse stanbul'un her yerini dolaşıyor. Aslında bu da hayvana yönelik bir işkencedir. Kadınla konuşup anlatmayı çok denedim, yaptığının aslında hayvanseverlikten uzak olduğunu söyledim. Ama nafile. Başka bir ruh halinde oldukları için bu sefer bize de saldırıyorlar.” stanbul Veteriner Hekimler Odası Yönetim Kurulu Başkanı ve stanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Murat Arslan da veterinerlerden bu yönde çok fazla şikâyet aldıklarını anlatıyor. Ayrıca uzman psikolog Özge Altan Aytun'un anlattıkları da bu durumun psikolojik boyutlarını anlamamız açısından önemli. Onları sevmeyin ya da bakmayın demiyoruz. Bir evde 30 kedi beslemenin hayvanservelikle ilgisi olmadığını söylüyoruz. Veterinerlere göre bu aslında hayvanlara yönelik bir işkence ve psikolojik bir rahatsızlık. Eğer onları gerçekten düşünüyorsanız, evinize bakabileceğiniz sayıda hayvan alın ve Haytap'ın çağrısına ZUHAL AYTOLUN uyun, sokağınıza bir kap su ve biraz yiyecek koyun. hekime götürün diyoruz” diyor ve son söz olarak ekliyor: “Hayvansever olmak en az çocuk sahibi olmak kadar sorumluluk gerektirir.” Peki nedir bizimle birlikte yaşayan hayvanlara karşı sorumluluğumuz ve bunun ne kadar farkındayız? Söze hayvanseverliğin tanımıyla başlamakta yarar var. Neticede ya evlerimizde bahçelerimizde bir ya da birden fazla hayvan besliyoruz ya da sokak hayvanlarıyla bir şekilde iletişim kuruyoruz. Aslında Murat Arslan, günümüzde şehirli hayvanseverlik tanımının da değiştiğini belirtiyor: “Her şeye rağmen doğadan uzaklaşan ve yalnızlaşan insanın, son zamanlarda sığındığı liman hayvan sahibi olmaktan geçiyor. Sorumluluğu taşıyamayan kişiler bir süre sonra bu hayvanları sokağa bırakıyor, kötü şartlarda yaşamasına neden oluyor.” Bu önemli bir tanımlama. Çünkü sorumluluklarımızın ne kadar farkında olduğumuzu çok da sorgulamıyoruz. Arslan, “Malesef birçok insan halen hayvanı, alınıp satılabilen, doğum günlerinde hediye edilen bir süs eşyası gibi görüyor. Bu nedenle hayvanı sahiplenirken onun yaşamıyla ilgili bir hazırlık yapma gereği duymuyor. Oysa ki gerek insani, gerek hukuki sorumluluklarımız buna engel olmalıdır.” Aslında 5199 sayılı kanunda hayvanseverlerin sorumlulukları belirlenmiş. Yetersiz de olsa cezai yaptırımlar bu yasa maddesiyle açıklanıyor. Fakat malesef denetim yetersizliği ve “ne olacak, ne de olsa hayvan” zihniyeti, yaptırımları engelliyor. KARNI TOK SIRTI PEK DEĞ LLER Sanmayın ki iş bu kadarla sınırlı. Tüm bu hassasiyetleri üzerinde fazlasıyla hisseden kimi hayvanseverler, sokaktaki tüm hayvanları evlerine alıyor, onlara bir yaşam alanı sunmaya çalışıyor. Bazılarının evdeki hayvan sayısı ise 20 30'u geçiyor. Elbette ki hayvanları çok seviyorlar, bakımını üstleniyorlar. Ancak bu kadar çok hayvanın bir arada, küçük evlerde yaşaması onların sağlığını da etkiliyor. Arslan, “Özellikle kedi ve köpekler çok hareketli hayvanlardır. Bu nedenle yaşadıkları ortamlar enerjilerini atmalarına uygun genişlikte olmalı. Kalabalık ortamlarda bu ihtiyaçlarını gideremezler ve kalp damar hastalıkları, davranışsal problemler dahil birçok sağlık sorunu ortaya çıkabilir. Öncelikle bireylerin hayvan sahibi olabilmeleri için onların da aileden bir birey olacaklarını, hastalandıklarında veteriner hekime götürüleceğini, rutin bakımlarının olacağını, gezmeleri ve sosyalleşmeleri için onlara zaman ayırmaları gerektiğini göz önünde bulundurmaları gerekir” diyor. Bu arada en azından hayvanlar sokakta değil, evde karnı tok sırtı pek yaşıyorlar diyenler de olacaktır. Ancak onlarca hayvanı küçücük evlere doluşturmak, bir sorumluluk göstergesi değil. O yüzden zaten bu konuyla ilgili ciddi çalışmalara ihtiyaç var. Arslan, “Öncelikle eksik olan mevzuatların acilen tamamlanması, bütün hayvanların daha sahiplenirken kayıt altına alınarak mikroçip uygulaması yapılması gerekir. Böylece sokağa bırakılan hayvanların sayısında azalma olacağını düşünüyorum. Diğer taraftan ilgili kurumlarımızın özellikle petshop ve benzeri yerleri denetlemeleri birçok sorunu önleyecektir. Bizim oda olarak önemsediğimiz konulardan biri de eğitim. mkânlarımız dahilinde stanbul'daki ilköğretim okullarında hayvan sevgisi ve çevre konularında bilgilendirme yapıyoruz. Bu konuların ilköğretimlerin müfredatına konması ileriye yönelik kaygılarımızı azaltır. Biz bütün hayvanseverlere sokağınızdaki dostunuzu senede en az bir kere veteriner AŞIRI EVC L HAYVAN B R KT RME şin bir de psikolojik boyutu var. Uzman psikolog Özge Altan Aytun, araştırmaların evinde bakabileceğinden fazla sayıda evcil hayvan beslemeye çalışan kişilerde psikolojik sıkıntılar gösterdiğini söylüyor. Bu, zamanla kontrol altına alınmazsa bir rahatsızlığa dönüşüyor. Onun da literatürdeki adı “Overaccumulating Pets”, yani “Aşırı evcil hayvan biriktirme”. Aytun, bunun sebeplerinin kişiden kişiye değişeceğini ancak genel anlamda geçmişte yaşanan travma ya da yaşamını kaybeden bir kişinin yerine koyma, takıntı haline getirme gibi nedenlerle ortaya çıkabildiğini söylüyor: “Bu kişi için önemli olan o evcil hayvana sahip olmaktır. Böyle bir istismar durumu olduğu fark edildiğinde bazı ülkelerde o hayvanlar sahibinin elinden alınıyor. Bu tabii sahibinin de rahatsızlığını arttırabilir. O yüzden bu kişilerin aynı zamanda psikolojik yardım almaları gerekir.” şte Aytun'un anlattıkları: “Bu kişiler, hayvanlar sağlıksız ortamda, kirli veya ölmek üzere olsa bile mükemmel bir bakım sağladıklarını düşünüyor. Hasta veya yaralı bir hayvan gördüklerinde hemen alıp eve getirmek istiyorlar, çünkü onların düşüncesine göre en iyi bakımı onlar sağlayabiliyor. Bu kişilerin evlerini evcil hayvanları için organize ettikleri düşünülebilir ama genelde evleri hayvanların yaşaması açısından son derece kullanışsız çoğu zaman hayvanların barınabileceğinden küçük ve kirlidir. Yalnızca bu da değil. Hayvanlarla kurdukları iletişim, bir zaman sonra dış dünyayla kurdukları iletişimi etkiliyor ve bu kadar çok hayvanla, uygun olmayan koşullarda yaşamaya çalışan insanlar, gün geliyor gerçeklikten uzaklaşıyor. Sosyal ortamları genelde yok, yalnız yaşıyorlar, dolayısıyla dış dünyaya kapalılar. En büyük sorunları, onları sahip oldukları hayvanlarla ilgili eleştiren herkes. Aslında bu durum, hayvanlara da büyük zarar veriyor. Sahipleri ise bunu fark etmiyor. Bu kişilerin mutlaka uygun psikoterapi ve ilaç tedavisi görmeleri gerek. Bu şekilde bakabilecekleri kadar evcil hayvan ile beraber normal hayatlarını sürdürmeleri sağlanabilir. Ancak bu kişiler, genellikle hallerinden memnun oldukları için kendileri yardım aramayacaktır. O yüzden komşuların ve yakınların mutlaka bu kişileri tedaviye yönlendirmesi, konu ile ilgili kuruluşları bilgilendirmesi gerekir.” G “insanın özgürlük arayışı” olarak adlandırılabilecek sayısız yapıt. 1977’de Tübingen’de yaşamdan ayrılan büyük Marksist düşünürün üç bine yakın öğrencinin meşaleli yürüyüşüyle uğurlanması, bana W.Hugo’nunkiyle birlikte en anlamı ve etkileyici bir uğurlama töreni olarak göründü… ATAOL BEHRAMOĞLU Militan yimserlik Bu hafta sizlere büyük bir düşünürün, 20. yüzyılın en önemli düşün insanlarından Ernst Bloch’un “militan iyimserlik” kavramından söz etmek istiyorum. Fakat önce düşünürün yaşam öyküsüne kısaca göz atalım. Yahudi kökenli küçük bir memur ailesinin çocuğu olarak Almanya’nın Ludwigshafen kentinde 1885 yılında yaşama gözlerini açan Bloch, Münih’te fizik, müzik ve felsefe eğitimi almış. Bu üç disiplinin bir arada oluşu çok önemli. Baş yapıtı sayılan“Umut lkesi”ni okurken bunu çok iyi anlıyorsunuz. Fizik, doğal bilim demektir. Müzik, sanat ve matematiğin birlikteliğidir. Felsefe, düşüncede (kavramlarda) derinleşmek ise, bu derinleşmenin doğal bilim, matematik ve sanatsal duyarlılıkla etkileşiminin nasıl özgün ve yüksek bir düşünce ve üslup düzeyi oluşturabileceğini tahmin etmek güç değil. “Umut lkesi” bu olgunun seçkin bir örneğidir. Yaşam öyküsünü izlemeyi sürdürelim. Bu yaşam ülkeden ülkeye göçlerle sürmüş. lk Dünya Savaşı’nı “emperyalist savaş” olarak niteleyip sviçre’ye göçüyor. Ülkeye dönüşünde, 1920’lerin Berlin’inde Brecht ve W. Benjamin’le yakınlık. Nazilerin iktidara gelişiyle tekrar ülke dışına çıkış. Son olarak bulunduğu Prag’ın Nazilerce işgal edilmesi üzerine ABD’ye göç ediyor. Savaş sonrasında demokratik Alman Cumhuriyetine taşınarak Leipzig Üniversitesi’nde ders veriyor. 1956’da Sovyetler Birliği’nin Macaristan’a müdahalesini eleştirmesi üzerine zorunlu emeklilik ve 1961’den itibaren Batı Almanya Tübingen Üniversitesi’nde öğretim üyeliği. 1968 öğrenci hareketine bir düşünür ve öğretim üyesi olarak yakınlık. Bu arada, başta “Umut lkesi” olmak üzere, temel içeriği belki ataolb@cumhuriyet.com.tr www.ataolbehramoglu.com.tr C MY B C MY B “Militan iyimserlik” kavramı, dilimizde şimdilik ilk cildinin (840 sayfa!) çevirisi bulunan “Umut lkesi”nin ( letişim Yayınları, çeviren: Tanıl Bora) bir bölümünün başlığını ve içeriğini oluşturmakla birlikte (bkz. S.247256), bana kalırsa bu eşsiz diyebileceğim yapıtın temel omurgasını da oluşturuyor. Ernst Bloch’un dilinin, anlayabilmek için kimi kez bazı satırların, cümlelerin, bölümlerin birkaç kez okunmasını gerektiren çok ayrıntıcı bir çetrefilliği olduğunu belirtmeliyim… Çevirmen Tanıl Bora gerçekten de çok ağır bir yükün altına girmiş ve sözcük seçimleri yer yer tartışılabilir olsa da büyük bir emek ve ustalıkla bu yükün altından kalkmayı başarmış. “Militan yimserlik” başlıklı bölümde, kitabın yine de hem çok önemli hem de nispeten kolay anlaşılabilir sayfalarını okuyoruz. Bloch burada iki tip insandan söz ediyor… Bunlardan biri “banalotomatik ilerleme” düşüncesine sahip kimselerdir… Bizdeki literatüre kabaca “enseyi karartmamak” biçiminde giren bu tür iyimserlik sahibi kimselere göre, gelecek şimdiden bellidir ve iyi olacaktır.... Oysa, Bloch’un şairce imgesiyle “Gelecek kısmet olarak gelmez insana, insan geleceğe gelir (doğru okudunuz, evet, gelir. A.B), kendinde olanla girer onun içine…” Bu “kendinde olan” ise, “cesaret”, “kararlılık” ve onların olmazsa olmaz gereksinimi “salt gözlemci olmayan bilgi”dir… Çünkü, büyük düşünürün bu kez bilgece sözleriyle “salt gözlemci olan bilgi zorunlu olarak olup bitmiş ve böylece de geçmiş olanla ilgilidir, halihazırda olan karşısında çaresiz, gelecek karşısında kördür.” Asıl bilgi ise “süreçle birlikte yürüyen, orada işlemekte olan yi’ye yani süreçte insana layık olana aktiftaraflı olarak bağlı bir tarz”dır… Bloch’un tanımlarıyla, “banalotomatik iyimserlik”, onun tam tersi olan “mutlaklaşmış karamsarlık”tan “daha az zehirleyici değildir”… “Çünkü ikincisi açıkça, adıyla sanıyla ortaya çıkan utanmaz gericiliğe hizmet ediyorsa, ilki de mahcup gericiliğe, ona göz kırpan katlanma ve pasifliğin emeline hizmet eder”… Ernst Bloch’un bu her iki gericiliğin bağdaşığı (müttefik) ve destekçisinin karşısına koyduğu “militan iyimserlik” kavramından söz etmeyi önümüzdeki hafta da sürdüreceğim…