16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

5 MAYIS 2018, CUMARTESİ SAYFA 3 Aradığınız esereHayat kolaylaştıran sanat uygulamaları şu anda ulaşılabiliyor EMRE ERBİRER Hafızası çok kuvvetli biri değilim. Hele müzik kulağım hiç yok. Bu iki özellik bir araya geldiğinde sevdiğim bir şarkıyı tanımam, ikinci notasından pıt diye adını hatırlamam pek mümkün olmuyor. Daha ilk saniyesinden şarkıları tanıyan, şarkı çaldığında içinde yer aldığı albümün tüm şarkı listesini ezbere söyleyen, hatta bütün bunların yanında grubun ’98 yılındaki Londra konserinde o şarkıyı kaçıncı sırada söylediğini bile hatırlayan efsane arkadaşlarım var. Benim bir şarkıyı tanımam, genelde ezbere bilinen nakarat kısmına denk geliyor. Bu noktada da yardıma uzun bir süredir Shazam veya SoundHound yetişiyor. 2002 yılında SMS hizmeti ile başlayan Shazam’ın yolculuğu, 2008’de iPhone’un çıkışı ve hayatımıza AppStore ile beraber mobil uygulamaların girmesiyle hızlı bir şekilde değişti. 2005 yılında piyasaya çıkan SoundHound ise özellikle son yıllarda giyilebilir teknolojiler ve otomobillerle yaptığı işbirlikleriyle dikkat çekiyor. Ancak her ikisinin de temel derdi hiç değişmedi. Dünya üzerindeki müzikleri bulmak, hatırlamak, keşfetmek ve yeniden tüketmek. Bunu, aslında çok basit bir şekilde yapıyorlar. Shazam veya SoundHound üzerinden bir müziğin ne olduğunu bulmak için yapmanız gereken tek şey, müziğin duyulduğu ortamda bu uygulamayı açmak ve uygulamanın ses dosyasının parmak izlerini tanımasını beklemek. Fotoğrafı çek ve bekle 2013 yılında “Shazam for Art” sloganı ile yola çıkan Magnus, kullanıcılara görsel sanatları izlemek, keşfetmek ve paylaşmak için yeni bir alan açıyor. Teknoloji, yapay zekâ ve büyük verinin bir araya geldiği bu uygulama, sanat dünyasının ihtiyaç duyduğu şeffaflığı da sağlamayı hedefliyor. Bu noktada Magnus’un özellikle galeriler, müzeler, satıcılar ve koleksiyonerlerle yakın çalışarak sanat piyasasında yeni bir “bilgiye erişim” ihtimali yarattığını söylemek mümkün. “Shazam for Art World” başlığı ile tanıtılan bir başka mobil uygulama olan Smartify ise daha çok müzeler, galeriler ve kültür kurumları ile yaptığı işbirlikleri sayesinde bu kurumların ziyaretçilerinin sergi deneyimini dijitale taşıma yı, bu noktada sanat piyasası için ürün ve hizmet geliştirmenin önemini göstermeyi hedefliyor. Her iki uygulama da sanatı ve sanat eserlerini daha erişilebilir kılmayı dert ediniyor. Magnus da Smartify da müzik uygulamaları gibi eserleri belirli dokularından örneklerle tanıyor ve buna göre bilgileri buluyor. Bunun için tek yapmanız gereken bir sanat eseri gördüğünüzde bu uygulamaları açarak eserin fotoğrafını çekmek ve eserle ilgili bilgilerin anında ekranınıza gelmesini beklemek. Bu bilgiler eserin sanatçısından yapılış şekline, bulunduğu müzeden fiyatına kadar birçok alanda olabiliyor. Konu sinema endüstrisine geldiğinde ise işin rengi biraz değişiyor. Herhangi bir karesinden bir filmi yakalamak henüz zor olsa da sinema alanındaki farklı uygulamalar ve işbirlikleri bu alandaki gelişmelere bir ışık tutuyor. Finlandiya çıkışlı bir internet sitesi olan “What is my movie?”, kullanıcılara internetteki bir video içeriği tarif ederek ne olduğunu bulmaları konusunda yardımcı olurken “The Take” adlı uygulama ise sinema ve moda endüstrilerini birleştiriyor. Neydi o filmin adı? Bu, aslında yeni bir fikir olmamakla beraber, kullanılan yapay zekâ teknolojisi sayesinde yapılmış en gelişmiş versiyon olarak öne çıkıyor. Hani bazen bazı filmlerden aklımızda belirli sahneler kalır ya da bazı sahnelere bir yerde rastlarız ama onun hangi filme ait olduğunu bilmeyiz veya Sean Connery’nin hangi James Bond filminde oynadığını hatırlamayız. İş Magnus ve Smartify, eserleri belirli dokularından örneklerle tanıyor ve buna göre bilgileri buluyor. Tek yapmanız gereken bir sanat eseri gördüğünüzde bu uygulamaları açarak eserin fotoğrafını çekmek ve bilgilerin anında ekranınıza gelmesini beklemek. te o tür durumlarda “What is my movie?” yardıma koşuyor. Uygulamaya bir film hakkında aklınıza gelen bir soruyu sormanız veya bir sahneyi / filmin konusunu birkaç kelime ile anlatmanız yeterli. Sonrasını yapay zekâ ve büyük veri sizin için hallediyor. Bu uygulamalar, bir yandan bilgiye erişim ve bilginin demokratikleşmesi gibi konular hakkındaki tartışmalar yaratırken bir yandan da kültür ve sanatın tüketilmesi, bu noktada bilginin üretimi ve tüketimi arasındaki denge ile ilgili bir başka tartışma konusuna daha vesile oluyorlar. Bu akademik ve sektörel tartışmaların yanında ise işin bir diğer boyutu olan “aramaya inanmak” duruyor. Bu konuda bir şeyleri bulma, arşivleme, yeniden tüketme ve birbirine bağlama ile 21. yüzyılın ihtiyaçlarını bir araya getiriyor. 10. İstanbul Uluslararası Edebiyat Festivali başladı Takibe takip Berrİn Karakaş İstanbul Uluslararası Edebiyat Festivali İTEF, geride bıraktığı on seneye yakışır bir temayla karşımızda bu sene: “Edebiyatı Takip Ediyoruz”. Ediyor muyuz? Yazının girişi itibarıyla sorulan soruya, elbette ki hızlıca cevap vermeye çalışırsak, kuvvetle muhtemel cevabımız “Takip edecek onca şey arasında edebiyatı hakkıyla takip edemiyoruz” olacaktır. Edemiyoruz çünkü Facebook, Twitter, Instagram gibi sosyal paylaşım sitelerinde ne kadar takipçimiz varsa, o kadar anlamlı artık varlığımız. Ağ ortamlarına adanmış bilinçlerimiz, neyi takip edeceğini şaşırmış. İfade fazlalığından muztarip ruhlarımız bolluğun boşluğunda salınıyor, sanki ‘Huxley’in Cesur Yeni Dünyası’ndayız. Durup düşünmek için gerekli olan sükunetin takipçi sayısı sıfır. Erken rezervasyonlu tatil fırsatları, indirimli diyet danışmanları, avantajlı taksit seçenekleri içinde varlık arasında yokluktayız. Arzularımız “Takipte kalın!” buyruğunun emrine amade. Okurdan çok yazar var Daha fazla tüketim için tükenirken, kitapların ağırlığına dayanamıyor daha fazla ne kafamız ne bedenimiz. Üstelik yakalamamız gereken bir hayat var, kaçırmamamız gereken onca bilgi ekranlardan sıra sıra akarken, kimin kitaplara ayıracak vakti var? Üzerine bir de, okunacak çok kitap var. Sanki okurdan çok yazar var. Bunca kitap arasında okur, Barthes’ın Metnin Hazzı’nda kategorilere ayrılmış okurlardan eleştirel bir bakışı olmadan tüketen, histerik okur. Hiç düşünmeden okur. Kimisi de okumaz “like’lar”, okumuş kadar olur. Çağımızın bu ‘fazla sorunu’nun yanına, geçen yüzyıldan kalma bir başka distopya romanı Orwell’ın 1984’ünü de ekleyelim. Malum gücendirmeye gelmeyen Büyük Ağabey de takipte, bilgiden kısmaya, hakikati gizlemeye fırsat kolluyor. Hepimiz bir olalım istiyor. Bir ve birbirimize benzer olalım. Önce dilin emir sistemini öğrenelim. Çocuklarımıza da ilk bunu öğretelim… Peki ya gerçek hayat, dolu dolu yaşanan tek hayat, kalın kalın kitapları gözümüzü korkutan Proust’un inandığı gibi edebiyatsa. Ki “… Bu hayat, bir anlamda, sanatçıda olduğu kadar her insanın içinde de her an mevcuttur. Ama çoğu insan, onu açıklığa kavuşturmaya uğraşmadığı için görmez.” Her zincir böyle olsa Proust’un sayfalarca anlattığı duyguları emojilere aktarmış bir çağda, kolay değil elbet hayatı yazarak açıklığa kavuşturmak. Belki de evvela, yoldan çıkmak gerekiyor. O yazı ki, Platon’un “Phaidros” diyaloğunda, Sokrates’i bile hiç huyu değilken çok sevdiği şehrinden çıkartmıştı. Lysis’in söylevinin yazılı olduğu sayfaların peşinde Sokrates, şehrin duvarlarının dışına çıkmış, çimlere uzanmıştı. Dikenlere dikkat! Keza yazıyı bulan Tanrı Theuth, ölümün de tanrısı. ‘Phaidros’ diyaloğunu ‘Platon’un Eczanesi’nde “Pharmakon” (deva veya zehir) üzerinden okuyan Derrida, bu tekinsiz tanrının daha nice maharetini yazıyla ilişkilendirirken hatırlatıyor: Tanrı Theuth, yaşama son vermeyi iyi bildiği gibi, ölüleri dahi iyileştirme gücüne sahiptir. Deleuze’ün Kritik ve Klinik kitabında da edebiyat bir sağlık olarak çıkar karşımıza. Ama gö zünü sınırlara dikmiş bu yolda ilerleyen insanın sağlığından, hatta canından olması da gayet mümkündür. Eteklerine taş doldurup ölüme yürüyen Virginia Woolf’tan mutlağın şiiri peşinde deliren Hölderlin’e bu yolda yürümek için gerekli cesaret ve feragat örnekleri hiç de az değil. Bu noktada devamız, bizden öncekileri iyi okumak belki de. Yazının doğası üzerine söz söyleyen sayısız kitabın yardımıyla Theuth’un karşısında tetikte olmak. Kim bilir tek yapmamız gereken, sosyal medyadan hayli tanıdık “takibe takip” şiarını sanal hayattan kurtarmaktır. Neticede edebiyat bir takip zinciri. Homeros’un Odysseia’sı olmasaydı Joyce’un Ulysses’i nasıl olurdu? Joyce’un Ulysses’i olmasaydı Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ı nereye tutunurdu?... Sonsuzca uzayıp gidecek bu zincire “Her zincir böyle olsa” ümidiyle eklenmek varken, vakit kaybetmeyelim öyleyse. Postmodern bir romanın, arayış içinde anti kahramanları olarak ellerimizi güçlendirmeye bakalım. “Edebiyatı Takip Ediyoruz” diyen bir davet var ise icabet edelim mesela. 12 Mayıs’a kadar sürecek olan İTEF’e dair bütün ayrıntıları www.itef.com.tr adresinde bulabilirsiniz. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle