Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
30. ULUSLARARASI İSTANBUL KİTAP FUARI Ferit Edgü’yle sanat, edebiyat ve akıl üzerine konuştuk ‘Yazarların her yazdığına inanmayın’ Çok genç yaşında keşfetti Rimbaud’nun, LautrEamont’nun şiirlerini, Fransızca çeviriler yaptı sonra. Birçok kitabının ilk baskılarına sahip olduğu Artaud’yu da oldukça erken yaşlarda okudu. Van Gogh, kendi deyimiyle ilk gördüğünden bu yana yakasını bırakmadı ki onunla ilgili yazdığı bir kitabı var. Fikret Mualla üzerine ilk yazıyı yazan, kendisi değilse de Semiha Berksoy’un resimleri üzerine ilk yazıyı o yazdı ve onun serüvenini ömrünce izledi. Ferit Edgü’nün Görsel YolculuklarToplu Sanat Yazıları kitabı pek çok usta sanatçının insanlığa armağan ettiği, kendi sarıları, mavileri, siyahları, kırmızılarıyla ve sürüden ayrı sürdüğü ömrünün gelgitleriyle bezediği yapıtlarıyla hemhal bir gönenme fırsatı. Çağlara ve akımlara yetkin birer tanıklık, düpedüz sıkı bir kaynak. TÜYAP Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nın otuzuncu yılında “Onur Yazarlığı”na değer görülen ustayla Görsel YolculuklarToplu Sanat Yazıları‘nı merkeze koyarak sanatı, edebiyatı, yapıtlarını konuştuk. Ë Gamze AKDEMİR orkularım, fobilerim olsaydı, belki ben de büyük bir yazar olurdum” ne demek? Buna yazılarınızda da sıklıkla rastlıyoruz. O korkuların, fobilerin onlara etkisini veya nadiren de olsa etkilememesini hayli önemsiyorsunuz değerlendirmelerinizde? Biraz dalga geçiyorum demek, Kafka’yı kıskanıyorum demek. Büyük bir yazar olmak isteyip olamamak ve bunun fobi, korku (varoluşçu anlamda korku, yani endişe, angst) yoksunluğuyla açıklamaya çalışıyorum demek. Dolayısıyla her şey ve hiçbir şey demek. Kafka’yı korkularının, Hölderlin’i deliliğinin, Antonin Artaud’yu çektiği maddi acıların dışında düşünebilir miyiz? Onlar, bu “nitelikleri” olmadan belki de sıradan birer yazar, şair olacaklardı. Belki hiçbir şey olamayacaklardı. Ama her Dali, Van Gogh değil. Tıpkı her akıllının da Matisse ya da Sartre olmadığı gibi. “YİRMİNCİ YÜZYIL SANATI DEVRİMLERİN TÜMÜNÜN BİR ARADA İFADESİ” Nejad ile ilgili bölümde şöyle yazıyorsunuz: “Sanatçı ile sanat yapıtını birbirinden ayırmaya özen gösterenlerden biriyim. Sanat yapıtını, sanatçının yaşamıyla açıklamaya çalışmıyorum. Ama bunları iki ayrı dünya olarak da görmüyorum, göremiyorum.” Görsel YolculuklarToplu Sanat Yazılarınız kitabınızın yapısını ortaya koymak adına açar mısınız bunu? Her sanatçının bir yaşamı var, bir de yapıtı. Kimi yazarda, şairde, ressamda bunlar örtüşür. Örneğin, Van Gogh’da. Örneğin Picasso’da. Örneğin Nâzım’da. Ama örtüşmeyebilir de. Bu konuda beni en çok şaşırtan örnek Hollandalı ressam Piet Mondrian’dır. Yirminci yüzyıl sanatının bu en radikal yenilikçilerinden biri olan sanatçı, din konusunda safsatalara, boş inançlara inanıyordu. Oysa sanatında mistikliğin hiçbir izi yoktu. Onu bu boş inançlara götüren neydi? Ya da resmindeki her tür mistikliği, metafiziği dışta bırakan mutlak geometri hangi düşüncenin ürünüydü? Bilmiyoruz. Nejad’ın akıl sağlığı yerinde “K değildi. Ama resminde bunun hiçbir izi yok. Bu Fikret Mualla’da daha açıkseçik olarak görülür. Yolu, Türkiye’de de, Fransa’da da birçok kez akılhastanesine düşen Mualla’nın (bazı mektuplarını, karnelerini bir yana koyacak olursak) resimlerinde dengesizliğin ve delirium tremens’lerinin iziyle karşılaşmayız. Psikanalizmi sanat yapıtlarının açıklamasında yöntem olarak kullananlar vardır. Bunu Freud yaptığında da beni ilgilendirmemişti. “Yirminci yüzyılla birlikte yazar ve şairlerin resim sanatına olan ilgileri daha bir artmış gibidir” diye yazıyorsunuz. Bunu anlatır mısınız? Yazdığınız gibi bu yüzyıl modernizminde, ilkellerin sanatı gibi, ham sanat gibi, akıl hastalarının sanatının da özellikle sürrealizmden sonra esin kaynağı olması... Bu nasıl bir olgu, nasıl bir sanatsal gerçek? Benden, tüm bir yirminci yüzyıl sanatını deşifre etmemi istiyorsunuz. Kabul edin ki, sıradanlığa düşmeden, bu, olası değil. Ciddi bir üniversitede bir doktora konusu bu. Ama sizi yanıtsız bırakmamak için şu kadarını söyleyebilirim: Yirminci yüzyıl sanatı diye genelleştirdiğimiz konu, aslında, kimi zaman birbirine eklemlenerek, kimi zaman birbirinden koparak, sayısız kez yeni açılımların, köklü değişikliklerin, tek sözcükte devrimlerin tümünün, bir arada ifadesidir. Sürrealizm, fovizm gibi, kübizm gibi bir resim okulu, bir akım değildi. Sürrealizm, her şeyden önce bir dünya görüşüydü. Dünyayı ve insanoğlunu değiştirmeyi amaçlayan, bu yolda önerileri olan, yalnız sanatı ve edebiyatı değil, politikayı ve bilimi de kucaklayan bir oluşumdu. Eskiyi yıkarken, Descartes’in ülkesinde, rasyonalizmi ölüme mahkum ederken, yeryüzünün eski yeni tüm kültürlerine, sanatlarına kucak açıyor, onlarla buluşuyordu. İlkellerin sanatı, gerçeküstücülerden önce, tabii ki biliniyordu. Ama onlar bu sanatları, et nolojik birer nesne olmaktan kurtarıp özgün birer sanat yapıtı statüsüne kavuşturdu. Onları yüceltti, Avrupa kültür ve sanatının temel taşları, Eski Yunan ve Latin kültürüyle eşit düzeye getirdi. Böylece, ufukları açtı, sanat alanına yalnız yenilikler değil, sınırsızlığı da getirdi. Bu bir doktora tezinin konusu derken, yanılıyor muymuşum? “RESİM SÖZCÜKLERLE YAZILMAZ” Haklısınız ama ben yine de azimle devam edeceğim izin verirseniz... Üç alıntıyla devam edersek; “Varoluşçu bir resim olabilir mi? Hem de nasıl! İşte Van Gogh. İşte Munch. Onlar, varlığın tüm yükünü taşıyorlardı. Umudu ve umutsuzluğu. Boğuntuyu ve bunaltıyı. Sanrıları. Deliliği. Yaşamı, Ölümü. Yaşamın hiçliğini. Ölümün sonrasızlığını. Okumasını biliyorsanız onların renklerini, biçimlerinin ötesinde bunları okursunuz.” “Dünyanın çamuruna bulaşmamanın tek yoludur yaratmak. Tek başına. Dünyanın bir yaratıcısı varsa eğer, onun gibi.” “Fikret Mualla’nın trajik yalnızlığı, saplantıları, delirium tramensleri, sayıklamaları, karabasanları hemen hemen hiçbir resminde yansımaz.” Sanatın ve sanatçının tanrısallığı, eşsizliğinin, o sınır ötesi ayrıksı deliliğinde, çılgınlığında saklı oluşu... Sanatın bir eşikten sonra kimi sanatçılar üzerinde varolagelen hüzün, trajedi, dram, yalnızlık, ölüm gibi fiziksel, ruhsal örselerine ve okumasını, görmesini bilenler için ödenen o bedellerin birer gönence dönüşmesine bu dikkat çekiş... Bu dev saygı duruşu ve davet... Bir Nijinski’nin akıl hastalığıyla mücadele ederken tuttuğu günlüklerden yola çıkarak kaleme aldığınız Nijinski Öyküleri... Yazılarınızın hemen tümü içinde konuşlu bir duygu, yaklaşım bu dersem yanılır mıyım? Şöyle diyebilir miyim: Varoluşçuluk felsefesi bir kavramdır. Resim sanatının ise kavramlarla bir ilgisi yoktur. ( Her ne kadar bugün kavramsal sanat gündemdeyse de, ben haritasını bilmediğim bu sularda dümen tutmak istemem.) Evet, varoluş felsefesi, hatta metafizik bir kavramdır. Oysa resim sözcüklerle yazılmaz. Onun dilinin öğeleri, desen, renk, biçim, lekedir. Önünde sonunda iki boyutlu bir yüzeyin düzenlenmesidir resim. Ama bu yüzey, resmi “taşıdığı” andan itibaren, bizimle konuşmaya başlar. Onun dilini okuduğumuz ölçüde. Böyle baktığımızda, birçok ressam, pek az heykelci için varoluşsal sözcüğünü kullanabiliriz. Benim yaptığım da bu. Bir kavram olarak değil, yaşamsal bir gerçek olarak. Bunun benim için en büyük örneği Van Gogh’tur. Ama aynı zamanda Munch’tur. Ve tabii Giocometti ve Baccon’dur. Hayatla yüzleşmeleri, korkuları, sosyal ve siyasal duyarlılıkları, başkaldırıları, Abidin Dino gibi resim yapmayı kişisel ve devrimci ve toplumsal bir eylem olarak görenler... Van Gogh demiştiniz onun gibi, resmin düşbazı Dali gibi sanatsal ve/veya kişisel kimi kuralsızlıkları kimi kuramsızlıkları olanlar... Sonra Çallı’nın resmine dair imlediğiniz gibi konu, üslup tutarsızlıkları olanlar ya da tam tersi olan Avni Lifij’deki tutarlılıkları, ¥ ¥ bit tı r Cezann gibi do kimi üs Matisse ışıkla d Lifij gib Abidin resmin doğru t Sana Ya nında d de yok. nü bu ç denle, e ya’nın y pa’nın yapıtlar açıklam mıyoru kadar s Dino, M duğuna Marksç konula Adana’ metti. G rında, e ris soka bir ress kâğıt ü sist izd başka T sel Arsl zın peş meye g nucund taya, K trasyon Sorunu cağım: mu ola tiriyord Arslan nızca k küleri’n nırım, b mu sor “Bir estetik biyattan Barthes niz gibi düşünd larınızd Eve tında y coğrafy sında h sanatın ğu için mimarl söyleye “BUG HER Res nuz: “R Resmi mi oku zım rot bakmay den öğr yazar v Bug şeyler o nün ka Ben, bi de, söz yorum. SAYFA 4 ? 10 KASIM 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1134 SAYF