Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 NİSAN 2006 / SAYI 1045 9 Kadın cephesinde yeni bir şey yok! 12 çocuk istiyorum... aruk (33) ve Sadbere (32) Vronya çifti, 12 yıl önce evlendi. Faruk işçi, Sadbere ise çalışmıyor. İş bulmak için Kosova’yı terk edip İsviçre’ye yerleşmişler. Çocukları olmamış, beş yıl hem Kosova’da hem de İsviçre’de tedavi görmüşler. Hep aynı yanıtı almışlar: “Çocuğunuz olması mümkün değil”. Türkiye’deki tedavilerin başarısını duyunca denemeye karar vermişler. Şimdi dokuz aylık olan Teuta, ilk denemenin çocuğu. Yeniden Türkiye’de olma nedenleri ise Teuta’ya bir kardeş istemeleri. Otelde kalıyor, doktorlarıyla tercüman yardımıyla anlaşıyorlar. Bunca zorluğa değer miydi, neden evlat edinmeyi düşünmediniz sorusuna yanıtları “Gençtik ve doğurmak istiyorduk. Bu nedenle donör bile istemedik”. Sadbere Vronya, “Bence 6 hatta 12’ye kadar yolu var” diyor. “Kadın olarak eksik hissetmedim, ama hayatımda boşluk vardı. O bizim her şeyimiz”... F Tüp bebeği tartışmalıyız... irleşmiş Milletler Nüfus Fonu Üreme Sağlığı Proje Koordinatörü Dr. Gökhan Yıldırımkaya, üreme sağlığının doğurganlık üzerinden değerlendirilmesini eleştiriyor. Yıldırımkaya’nın konuya ilişkin görüşleri şöyle: Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü’nün yaptığı “Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması”na göre Türkiye’de doğurganlık hızı 2.2 (doğuda 3.7). Her yıl yaklaşık 1 milyon 800 bin gebelik gerçekleşiyor ve bunların 400 bini düşük veya ölü doğumla sonuçlanıyor. En önemlisi gebelikten korunulamadığı için 200 bin düşük yapılıyor. Hastanelerde gerçekleştirilen doğumlarda bile her yüz bin doğumda elli, yılda yaklaşık yedi yüz anne ölüyor. 1519 yaş grubundaki kadınların yüzde 4.5’i en az bir düşük yapmış. Her beş doğumdan birinde anneler sağlık personelinden bakım hizmeti almıyor ve doğumunu sağlık kuruluşunda yapmıyor. Sözünü ettiğim araştırmanın evreninin evli kadınlar olduğunu da akılda tutmak gerekir, evli olmayan kadının üreme sağlığı açısından göstergelerini, risklerini ve sorunlarını yansıtmıyor ve milyonlarca genç kadının durumlarına ışık tutmuyor. Yine de Türkiye’de kadınların sadece doğurganlığa ilişkin gereksinimlerinin bile karşılanamadığını net bir şekilde ortaya koyuyor. Kadınlar menapoz, kanser taramaları, cinsel işlev bozuklukları gibi üreme sağlığı alanında yeterli hizmet alamıyor. Bu sonuçlar da gösteriyor ki kadın sağlığı alanında, doğurganlığı önceleyen ve teşvik eden bir yaklaşım çok da yerinde değil. Aksine istenmeyen gebeliklerin önlenmesi, doğum öncesi bakım ve doğum hizmetlerinin asgari koşullarda sağlanabilmesi birinci öncelikte. Yasama sürecinde tartışılmakta olan yardımcı üreme tekniklerinin sosyal güvenlik sistemi tarafından karşılanması, yapılanma değişikliğinde çok yeni bir yaklaşımı ortaya koyuyor. Ancak, tüberküloz gibi bazı enfeksiyon hastalıkları yeniden ciddi bir kamu sağlığı tehdidi oluştururken, tedavi yardımlarında kısıtlamalar ve yeni denetim araçları getirilmeye çalışılıp diş protezleri başta olmak üzere kimi sağlık yardımlarının kapsamı daraltılırken bu değişikliğin nasıl olacağı önemli. Yardımcı üreme sağlığına ilişkin sağlık giderlerinin hangi ölçüde ve hangi öncelikle karşılanması gerektiği çok ayrıntılı bir maliyet çalışmasını zorunlu kılıyor. Teknik olarak böylesine karmaşık bir alanda mevcut denetim yapısı ile etkili bir “yerindelik ve uygunluk” denetimi sağlamak hemen hemen olanaksız. Sigortalı talebinin yaklaşık iki yüz bin çift civarında olduğu tahmin ediliyor. Bunun getireceği maliyetin ise bir milyar doları bulması bekleniyor. Tüm bu bulguları alt alta koyduğumuzda konunun geniş ve teknik bir platformda tartışılması gerekiyor. B ugün kadın olmak dünden özlenildiği denli farklı değil. Açıkçası bir insan varlığının temelindeki iki öğe, üretmek ve üremek konusunda çok fark var elbette, kadının manevra alanı müthiş gelişti. Döllenmeyi denetleyebilmek, bir kadın için her şeyi değiştirdi: Kendisiyle, soyağacıyla ve birlikte olduklarıyla ilgili olarak. Anne olmak seçimini elinde tuttuğundan beri, artık aynı biçimde bir kız ya da eş değil o. İşte kadın için kökten değişimin diğer kanadı: Çalışmayla ilişki. Eğitim hakkı var, diploma hakkı var, bundan dolayı iş ve sorumluluk için hak iddia edebilir, öyleyse erkekle eşit olabilir. Ne yazık ki hayır! Bu doğurganlığa benzemiyor: Kadınlar erkekler gibi iş bulamıyorlar, onlar gibi sorumluluklar verilmiyor kadınlara, onlar gibi ücretlendirilmiyorlar... Her iki alanda annelerinin ve büyükannelerinin çağındakiyle karşılaştırılamayacak bir ilerleme olmasına karşın kadınlar erkeklerle eşit değil. Aşkta da, öteki alanlardaki gibi, kadınlar erkeklerle eşitlik içinde davranamıyorlar, sanki onlar ve erkekler arasında gerekli ve derinlikli uyumsuz bir şey var gibi. Neden güçlü, bağımsız, özgür, erkeklerle eşit olmak için zihinsel ve ruhsal olanaklara sahip kadınlar, arkaik boyun eğme şemalarını kopya ediyorlar? Bundan ne elBugün de ediyorlar? Kadınlar bunu aşkadınlar nasıl mak için anahtarı ellerinde tuttukları halde, ataerkil modelin bu davranıyor? noktada etkin olmasının nedeni Düne göre hangi kadınsal zevktir? Biyoloji farklılıklar ya da bizzat erkekler gibi dış öğelerin kurbanları mı onlar? olsa da Daha çok kendi içlerinden gegölgeyi, ışığa; len öğelerin kurbanları kadınlar. Aşk ilişkisinde, kadın çoğu kez evdeki erki, kendini yeniklik konumunda busiyasal erke luyor, erkekten kendisini, dünyayeğlemekte nın tüm sevgisini vererek tatmin etmesini bekliyor. Kısacası, ondevam dan küçük kızın babasından isteediyorlar. Bu diğini istiyor. Onu büyük ve güçbir yazgı mı? lü olarak düşlüyor, tüm dünyanın gözünü diktiği fallik, ailesel ve toplumsal gücü taşıdığına inanıyor, çocukluğundaki uyum hangisine dayanıyorsa... Tüm bu evrime karşın aşk ilişkisi on dokuzuncu yüzyılın Freudcu arketipiyle çakışıyor: Bir erkek babadır, “iyi aile babası”, sosyal olarak güçlü, aile kurumunun tartışmasız direği, soyun adının ve onurunun taşıyıcısı, iş alanında ve siyasal olarak etkin, eşi ve çocukları için tek ekonomik destekçi. Bir kadın ise eştir, “ailenin anası”, doğurgan ve uysal, mal varlığının yönetimi ve yaşam düzeni için babasından kocasına devredilen... B GÜZELLİK, ANNELİK, HİZMET... Kadınların arayışı erkeğin ötesine geçemiyor. Baba, oğul, koca, patron güç kimdeyse. Elbet bu tüm kadınlar için geçerli değil. Ne var ki onlar hâlâ çok az sayıdalar. Kadınlar gölgede kalmalarına karşın ellerinde bir güç tutmaları da söz konusu. Mutlak bir güç. Erkeği denetim altına almak, onu boyundurukta tutmak için, bir heykel kaidesine oturtmak. Yakınma ve suçlama kadıncıl silahlardır. Birçok kadın ışık altında yerlerini almaktansa, gölgede olup ipleri çekmekten daha fazla zevk alır. Kendilerine ilke edindikleri üç ruhsal şemaya göre yaşarlar: Paraya karşı güzelliğin karşıgücü, iş alanındaki yenilirliğini telafi etmek için çocuklar üzerindeki annelik egemenliği, erkekleri boyunduruk altına almak için onlara hizmet etmekten elde ettikleri yarar. Bu üç şema aşırı katılıkta var olur ve kadınlara uzun erimde yeterince zevk sağlar aynı biçimde bunu kendi çıkarlarına göre bulan erkeklere de... Bu modelden kendilerini kurtaran, erkekler üzerinde bilinçaltı bir erk yürütmeyen kadınlar ise bedelini şu ya da bu biçimde öderler. Kadınlığın sıradan ölçütlerinin ayartma, kırılganlık, duyarlılık, annelik dışına çıkan bir kadın, kendi tarzında güzelliğin pek az hayranını bulabilir. Zekâ gücünü ya da erk iştahını öne çıkaranlar gibi. Buraya değin söylenenler aşkı, çiftin yapılanmasından çıkarıyor mu peki? Hiç değil; tüm bunlara eşlik edebilir aşk. Güçlü erkekleri seven kadınlar, kendilerini oğullarına, patronlarına ya da kocalarına adadıklarında derin bir aşk da duyabilirler. Aşk ülküselleştirme, egemenlik, arzu, sahip olma, kendini vermenin karışımıdır. Feminist savaşımlar kadınların bu şemalardan kopmasını yeterince sağlayamadı ne yazık ki. Bu, ortaklaşa savaşıma bağlı değil; bunun yolu kişisel olmalı. Her zaman gizli anaerkillik olageldi, kendi evlerine, oğullarına, kızlarına ve kocalarına egemenlik kuran binlerce kadın oldu; erkeklerin arkasında güçlü kadınlar oldu; pipo içen, çağlarının toplumlarına göre emansipe kadınlar oldu. Bugün zamparalık yapan, özgür seks yaşamları olan, erkekleri ayartan kadınlar var. Gene de arketipten ayrılmış değiliz! Siyasal eşitsizlik, evdeki eşitsizlikle telafi edilmeye çalışılıyor ve bu yüzyıllar boyu işlediği biçimde gidiyor. Kadınlar çocuk taşıdıkları sürece de değişmeyecek. İlerde, eğer yapay bir rahim var olursa, erkekler ve kadınlar eşitlik içinde olurlar, bu yeni bir insanlığın yazılması olacak! Psychologies’den çeviren: EMRE ÇAĞATAY Hadi şaşırtın... Aylin Kotil M odern zamanlarda ayrıntıların farkına varmak ne kadar güçleştiyse insanları şaşırtmak da o kadar kolaylaştı sanırım. Onlar şaşırdıkça, insanların şaşırmaya ne kadar aç olduklarını görmek de bizleri şaşırtıyor. Etrafımdakilerin nelere şaşırdıklarına gün içinde bir dikkat edeyim dedim ve sonunda liste öyle çok uzadı ki sizlerle de paylaşmak istedim. Mesela yaya geçidinde bekleyenlere yol verince şaşkın bakışlarla karşılaşmak. Asansöre binerken içerde olanlara gülümseyerek iyi günler dilemek ki buna şaşırıyorlar mı, yarı deli gözüyle mi bakıyorlar, henüz kestirebilmiş değilim. Sabah birlikteyken başı dönen arkadaşımızı tüm iş yoğunluğumuza rağmen hatırlayıp akşamüstü nasıl olduğunu merak ettiğimiz için aramak ve tabii onun buna şaşırmasına tanık olmak… Durduk yerde kendimize çiçek alınca yakınlarımızın gülümsemediklerini görmek. Doğum günlerini unutmamak. Uzun zamandır üzerinde çalıştığı projeyi başarıyla tamamlayan arkadaşımızın, belki de hiç söze gerek kalmadan omzunu sıkabilmek. Paraya ihtiyacı olan arkadaşımıza o söylemeden borç vermek. Dedikoduya katılmayarak dedikodu yapanları da susturmaya çalışmak. Bunu yaparken tatsız insan damgası yemeyi göze almak. Başkalarından aldığımız sırrı, başka birine kimselere söylemeyeceğine dair yeminler etse bile söylememek. Telefonda sesi bozuk gelen arkadaşımızı uzaklarda olsa da yanına giderek teselli etmeye çalışmak. Bir arkadaşımıza mektup yazıp postaya vermek. Lisedeyken sevmediğimiz arkadaşımızı 20 yıl sonra gördüğümüzde arkadaş olarak algılayabilmek. Hangi nedenle olursa olsun bir yakınımızın o söylemeden yükünü hafifletebilmek. Sabah babamızı arayıp “Bu akşam birlikte yemeğe çıkalım” diyerek yemeğe davet etmek. Çocuğumuz ders çalışırken ona su tabancasıyla su sıkmak. Kavgadan sonra seni seviyorum diyerek sokulan taraf olabilmek. Çok sevdiğimiz bir eşyamızdan gene çok sevdiğimiz bir dostumuz için gönül rahatlığıyla uzaklaşabilmek. Bizi uzun zamandır aramayan arkadaşımızı sitem etmeden aramak. Âşık olduğumuz insanın bize en ters gelen hareketini gerçekten anlamaya çalışmak. Ve hadi şaşırt beni, diyerek gözümüzün içine bakanları onlar da şaşırtmayı öğreninceye kadar şaşırtmak. aylin@kotilsarigul.com CUMHURİYET 09 CMYK