23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

11 AĞUSTOS 2018, CUMARTESİ SAYFA 3 Uzaylı arkadaşımızMelmac gezegeninden Dünya’ya ikinci yolculuk Alf geri geliyor GÜLİZ ATSIZ NOYAN Geçtiğimiz hafta Alf’in ekranlara yeniden döneceği haberi sosyal medyada bir gezintiye çıktı. Henüz projeye dair hiçbir detay belli olmadan duyurulan, böylece fazla para ve zaman yatırmadan önce kamuoyunda yoklaması yapılan yeniden çevrim projeleri kervanına, böylece Alf de katılmış oldu. İtiraf etmek gerekirse, pek çoğumuz yeni diziler sıraya dizilmiş beklerken ya umduğumuzu bulamadığımızdan ya da yeni birileriyle tanışmayı kafamız kaldırmadığından, eski arkadaşlarımızla görüşmeyi tercih ediyoruz. George Costanza, Phoebe Buffay, Peggy Olson, Lorelai Gilmore, Michael Scott, benimkilerin bazıları. Hâlâ dönüp dönüp birlikte yıllar geçirdiğimiz bu karakterleri arıyoruz, onlarla olmak istiyoruz. Haliyle bu karakterlerden biri ekrana geri dönecek olursa ya çok mutlu oluyoruz ya da birisi mezarlarının yerini değiştiriyormuş gibi öfkeleniyoruz. Amerikan Rüyası reklamı Alf çok daha gerilerde kalmış bir karakter. Kendi kendime bilgisayarımda arayıp bulmadığım, çocukken televizyonda açık ve hazır bulduğum bir karakter. Dönem aynı zamanda Full House ve The Cosby Show’un da fenomen olduğu yıllar. Üçünün de ortak noktası Amerikan halkına beyaz, orta sınıf, çekirdek aileyi norm olarak yansıtmaları. Toplumsal değerler, ailenin yapısı, rol dağılımları ve tüketim alışkanlıkları bakımından Reagan dönemi ideallerinin canlandırmalı eğitim videoları gibiler. Yayımlandıkları diğer ülkelerde de Amerikan Rüyası reklamı olarak çalışıyorlar. Bill Cosby ve ailesi, televizyonda siyahlara görünürlük kazandırmış olması bakımından kültürel bir devrim olarak kabul edilir. Ancak Cosby ailesi de 80’lerde Amerika’da yükselen cumhuriyetçi, muhafazakâr ve beyaz toplum ideallerini taşıyor. Kendilerini yeterince “beyazlaştırdıkları” için yayımlanmaları meşrulaşıyor. Bu bakımdan bütün siyahlara da örnek olmaları bekleniyor. Siyah nüfus arasında fakirliğin yaygın ve suç oranının yüksek olması devlet politikaları, toplumsal önyargılar ve daha pek çok etkenin bir sonucu olmaktan çıkıyor. Cosby ailesi gibi olamıyorlarsa bu olsa olsa siyahlıkta diretmelerinin bir sonucu olabilir mesajı veriliyor. İşte Alf, Amerika’da böyle bir atmosferde izlenirken, Türkiye’de de Özal değerlerinin zirve yap tığı dönemlere denk geliyordu. Amerikalılar’ın giydiği spor ayakkabıları giyiyor, sabahları mısır gevreği yiyor, MTV izleyip sokaklarda dans figürleri çalışıyor ve “lanet olası federaller”den kaçıyorduk. Aradan yaklaşık 30 sene geçti. Hem Amerika’da hem Türkiye’de orta sınıf olmanın anlamı çok değişti. Toplumsal değerler, aile yapıları, etnik ve cinsel kimlikler ve tüketim alışkanlıklarımız bambaşka. Dizinin Obama sonrası, Trump dönemi Amerikan ailesini nasıl resmedeceğini merak etmemek elde değil. Vampir avcısı Buffy siyah bir kadın olarak ekrana dönerken, cadı Sabrina karanlık meselelerle boğuşurken, Alf’in bugüne kendini nasıl adapte edeceğini izlemek ilginç olacak. Geçen sefer gezegendaşlarıyla haberleşmeye çalışırken radyo mesajlarından izi bulunan Alf’in kendisini Instagram’dan nasıl saklayacağı da ayrı bir muamma. Bir de tabii Alf’in neye benzeyeceği meselesi var. Dizinin yaratıcıları Paul Fusco ve Tom Patchett, yeni kadroda da yer alacakmış. Fusco aynı zamanda Alf’i seslendiren ve oynatan kişi. Bazı sahnelerde de Michu Meszaros adlı, 85 cm boyunda bir oyuncu Alf kostümünü giyerek bizzat Alf’i oynuyormuş. Yeni Alf’i Fusco’nun mu yoksa yeni birinin mi seslendireceği henüz bilinmiyor. Kukla olarak devam etmeyip dijitalleşecek olursa, bu yeni görüntüye alışabileceğimizden emin değilim. Kim seslendirecek? Türkiye’deki kitlesi için en heyecanlı yeri ise Türkçe seslendirmeyi kimin yapacağı konusu. Müşfik Kenter’in sesiyle özdeşleşen Alf’i yine dublajlı mı izleriz yoksa altyazılı mı? Alev Sezer’den dedektif David Addison, Yekta Kopan’dan Marty McFly, Sezai Aydın’dan Bill Cosby ve Rocky duymaya alışmış bu kulaklar, yeni Alf’e ne tepki verecek acaba? İlk dizinin yayımlanmasından bu yana 30 yıl geçti. Hem Amerika’da hem Türkiye’de orta sınıf olmanın anlamı çok değişti. Toplumsal değerler, aile yapıları, etnik ve cinsel kimlikler, tüketim alışkanlıklarımız bambaşka. Gündelik yaşam mücadelesinin yanında... Sanat neye yarar? Kültür sanat etkinliklerine toplumun her kesiminin ulaşabildiği bir gelecek hayal eden Sinemasal, altı yılda 53 bini aşkın çocuk ve ailesini ücretsiz film gösterimlerinde ağırladı. ARTEM İS GÜNEBAKANLI Kendimizi tamamen tesadüf eseri sahip olduklarımız üzerinden tanımlama alışkanlığımız, bizi yeterince şaşırtmıyor sanki. Bin kilometre doğuda ya da batıda doğmuş olmanın değiştirebilecekleri düşünüldüğünde, ırk ve din üzerinden yapılan keskin ayrımların anlamsızlığı daha iyi anlaşılıyor. Bugünün kirli politik dünyasında insan hayatı alınıp harcanabilen bir emtia konumundayken, bize bırakılmış küçük alanları dikenli tellerle çevirmekle kalmıyor, bir de tellere elektrik veriyoruz. Farklılıklarla temas etmekten kaçındığımız güvenli alan, bir hapishaneye dönüşüyor. Birbirimizden önce korkar, sonra nefret eder hale geliyoruz. İnsanlığın ortak paydası Amerikalı heykeltıraş ve yazar Kent Nerburn, bu yıl yayımlanan kitabı Dancing With The Gods’da (Tanrılarla Dans Etmek) sanatın insanların gündelik ihtiyaçlarına nasıl cevap verdiğini ve daha iyi bir dünya hayali için neden önemli olduğunu tartışıyor. Mağaralarda yaşayan ilk insanlarla günümüzün teknolojiyle büyümüş neslini bir araya getirsek, kullanacakları ortak dil ancak sanat olabilir. Kendini sanatla ifade etme dürtüsü insanın özünün öyle büyük bir parçası ki, hepimiz bu pratiğin içine doğuyoruz. Elimize kalem alıp çizdiğimiz ilk çizgilerden oynadığımız oyunlara, kendi kendimize uydurduğumuz şarkılardan danslarımıza; eleştiriyle, ırk ve cinsiyet kavramlarıyla henüz tanışmadığımız çocukluk çağında kendimizi içgüdüsel olarak sanatla ifade ediyoruz. Yetişkinliğin sert dünyasında bizi özümüze, köklerimize bağlayan en önemli şey bu içten gelen dürtü. Nerburn’e göre sanat bir kurşunu durduramaz ya da açları doyuramaz ama kurşunların neden durması ve açlığın sona ermesi gerektiğini etkili biçimde anlatabilir. Çünkü sanat, tüm insanlığın ortak paydasıdır. Sanatçının dünyada her an cereyan eden korkunç ve güzel şeylerin farkına varan politik bir birey olduğunu ve resmin apartman dairelerini güzelleştiren bir obje değil, bir savaş silahı olduğunu söyleyen Pablo Picasso da benzer görüşte. Geleceğin tohumları Sosyo kültürel ve ekonomik açıdan dezavantajlı bölgelerde yaşayan çocuklar ve ailelerini sinema başta olmak üzere sanatın farklı dallarıyla buluşturan Sinemasal, sanatın dönüştürücü etkisinin farkında olan, yönetmen, tasarımcı ve akademisyenleri de içeren bir grup sosyal girişim cinin projesi. 2012’de “Sinema Artık Köylerde” sloganıyla çalışmalarına başlayan ekip, bu yıl Sinemasal Açık Hava Sinema Festivali’nin altıncısını düzenliyor. Ekim ayında Tekirdağ, Çanakkale, Balıkesir, Kütahya, Uşak ve Denizli’nin yolunu tutacak, 29 ülkeden gönüllülerin çalıştığı festivalin teması “Bir Türkiye Hayali”. Bir şeyi gerçekleştirmek, önce onu hayal edebilmeyi gerektiriyor. Sinemasal da kültür sanat etkinliklerine toplumun her kesiminin ulaşabil diği bir gelecek hayal ediyor. Bu hayalin peşine düşüp 6 yılda 53 bini aşkın çocuk ve ailesini ücretsiz film gösterimlerinde ağırlamışlar. Bu çocukların yüzde 84’ü, hayatlarında ilk defa sinemaya gitmiş. Tüm etkinliklerini sürdürülebilirlik esasına uygun olarak tasarlayan ve içeriklerini insan hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeterek oluşturan Sinemasal, sinemayla tanıştırdığı her çocukla birlikte yeni bir geleceğin tohumlarını atıyor. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle