24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SAYFA 4 11 AĞUSTOS 2018, CUMARTESİ Issız bir adaya düşseniz… MAHİR ÜNSAL ERİŞ Issız bir adaya düşseniz yanınıza alacağınız üç şey ne olurdu? Hem de bu ada öyle bir yerde ki kelimenin tam anlamıyla dünyanın öbür ucu demek mümkün. Her şeyden öyle uzakta bir ada ki bu, üzerinde yaşayanların Birinci Dünya Savaşı’nın olduğundan haberi bile olmamış. Adı Tristan da Cunha adası. 250 kişi yaşıyor Adını, keşifler çağında burayı bulan Portekizli kaşif Tristao Da Cunha’dan alıyor. Uydudan çekilmiş görüntülerine baktığınızda denizin daha doğrusu ıssızlığın tam ortasında tek başına bir yanardağ görünüyor. Çünkü gerçekten de öyle. Bu nedenle keşfinden sonra uzun yıllar yerleşim görmemiş. Zaten pek öyle yerleşimi özendirecek bir iklimi, coğrafyası ya da bitki örtüsü de yok. Denizin ortasında bir dağ. Bu dağı ya da ıssızlığın ortasında yükselen bu adayı farklı kılan en temel özelliği ise uzaklığı. En yakın kıta parçasına mesafesi 3 bin kilometre civarında. Üstelik de adanın bir havaalanı yok. Sadece kayık ve teknelerin çekildiği, gemilerin bile yanaşamadığı ufak bir limanı, hatta daha doğru ifade etmek gerekirse bir çekek yeri var. Hal böyle olunca da turistlerin ve göçmenlerin pek rağbet ettiği bir yer olamamış hiçbir zaman. Yaklaşık nüfusu ise 250 kişi civarında. Ada üzerinde tek bir yerleşim bölgesi var ve bu bölge aynı zamanda adanın başkenti. Adı ise Edinburgh Of The Seven Seas (Yedi Denizler Edinburgh’u). Çünkü ada bir Birleşik Krallık toprağı ve bu küçük yerleşime adı, 1800’lerin sonunda burayı ziyaret eden dönemin Edinburgh dükü olan Prens Alfred’in onuruna verilmiş. Tabii ki burada yaşayanların hiçbiri “Edinburgh of the Seven Seas” diye bahsetmiyor buradan. The Settlement diyorlar. Yani düpedüz “Yerleşim”. Portekizliler adayı keşfettikleri halde burada hiç yaşamamışlar. Adaya ilk ayak basanların 18. yüzyılın ortalarında Hollandalılar’ın Doğu Hindistan Şirketi ile gelenler olduğu varsayılıyor. Yaklaşık yirmi beş yıl süren düzenli ziyaretlerden sonra bu yüzyılın sonunda Flamanlar da adayı terk etmişler ve ada alıştığı ıssızlığa geri dönmüş. Fakat 19. yüzyılın başında Amerika’dan yola çıkan dört adam – nedense gelip buraya yerleşmiş. Bu adamlardan Jonathan Lambert, adanın kendi mülkü olduğunu ilan etmiş ve burayı “Yenilenme Adası” olarak yeniden adlandırmış. Maalesef kendi ıssız adasında ilan ettiği krallık çok uzun sürmemiş, iki yıl sonra kendisi ve beraberindekilerden iki arkadaşı ölüvermişler. Adada tek başına kalan Thomas Currie ise tam bir Robinson hayatı sürerek burada toprakla ve denizle uğraşıp hayatta kalmaya çalışmış. Dört yıl kadar sonra Britanya İmparatorluğu adayı Birleşik Krallık Denizaşırı Toprakları’na katmış. O gün bugündür de adada Britanya bayrağı dalgalanıyor. Para harcayacak yer yok Tristan Da Cunha adasında yaşayan insanlar zaman içerisinde birbirlerine karışarak neredeyse tek bir aile olmuşlar. Yaklaşık 250 kişiden oluşan nüfusa rağmen adada toplam sekiz soyadı var. Araya on yıllardır yeni genlerin karışmamasıyla da kalıtsal hastalıkların hemen hepsi ada nüfusunun tamamına yayılmış. Örneğin burada yerleşik bulunan her dört kişiden üçünün astım hastalığı var. Yaşayan son‘Çorbayla dolu bir dünyada elinde çatalla gezen bir insan’ rock star Liam Gallagher Bİnnaz Saktanber Kaba, hırbo, soytarı, asabi, kavgacı, müptela, tembel, ukala, ergen…Bunlar yirmi yılı aşkın kariyerinde Liam Gallagher için söylenenlerin yazıya dökülebilen kısmı. Bugünlerin cilalı, politik doğrucu ve dijital lensinden bakınca kariyer bitirici gibi gözüken bu özellikler; Oasis’in solisti, delikanlırock’ın poster çocuğu, kardeş kavgasında Osmanlı padişahlarının rakibi kahramanımızın alametifarikalarıydı. İtlik ve serseriliğin rock starlığın şanından sayıldığı bir dönemin belki de son temsilcisi Liam, şimdilerde ilk solo albümü As You Were’ün platinliğinin tadını çıkarıyor ve dünya turnesi kapsamında 14 Ağustos’ta Küçükçiftlik Park’ta İstanbullu hayranlarının karşısına çıkmaya hazırlanıyor. Liam Gallagher 1972’de Manchester’da İrlandalı yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Üç kardeşin en küçüğü, baba dayağının yiyicisinden çok izleyicisiydi, ki onun da travması başkadır. Anneleri babadan kaçtığında 10, her daim marizlediği abisi Noel ile Oasis’i kurduğunda 19 yaşındaydı. Noel söz ve besteleri yapıyor; Liam Beatles kesim saçları, mono kaşları, yuvarlak güneş gözlükleri ve boğazına kadar iliklenmiş parkasıyla ellerini arkasında kavuşturup öne eğilip mikrofonu üst dudağıyla burnunun arasına yapıştırarak şarkıları söylüyordu. Lennon’un reenkarnasyonu Sesi seksen oktav değildi, üç beş nota arasında gidip gelen, hafif çatallı, kimilerinin John Lennon ve Sex Pistols arası dediği bir tonu vardı. Zaten esas enstrümanı sesi değil çalımıydı. Arada bir tıngırdattığı tefi eline aldığında konser alanları yıkılıyor, afra tafra ve Oasis’çilik yükseliyordu. Liam da tüm rock starlar gibi ne yaptığını eşek gibi biliyordu elbette. “Live Forever’ı ben yazmamış olabilirim ama şarkıyı söylediğim anda şarkı bana ait oldu. Ben kendimi arada bir beste yapan bir rock şarkıcısı olarak görüyorum o kadar. Ortalarda Bob Dylan’ım diye dolaştığım yok.” Doğrudur, Liam hiçbir zaman Bob Dylan olduğunu iddia etmedi. Onun iddiası John Lennon’un reenkarnasyonu olduğuydu. Gerçekten de Oasis’in yükselişi öyle hızlı ve yörüngesi öyle genişti ki Beatles İtlik ve serseriliğin rock starlığın şanından sayıldığı bir dönemin belki de son temsilcisi Liam Gallagher, dünya turnesi kapsamında 14 Ağustos’ta İstanbullu hayranlarının karşısına çıkacak. karşılaştırmalarının önü alınamadı. Grubun ilk albümü Definetly Maybe (1994) İngiltere tarihinin en hızlı satan ilk albümü oldu. Ardından gelen (What's the Story) Morning Glory? ise onları BritPop’un gönülsüz liderleri yaptı. Bilek kesici grunge’a karşı daha havadar ve umutlu bir rock sunuyordu Oasis ve BritPopçular. Yerli ve milli bir müzikti onlarınki. ‘İngiliz’ mevzulardan bahseden şarkı sözleri, yerel aksanlar, işçi sınıfı ve partisi, genç, erkek, yoksul olup yine de hayal kurmanın, mümkünün müziği, tabii yanında bir doz da seksizm ve şiddetle… Üç beş senelik bir zaman zarfında Wonderwall dünyanın en tanınmış gitar melodisi, Oasis bir jenerasyonun sesi oldu. Gallagher kardeşlerin 10 Ağustos 1996’da Knebworth’de 250 bin kişiye verdiği iki gecelik efsane konsere 2.6 milyon kişi bilet almak için başvurdu. Ne yazık ki sonraki her albüm bir öncekinden kötü çıktı. Dünyanın müzik ekseni başka yere kaymış, bizimkiler kafalar her daim kıyak, birbirleriyle ve tüm dünyayla didişmekten olan biteni idrak edememişlerdi. Bitmeyen kavgalar, ayrılma tehditleri, konserlere çıkmamalar derken 2009’da turnede Liam’ın Noel’e fırlattığı bir erik sonlarını getirdi. Noel kendi yoluna gitti, Liam ve geri kalanlar Beady Eye ismiyle devam etti. Ama ömürleri uzun olmadı, 2014’de dağıldılar. Bir yandan bunlar olurken, bir yandan da tüm gerçek rock starlar gibi geçtiği sokaklarda kalpler kırı lıyordu Liam’ın. İki kere evlendi, iki evliliğinde de karısını aldattı ve aldattığı kadınlardan çocuk yaptı. Böylece dünyanın en simetrik aldatma hikâyesiyle dört ayrı kadından dört çocuk sahibi oldu. Boşanmalar, velayet davaları, suyunu çeken paralar, magazin manşetlerinin müdavimliği ve düşüşte bir kariyer. 2015 geldiğinde gümbür gümbür depresyondaydı. O dönemi, eski asistanı, şimdiki kız arkadaşı ve menajeri Debbie Gwyther sayesinde atlattığını söylüyor Liam: “Beni kurtardı. Tam düşerken tuttu ve ‘salak gibi davranmaktan vazgeç!’ dedi”. Salak gibiden kasıt acaba Gallagher’ın Avustralya havayollarından ömür boyu yasaklanması, son 30 yılın en iyi albümü ödülünü alırken ödülü seyirciye fırlatması, Amerika turuna çıkacakken “Ev almayı unuttum” deyip uçağa binmemesi, Münih’de tutuklanıp iki dişinin Alman polisi tarafından söküldüğünü iddia etmesi veya yangın tüpünü Paul Gascoigne’un suratına boşaltması olabilir mi? Alaycı vokal, asabi duruş Liam 2016’da asla solo albüm çıkartmayacağını buraya yazamayacağımız kelimelerle (!) söylese de 2017’de As You Were geldi ve hem eleştirmenler hem listelerce çok sevildi. Şimdilerde Liam’ın saçları daha kısa, kaşlar hafif alınmış ama parkalar baki. Üstelik 90’ların tekrar moda olmasıyla o artık kendi markası da olan rabıtalı bir moda ikonu. Hâlâ Manchesterlı, hâlâ İşçi Partili, hâlâ uyuşturucuyla arası iyi. Alaycı vokal, asabi duruş, kardeşle ego yarıştırmaca da devam. Geçenlerde Noel ve karısına seri katil dedi. Sonra da aile tatiline davet etti mesela. Aynı tatilde 19 yaşındaki kızıyla doğduğu günden beri ilk kez bir araya geldi. Sabah beşte kalkıp koşuya gidip iki oğlunu okula yolladığı bir hayatı var. Ama henüz en küçük kızıyla tanışmış değil. “Eğer müzik olmasaydı ya bir yerlerde bir çukur kazıyor ya da ağır müptela veya ölmüş olurdum. Rock’n’roll hayatımı kurtardı. Ona sonsuza dek borçluyum ve asla ama asla başka bir müzik yapmayı düşünmüyorum” diyordu geçenlerde. 2009’da Oasis tam dağılmadan önce Noel, Liam için “Kaba, ukala, korkutucu ve tembel. O görüp göreceğiniz en kızgın adam. O, çorbayla dolu bir dünyada elinde çatalla gezen bir insan” demişti. Bugünlerde Liam kaşığını bulmuş gibi gözüküyor. Diğerlerine gelince, onlar rock starlığın şanından. Adada karınca kararınca tarım yapılıyor. Ağırlıklı olarak patates yetişiyor. Ada halkının ana geçim kaynağı ise balıkçılık. Geçimlerini denizden sağlıyorlar. Para birimleri ise Sterlin. Fakat adada paraya ihtiyaç duyulduğunu söylemek biraz güç. Çünkü parayı harcayacak yer yok. Bir okul, bir hastane, bir postane, bir kafe ve bir de barları var. Ancak adaya dışarıdan getirilecek ihtiyaçların temini için elbette para kazanmak gerekiyor. Uçakla ulaşım imkânı olmadığı için hem insan hem de malzeme erişimi haftada bir kez Güney Afrika’dan, Cape Town’dan kalkan gemiyle sağlanıyor. Bu yolculuk –iyi havada yaklaşık üç gün sürüyor. Adanın aktif bir yanardağ olduğunu ve yerleşimin bu dağın eteğinde kurulduğunu söylemiştim. Tarihte yanardağın patlamasına ilişkin çeşitli kayıtlar var. En yakın örneği ise 1961 yılında gerçekleşmiş. İşler o kadar ciddileşmiş ki İngiliz hükümeti adayı tahliye ederek adalıları İngiltere’ye götürmüş. Bülbülün altın kafes hikâyesi gibi, tehlike geçince adalılar evlerine dönmek istemişler. Tüm hayatlarını İngiltere’de sürdürebilecekken ıssızlığın ortasındaki adalarına koşmayı yeğlemişler. Siz? Issız bir adaya düşseydiniz mesela, sonra birileri sizi alıp refah seviyesinin oldukça yüksek olduğu bir ülkeye götürseydi... Issız adanıza dönmek ister miydiniz? Yanınıza alacağınız üç şey ne olurdu? DR. ASLI AYDIN ÖZDEM İR Bu yazının konusu ve o konu ile ilgili aklıma ?ü??ü?enler bir karikatürle ba?ladı; katıldığım düğünde nikah şekeri yerine biz davetlilerin karikatür portreleri yapılıyordu. Karikatür halim ?a?ırtıcı ve komikti. Sanki kar?ımda be? altı ya?larında küçük bir kız çocuğu duruyordu. O an yanımda olmayan e?im ve 5 ya?ındaki oğlumla payla?mak istedim elimdeki karikatürü; fotoğrafını çekip onlara gönderdim. E?im oğluma göstermi? ve bir ?ey söylemeden “Kim bu?” diye sormu?. Oğlum ise hiç tereddüt etmeden “Anneeee” diye cevap vermi?. Ben bile karikatürdekinin ben olup olmadığımla ilgili bu kadar ?üphedeyken “Neresi benziyor ki?” diye anlamsızca sorgularken, hatta biraz bu kadar çocuk gibi göründüğüm için hafif bir memnuniyetsizlik ve ?a?kınlıkla “Yok ya, hiç benzemiyor” diyen birilerini ararken, tereddütsüzce annesi olduğumu söyleyen oğlum sayesinde çocuk yanımı hatırladım. Bir süredir çocukluğum ve bugüne izdü?ümlerini çalı?ırken anneliğimdeki çocuk yanımı sorgulamaya ba?ladım. Bir anda bir süre önce oğlumla payla?tığımız bir an ve o kısacık anda bana verdiği o çok değerli geribildirim geldi aklıma. Doğruyu söylemek gerekirse bu geribildirimin ne kadar değerli olduğunu o an değil ?imdi anlıyorum. Beraber oyun oynarken bana dönüp o koca siyah gözleriyle “Sen çok komik bir annesin” dedi ‘Sen çok komik bir annesin’ ve kaldığı yerden devam etti i?ine. Bense karikatürüme bakarken hissettiklerime benzer bir hisle, ?a?kınlık ve “İyi bir ?ey mi dedi ?imdi?” ?üphesiyle kalakaldım. O andan itibaren anneliğimdeki çocuk yanımı sorgulamaya ba?ladım. Hâlâ ara sıra dü?ünüyorum ama sorgulamıyorum artık; çünkü iyi bir ?ey söyledi, çok iyi bir ?ey, çok değerli bir ?ey söyledi aslında. İçimizdeki üç yandan (ebeveyn, yeti?kin ve çocuk) biri olan çocuk yanımız, ya?adığımız ve hissettiğimiz yanımız. “Haydi ?imdi” diyen eğlenceli yanımız. Her zaman ciddi, sorumluluk sahibi, ne yapmamızı, nasıl yapmamızı ve ne zaman yapacağımızı söyleyen yanımızın, yani ebeveyn yanımızın sürekli aktif olduğunu dü?ünün! Hayatımız ne sıkıcı olurdu. Çocuk olmanın keyfi 40 ya?ına da gelsek, bir ?irketin üst düzey yöneticisi de olsak, politikacı da olsak, ebeveyn de olsak çok ?ükür hisseden bir çocuk yanımız var: Gülen, ağlayan, küsen, mutlu olan, korkan, kızan, dü?ünmeden davranan, oynayan, eğlenen, hayaller kuran.... Bu yanımız anneliğimizi de zenginle?tirir, renklendirir, canlandırır illa ki… Çocuk yanı ile annelik ya da babalık yapabilen anne babaları hakkında ?öyle dü?ünür çocuklar: “Seninle oyun oynanıyor, eğlencelisin, doğalsın, ba?kaları ne der diye dü?ünmüyorsun, içinden geldiği gibi davranıyorsun, bana da duygularımla arkada? olabileceğimi gösteriyorsun, her duygunun hayatımızda e?it derece önemli olduğunu, birinin diğerinden daha iyi yada kötü olmadığını, duyguların adını koyabilmeyi, hissettiklerimden dolayı utanmamayı gösteriyorsun. Merak etmenin, oyun oynamanın, öğrenmenin, ke?fetmenin, hayal etmenin, çocuk olmanın çok keyifli bir ?ey olduğunu gösteriyorsun”. Buna rağmen içimizdeki ebeveyn yanımız “Ama, peki ya?, disiplin, düzen, gelecek, sınırlar, ciddiyet” diyebilir. Çünkü bunları demeye programlanmı?tır. Elinden gelse çocuğumuz ?unu der belki, o sesimize cevaben: “Korkma, hep çocuk gibi kalmam, sorumsuz olmam, yanlı? kararlar almam, kötü yollara sapmam bu yüzden. Tam tersine kendi yolunda emin adımlarla ilerleyen, ne istediğini bilen, sağlıklı kararlar veren, canlı ve eğlenceli ve ya?am dolu, mutlu bir yeti?kin olurum”. Gerek yeti?tirilme tarzımız, gerek eğitim sistemimizin örseleyici yanları, gerek kültürel ko?ullanmalarımızla bastırmamız gerektiğini dü?ündüğümüz çocuk yanımızı biz ebeveynlik yaparken nasıl canlandıracağız, nasıl harekete geçireceğiz peki? Fikir ve cesaret vermesi açısından sevgili Leyla Navaro ve Sandra AlbukrekSebban`in yazdığı, çocuğunuzla beraber keyifle okuyacağınız Ba?ka Bir Anne adlı kitabı öneriyorum. Rengârenk giysileri, deği?ik fikirleri, sürprizleri ve kahkahaları olan ba?ka bir anne olabilmek için yalnızca içimizdeki çocuk yanımıza ihtiyacımız var. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle