07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

>> tepleri’ndeki kadınların yüzündeki çocukça heyecanı kavrayabilirsiniz. “YAZARKEN JOHN BERGER YANIBAŞIMDAYDI” n Peki, nasıl bir tarihi anlatmaya çalışıyorsunuz bize bu kitapla? Okurla buluştuğu şekle gelene kadar ne tür bir macerası oldu kitabın? Oluşum aşamasında birlikte çalışmak nasıldı, size neler kattı? n Yazma sürecinde görünmez bir kılavuz gibi hep yanıbaşımda duran yakın zaman önce kaybettiğimiz John Berger; aslında her gün yaptığımız sıradan bir iş olarak da tarif edebileceğimiz ‘fotoğrafa bakma’ işini niye karmaşık ve sofistike bir hâle getirdiğimizi sorar kendi kendine. Onun cevabı temel oldu benim için: “Her fotoğraf hakikate ilişkin bütünsel bir görüşü deneme, onaylama ve inşa etme aracıdır. Bu nedenle fotoğraf ideolojik mücadelede önemli bir rol oynar; kullanabileceğimiz ve bize karşı kullanılabilecek böyle bir silahı anlamamız bu yüzden gereklidir” diyor Berger. 19102010 arasını içeren binlerce fotoğraflık (üç binin üzerinde) bir külliyat verildi bana. Günlerce bu fotoğrafların içinde gezdim, kayboldum. Çoğunu ilk kez görüyordum.Üzerine yazabileceğimi düşündüğüm, ilham kapılarını açan, ‘gösterdiğinin dışında görünmeyeni akla getiren’ fotoğrafları kendimce seçerek bir kenara ayırdım. Sonra sadece bu fotoğraflarla hemhâl oldum. Ardından kendi yazdığım ve seçtiğim fotoğrafların dışında Enis Rıza’nın sunduğu ve belirlediği diğer fotoğraflarla birlikte bir kitap bütünlüğü oluşturuldu. Burhan Sönmez’in editörlüğünde de son halini aldı. n Sanıyorum ilk kez doğrudan fotoğraf üzerine yazdınız. Nasıl bir deneyimdi sizin için? n Yakan, zorlayan ve bu yüzden de ilham kapılarını açan bir süreçti. Benim gibi geçmişe, anılara fazlasıyla meraklı birisi için müthiş bir fırsattı da... Mesleki olarak şanslı bir insan olduğumu düşünürüm hep. İnsan hikâyeleriyle hiç sakınmadan ve tüm açıklığıyla karşılaşma fırsatı veren bir mesleğim var, hekimim. Yıllarca hasta hikâyeleriyle iç içe yaşadım, onları biriktirdim, hastalarımın sır katipliğini yaptım ve onlarla büyüdüm. Antropoloji ve psikoloji eğitimleri keza; dünyaya ve kendi hayatıma daha farklı ve sakin bir yerden bakmama vesile oldu. Fotoğraf okumalarının bende bıraktığı etkiyi düşündüğümde onlar da ayrı bir eğitim süreciydi sanki. İyi fotoğraflar insanı yakalıyor, kavrıyor ve belki de kişide bıraktığı ‘yetersizlik duygusuyla’ tevekkül ve inancı besliyor. Bir seferinde, iyi filmlerin güçlü olduğunu ve insanı değiştirme, duygularını harekete geçirme gücü bulunduğunu söylemiştim. İyi fotoğraflar da öyle; baktıktan sonra eskisi gibi kalamıyorsunuz. “FOTOĞRAFIN BIRAKTIĞI DUYGUDAN KOPMADIM” n Yazıların yanı sıra bazen fotoğraflara şiir ya da türkülerin de eşlik ettiğini görüyoruz... n Yazıların içeriği ya da hacmi konusunu başta konuşmuştuk zaten. Bazen tek bir cümleyle kalabilecekti ya da sayfalarca anlatabilecektim seçtiğim bir fotoğrafı. Bu yüzden etkilendiğim her fotoğrafın bende bıraktığı duygunun peşinden ayrılmadım. Sırtında tabutla geçip giden eski bir İstanbullunun çok büyük ihtimal azınlıklardan bir vatandaş kederli yürüyüşüne baktığımda aklıma ilk gelen “Mükellef’” türküsü olmuşsa eğer sadece o türküyü yazmanın daha doğru olacağını düşündüm. Denizler’in idamı üzerine birbirine benzeyen belki binlerce yazı yazıldı ama sübyan koğuşundaki küçük bir çocuğun ağzından yazılan şiir kadar etkileyici değillerdi: “Dün burada üç abiyi asmışlar, suçları anayasayı devirmekmiş/ Zor mudur acaba asılmak?’’ diyen bir çocuğun şiiri... n Metinler, fotoğrafların yarattığı etkiyi daha da güçlendiriyor sanki... Fotoğrafın yazıyla iletişiminin sizin dünyanızdaki yansıması nasıl oluyor? n Yine Berger’dan söz etmeliyim. Berger, savaş fotoğraflarıyla ilgili olarak “fotoğraf genel insanlık durumunun belgesi hâline gelmiştir; hiç kimseyi suçlamaz ama herkesi suçlar” der. Bendeki yansıması da ‘suçluluk duygusu’ oldu. Yüz yıllık tarihimize bakarken hiç bitmeyen yoksulluk, çaresizlik, haksızlık ve ölümler karşısında duyduğum keder ve bunun bir parçası olmanın getirdiği hicap ve suçluluktu. Ama en az bunlar kadar güçlü başka bir duyguya da sebep oldu ki o da “umut”. Evet, hayat devam ediyordu işte ve bizden öncekilerin başına gelenler, bizden sonraki kuşakların da yaşayabileceği şeylerdi. Asıl önemli olan tüm bunları bilerek ve kendine olan inancını kaybetmeden dünyayı onurluca yaşayabilmekti. n Umutlu bir tavır hâkim kitaba... “Zamanın izi” ve gün, gelecek adına bizi nereye götürüyor sizce? n Türkiye’nin yüz yıllık tarihi de koca bir insanlık tarihinin parçası ve tamamlayanı. Parça bütünü tarif eder. Bir kum tanesinin hikâyesini anlatarak koca bir evreni açıklayabiliriz. Bir mola yerinde dinlenen yenik Osmanlı askerlerinin fotoğrafından bir cihan harbinin izlerini tüm şiddetiyle okuyabiliriz. Aynı askerlerin yetim çocuklarının bir Köy Enstitüsü’nün meydanında coşkuyla dans etmesi ya da onlardan bir sonraki kuşağın muktedirlerce sorgusuz sualsiz infaz edilmesi de dünyayı ve yaşamı anlamamızın güçlü bir işareti. Ne yıkıcı bir keder ne de mesnetsiz bir umut! Bu dünyanın ayrılmaz bir parçasıyız, yaşamayı ve ölmeyi hak etmeliyiz. Yaşadığımız acıları masala dönüştürmeyi bilmeliyiz. Fotoğraflar bunun vesilesidir. n Zamanın İzinde / Enis Rıza, Ercan Kesal / Ayrıntı Yayınları / 352 s. KItap 1516 Şubat 2017
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle