14 Haziran 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 17 N SAN 2011 / SAYI 1308 ZÜLAL KALKANDELEN Hakan Günday, son romanı Az ile kaleminin hedefine aşiretleri, cemaatleri, sado mazoşistleri ve çocukları koyuyor. Şiddetin farklı yüzlerini anlattığı kitabın adı “Az” olsa da Günday, çok konuya dokunuyor. “ slami demokrasi” eçenlerde Project Syndicate adlı düşünce platformunun internet sitesinde bir makaleye rastladım. Chris Patten imzalı yazı, “Turkey and the T Future of Europe” (Türkiye ve Avrupa’nın Geleceği) başlığıyla herhalde çok kişinin dikkatini çekmiştir. Öncelikle tanımayanlar için Chris Patten’ın kim olduğunu belirtmek lazım. Muhafazakâr bir ngiliz politikacı kendisi. Geçmişte Muhafazakâr Parti Başkanı, HongKong Valisi, Avrupa Komisyonu’nun Dış lişkilerden Sorumlu Üyesi ve Newcastle Üniversitesi Rektörü olarak çeşitli görevlerde bulundu. Şu anda Oxford Üniversitesi Rektörlüğünü sürdürüyor. Ayrıca 7 Nisan’da Kraliçe tarafından BBC Yayıncılık Şirketi’nin yönetim organı BBC Trust’ın başkanlığına atandı. Görüldüğü gibi ngiltere’de çok önemli bir konumu var Chris Patten’ın. Project Syndicate için yazdığı B makalesinde, “BBC’deki görevime başlamadan önce artık tartışmalı meselelerde sessiz kalmam ve kalemimi bir kenara koymam gerek” diyor. Patten’ın son yazısını Türkiye ve Avrupa Birliği ilişkilerine ayırması, kanımca son derece ilginç. Ama daha da ilginç olan, Avrupa’nın geleceğinin Brüksel, Paris ya da Berlin’de değil stanbul’da şekilleneceğini belirtmesi ve bunun için kullandığı gerekçeler... AB’nin 70 yıllık bir sürede yaşanan üç savaştan sonra, savaşsız bir dünyanın yaratılması için kurulduğunu A belirtiyor Patten. Ve soruyor: “Avrupa Birliği’nin bugünkü dünyada varlık nedeni nedir? Bunu çocuğunuza ‘Bizi yeni bir savaşa sürüklenmekten korumak için’ şeklinde açıklarsanız, ‘Elbette savaşmayacağız’ şeklinde kesin bir yanıt alırsınız.” Bu noktada, sorduğu sorunun esas yanıtının Türkiye’de yattığını söylüyor. Öncelikle Türkiye’nin çekici unsurlarını sıralıyor: Dinamik ekonomisi, enerji merkezi olması, heybetli askeri gücü ve bölgedeki saygın konumu. Ancak bunların hepsinin üstüne bir başka unsuru yerleştiriyor. Türkiye’nin, demokrasi, insan hakları, hukuk G devleti, açık ekonomi, çoğulculuk ve dini hep birlikte kendi ülkelerinde yerli yerine oturtmaya çalışan diğer slami demokrasiler için bir model olacağını söylüyor. Türkiye’nin AB üyeliği gerçekleşirse, “ slami bir demokrasiyi kucaklayabileceğimizi ve Avrupa ile Batı Asya arasında güçlü bir köprü kurabileceğimizi gösterebiliriz” diyor. Böylelikle yeni bir Avrupa kimliği yaratılacağını ve eskinin ayrıştırıcı politikaları reddedilerek AB için bu yüzyılda yeni bir varlık nedeni bulunacağını düşünüyor. *** Patten’ın Türkiye’nin Avrupa Birliği açısından önemini açıklarken ortaya koyduğu görüşlerin büyük bölümüne itirazım yok. Türkiye, Kurtuluş Savaşı ile emperyalizme karşı verdiği büyük mücadele ve sonrasında 1923’te kurulan Cumhuriyet ile yalnızca bölgesinde değil, tüm dünyada esin kaynağı oldu. Bugünlere, Cumhuriyet tarihi boyunca çok partili hayata geçiş ve sonrasındaki gelişmelerle, kırık dökük de olsa, demokrasiyi yaşatma çabasıyla ulaştı. Türkiye, Avrupa Birliği üyesi olursa, Avrupa kimliğinin yeni bir boyut kazanacağı da açık. Ancak burada hem bizim hem Avrupa’nın yanıtlaması gereken sorular var... Türkiye, köprünün neresinde yer alacak? Bölgedeki diğer ülkelere model olmak için “ slami” yönünü mü öne çıkaracak yoksa adımını Batı yönünde mi atacak? Ne yazık ki, ülkenin bugün geldiği noktada bu artık belirgin değildir... Türkiye, köprünün kendisi olacaksa, harcının formülü ne olacak? Türkiye’nin ısrarla “ slami demokrasi” olarak tanımlanmasının gereği ve mantığı nedir? Neden bir Avrupa ülkesinden söz ederken “Hıristiyan demokrasi” denmiyor ya da “Musevi demokrasi” diye bir tanım yok da “ slami demokrasi” var? Yoksa Batı’nın “melez rejim” dediği şey bu mu? G www.zulalkalkandelen.com [email protected] Bu romanın tadı acı er röportaj gazetecinin pişman eden bir acı. En azından sorusuyla başlamaz. Bazen yazarken böyleydi. Sonrasında ne soru karşıdan gelir, hatta olur, bilinmez. Çünkü hangi hikâyenin sorular. Hakan Günday son romanı kaçta kaçı sayfalara dökülmüş, ne Az’da pek çok soru işaretinin kadarı zihinde unutulup gitmiş, o da çengelini takıyor okuyucuya. şte bu bilinmez. Belki de bilinen tek şey, yüzden, ilk kez, giriş yazısını karşı yazılmış bir roman hakkında, derhal tarafa bırakıyorum. Daha da zor olanı gelen sorulara, sadece sayıklamalarla yapması, kitabı ve röportajı yanıt verilebilir. Ama en azından, ZUHAL tanımlaması için. Söz onda. sayıklamak da doğruyu söylemenin AYTOLUN “Az hakkıında ne diyebilirim ki? Ya bir diğer biçimidir.” Az’ın tadının acı olduğunu da önceki romanlar hakkında? nsan söylüyorsunuz. Daha önceki uyandığı bir rüyanın ne kadarını hikâyeleriniz de içinde umudu ve yaşama anlatabilir? Belki de sadece bir rüya gördüğünü sevincini barındırsa da, karanlık. Neden bu söyler, bir de ağzında kalan tattan söz eder ve karanlık hikâyelere yöneliyorsunuz? eğer bir romanın tadı varsa, Az’ınki acı olmalı. Eğer bir aracın üzerinde ilerlemeye Yedikçe iştah açan bir acı. Yedikçe yediğine H Yazmasaydım bürokrat olurdum Bir romanı nasıl bir süreçte yazarsınız? lk fikri bulduktan sonra yavaş yavaş dağınık notlar alıyor, üzerine düşünüyorum. Hikâyenin başlangıcı üzerine yoğunlaşıyorum. 10 ay sağa sola boş gözlerle bakıp 2 ayda yazıyorum. Yazdıktan sonra kitap bitebiliyor mu? En büyük sorun o. Verdiğin kararlar önemlidir yazarken; ona göre değişir her şey. Bir ara öyle romanlar hayal ettim ki, olur da son sayfası koparılıp atılırsa bambaşka bir romana dönüşsünler. Yazdığım Kinyas ve Kayra ile Zargana böyledir. Son sayfa eksikse, kitapçının yakasına yapışın derim. Yazarken yalnızlık hisseder misiniz? Hikâyeyle o kadar meşgul olurum ki asla kendimle ilgili şartları düşünmem. O an benim yaptığım ettiğimin önemi yok. Arada yaşıyormuş gibi görünüyorum, o kadar. Peki son soru, Hakan Günday yazmasaydı ne yapardı? Muhtemelen bürokrat olurdum. Babam diplomattı, ben de kamu yönetimini bitirdim. Belki Dışişleri Bakanlığı’na girer, çalışırdım. Sonrasında da bir gün, evet, siyasete atılabilirdim. G Hazırlayan: DEN Z ÜLKÜTEK N ([email protected]) Jansport Cloud Ripper serisi Havalar bir açıyor bir bozuyor ama merak etmeyin çok yakında baharı müjdeleyen kuşların cıvıltısını duyacaksınız. Bu ses aynı zamanda başka bir müjdenin habercisi. Jansport'un bahar serisi Cloud Ripper! Geçen yıl dört farklı tasarımla lanse edilen Cloud Ripper serisine bu yıl iki yeni çanta modeli Tehipite ve Eichom eklendi. Kısa süreli outdoor aktiviteleri için hazırlanan Tehipite hava sirkülasyonu sağlayan tasarımı ve dolgulu yapısıyla sırtınızı tam desteklerken kolay ulaşabileceğiniz su bölmesiyle de gün boyu rahatlık sağlıyor. McDonald’s serinliği McDonald’s yaz sezonunu üç yeni lezzetiyle karşılıyor. McDonald’s’ın serin tatlarını tercih edenler, Limonlu Cheesecake’li Milkshake, McFlurry Eti Negro ve McFlurry Eti Browni lezzetleriyle tanışıyor. Bu üç yeni lezzeti de Alo Servis hattından (444 62 62) anında kapınızın önüne getirtebilirsiniz. Tıraş teknolojisi Teknoloji devi Panasonic bunu da yaptı. Erkeklerin en büyük derdi tıraş sorununa da el attı ve köpüklü, kuru tıraşa imkân tanıyan 5 farklı tıraş makinesi modeliyle erkeklerin hazırlanma ritüeline yepyeni bir heyecan ve keyif kattı. 4 bıçaklı RF31, 3 bıçaklı RT31 ve RL21, 2 bıçaklı RW30 ve 1 bıçaklı SA40 olmak üzere toplam 5 farklı model suyun altında çalışma özellikleriyle suyun ferahlığını teknolojinin rahatlığıyla buluşturuyor. Güneşten keyif alın Vichy, Capital Soleil serisiyle cildinizi güneşin zararlı etkilerinden koruma patentli Mexory XL ve SX teknolojilerini bir araya getiriyor. Güneş kaynaklı leke ve kırışıklık önleyici etkisiyle yaz tatillerinizi keyifli hale getirmek için birebir olan Vichy hassas ciltlerin güneşten etkilenmesini önlemek için üst düzey koruma sağlar. Bu çikolatalar konuşuyor Sevdiklerinize “Konuşan Çikolatalar”la hem mesajınızı vereceksiniz, hem de çikolatanın doyumsuz lezzetini hediye edeceksiniz. “Konuşan Çikolatalar”, butik çikolata pazarının önde gelen firmalarından olan Chocchic firması tarafından tasarlandı ve tescillendi. Konuşan Çikolatalar’a dilediğiniz mesajı kendi sesinizle kaydederek, dilerseniz arkadaşınızın doğum gününü, dilerseniz yıldönümünü kutlayın, dilerseniz teşekkür edin. Konuşan Çikolatalar, 6 farklı tasarım ve mesajla raflarda... Bonie’yle horlamaya son Horlamak kimi zaman o kadar büyük problem olur ki mutlu evlilikleri bile bitirebilir. Sırf bu değil tabii horlamak aynı zamanda sağlıklı bir uyku çektiğimizin dolayısıyla kalitesiz bir yaşam sürdüğümüzün işaretidir. Neyse ki artık Bonie horlamayı önleyen yastık var. Yıllardır uykunun en büyük düşmanı olan reflü, mide asiti gibi etkileri karşısında mükemmel sonuç veren bu yastık sayesinde insanın en temel üç ihtiyacından biri olan uykunuzu tam anlamıyla ve kesintisiz yaşayacaksınız. Aşk olsun Tuna Mobilya sektöründe Türkiye’nin en köklü firmalarından olan Tuna Ev, bu yıl evlenecekleri unutmadı. Yeni bir ev kurmak için kolları sıvayan çiftler Tuna Ev’in özel kampanyalarıyla rahat bir nefes alacaklar. Tuna Ev’in “Aşk Olsun” adı altında başlattığı kampanya kapsamında 1 Nisan 31 Mayıs 2011 tarihleri arasında evlenecek çiftlerden koltuk takımı alanlara, Sunday berjer; TV ünitesi alana Modus daire sehpa; yemek grubu alanlara, Talia veya Sunday sehpa; yatak odası alana ise iki adet komodin hediye ediliyor. Ve karşınızda Fresa CPlus Yüzde 4 oranında limon suyu içeren, C ve B grubu vitaminleri barındıran doğal meyveli doğal madensuyu; içeriğindeki C vitamini miktarı, günlük beslenme referans değerinin yüzde 100’ünü, B grubu vitaminlerdeyse günlük beslenme referans değerinin yüzde 15’ini karşılar. Ferahlık verir, kendinizi iyi hissetmenizi sağlar. çalışıyorsan, o aracın işleyen taraflarıyla kendini sarhoş edersen, çok uzağa gitme ihtimalin yok. Çünkü o araç muhtemelen bakımsızlıktan seni bir yerde yolda bırakacaktır. Dolayısıyla o aracın bakımını sürekli olarak üstlenmek, işlemeyen ve aksayan taraflarını hatırlamak ve onlarla ilgilenmek zorundasın ki yola devam et. O yüzden de siz sistemin, hayatın işlemeyen o karanlık taraflarına mı bakıyorsunuz? Anlatılan ne olursa olsun, kişi, kurum, kuruluş ya da kavramların aksayan taraflarıyla ilgilenmek zorunda hissediyorum kendimi. Haliyle bunlar, güneşin aydınlatmayı pek seçmediği yerler oluyor. Öfkeli ve karanlık tarafları yazmamın nedeni bu. Peki hikâyeler nasıl ortaya çıkıyor? Böyle bir ilk kıvılcım var mı? Önce kelimelerle başlıyor. Bu romanı başlatan da “az” kelimesiydi. Diğer yandan da içinde doğdukları çevrelere hapsolmuş çocuklardan bahsetmek istiyordum. Bütün o yaşadıklarının sonuçlarını nasıl bir süre sonra dönüştürüp çevrelerine yaydıklarını anlatmak istiyordum. Dolayısıyla hepsi üst üste geldi. Neden az? Yoksa az çoktan fazla mı sizin için? Sözlük öyle demiyor. Ama eğer o iki harfe aralarında bütün alfabe varmış gibi davranırsan, onların birer hayal kahramanı olmalarına müsaade edersen, çoktan fazla gibi görünürler. Eğer bir kapının iki kanadıysa A ve Z, kapısı oldukları odanın içindedir her şey. Pek çok kesişme var kitapta. Tesadüfler sizi neden bu kadar ilgilendiriyor? Kitapta esas çarpışmaya neden olan bütün karşılaşmalar, zaman ve yer darlığından çok göze çarpıyor. Ama sizin şu an yapmakta olduğunuz mesleği seçmenize neden olan milyonlarca çarpışmayı alt alta yazsak, saniyeyle doktor olmayı kaçırmış olabilirsiniz. Bu bir fizik kanunu. Tesadüflerin benim için bir anlamı yok. Olaylar neden ve sonuç ilişkisinde ilerler. Bunları üst üste koyduğunuz zaman, her halta anlam vermek için uğraşan insan, bunların iradesi var mı diye de düşünür. Tesadüfün iradesi, üzerine kafa yorduğunuz bir konu mudur? Nasıl kitaptaki şiddeti mümkün olduğunca soğukkanlı şekilde ve şiddetin herhangi bir tarafı olmadan anlatmaya çalışıyorsam, bunda da öyle olmaya çalışıyorum. Tesadüf beni ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren onun dinamiği. Şiddetin tarafı olmamaya çabalasanız da, o şiddeti yazarken ne hissettiniz? Bunu bir ameliyat gibi düşünürsen, bir cerrah kadar neştere hâkim olmaya çalışıyorum. Ben aslında hiçbir şey hissetmiyorum o an. Sadece o sahneyi anlatmaya çalışıyorum. Hissetmeye başlarsam eğer yazarken mutlaka bir yerlere atlıyorum. Zihnimde izlediğim sahneyi net görememeye başlıyorum. Bir de Oğuz Atay’a selamınız var. Neden gizli bir karakter olarak yerleştirdiniz kitaba? Türkçede bir üstat olması, hayata, insanlara bakışı ve yazarken kendini şeffaflaştırması az insanın yapabileceği bir iş. Oğuz Atay, Türkçenin sınırlarını öğrenebilmek için büyük bir şans, hatırlatmak istedim. G C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle