Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ÖYKÜDENLİK… Edebiyat; soyutlayım ve dönüştürüm... “Bir yazar, işin başında anadili zanaatının ustası olmak zorunda. Ama ‘edebiyat için’ bu zanaatın aşılıp sanatçı olunması gerekir. Bunun için de anadilindeki iletişil diline dayalı kullanımın bırakılıp soyutlayım dönüştürüm temelli bir yazınsal dile dönüş zorunlu...” İ yi kötü anlatım yetisine sahip biri, yazmak istediği herhangi konuyu, kullanımlık iletişim diliyle de olsa, roman düzeneği içinde kitaplaştırabilir kuşkusuz. Tahkiye anlamında hikâyeler de nakledebilir. Bu durum, yazılanların “roman gibi”, “öykü gibi” anlatılmaya çalışıldığı düşüncesine yol açsa da, sözü edilen metni tek başına “roman” ya da “öykü” yapmaya yetmez hiçbir zaman. Edebiyat yapıtı da öteki alanlarda görüldüğünce kendine özgü dile, mantığa dayanır ille. Bu, iletişim amaçlı gündelik konuşma diline sığdırılarak edebiyat yapılamaz, anlamına gelir. Homeros için de geçerlidir bu, Yunus Emre, Shakespeare, Kafka, Yaşar Kemal için de. Oysa bu adların yapıtları, kullanmalık dille çok çok bir iki paragrafta özetlenebilir. Zaten onları büyük kılan da, birkaç satırla özetlenebilecek izlekleri, konuları, sorunsalları özgün bireysel dil, kurgu, biçem hüneriyle büyük yapıtlar haline getirebilmesinde yatıyor. Edebiyata özgü matematik şunu söylüyor demek: Soyutlayımsız ve dönüştürümsüz edebiyat olmaz! ONUR AKYIL’LA YAPBOZ: Onur Akyıl, tiyatro kökenli şairyazar. Yayımladığı ilk romanı yukarıdaki düşünceleri doğruluyor: Proleterler İçin ‘Patafizik Dersleri (Can, 2020). Romanda bir saat tamircisinin hikâyesine giriyoruz. Günün birinde “İçi eski saatlerle, kahramanlarla dolu” (39) dükkânına onarılması için getirilen guguklu saatle tahta kuşunun Matruşka bebek benzeri önüne serdiği olaylar dizisine karşı saatçinin, kediyle birlikte, toplumsal, sınıfsal, simgesel pek çok öğeyle teyellendiği bir serüvendir bu. “Şeyler kalabalığının ölümsüzlüğü ve ölümsüzlüğün eşyaya yerleşmiş katılığı ‘hayat’ adı altında müthiş bir sıkılıkla yaşanı(r)” (24) romanda. Soru, kendiliğinden gelecektir: “Baktığımız her şeyin önünde yeniden kendimizi bulmaktan başka ne olabilir ki, yeni bir gün?” (47) Okurken bir çalım Bulgakof’u anımsamadan edemedim. Tumturaklı bir yabancılaşmaya dayalı kara anlatı temelinde denemesel metin gözüyle bakmak da olanaklı romana. Yapıtta zaman, özgürlük, kendilik vb. sorunların sorgulayıcı dille deşildiği bölümler için, anlatıya yer yer eklemlenmiş okuma parçaları gibi bakılabilir, belki ama bu, okura, romanın kapsayıcı dilimantığı içinde tartışmaya koyulma, sorulara kendince yeni açılımlar getirme olanağı tanıyor sonuçta. Zamanı berrak biçimde göstermeyen bir saatin merkezde olduğu, hep arandığı bir eğretileme girdabında gezinildiği görülebiliyor ayrıca romanda. Sonuçta kendi gerçekliğiyle buluşamadığı öngörülen bir toplumcu kavrayıştan yayılan o tuhaf “şeyleşme”ye karşı (28), yabancılıktan yabanlığa siyasal bir eleştiri bütünü halinde alınabilir yapıt. Bu çerçevede anlatılandan, kurgudan, kişilerden çok bu üst dil dikkati çekiyor zaten. Tiyatro kökenli bir şair tarafından verimlenişi de önemli yapıtın. Biçemsel yanıyla dikkati çeken Proleterler İçin ‘Patafizik Dersleri’, sessizlikle karşılanılamayacak düzeyde bir roman. DÜNYA DAMLASI sanki, onu öylece salmıştır ortaya. Bu olgu, grotesk yapısına, Gözleri bağlı anlatıcısıyla kara anlatı damarına karşın açık biçimWitold Gombrowicz: ‘Bakakai’ le kaleme alınan öykülerin yiW itold Gombrowicz’in, bir bölümünü yirmili yaşlarında kaleme aldığı on iki öyküsünne de bir dramatik aks doğrultusunda yapılanmasını engellemiyor. den oluşuyor Bakakai (Çev: Ece Kor Böylece yazar, cinkut, Everest, 2020). lik örülü zekâsıyla, öyküİlkinin yıkımı, ikincisinin kışkırtıde en zayıf yanından avısı arasında yitik kuşak olarak “mane nı yakalayıp bunların üzevi harabe” (23) bırakan bir savaşa na rine yüksek soyutlayımsıl bakılabileceğinin dersini de veriyor lı bombardıman indiriyor adeta bize yazar. adeta. “Her şeyi gövdeye Büyümüşü, büyümekte olanı, git indir(ip)” (89) böylesi yameye yakın duranı, küçüklüğünü sür şamı içine sindiren tüm düreniyle yitik kuşaktan kişilerdir tü toplum bir anomali tablomü bunların. Bu yüzden Gombrowicz, su çizerken bu tür bulaşanlatıcısının gözlerini bağlamıştır da la yalnız ülkesinde değil, tüm Avrupa’da, sonra tüm dünyada bunun bir “insanlık hali” olarak alabildiğine nasıl yaygın olduğunu gösteriyor bize, üstelik zengin alaysamaparodi eşliğinde. Balzac’tan Moliére’e uzanan kahırlı gülümseme, Gogol’dan Çehov’a akan içli bir hüzünle. Güçlü bir öykü kurucu Gombrowicz. Yirmi yaşlarından başlayıp kaleme aldığı bu öykülerinde sıçramalı, sekmeli anlatısını, oyunsu süreçlerle sürdürüyor hep, böylece ustalıkla öyküye bağlıyor okuru. İşte yüzyıl önceden, gençerişkin her öykücünün okuması gereken modern edebiyatın bir öykü devi Witold Gombrowicz ve Bakakai. Banu Özyürek’ten “bağlam” öyküleri... B anu Özyürek’in önce ikinci öykü kitabı Poz’u (2019) okumuş, notlarımı paylaşmış, “Bir yazarı daha öyküleriyle dikkate alacağız,” diye yazmıştım. Öyküye, roman kadar yer açılamıyor edebiyatımızda. Oysa öykü sanatımız, romanın önünde, ne ki değerli pek çok öykücü, hak ettiği ilgiyi göremeden sürdürüyor yazında yolculuğunu. Hadi, dedim, bu düşüncenin dürtüsüyle, ilk öykü kitabını da okuyayım Banu’nun: Bir Günü Bitirme Sanatı (Raskol’un Baltası, Üçüncü Basım, 2017) Banu, birer zekâ oyunu kuruyor öykülerinde. Nitekim anlatıcıya göre, “ölüm bile yaşamak için çevrilen bir oyun,” (33). Böylece deftere, kitaba sığmaz bir yalnızlaştırma olgusuna yaslanıyor öykülerinde yazar, üstelik oyunsu süreçlerle. Bireyin kendi yalnızlığını aşamayışının nefis örneklerine dönüşüyor bunlar. Yoksa kişinin, “insanlar(ın), dilleri olmasa daha iyi olmayı becebil(eceklerini)” (44) düşünmesi ne anlama gelir? Bu büyük yalnızlaşma, yabancılaşma eğretilemesi, örtük de tutulsa belirgin bir groteskle yol alıyor. Öte yandan olgunun kadın için taşıdığı anlam üzerinde de durmak gerekiyor. Çünkü kadınlığın bu yalnızlaşmayabancılaşma içinde neredeyse tek paydaş halinde kaldığı söylenebilir. Banu, bu çerçevede kadının fiziksel, psikolojik yapısından gelen her ne rahatsızlık varsa bunların da ayrıca kökenine inmekte kararsızlık göstermiyor. Aynı zamanda “bağlamlı öykü” niteliğiyle de güzel bir örnekçe oluşturan ve “bizim büyük yalnızlığımız”a (65) özgülenen bu öyküleri okuyun derim. www.sadikaslankara.com, her perşembe öyküroman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor. 20 12 Kasım 2020