Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Yazın sanatında bir dans: YaşananYazılan Yazarlar, ister gündelik yaşamla ister yazınsal verimle öne çıksın, onların görünürlüğü bir yaşamöyküsü armağanı değil yalnız. Yazarın yaşamı dut yaprağı belki, yazınsal verim ise ipek. Dut yaprağıipek; yaşantıyapıt ilişkisini kavrayabilmek için ipekböceği ile yazarın ortaya koyduğu büyülü hünere bakmak, bu büyüden içeri girmek gerekiyor. Y azarlar gerek yaşamları veya yapıtlarından ya da bu bağlamda ortaya koydukları bütünlükten ötürü antikçağ simyacılarının yaptıklarına benzer işler çeviren gizemli kahramanlar olarak, başlangıcından bu yana ilgi çekmeyi sürdürüyor. Nitekim dünyanın her köşesinde yazarların yaşamöykülerine, yapıtlarına, yaşamöyküsüyapıt temeline dayalı farklı yaklaşımlarla üretilmiş sayısız çalışmaya ulaşılabiliyor. Ne var ki yazarla ilgili yalnız nicel veri aktarıp belge serimleyerek yapıt üretenlerin dışındakiler, söz konusu yazarları yine birer kurmaca kişisi bağlamında alıyor aslında. O zaman bu tür yapıtlar, yazara karakter rolü yüklenmiş roman ya da yazara özgülenmiş monografi veya yaşamöyküsü romanı olarak değerlendirilebilir. Ayrıca yazar dediğimiz insanın salt yapay kurguyla yol aldığı, kurgulamada kendi yaşamöyküsünden hiç mi hiç yararlanmadığı da söylenemez herhalde hepten. Ama yapıtın neresinde, yazarı ne yönde evirmiş, yapıtla yaşamöyküsü verisi birbiri için hangi zorunluluk bağı içinde ilişkilenmiş, buna yönelik kestirimler de bir kurgu imgesi olarak kalacaktır kaçınılmaz biçimde. Önceleri de böylesi kitaplara yer açmıştım, bu kez üç kitaptan kalkarak konuyu yeniden harmanlayalım istiyorum… Masamdaki kitaplar kendileri de kurmacacı olan üç yazardan… Peter Ackroyd’dan Bir Zamanlar Londra’da (Çev.: Ayça Sabuncuoğlu, Can, 2016), Clancy Sigal’dan Ölümsüz Hemingway (Çev.: Murat Karlıdağ, İthaki, 2015), Erdal Öz’den “Yarın, Nasıl Bir gün Olacaksın?” üst başlığıyla yayımlanan Günlükler / 19561998 (Yayına Hazırlayan: Ayşe Sarı sayın, Can, 2016)… Ackroyd’un kitabı bir roman, Sigal’ın Ölümsüz Hemingway’i yaşamöyküsü anlatısı, Öz’ünki ise adından da anlaşılacağı üzere günlük… Ackroyd, tam bir roman kurgusuyla Shakespeare’e yönelirken Sigal bir yaşamöyküsünün izini sürerek anlatısını kuruyor. Erdal Öz ise doğrudan kendi yaşamından damıttıklarına odaklanıyor. Üç yazardan üç farklı çalışma. Ackroyd, bizde yeni bir Shakespeare imgesi yaratırken Sigal, yaşamöyküsünün izini sürerek okuru Hemingway’in yapıtlarında gezindiriyor, Erdal Öz de düşünsel, sanatsal, yaşamsal bağlamda bir bakıma kendini didikliyor. YAZARLAR, SOY KÜTÜĞÜNDE BİR AD DEĞİL YALNIZCA Bu tür yapıtlardan kalkarak bir yazarı bütün yönleriyle tanımanın olanağı var mı? Biz, andığım kitaplar aracılığıyla yazarı bulmaya değil aramaya girişip daha öteye geçmeyi umarken bununla yetinmenin tadını yaşamıyor muyuz? Belki kendi dünyamızda yazarı yeniden yapılandırıp kendimizin kılmaya çabalıyoruz, ötesinde adeta bir aile üyesi yaratıyoruz ondan, çöp bebek yaparcasına. Kaldı ki böyle de olsa ne biz ailemizin bu yeni üyesini tam olarak tanıyabiliyoruz ne de yazarın kendisi, kendini ancak matematik işlemlerinde ortaya çıkabilen netlikte aktarabiliyor. O halde hepimiz aslında karanlıkta körebe oynuyoruz diyebiliriz bir biçimde. Ne ki her birimiz, kendimizin kılacak ölçüde yazarı içselleştirip kendi kahramanımıza, daha düz deyişle karaktere dönüştürdüğümüze göre, bu yolla bir yazar, kendisi dışında da dolaşıma girip olabildiğince çoğalıyor, her birinin nefes alış verişi bile zaman, uzam, dil, kültür vb. bağlar dı şında bunları aşmış olarak dünyanın her yerinde gezintisini sürdürebiliyor. Nitekim Shakespeare, Hemingway filmlerle de sinemada çok geniş yer açmamış mıdır kendisine? Erdal Öz’ün günlüklerini okurken bunlardan neden topluca bir 1950 kuşağı filmi yapılamasın diye düşünmeden edemedim doğrusu. Örneğin Woody Allen’ın Paris’te Gece Yarısı (2011) filminin, yazarlara açtığı dönemsel dizilişlerinin bir örneği var mı bizim sinemamızda? YAZIN MAHALLESİNDE KENDİNİ KABUL ETTİREBİLMEK Peter Ackroyd’un Poe: Kısacık Bir Hayat (Çev.: Esin Eşkinat, YKY, 2011) başlıklı çalışması üzerinde de durmuştum geçmişte. Söz konusu kitap, bir yaşamöyküsü romanıydı. Oysa Bir Zamanlar Londra’da, “roman”dan söz edildiğinde, okur beklentisine karşılık gelebilecek bir kurmaca büyüsünü sırtlanmış halde çıkıyor karşımıza. Hoş önceki yapıtını da roman gibi okuduğumu söyledim zaten. Ama bu kez, kurmacanın gereklerini yerine getirip bunları incelikle işleyerek roman evrenine oturtuyor yazar. Bu nedenle okur, roman evreninde gezinirken adeta Shakespeare ile birlikte yoğruluyor denebilir. Londra’nın yaşayan dokusu unutulmadığı gibi zaman zaman bir çiçek dürbünün gidiş gelişine benzer kucaklayıcılık karşılıyor insanı romanda. Eski kitapçıda, “bir zamanlar Shakespeare’in sahip olduğu bir kita(p)”la (31) başlayan Bir Zamanlar Londra’da, sürükleyici bir romana evrilirken biz de okur olarak heyecanla peşine takılıyoruz anlatının. Bu arada Shakespeare’i farklı duygularla keşfetmenin de tadı çıkarılıyor, müthiş güzel elbette bu! Clancy Sigal, yaşamöyküsü eşliğinde yapıtlarına yönelirken Hemingway’in de yazınsal bağlamda kendi yatağını hazırlayışını, süreç içinde bunu nereden alıp nerelere taşıdığını, buna dönük verilerle birlikte ortaya koyuyor denebilir. Çocukluğunda başlayan bir okuma tutkusuna sahiptir Hemingway. Sigal, şöyle anlatıyor onu: “Ernest hayatı boyunca bir kitap kurdu olarak yaşadı. Çizgi romanlardan klasiklere kadar edebiyatın her türünü adeta aç kurt gibi yalayıp yutuyordu.” (8) Hemingway’deki biçemin, bir tuhaf yanılsamayla anlatıların aynısının yeniden yazılarak öğrenilebileceğini düşünen kendisini de bunlar arasında sayan yazın heveslisi genç bir kesimden de söz ediyor Sigal: “Hemingway gibi yazmak kolaydır. Bir deneyin. Ünlü yazarların çoğu bunu denemiştir.” (31) Yapıt boyunca Hemingway’in ustalığı üzerine öne sürüşler getiren yazar, söz konusu bu hüneri, onun, “ne düşünmemiz gerektiğini ‘söylemeden’ (bunu) bizim düşünmemizi sağla(masında,) Gerisini okuyucuya bırak(masında)” buluyor. (41) Erdal Öz’ün, henüz yirmi yaşındayken, “Kendimi belirlemek için,” “elim değdikçe duygularımı, düşüncelerimi yazmaya çalışacağım,” diyerek tutmaya koyulduğu günlüğünü bu anlamda giderek tam bir derinliğe ulaştırdığı, durmuş oturmuş bir dilci, amatör bir felsefeci, alçakgönüllü bir yazıncı konumuyla pek çok konuda alabildiğine derinlikli tartışmalara giriştiği gözleniyor. “Kendimi yetiştirmeliyim.” “Bu defterle kendimi çözümlemeye, kendimi tanımlamaya, kendimi kurmaya çalışıyorum. Yazdıkça kendimden kurtuluyorum. Her yazdığım kadar kendimin dışına çıkıyor, kendimi eksiltiyorum, azaltıyorum. Ama içim temizleniyor. Düşüncelerim somutlaşıyor. Biraz da kendime dışarıdan bakmak oluyor bu.” “Günlük tutmak, işte bu işe yarıyor. Yazarak insan daha derli toplu düşünmek zorunda kalıyor. Ben de iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış, düşündüklerimi, izlenimlerimi bu deftere yazıyorum.” (27, 29, 31) YAŞANAN BİTECEK; YAZILAN YENİ YAŞAMLARLA SÜRECEK Üç farklı yapıtta üç yazar… İlkinde roman karakteri olarak gezinir, ötekinde yaşamöyküsü verileri doğrultusunda ete kemiğe büründürülürken üçüncüsünde yazar kendi kaleme aldığı günlüklerle geliyor… İster yazarın kaleminden çıksın ister bir başkasının biçemiyle monografi olarak okunsun ya da roman evreninde gezinen bir karakter bağlamında alınsın her üçünün de farklı açılarla farklı yazarlar haline dönüşeceği öne sürülebilir. Erdal Öz’ün günlüğüne düştüğü şu not anımsanmalı o zaman: “Okurken, hayatı yeniden yaşıyormuş gibi olamayız (.), yeni bir hayatın, yeni bir gerçekliğin yaratıldığını bilmeliyiz, bilerek okumalıyız.” Zaten “[h]er sanatçı ayrı bir dürbündür.” (30, 31, 36) Kendi dillerinde değil yalnız, pek çok dilde, ekinde yazınsal varlıklarını sürdüren üç yazar… Shakespeare, ölümünün dört yüzüncü, Hemingway elli beşinci, Erdal Öz ise onuncu yılında! Hem de bahardan yaza erdiğimiz bu mevsimde neredeyse art arda ayrılmışlar aramızdan; Shakespeare 23 Nisan’da, Erdal Öz 6 Mayıs’ta, Hemingway 2 Temmuz’da. Öldü mü diyeceğiz onlara? Yaşayadururlarken, dünyanın dört bir yanında hem de? n 18 28 Nisan 2016 KItap