02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 4 YENI 2/8/07 16:17 Page 1 PAZAR EKİ 4 CMYK 4 SUZANNE VEGA PAZARIN PENCERESİNDEN 5 AĞUSTOS 2007 / SAYI 1115 Tıpış tıpış Selçuk Erez e yalan söyleyelim: Biz, önceliği laiklik ve Cumhuriyetin diğer temel esaslarının korunması olanlar, yüzümüzde, çocukların balık yağı içtiklerinde gözlenen o buruk ve kekremsi görüntüyle her şeye rağmen sana oy verirken, sonucun yaklaşık neye benzeyeceğini anlamıştık! Nereden mi anlamıştık? İktidar partisi, seçime aylar ve hatta yıllar kala il başkanlarıyla, milletvekilleri ile toplantı üstüne toplantı düzenlerken, biz televizyonlarda CHP Parti Meclisi toplantı salonunda sadece senin konuştuğunu, milletvekillerine de geldiğinde ayağa kalkıp, gittiğinde ayağa kalkıp alkışlamaktan başka hiçbir şey düşmediğini gördük. Bütün gelişmiş ülkelerdeki ana muhalefet partileri birer gölge kabine kurarlar; iktidarı, konu, bu kabinenin bakanlarından hangisini ilgilendiriyorsa o kalkar eleştirir. Her konuda parti başkanı konuşmaz. Hani senin gölge kabinen? Böyle bir kabineyi, “Bazıları güzel eleştirir de dikkati çeker, yerime düşünülür” diye mi kurmadın? Sonra reklamların ne yetersizdi! “Şimdi CHP zamanı!” deyip durdun. Politik ilanlar, seçmene her şeyden önce niçin filanca insana ya da partiye oy vermesi gerektiğini anlatır. “Şimdi şunun vakti, ya da bunun zamanı” diyerek insanlara ne parti beğendirebilirsin, ne de diş macunu! N Sadelik içeren müziksel kolaj... Ağırlıkta caz katalogu ile bilinen Blue Note (ülkemizde EMI/KENT) etiketi altından piyasaya çıkan “Beauty&Crime” albümünde Vega, doğduğu ve halen yaşadığı New York şehrine hürmetini sunuyor. On bir parçadan oluşan albüm, New York şehrini bir arka fon olarak kullanıyor ve dinleyeni sokakların arasında, kalabalığın içinde kişisel bir tura çıkartıyor. Yoğun ve ağır kişisel sözler içeren her parça, Suzanne Vega ile özdeşleşen anlatımsal kısa hikâye formatında dinleyene aktarılıyor. Akustik melodilerin sintisayzır takviyeli ritimler ile köprü kurması ise dinleyene yaralı şehir manzarasından huzurlu ve barışçıl bir harmanlama sunuyor. Vega’nın geçmiş anıları ile New York’un günümüzdeki yaşantısı arasında bir geçiş sağlayan albüm, aynı zamanda halk ile zengin kesim, tanıdık melodiler ile güncel ritimler ve uç noktalar arasında bir geçirgenlik sağlıyor. KT Tunstall ve Corinne Bailey Rae ile çalışan prodüktör Jimmy Hogarth’ın yönetiminde New York ve Londra’da kaydedilen “Beauty&Crime” grafiti sanatçısı Zephyr ile Vega’nın 1970’lerde New York’un West End mahallesinde geçirdikleri bir dönemi, Lou Reed ağırlığında ve Velvet Underground normlarında sunan “Zephyr&I” ile perdelerini açıyor. Bu üzgün sözlere sahip iyimser parçada sanatçıya KT Tustall eşlik ediyor. Albüm, Vega’nın kızı Ruby Froom’un arka vokallarde kendisine eşlik ettiği, 2002’de ölen kardeşi Tim’e adanmış “Ludlow Street” parçası ile devam ediyor. Parça uzun zamandan beri sanatçının kaleminden çıkan en kişisel sözlere sahip, yaylılar ile süslenmiş karanlık ve derinlik sınırlarına uzanan bir çalışma. Zekeriya S. Şen n son Suzanne Vega’dan yeni bir parça dinleyeli yaklaşık altı yıl oldu. 2001’de boşanma sonrası kaydettiği 11 Eylül’den iki hafta sonra piyasaya çıkan “Songs In Red&Grey” adlı albümünden sonra sanatçı geçen günlerde çıkarttığı yedinci albümü “Beauty&Crime”a kadar resmen ortalıktan kayboldu. Belki bu yüzden albümdeki “Bound” parçasında “Size soruyorum beni hâlâ istiyor musunuz?” diye soruyor. Yirmi yıldan daha fazla bir süredir müzik dünyasında olan sanatçının bu sorusuna cevabımız “evet” olsa bile, o beklentisi daha büyük olmalı ki “Beauty&Crime” albümüne, tüm birikintisini maksimum kalite ile yansıtıyor. Kendi limitlerini geren, rahat yuvasından zorlayıcı sınırlara uzanan, farklı dokunuşlara sokulan sanatçı, sanki bu albüm ile anılmak istiyor. Suzanne Vega ismi ile 1985’te karşılaştığımızda sanatçının o dönemlerde yeni bir akıma öncü olacağı aklımıza gelmemişti. Dönemin müzik skalasında farklılığı hemen algılansa bile, daha büyük oynadığı zamanla anlaşıldı. Bu yalın ve çıplak çalışması sayesinde kadın şarkı ve söz yazarlarına aslında yeni bir kulvar açtığı fark edildi. Bu yeni güzergâh daha sonra şimdi adı bile anılmayan o kadar çok kadın sanatçı tarafından kullanıldı ki, artık zaman aşımına uğradı. Ancak adını bu kulvara veren “Tom’s Cabin” ve “My Name is Luka” gibi ölümsüz parçalara imza atan Suzanne Vega asla unutulmadı. E KEYİFLİ MELODİLER, KISIK VOKAL Geçmişten gelen hayaletlerin izlerini rahatlıkla yakalayabildiğiniz albüm, arka fonda müzik çalarken sanatçının yanınıza oturup sizinle paylaştığı bir fotoğraf albümü gibi. Vega’nın uzun zamandan beri yazdığı en kuvvetli ve başarılı sözlere sahip olan “New York Is A Woman” adlı parçada sanatçı “Büyük Elma”yı ilk defa ziyaret eden bir adamın düşüncelerini dile getiriyor. Albüm Frank Sinatra ve Ava Gardner’in ilişkisini New York’un atmosferi altında dile getiren “Frank&Ava” adlı parça ile devam ediyor. Kadınsal kibirliliğin detaylarını irdelediği “Edith Wharton’s Figurines” adlı parçada Vega rutin bir estetik ameliyat sonrası ortaya çıkan komplikasyonlar sonucu ölen yazar Olivia Goldsmith’i dinleyenlerine tanıştırıyor. “Angel’s Doorway” adlı parçada sanatçı dinleyenleri ile Angel Ruiz adlı bir polisin 9/11’den hemen sonra yaşadıklarını paylaşıyor. Sonic Youth’tan tanıdığımız gitarist Lee Ranaldo’nun gitar kesitleri parçaya ayrı bir kişilik kazandırıyor. Albümü kapatan “Anniversary” çalışması ile sanatçı her ne kadar 9/11’i ansa bile, aynı zamanda dinleyene saman altından “tüm imkânlarınız için zaman ayırın, onlar her sokakta yaşıyor” cümlesi ile derin kişisel bir mesaj ulaştırıyor. Her Suzanne Vega çalışmasında olduğu gibi bu albümdeki parçaların içinize işlemesi biraz zaman alabilir. Keyifli melodilerin, Vega’nın kısık vokalleri ile birleştiği bu parçalar, herkesin hayatındaki bir kesite çok başarılı bir şekilde arka fon olabilecek nitelikte. Son altı yıldan beri müzik dünyasının kadın söz yazarları arasında neyin eksik olduğunu bu albüm ile rahatlıkla algılayabiliyor ve gideriyorsunuz. [email protected] “Size soruyorum beni hâlâ istiyor musunuz?” diye soruyor, altı yıl aradan sonra çıkardığı “Beauty&Crime” albümünde Suzanne Vega. Hayatını paylaştığı albümün arka Deniz Baykal. fonunda New Böyle özensiz bir kampanya ile ve konuştuğunda sadece hükümetin hatalarını eleştirip iktidara geldiğinde ne yapacağını inandırıcı ve ciddi bir şekilde aylar, yıllar önce iyi hazırlanmış formüllerle anlatmadan oy toplayacağını mı sandın? Bu konuda yanıldığını anlaman için daha kaç seçim, daha kaç mağlubiyet gerekir? Yüzde birbuçuk daha fazla oy kazanmış olmak “başarı” imiş ama bunu yeterli bulmamışsın! Bu, Cumhuriyet gazetesinin “Tehlikenin farkında mısınız?” kampanyaları, büyük kentlerimizdeki o görkemli mitinglerde toplanan milyonlarca yurttaşın katkısı ve DSP’nin doğrudan, diğer sol partilerin de dışardan desteğine rağmen ancak eskiden aldığın oya pek yakın bir yerde kalabilmişsen bunun başarı olmadığını sen de pekâlâ bilirsin! Bu katkı ve destekler olmasaydı sen eskisinden bir buçuk daha fazla oy mu alırdın yoksa sınırda mı takılır kalırdın? Bu görkemli başarısızlığa rağmen istifa etmeyi düşünmüyor muşsun! O zaman dört ya da beş yıl sonraki seçimlerin sonuçlarını daha şimdiden kestirmek için Tarhan Erdem olmamıza gerek yoktur: AKP yüzde 78 olur, CHP’de barajın altında kalır! Bu seçimde biz sana oy vermişler bir şey daha öğrendik: Köktendinin böyle başarılı olması, her şeyden önce senin bu yetersizliklerinin sonucudur! Sen, Türk halkını, ikitidarı beğenmediğinde, etrafında toplanabileceği bir siyasi kuruluştan mahrum bıraktın! Yönetimindeki CHP ciddi ve çağdaş bir sosyal demokrat parti olabilseydi, bu ülkenin halkına ümit veren bir odak olsaydı, köktendin bu oranda yüksek oy almaz, Atatürk’ün partisi de sadece senin beğendiğin bu düzeyde kalmazdı. Öyleyse, bu partinin bir dahaki seçime senle gitmemesi gerekir. Eskiden siyasilere “Birleşin!” diye seslenenlerin, şimdi de yeniden Cumhuriyet Mitingleri düzenleyip sana “Gidin, gidin!” demelerini mi bekliyorsun? Gitmezsen ya da CHP seni gideremezse, bir dahaki seçimde ümidimizin odağı kesinlikle bambaşka bir politik oluşum olacaktır! York var, kimi zaman yaralı, kimi zaman huzurlu ve barışçıl... KAPADOKYA MESLEK YÜKSEKOKULU Her gence bir meslek... L ütfen yardım eder misiniz? Bu yardım çağrısı Alev Alatlı’dan geliyor. Çağrıyı, Türkiye’nin ilk yerel vakıf meslek yüksekokulu olan Kapadokya Meslek Yüksekokulu (KMYO) için yükseltiyor. Çünkü eğitim sistemi içinde meslek eğitimine yeterince önem verilmiyor. KMYO’nun kurulma nedenlerinden biri de bunu değiştirmek. İlke Eğitim ve Sağlık Vakfı tarafından 2005’te yerel yönetimlerin, eşrafın, bölge halkının desteği ile imece usulü ile kurulan KMYO, şehirden göçün önünü kesmeyi, eğitilmiş gençleri yörede tutmayı, iş edindirmeyi amaçlıyor. “Bize göre” diyor Alev Alatlı, “meslek yüksekokullarında mesele, ulusal ekonomiyi yönlendiren sanayi ve hizmet kuruluşları ile işlevsel temasların neredeyse yok denecek kadar az olması. Oysa, beş yıldızlı bir otelin lobisine girmemiş bir turist rehberi ya da bir kontrol kulesinden içeri adımını atmamış bir sivil havacı ya da Topkapı Sarayı’nı takdir edemeyen bir restorasyoncunun mesleğinde başarılı olması pek mümkün olmuyor. KMYO’da, biz bu teması hem yıl içinde, hem de uzun stajlarda sağlıyoruz; neredeyse ‘hizmetiçi eğitim’ gibi oluyor”. Ürgüp’e karayoluyla 4.5 km uzakta olan Mustafapaşa beldesindeki okul, restore edilen Kapadokya konakları ve medresesinde hizmet veriyor. Kayıtları devam eden okulun şu anda 400 öğrencisi var. Bunların 180’i, yataklı öğrenci yurdundan yararlanacak. Okulda, 20072008’de 12 programda eğitim veriliyor; Sivil hava Ulaştırma İşletmeciliği, Turizm Rehberliği, Turizm ve Otel İşletmeciliği, Atçılık İşletmeciliği, Aşçılık, Bilgisayar Teknolojileri ve Programlama, El Sanatları, Şarap Üretim Teknolojisi ve Bağcılık, At Antrenörlüğü, Organik Tarım, Restorasyon ile Bankacılık ve Sigortacılık. Okulun tüm programları Türkiye’nin, ekonomik kalkınma stratejik hedeflerine hizmet edecek biçimde oluşturulmuş; yani mezunların iş bulamaması gibi bir sorunu yok. Ancak KYMO’daki eğitimle amaçlanan sadece bu değil, okulda eğitim “gençlerin ülkelerini ve dünyayı olduğu gibi, doğru görmelerini, doğru değerlendirmelerini sağlayacak bir araç” aynı zamanda. Alatlı, en çok korktuklarının “ayrıcalıklı bir mekân yaratarak, kasaba gençlerini dışlamak” olduğunu söylüyor. O yüzden de kasaba gençleri, müzik, tiyatro, spor, resim kulüpleri gibi öğrenci faaliyetlerine katılmaya teşvik ediliyorlar. Seramik, halı, aşçılık gibi alanlarda zaten bölge halkı ile birlikte çalışılıyor. Okulun 2 bin DVD’lik sinema kulübünün gösterileri de tüm kasabalıya açık. “Hiç kimse, evine ekmek götüremeyen, götüremediği için aşağılanan, çaresiz bir genç erkek kadar öfkeli olamaz” diyor Alev Alatlı, “Genç nüfusumuzu kendilerinin ve ailelerinin geçimini sağlayabilecek becerilerle donatamazsak, bugünün Kandil Dağı, yarının Erciyes’i olabilecektir. Hele de bizimki gibi erkeğin geleneksel rolünün olduğu bir toplumda!” www.kapadokya.edu.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle