22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 4 5/7/07 14:42 Page 1 PAZAR EKİ 4 CMYK 4 8 TEMMUZ 2007 / SAYI 1111 Sinema gerçekten ölüyor mu? Sinema geçmişteki masumiyetini kaybetti. Çünkü filmin maliyetinin büyük çoğunluğu tanıtıma gidiyor, geri kazanım için de masumiyete dokunan yollar deneniyor. Filmin oyuncakları, tişörtleri, bilgisayar oyunları piyasaya sunularak sektör içinde bir başka sektör yaratılıyor... Peki, masumiyeti yeniden kazanmak mümkün mü? Fuat Erman A rtık festivaller marketsiz olamıyor. Market yarışmanın havasını, yarışma da marketin havasını etkiliyor, kaçınılmaz bir şekilde. Hangi festivalde olursa olsun markete girdiğimizde ilginç manzaralarla karşılaşıyoruz. Örneğin stand’ların önünde teşrifatçı görünümünde tavcılar var. Bütün işleri birkaç iltifatla sizle sohbet başlatmak, sonra da sizi stand’daki film satıcısının ellerine teslim etmek. Korku filmleri çok revaçta olduğu için biz de korku filmleriyle ilgileniyoruz, göbeğindeki yarayı yiyen bir adamı konu alan filmi görünce “Tam istediğimiz gibi korku ve iğrençlik bir arada, bu film iş yapar” diyoruz. Fiyatı öğreniyoruz. Genelde bu durumlarda satıcının söylediği fiyatın yarısından daha azı teklif edilir, filme sizin ülkenizden başka bir talip yoksa film sizin önerdiğiniz fiyatın biraz üstüne sizde kalır. Market’in gerilimli havasından güneşli caddeye çıkıyor ve kendimizi bir kafeye atıyoruz. Kahvemizi yudumlarken çalan yavan müziğin sözlerine kulak kabartıyoruz: “Everything will be alright/Her şey güzel olacak”ı söyleyen şarkıcının bir bildiği vardır diye düşünüyoruz. Sinemanın böylesi bir meta haline gelmesi aklımızı kurcalıyor ve doğrusu ya, bizi üzüyor. Festival marketleri ve buralarda yapılan pazarlık şekilleri film sektöründen çok koyun pazarını çağrıştırıyor. TV, DVD Home Cinema ve korsan rekabeti sinemanın gerilemesini kısmen açıklayan ekonomik nedenler, ancak kültürel nedenleri de yabana atmamak lazım.1950’lerde Amerika’nın başlattığı Marshall Planı gelişmekte olan ülkelere ekonomik destek olarak tasarlanmışsa da, bu desteği alan ülkelere Amerika aynı anda American way of life (Amerikan yaşam şekli) aşılamaktan geri durmamıştı. Zaman içinde artan film maliyetleri ve azalan sinema hasılatları karşısında Hollywood mucize çözümler yaratmıştı: merchandising. Bu şu anlama geliyor, ilgi gören bir filmin oyuncaklarını, tişörtlerini, okul çantalarını, kalem ve silgilerini ve tabii ki bilgisayar ve tüm elektronik mecra oyunlarını filmden kısa bir süre sonra piyasaya sunmak. Seyir amaçlı filmi bir ürün paketinin tanıtım aracı haline getirmek. Bugün Hollywood’da yapım maliyetinin yüzde 80’i kadar paranın tanıtıma ve reklama harcandığı filmler var. Bu korkunç yekunların karşılığı ve kârı filmden değil merchandising’den kazanılıyor. Alışveriş merkezlerindeki sinemalara gittiğimizde beş salonda birden Spiderman, kalan bir salondaysa Hollywood dışı bir film olmasını çoktan kanıksar olduk. Global sinemanın tek ve yenilmez temsilcisi Hollywood tüm ülkelerde ağırlığını hissettiriyor, Batman, Spiderman; Starbucks ve McDonald’s gibi her köşede önümüze çıkıyor; kendilerine özgü pazarlama yöntemleriyle tabii ki. Cannes Festival Komitesi 35 önemli yönetmene sinema ile ilgili 35 kısa metraj sipariş etmişti. Bunlardan üçü çok ilgimi çekti. Biri Cronenberg’in çektiği ve oynadığı filmdi, Cronenberg dünyada son kalmış ve terk edilmiş sinema salonlarından birine giriyor ve ağzına tabancayı sokarak intihar etme girişiminde bulunuyordu. Bir TV kanalı da bunu reality show olarak veriyordu. Diğeriyse Ken Loach’un yapıtıydı. Sinemaya giden bir babaoğul kuyrukta girecekleri filme bir türlü karar veremiyorlar, sonunda futbol maçını sinemaya tercih ediyorlardı. Üçüncüsü de Çinli yönetmen Chen Kaige’nin filmi oldu. Yaşları 1013 arasında değişen 67 çocuk geceleyin gizlice bir yazlık sinemaya giriyor, projeksiyon makinesine LaurelHardy filmi takıp gülerek izlemeye başlıyorlardı. Coşkularının dorukta olduğu bir anda elektrik kesiliyor, çocuklar da hemen bisikletlerinin dinamosundan ürettikleri elektrikle makineyi çalıştırıp pedal çevirerek gösteriye devam ediyorlardı. Bir an beliren gece bekçisini gören çocuklar bağrışarak kaçarken, başından beri iskemlesinde oturan çocuk yerinde kalmayı yeğliyor, gece bekçisi çocuğa yaklaşıyor ve görme özürlü olduğunu fark ediyordu. Çocuk hemen şunu sordu: “Amca filmin devamını görebilir miyim?” Evet sinema geçmişteki bu masumiyetini kaybetti. Eski Türk filmlerine duyulan özlem de salt nostaljiden değil, biraz da bu masumiyeti geri getirme arzusundan oluşuyor olsa gerek.Gerek yerli, gerek yabancı bağımsız sinemanın peşinden koştuğu da işte bu masumiyetin ta kendisi. Küçük bütçeler, asgari teknoloji kullanımı, daha samimi bir sinemanın temel şartları. Ne var ki bağımsız filmlerin izleyici sayısı 2025 bin kişiyi geçmiyor. Sadece ulusal değil, uluslararası bağımsız sinema yapıtlarını da (Nuri Bilge Ceylan’ın İklimler’i)destekleyen Pyramide Film’in yöneticisi Eric Lagesse için bu izleyici sayısı Fransız filmlerinin yüzde 40’ı için de geçerli. Lagesse’e göre yapımdan çok promosyon (pazarlama, reklam) masraflarının hızla artması bağımsız sinemanın geleceğini tehlikeye sokuyor. Devlet desteği olmadan 510 sene sonra bağımsız sinemanın yaşam alanı çok daralmış olacak. Bu da sinemanın ölümü anlamına gelmez mi? Ör bü ümce y sad ük p k Ad e ka ce arala am y r g tiş akte işe k r ka apım ört rin az za n cıs ler a i i d n oy ncı d dırdı ına u ep . aza ncak eğil, Bu rı b ları film üy , ütü yo r...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle