Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
3 Nisan 2021 Cumartesi 5 Dört korku ÇİZEN: Özge Ekmekçioğlu İnnneesydaeenninanır? ErdalATABEK İnsanlar kendilerini zorlayan korkular, güvensizlikler, belirsizliklerden kurtulmaya çalışıyor. Aslında, günümüz insanının ilk insanlardan pek de farkı yok. Bir sohbet sırasında hukuk profesörü dostum sordu: Hocam, bu insanlar neden birinin peşine takılır da onun dediklerini sorgusuz sualsiz yapar? Bir cemaat imamının peşine takılanları soruİrvin Yalom, değerli romanları da olan Prof. Dr. psikiyatrist, insanın dört korkusunun terapinin konusu olduğunu ileri sürmüştür: Ölüm korkusu, Özgürlük korkusu, Yalnızlaşma korkusu, Yaşamın anlamını yitirme korkusu. reddedilmeyi içerir. Yaşamın anlamını yitirme, yaşamayı anlamsızlaştırır. İşte bu dört korkunun terapi yöntemleriyle başa çıkılır kılınması inançlarla benzeşir. Bu yüzden de kendisi ateist olan Prof. Dr. Yalom, bir din kurumunun yordu dostum. Bu dört korkunun birincisi, yok olma davetini almıştır. Oradaki din adamı İ. Yanıtı zor görünürse de kaygısının temelidir. Yalom’a kendilerinin de aynı sorunlarla sanıldığı kadar zor değil, Özgürlük korkusu, taşıdığı sorumlulukla uğraştığını anlatmıştır. biraz karmaşıktır. ürkütür. İnanç yolları da bu korkuları kendi İlk insanların nelere Yalnızlaşma korkusu, dışlanma, vaatleriyle yatıştırmaktadır. neden taptıklarına bakalım. İlk insanlar, kendilerini korkutan şeylere tapıyorlardı. Gökten gelen şimşeklere tapıyorlardı. Kabarıp sel olan ırmaklara tapıyorlardı. Depremde hareket eden kayalara tapıyorlardı. Muhteşem ışık saçan güneşe tapıyorlardı. Korktukları tanrıları yatıştırmak için adaklar adadılar, kurbanlar kestiler. İnanmanın bireysel nedeni ‘KORKU’dur. Korkular çoğu kez gizlenmiştir ve “huzursuzluk” görünümü altında yaşarlar. İnsan “hayatta kalma güdüsü” ile korkularından kaçar ve bir şeye “sığınmak” ister. İşte bu SIĞINAK da inançtır. İnançlarımıza sığınırız. Korku, güvensizlik, belirsizlik. Bunların hepsi de günümüzün insanı için, günümüzün toplumları için geçerlidir. Bugün en temel içgüdülerimiz bile tehdit altındadır. Korunma içgüdümüz, list gibi yollara ayrılmış, İslamiyet içinde Sünnilik, Şiilik gibi ayrımlar, Sünnilik içinde mezhepler, ayrıca Nakşibendilik, Nurculuk gibi tarikatlar farklı inanç toplulukları oluşturmuştur. Museviliğin de farklı uygulamaları olan tarikatları vardır. İan Mc. Ewan’ın “Çocuk Yasası” romanında bu konu işlenmektedir. Günümüz İnsanının Trajedisi Zygmunt Baumann, günümüz insanının nasıl değiştiğini, neden değiştiğini inceleyen bir toplumbilimci. “Akışkan Yaşam” olarak tanımladığı postmodern kapitalist toplumların artık hiçbir güvenilir ekseninin kalmadığını, her şeyin dan, güvensizliklerden, belirsizliklerden kurtulmaya çalışıyor. Aslında, günümüz insanının ilk insanlardan pek de farkı yok. Fark, basit bir totemden bütünlükçü bir sisteme geçişte. İnançlarda kitle etkisigüç etkisi Elbette inançlar, çevrelerinde insanlar toplandıkça kitle etkisiyle daha da güçlenirler. İnsanlar, başkalarının kabul ettiği şeylerin yanlış olamayacağı varsayımıyla cemaati oluştururlar. Cemaat, artık dayanışma yoluyla bireyi yalnızlıktan kurtarmakta, onu güçlüklere karşı koruyacak bir kalkan oluşturmaktadır. Hele de bu cemaat, elinde yetki veren, olanak sağlayan, ekonomik destek veren bir örgütlenme ise burada kitle etkisi ve güç etkisi de devreye girer. İnanç politik beslenme içgüdümüz, çogüce dönüşür ğalma içgüdümüz çok daha büyük tehditler altındadır. Yaşamlarımız, işimiz, geçim olanaklarımız, amaçlarımız, emellerimiz güvenilmez koşulların altına itilmiştir. Geleceğin belirsizliği, yalnızlıktan kurtulma umudumuzdaki zayıflık bizi tedirgin etmektedir. Karen Horney, felsefesi olan bir psikiyatrist, “Çağımızın Nevrotik İnsanı” diye bu tedirgin insanı yazmıştır. Günümüzün insanı, bu yalnızlık korkusundan bir yere ait olma çabası ile kurtulmaya çalışmaktadır. İşte bu korku, bu güvensizlik, bu belirsizlik, günümüz insanını güvenilir bir yere ait olma ile aşmaya yöneltmektedir. İnanç böylece politik güce dönüşür. Yoksullara, bu dünyada destek verir, durumuna razı eder, ahirette cennet vaat ederken üst kademelere yetki, rütbe, koltuk vererek dünyalarını cennete çevirir. Dikkat ediniz, dinci siyasetçilerin işsizliğe karşı sabır, yoksulluğa karşı rıza ve bu dünyanın imtihanı söylemleri ile karşılaşırsınız. Ama aynı siyasetçilerin, çevrelerine ihaleler, yüksek maaşlı görevler vererek kendilerine bağlı bir çember oluşturduklarını göreceksiniz. İnanç, politiktir ve toplumların sınıfsal yapısına göre de cezaları ve ödülleri değişkendir. İnançbilinç ‘GÜVENİLİR BİR YERE AİT OLMA’ İşte, inanç sistemlerinin insana vaat ettiği şey tam da budur. Dinler, tarikatlar, cemaatler, din dışı inanç grupları insanlara bu güvenceyi sunmaktadır: “Gel, bize katıl, inan ve karmaşadan kurtul.” Tektanrılı dinler, Hıristiyanlık, Musevilik ve İslamiyet bu güvenceyi bütünleşmiş bir sistem olarak vermektedir. Tanrı, peygamber, kutsal kitap, tapınak, cemaat, ibadet olarak birbirini tamamlayan sistem insandan sadece “inanmak ve koşulsuz itaat” istemektedir. Karşılığında verdiği şey ise sonsuz bir güvencedir. Tanrı’nın emirlerine itaat eden, onları yerine getiren, dünya yaşamını onları gerçekleştirmeye adayan kul, elbette sonraki hayat olan ahireti, cenneti hak edecektir. Dünyadaki 1.8 milyar insan Hıristiyanlığı, 1.3 milyar insan Müslümanlığı, 17 milyon insan Museviliği koşullarıyla kabul ederek bu çağrıya katılmışlardır. Ancak inanç sistemi bu kadarla da kalmamış, her üç dinin içinde de çeşitli tarikatlar, çeşitli cemaatler kendi liderlerinin peşinde farklı yollar seçmişlerdir. Hıristiyanlık, Katolik, Protestan, Evangeçatışması Korkuyu yenmenin doğru yolu bilinçtir. Güvensizliği yenmenin doğru yolu, her olasılığa karşı hazır olmaktır. Belirsizliğe karşı olmanın yolu, gerçekle yüzleşmekten kaçmamak, tersiÇİZEN: Zafer Temoçin ne, gerçeği kabul ederek önlem almaktır. sıvılaşıp kayıverdiğini anlatıyor. Bilinç nedir? İnsanların güvencesi olan çıpalar artık Bilinç, bilimsel bilgi temelinde, aklı kulyok. İnsanlar arası ilişkilerin güvenilir tut lanarak, doğruyanlış eksenini izleyerek kalı olan vefa artık yok. yaşamı anlamak, kendi yaşamını anlamlı Başladığınız işten emekli olma güvence kılmak, kendine değer katmayı bilmektir. si artık yok. Bilinç, kişisel ve toplumsal sorumluluğu Böyle bir toplumun inanç âlemine kay üstlenmektir. masına şaşmamak gerekiyor. Bilinç, yaşamın her dönemecine hazır olSadece dinler değil, günümüzde din dı mak, soru sormaktan vazgeçmemek, eleştişı inanç sistemleri de toplumda karşılık bu rel düşünce ile dünyayı yorumlamaktır. luyor. Büyük Atatürk’ün “Hayatta en hakiki Akışkan enerjiler, çakralar, mantralar, mürşit ilimdir” sözü üniversite kapılarına kendini içinde arayışlar, göklerin çağrıları, yazılmıştır. taşların sesleri gibi sonsuz inanç yolları arBu söz, bize bilincin yolunu göstermiştir. tık insanlar için çekici kaçış yolları. Bilinç temelli inanç doğru bir iradeyi anİnsanlar, neyi aradığını bilmeden sürdür latır. dükleri arayış yollarında rastladıkları bu İnanç temelli bilgi ise saplantılı inat özelikonlara sığınarak rahatlamaya çalışıyorlar. liğini taşır. Bu arada, medyumlar, falcılar, modern Yarınımızı inancın rastlantılarına bırakbüyücüler, şifacılar, çağdaş muskacılar olan mak istemiyorsak, bilinçli insanların toplufetişçiler çeşitli uydurmaların, hurafelerin munu yaratmak zorundayız. desteğiyle bugünün insanlarını etkiliyor. Eğer, yaşamımızı kendi ellerimize almak İnsanlar kendilerini zorlayan korkular istiyorsak... Alper Hasanoğlu de anima İnsan kavramına ontolojik bir yaklaşım İnsanı, dünyaya atılmış ve kendini tasarlayan bir varlık Dasein olarak tanımlamak Heidegger’in başının altından çıkmıştır. İnsanın bir özünün olduğu ve bu öze uygun olarak bir varoluşun gelişeceği düşüncesi Heidegger ve diğer varoluş felsefesiyle uğraşan filozoflarca kabul edilmiyordu. İnsan bir meşe palamudu tohumu değildi. Bu tohumdan zorunlu olarak bir meşe palamudu ağacı ortaya çıkacaktır ama insan denen varolandan ne olacağı, hiç de bu kadar net değildi maalesef. Bir bakmışsınız hayatının neredeyse tamamını diyabet hastalığını ortadan kaldırmak için laboratuvar çalışmalarına adamış bir bilim insanı çıkıyor ortaya, bir de bakmışsınız bir başkası geliştirdiği teknoloji sayesinde insanların hayattan beklentilerinin ne olabileceği konusunda sahip olduğu verileri siyasetçilere bir servet karşılığı satıyor. Üstelik oradan gelecek paraya hiç de ihtiyacı olmadığı halde. Şimdi bu ikisinin benzer insani özlere sahip olduklarını iddia etmek pek de yerinde bir tespit olmaz sanırım. Her ikisi de dünyaya kendi istemleri dışında gelmişler ve kendi varoluşlarından, dünyada oluyor olmalarından, “Dasein”larından nasıl bir öz yaratacaklarına kendileri tasarlamış durumdalar. Hayatın onlara hazırladığı koşulları, içinde bulundukları zaman ve uzamın onların tasarlayacakları varlığın nasıl olacağına etki edeceğini biliyorum ve kabul ediyorum. Ama son tahlilde insanın bazı önemli kararları alabildiğini düşünüyorum. Bu anlamda “özgür” bir “irade”nin olmadığı düşüncesi bana uzak geliyor. Güç ve iktidar peşinde koşup binlerce, milyonlarca insanın ölümüne karar vermeyi kılları kıpırdamadan karar verebilen narsistik dünya liderleri de böyle olmayı seçiyorlar, çocukluklarında hangi travmayı yaşamış olurlarsa olsunlar, ne olacaklarına kendileri karar veriyor. Kim söylemişti şimdi anımsamıyorum, iktidarı devirmek için giriştiğiniz darbe girişimi başarılı olursa devlet başkanı, başarılı olmazsa vatan haini olursunuz. Oysa kişiyi aynı hırslar yönetmektedir; ister devlet başkanı olsun sonunda ister vatan haini. Dinin insan üzerindeki olumlu etkisinin gittikçe azalması onun dünya karşısında yalnızlık duygusuna hapsolmasına neden oldu ve olmaya devam da ediyor. Ne cansız varlıklar ne de bitki ya da hayvan gibi canlılar “Dasein” olarak adlandırılamazlar. Dasein kavramında dünyaya açıklık, oluş anlayışı, bir benlik bilgisi mevcuttur. Dünyaya açıklık yalnızca sahip olunan şeylerin bilgisi değil, aynı zamanda kendi Dasein olanakları aracılığıyla diğer insanların varlığını da anlayabilmektir. Yani, Dasein’ın dünyası esas olarak içinde bulunduğu ilişkiler ağıdır. İnsan kendini, karşılaştığı insanı ve şeyleri ancak böyle anlayabilir. Bu dolaysız anlama ancak fenomenolojik bir bakışla mümkündür. Fenomenoloji yalnızca psikoterapi alanında bu kadar verimli olmuştur. Daseinanaliz fenomenolojiktir, çünkü “an”a mahsus şeyleri, olduğu gibi şeyin kendine yabancı eşleştirmeler ve yapılandırmalar olmaksızın göstermek ister. Böylece edinilmiş teorik soyutlamalardan sıyrılıp verili fenomenlere dolaysızca ulaşabilmemiz mümkün olur. Açıklamak değil, anlamak peşindedir. Günümüzde bu talebin yerine getirilebilmesi oldukça zordur. Modern insan giderek kendini gösterenin gerçek varlığını görebilme yetilerini yitirmişlerdir. Düşünüş tarzımız şu an kabul gören bilimsel düşünce biçimlerinin işgali altında ve biz de bu anlamda, kendimizi dolaysız olarak kavranabilecek şeyin anlaşılmasına bırakmak yerine, karşılaşılan varlığın dolaylı ve teorik açıklamasına meyledip varlığın hesaplanabilir ve böylece tekrar üretilebilir bir hale gelmesine çalışıyoruz. Bu tek taraflılık nedeniyle bilim, halen daha bu mutlaksallık isteğini sanki gerçeğe ulaşmanın tek bilimsel yoluymuş gibi övüp duruyor. Halbuki bilimsel olarak bilinen hiçbir şey, hâkim bilimsel görüşe kendini daha bilimselmiş gibi gösterme hakkını vermiyor. Özellikle de algılanan fenomenlerin sade açıklamalarıyla yetinen, hep incelenen şeyin kendisinde kalmaya çalışan, hep farkları vurgulamaya ve özellikle nesnel kalmaya çalışan başka bir düşünüş biçimi varken. Dasein olmak nörotik olmak demektir. Bu hasta oluş halinin asıl ayırıcı özelliği doğa bilimlerinin iddia ettiğinin aksine, hesaplanamayan niteliksel öğelerden oluşuyor olmasıdır. Hasta oluş hali, hastanın kendi dünyasının gerçekliği içinde, diğer hastalardan hep biraz daha farklı bir şekilde bozulmuş, kopmuş ilişkilerinin anlaşılmasıyla olasıdır. Bu gerçeklik doğaldır ki insan varoluşunun bedensel düzeydeki hasta ve sağlıklı oluş halinin anlaşılmasında naturalisitik yaklaşımların işe yaramayacağını göstermez ama hasta ya da sağlıklı oluş halinin kendine özgü insaniliğinin naturalistik yaklaşımlarla yeterli düzeyde anlaşılamayacağını işaret eder.