01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

17 TEMMUZ 2011 / SAYI 1321 7 Kalem de kamera da rlüğünü özgü kaptırdı Banu Güven'in NTV'den ayrılmasıyla söylenti olmaktan çıkıp somutlaşmaya başlayan medyadaki yeni tasfiye dalgası üzerine içerden ve dışardan bakan isimlerle medyanın bir röntgenini çektik. Medyada seçim öncesinde başlayarak bugüne kadar gelen “baskı”yı herkes kendine göre yorumluyor. Ancak ortaya çıkan bir gerçek var: Gazetecilik yapmak şimdi daha zor... ADNAN B NYAZAR Aşınmış Yüzler, Kirli Ağızlar Niteliksiz mal pazarlarının kör alıcıları ne ise, ekranlarda, neresinden tutulursa o tarafa çekilen sorunların üstüne üşüşen adamlar da odur. Halkımız daha 12 Mart sonrasının faşist baskılarını üstünden atmamıştı ki, ardından gelen 12 Eylül, demokrasiye, insanca yaşayıp insanca düşünmeye en ağır darbesini vurmuştu. O bunalım günlerinde, Salâh Birsel, aynı yüzleri görmekten tiksindiğini dile getirmiş, ben de ona çizgi film izlerse o yüzlerden uzak kalabileceğini söylemiştim. Birsel’in ironili bıyık altı gülüşü bugünkü gibi gözümün önünde... Kör alışkanlıklar, insanı düşünce tekdüzeliğine sürükler. Eski bir işkence yöntemi, bunun ne olduğunu anlatıyor: Cendereye sokulup başı kıpırdayamaz hale getirilen suçlunun tepesine belirsiz aralıklarla düşürülen damlalar, bir süre sonra beyinde gülle etkisi yaratırmış. şkencenin amacı çıldırtarak öldürmek! Haksız suçlama, beyne indirilen gülle ağırlığındaki damlalardır; bu da zamanla kitlesel çılgınlıklara yol açar. Bugün suçlamayı çözüm sayanlar, yurttaşları akıl tutulmasına uğratarak çılgınlaştırdıklarının ayrımında bile değiller. Böyle bir toplumda demokrasiden, insan haklarından, dayanışma duygusundan söz edilebilir mi?.. Suçlayanlar da, suçlayanların yardakçıları da hep aynı yüzler, aynı ağızlar... ktidara yaranılacak bir sorun çıkmasın, bilsinler bilmesinler, kadını erkeğiyle, ekran bülbülü kesiliyorlar! Buna yol açanlar, söz arenasında, halkı aynı yüzle, aynı ağızla karşı karşıya getirmenin, kişinin görmeduymaalgılama özgürlüğüne en ağır saldırı olduğunu hiç mi düşünmezler?.. Düşünme bir yana, otorite saydıklarının kalıbına girerek onların sözcülüğünü yapıyorlar, yüzlerle ağızların, görüle işitile aşınıp arsızlaştığını görmezden geliyorlar. O nedenle insana özgü her şeyi soysuzlaştıran bu tür adamların el üstünde tutulduğu bir toplumda, her gün soylulardan biri daha değer düşümüne uğratılıyor; çanlar bizim için çalıyor; “Haberin var mı taş duvar? / Demir kapı, kör pencere /Haberin var mı?” Ne diyecekler diye onların söz kirlenmesine uğramış ağızlarına bakanların sayısı artıyor; bunun Türkiye’yi nereye götüreceğinden, halkın her gün ekranlardan birini daha kararttığından haberin var mı?.. Değişimin yönü ileriye dönüktür. Toplumda vicdan ve bilinç kirlenmesine yol açan bu kişiler değişimi bile yön sapmasına uğratıyorlar. Bilinçli, ruhunu yüce ahlak katlarına yüceltmiş, beynini bilgiyle donatmış kişiler “değer” yitimine uğratılıyor. Oysa kördüğüme dönmüş sorunların çözümünde öncelikle onların ağzına bakılmamalı mı, onların söyleyeceklerine kulak verilmemeli midir? Toplumun büyük kesimi o erdemli kişilerin sesine sağır, “hava kurşun gibi ağır”! Varsa yoksa, ortalarda o kanaldan bu kanala koşuşan cer hocası kılıklı ekran biatçıları... Toplumsal kurtuluşumuz, bu aşınmış yüzleri, kirli ağızları dışlayıp onları yaşamın her kesiminde etkisiz kılmaya bağlı; ülkemin güzel insanı, bu bilince ermen gerektiğinden haberin var mı? Bunları düşünürken idamdan kıl payı kurtulan Dostoyevski geliyor gözümün önüne. Sibirya’da geçen sürgünlük yıllarını anlattığı Ölü Bir Evden Anılar’da, hükümlülerin yazdığı oyunun şarkılarından bir dize aktarıyor: “Ey kapılar, kapılar, yüzüme kapandınız!” Özgürce düşünmenin her kapısı kapandığında, toplumda umutlar kararıyor, duygular bozguna uğruyor. Tarih saatinin şaşmaz ibresi ise, zamanın akışı içinde, suçlayanların suçunun, suçlananlarınkinden hafif olmadığını gösteriyor... G [email protected] Patronlar korku içinde Medyada baskıyı yakından bilen biri olarak bugünlerde yaşanan tasfiyeleri nasıl yorumluyorsunuz? Her seçim sonrası patronlar kadroları, yönetmenleri, yazarları ya da programları gözden geçirip kendileri için sakıncalı olanları ayıklıyorlar. Çünkü her seçim AKP iktidarı biraz daha güçleniyor. lk zamanlar iktidar ve iktidarın adamları bunu patronlardan doğrudan istiyorlardı ama şimdi buna gerek kalmadı, iş otomatiğe bağlandı. Patronlar görevlerini biliyorlar ve bunu kendiliklerinden yapıyorlar. Bu sefer de öyle oldu. Seçim öncesi internet ortamında okurlarıma "Seçimden sonra gazetelerde ve televizyonlarda gerekli değişiklik olacak" demiştim. Tabii ki şaşırmadım, kendilerine göre seçim sonrası düzenlemesi yapıyorlar, sakıncalı gördüklerini gönderip yerlerine uygun olanları koyuyorlar. Tüm bunların nedenleri patronların korku içinde oluşları. Türkiye'nin nasıl bir örtülü faşizm içinde olduğunu en iyi onlar biliyordur. Medya içinde muhalefet ve sorgulama alanı kalmadı diyebilir miyiz? Böylece medyanın sorgulama alanından hiç söz edemeyiz. Gazetelerin birinci sayfalarına bakıldığında ya da televizyonların haber saatlerinde bu çok açık görülüyor. Sadece iktidarı rahatsız etmeyecek haberler ya da iktidarı hoş tutacak olanlar yayımlanıyor. Patron evde televizyonu izliyor ya da ilk baskıya bakıyor, iktidarın kızdıracak bir şey gördüğünde pijama terliğinin teki ile telefona koşuyor ve işte yukarıda sözünü ettiğimiz gibi yazarlar kovuluyor, editörler atılıyor, muhabirlerin işine son veriliyor, programlar yayından kaldırılıyor. Şu sıralar sık sık konuşulan iktidarın ana akım medya Bekir Coşkun organlarına yaptığı baskı önümüzdeki dönemde ne gibi sonuçlar doğurabilir? Bu noktada gazetecilik mesleğini icra edenler nasıl bir tavır takınmalı? Bunun sonucu gazetelerin toplam tirajları çok düştü. Türkiye'nin okuryazarı, nüfusu, kentlisi, üniversiteleri arttığı halde, genel tirajlar on sene öncesinin altında. Yayımlanan tirajlara bakmayın, onlar zaten doğru değil. Tümü şişirilmiş tirajlardır, okuru ve reklam vereni kandırmak için. Kısacası; seçim grafiklerine bakın, toplumun asıl okuryazar kesimi muhalif. Gazeteyi okuyan onlar. Tepkileri var ve gazete almamaya başladılar. Sonuçta toplum kendi medyasını yarattı, internet medyası akıl almaz boyutta büyüdü. Gazetecilik mesleğini sürdürmek isteyenlere gelince, işleri çok zor. Gazetecilik yapsalar patron kızıyor, yapmasalar okuyucu reddediyor. kisinin ortası, ki buna ben kıvırma aşaması diyorum; herkesin yapacağı bir şey değil. Ben özgür, bağımsız, korkusuz gazeteciliğin tadını unutmuştum, Cumhuriyet'e gelene dek. Oralarda kalanlara sabır diliyorum. G Yine de iyimserim Medyada yaşanan tasfiyeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Her şeyden önce bu medyayı yoksullaştıran bir durum. Ortaya çıkan durumda çalışmak istemeyen kişiler aynı zamanda gazeteciliği hakkıyla yapmak isteyen kişiler. Ortamı biraz daha fakirleştiren bir durumla karşı karşıyayız. ktidarın seçim öncesinden itibaren medya üzerinde bir baskı yarattığı açık. Bu ortamı bir medya çalışanı olarak nasıl değerlendirdiniz? Bu ortamda iktidarın baskısından öte benim nasıl hissettiğim önemli. Ben meslek ilkelerimin arkasında durmak konusunda ne kadar istekliydim? Bu insanlar ortamı nasıl karşılıyorlar? Benim için önemli olan kaba anlamda hükümetin baskısı değil beraber çalıştığım insanların reaksiyonlarıdır. Sonuç olarak hem mesleki anlamda gurur duyacağım hem de içinde bulunmak istemeyeceğim şeyler gözlemledim. Burada gazetecilerin dirayeti, ayakta durma konusundaki çabaları önemlidir. Onun dışında ne kadar kötü olabilir ki, besıp gidersiniz. Çınar Oskay/Radikal Gelinen durumda medyanın Gazetesi Ekler Eski Genel Yayın Yönetmeni geleceğiyle ilgili kaygılar taşıyor musunuz? Şimdiki zaman için de bu tip kaygılarım var. Basının muhalefet ya da iktidarı sorgulama anlamında kolu kanadı kırıldı. Gelecekle ilgili ne düşündüğümü soruyorsanız, bir şekilde Türkiye'nin demokrasi tecrübesiyle gazetecilik yapmak isteyen insanların istediklerini söyleyeceğine inanıyorum. En kötüsü; bu durum meslek heyecanını vurdu. şe yeni girmiş, büyük heyecanla gazeteciliğe sarılmaya çalışan insanlara bakınca bir burukluk yaşıyoruz. Bu heyecanla yürüyen bir iş ve gelinen nokta çok acı bir şey. Yine de iyimserim. Bir şekilde bu durumun düzeleceğini umut ediyorum. Bir yolu bulunur, gazeteciler sözlerini söylemeye devam eder. G C MY B C MY B Seçim sonrasında NTV ve CNN Türk'te yaşanan tasfiyelerle birlikte yasal baskı var mı? Sansür ve otosansür ne âlemde? Medya sektörünü medyanın halini nasıl görüyorsunuz? düzenleyen hukuki çerçeve nasıl? Medya özdenetimini gerçekleştirebiliyor mu? Ülkede araştırmacı gazetecilik yapılabiliyor mu? Çatışmacı, merkeziyetçi, farklılıklara ve eleştiriye tahammülsüz bir Medya, hükümet politikalarının olumsuzluklarını rahatlıkla siyasi iktidar ikliminde medya patronları da gereken duruşu haberleştirebiliyor mu? Eleştirel habercilik yapan gazeteciler susturuluyor sergileyemiyorlar ve hatta sergilemek işlerine gelmiyor, doğal olarak mu veya işten atılıyor mu?” türünde. Görüldüğü üzere karnemiz oldukça AKP’yi karşılarına almak istemiyorlar. Seçim sonrasında moda deyimiyle zayıf. Türkiye’de siyasal yaşamda uzun zamandır yaşanan ve seçim “erken yaz tatili”ne çıkan programlar ve gazeteciler bu sürecin doğal sonrası artan kutuplaşma ve gerginlikte medya da aktif rol sonucu, bu süreç kâh açık kâh örtülü biçimde zaten üstlenmekte. Medyasiyaset ve büyük sermaye üçgeninde uzun zamandır devam ediyordu. Bundan sonra muhalefet içeren yayınlar çok dar bir birbirlerini kollama kaygısıyla yaşanan ahbapçavuş alana sıkışacak diyebilir miyiz? ilişkileri içerisinde yine en büyük kurbanlar “kamuoyunun bilme hakkına sahip olduğu gerçekler” olacak. Zaten dar alanda paslaşabilen ve yaşam savaşı Doğan grubu iktidar arasında yaşanan anlaşmazlık, veren muhalif basının özgürlük alanı iyice kısıtlanacak. Başbakan’ın seçim ekranlarından Doğuş grubunda yayın Bilindiği üzere, Freedom House Örgütü’nün “Basın yapan insanları hedef göstermesi medya siyaset Özgürlüğü 2011: Küresel Medya Bağımsızlığı ilişkisinin şekillenmesinde ne kadar etkili oldu? Araştırması” başlıklı raporunda Türkiye’ye, 196 ülke içerisinde 54 puanla 112’nci sırada, “yarı özgür” Başbakan Erdoğan iktidara geldiğinden beri kategorisinde yer verildi. Raporda, TCK’nin 301 ve eleştirilere ne kadar hoşgörüsüz olduğunu her fırsatta 216’ncı maddeleri ve Terörle Mücadele Yasası’nı da göstermiş, kendisi hakkında çizilen karikatürlere karşı içeren bir dizi yasa altında gazetecilere yönelik hukuki dava açmış; bu olay Independent ve Die Welt gibi Prof Dr. Yasemin baskının, gazeteciler, editörler ve medya sahipleri gazetelerde karikatürler eşliğinde eleştirilmişti. nceoğlu/Galatasaray arasında artan biçimde otosansüre yol açtığı öne Kamuoyuna hangi gazeteleri okuyup okumayacağını, Üniversitesi letişim Fakültesi sürüldü. Burada düşündürücü olan nokta; “ileri medya patronlarına gazetecilerine yönelik olarak “atın demokrasi”nin sıklıkla telaffuz edildiği ülkemizde, işten bunları, maaşlarını siz ödemiyor musunuz?” demesi, iktidarın yalnızca icraat ve politikalarını öven medya organlarına yaşam seçim öncesi çıktığı ünlü “anchorman”ların programlarında yılların alanı sağlayıp, “öteki”lerine de “ya sev ya terk et” desturunu çekmesidir. deneyimli gazetecilerine “böyle de soru olur mu?” diye ayar çekmesi, Son tasfiyelerle birlikte medyada yeni bir dönem başladığını Nuray Mert’i namertlikle suçlaması, Abbas Güçlü için YGS şifresi söyleyebiliriz sanırım. Bu dönemde medya iktidar sermaye haberleri yüzünden “bedelini ödeyecek” tehditleri talihsiz örneklerdendir. üçgenindeki ilişki nasıl olacak? Türkiye'de özeleştiri kültürü ne kurumsal ne de bireysel düzeyde Sınır Tanımayan Gazeteciler’in 2010 Basın Özgürlüğü Raporu’na gelişememiş bir olgudur. Batılı demokrasilerde tartışma kültürünün göre Türkiye sıralamada 169 ülke arasında 138. sırada. 2008’de 102. vazgeçilmez unsurlarından biri olan “özeleştiri”nin ne yazık ki sıra, 2009’da122. sıra yıllarına göre sıralamada geriye düştü. Bundan ne toplumumuzda “zaafları açığa vurmak ve zaafları kabullenmek” gibi bir anlamalıyız? Rapordaki ölçütlerden bazıları, “hapiste yatan, cinayete algısı vardır. Siyasiler medyanın en önemli sorumluluğunun kamu kurban giden, evinde, ofisinde arama yapılan, saldırıya uğrayan nezdindeki sorumluluk olduğunu unutmamalı, medyadan “amigoluk, gazetecilerin sayısı; kamu yayıncılığı bağımsız mı? Ekonomik, idari ve avukatlık, savcılık, tetikçilik” beklentisi içinde olmamalıdır. G Güçlü sendika olmayınca baskılara direnilemiyor Ahmet Şık’la Nedim Şener içeride. Ruşen Çakır, Basın Odası'nı terk etti. Banu Güven, NTV’den ayrıldı. Daha önce Hürriyet’teki bazı köşe yazarlarının mesaisi kısaltıldı. Başbakan Erdoğan ve AKP, düşünce, ifade ve basın özgürlüğünü para ile ölçüyor: “Sen köşe yazarına maaş veriyorsun. O köşe yazarı benim aleyhime yazıyor. Sonra sen kalkıp ‘Ben köşe yazarına hükmedemiyorum’ diyorsun’’. Siyasi iktidar daha önce de sırasıyla Cem Uzan’ın Star grubunu 220 şirketine bir gecede el koyarak, Doğan grubuna da milyarlık vergi cezası keserek pasifize etmişti. Medyada AKP’yi ve Pennsylvania Mescidini övmek/yüceltmek serbest hatta teşvik ediliyor, bu tutumu benimseyenler taltif ediliyor. Köşe sahibi oluyor, TRT’de program yaptırılıyor. Özel kanallarda hükümet sözcüsü gibi ekran işgal ediyor. Kimisi de milletvekilli oluyor. Tersini yapanlar ya işten uzaklaştırılıyor ya da Silivri’ye… Ragıp Duran/ Türkiye’deki medya mülkiyeti, malisermaye, sanayi, ticaret Gazeteci dünyasıyla iç içe olduğu için ve bu dünyalar da halen devlet ve hükümetin denetim ve baskısı altında olduğu için, özel sektör medyası da siyasi iktidarı eleştirmekten çekiniyor. Ya bize de vergi cezası gelirse, ya bizi de ihalelerden çekerlerse, ya bizim de kredilerimizi keserlerse… Türkiye medyasında güçlü bir sendika olamadığı için de, sansüre, otosansüre, siyasiideolojik baskılara karşı yeterince direnemiyoruz. Üçüncü kutba gün doğacak! AKPMEDYA L ŞK LER NDE HATTI HÜCUM/SATHI HÜCUM’’ başlıklı bir yazıda (Bkz. www.apoletlimedya.blogspot.com) AKP’nin seçim sonrası medya alanındaki politika ve stratejilerini tahlil etmeye çalıştım. Tüm engel ve olumsuzluklara rağmen, siyasi iktidarın antidemokratik hatta totaliter zihniyet ve uygulamalarına karşı, buna destek veren liberal görünümlü kanada karşı, hakiki sol, gerçekten halkçı, sıkı bir muhalefet yaratabilecek ve bunu yaygınlaştırabilecek bir medya ortamı da aslında şimdilik sorunlu, yavaş ve zayıf olmasına rağmen oluşuyor. Hiçbir iktidar ilelebet kalıcı olmadığı gibi, en çabuk çözülüp dağılan medya organları da, iktidar yanlısı olanlardır. G Basın özgürlüğünde sınıfta kaldık
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle