Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
YUNUS NADİ ÖYKÜ ÖDÜLÜ: MURAT YALÇIN ‘Öykü, benim köyüm’ Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü bu yıl “Pera Mera” adlı kitabıyla Murat Yalçın kazandı. Yalçın ile hem kendisine ödül getiren kitabını hem de yazarlık yolculuğunun duraklarını konuştuk. DENİZ CEM ERDEM P era Mera adlı öykü kitabınız Yunus Nadi Öykü Ödülü’ne değer görüldü. Ne hissediyorsunuz? n Pera Mera, bende bir ödüle başvurma hevesi uyandıran ilk kitaptı. Bu güzel hevese uydum, Yunus Nadi Ödülü’ne katıldım. Bir sabah, seçici kuruldaki değerli dostların telefonda sımsıcak, coşkulu sözlerle kutlamaları karşısında mutlu bir şaşkınlık yaşadım. Yayınevindeki çalışma arkadaşlarıma ve eşime söyledim hemen. Sonra o gün öğlen yemeğinde fark ettim ki tam yirmi iki yıl önce ilk kitabım çıktığında yaşamışım böyle bir sevinci. n“Bu kitap yazarlık hayatımda bir dönemeç,” demiştiniz bir söyleşinizde, biraz açar mısınız; nereye, nasıl evrildi yazınız? n Her kitabı bir aşama sayarız, öyle görmek isteriz. Ama gerçekten öyle midir, bunun kararını biz veremeyiz. Bu iddialı görünen cümleyle aslında içimdeki makamlara yaklaşabildiğime, kendi yazınsal notalarımı çıkarabildiğime değinmiştim. Şen Saat’le başlayan, Kesik Hava ve Karga Zarif ile çeşitlenen anlatı biçimlerine yeni tatlar katabilme tasasıyla yazdım. Yazının yaşla bağlantılı olduğunu düşünürüm. Dönüp baktığımda, kırklı yaşların getirdiği bir olgunluğun izlerini görüyorum. Artık yeni acemiliklere düşebilirim. n Geçmişte yazdığınız bazı satırları anlayıp, hatırlamamanız bir değişimin göstergesi elbette ama sizce bu yazarlık anlamında bir değişim mi (bunu teknik anlamda da alabilirsiniz) yoksa şahsî değişimler mi söz konusu? n 19902000 arası yazdığım ilk üç kitabıma bakarak zaman zaman bu düşüncelere kapılıyorum. Bugün bana düğümlerle dolu, ama cını unutmuş gelen bazı cümleler gözüme çarpıyor o sayfalarda. Giderek uzaklaştığım yaşların metinlerinin bugün bana da yer yer kapalı gelmesi ilgimi çekiyor doğrusu. Eski, toplu fotoğraflara ba kan bir dostunuzun, “Dur, seni bulacağım, bu musun?” demesi gibi zihnimizin oy nadığı bir oyun bu. Kendi kitaplarımız da Murat Yalçın olsa okuduğumuz, her okuyuşta başka anlamlara, yorumlara varıyoruz. “METNİN ARKASINDA BİR ÇİLE GÖRMELİYİM” n Pera Mera’ya dönersek... Kimi öykülerde karşımıza çıkan muzip bir bilinçakışı anlatımı var. Pera gibi kozmopolit bir bölgeyi ele alırken Bilinçakışı tekniği ne sağladı size? n İçimizde dönenip duran bulutsu metinleri kâğıtlara serme işi yazarlık. “Bilinçakışı” dediğimiz de bu yolda bizim değil, kalemimizin/metnin bize dayattığı bir biçim. Bazen bildiğimiz usullerden, makamlardan, notalardan kopma gereği duyarız. Kitapların başına, sonuna ya da arasına böyle taksimler yakışıyor. Ayrıca, yazınsal biçimlerin kişiliklerimizle ilişkili olduğunu da düşünüyorum. Sıçrayan bir zihinle yazmaya, çağrışımların izini sürmeye yatkınım. Türkçenin önüme çıkardığı oyunlara meraklıyım. Peşinde olduğum duygunun, düşüncenin imgesini yaratmaya dönük bir merak... Şunu da unutmamalı, yazıda muziplik yapmak suda şaka yapmaya benzer, uzatmak sakıncalıdır. n Yazma ve yazının tekniği üzerine bir hayli kafa patlattığınızı okurlarınız da anlıyordur öykülerinizi okudukça. İşin bu araştırmacı, hatta arkeolojik yanı yazmanın önüne geçiyor mu hiç? n Yazarken sık sık aşırı merakımın kurbanı olurum. Bildiğim dille, elimdeki bilgiyle yetinmeyip araştırmalara girişirim. Yazım sürecini devamlı sorgular, acabaları çoğaltır, düpedüz başka okumalara, sözlüklere, ansiklopedik bilgilere savrulurum. Böyle olmasa daha mı iyi yazardım emin değilim ama daha çok yazardım herhalde. Okurun gözündeki değeri ne olursa olsun, ortaya çıkardığım metnin arkasında bir emek, bir çile görmeliyim. Hem yeni, farklı, özgün nitelikler taşımalı hem de yazınsal mirası sahiplenmeli. Başarıp başarmadığımı bilemem elbette ama başka türlü yazamadığım ortada. n Öyküdeki Fikri Fikirdeşen karakterini bir roman kahramanına dönüştürmeye karar verdiğinizi ancak sonradan vazgeçtiğinizi söylüyorsunuz. Neydi sizi bu romanı yazmaktan vazgeçiren? n Pera Mera’nın ‘Pera’ bölümü, Fikri Fikirdeşen çevresinde bir romana dönüşmek üzereydi. Romana dönüşmek derken, bir alüvyonmetin oluşuyordu. Elime geçen, önüme çıkan her materyal anlatıya hizmet etmeye başladı çünkü. Tabana kuvvet koşarken bile adımlarını saymaya çalışan biri olarak, gittikçe kabaran sayfaları dağıttım, iklimini değiştirmeden bir dizi öyküye dönüştürdüm. Sebep? Roman dili göremedim yazdıklarımda, öykü cümleleriyle yazılmış bir romanı da sindiremezdim. n Hiç roman yazmamış değilsiniz oysa... Öykünün sizi kendine bu kadar bağlamasının nedenleri ne? n Roman mıydı o kitap, hâlâ emin değilim. Kürk Mantolu Madonna, Ali Nizami Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhliği gibi eski “uzun hikâye”ler bugün nasıl roman sayılıyorsa ben de Hafif Metro Günleri adlı “anlatı” kitabıma, sonraki baskılarında roman diyerek üzerimdeki roman baskısından güya hınzırca kurtuldum. Geçen gün Mine Söğüt’e başımdan geçen bir olayı anlatıyordum, “öykü kişisi gibisin” dedi. Nasıl sevindim, “roman kahramanı gibisin” dese korkardım sanki. Öykü, benim köyüm. “PERA YETİŞKİNLİĞİN, MERA ÇOCUKLUĞUN ÖYKÜLERİ” n Bir tarafta Pera var, diğer tarafta Mera... Zamansal olarak da farklılıkların belirgin olduğu bu ikilik doğrudan sizin yaşamınızdan mı kaynaklanıyor? n Zaman ve mekân uzaklıkları başta olmak üzere, aykırı görünenleri toparlamaya çalışırım hep. Kitabı kurarken de iki ucu bir araya getirerek bir halka oluşturma, bir bütünlük yaratma düşüncesi öne çıktı. Pera yetişkinliğin, Mera çocukluğun öyküleri. Yaşamımdaki ikiliğin, kişiliğimi oluşturan simetrinin bir yansıması diyebiliriz buna. n Kitabın sonunda bir sözlük ve bir de ezgilik yer alıyor. Bu eklere neden ihtiyaç duydunuz? n Kitaplaşma aşamasında başka gözlerle, özellikle editörlük mesleğinin sağladığı açılardan bakmaya başlarım yazdıklarıma. Pera Mera’ya bu aşamada dönüp bakarken öbür kitaplarımda olmayan iki özellik dikkatimi çekti: Söz ve müzik dağarı. Önce kendi arşivim için hazırladım listeleri ama yayınevine teslim edeceğim sırada, meraklı okurun da ilgisini çekebilir diye, dosyaya ekledim. Didaktik bir amaçtan çok kitabın gövdesine özgü karakteri, barındırdığı çizgileri belirtme arzusuyla. n Bir yandan da uzunca bir süredir Kitaplık dergisinin editörlüğünü sürdürüyorsunuz. Edebiyatla böylesine iç içeyken yazmak zor geliyor mu ara sıra da olsa? n 1991’de, bir yandan öyküler yazıp bir yandan Varlık dergisinde Enver Ercan’ın yanında çıraklık yaparken yazıhaneye sıkça neşe katan Tarık Dursun K., o tatlı zekâsıyla kulağıma bir küpe takmıştı: “Yayıncılık mesleğin olursa yazarlığın ne yapsan gölgede kalır.” Yani bile isteye seçtim yolumu. Yazmak benim için her zaman bir çile, dolayısıyla yayıncılıkta başka yazarlarla dertleşiyor, teselliler buluyorum belki de. n Pera Mera / Murat Yalçın / Can Yayınları / 176 s. KITAP 1523 Kasım 2017