22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TÜYAP 21. İSTANBUL KİTAP FUARI r reddettim. Yapmak istediğim şu: "Benim tümcelerim şu yolla açımlayıcıdır ki beni anlayan sonunda bunlann saçma olduklarını görür. Onlara, onlara tırmanarak, onların üstüne çıktığımda sanki üstüme tırmandıktan sonra, merdiveni devirip yıkması gerekir. Yani ben bu absürdü kitapta koymak istedim. Benim en çok Doğu felsefesi okuduğum zamanların sesi..." Gazali kendini yediye benzetirdi, diyorum. Homeros ner sabah yürürdü. Ben bunları bilmiyorum. Ben burada bir mitos yaratıyorum. Bu meseleyi A. Oktay 'Cumhuriyet Dönetni Edebiyatı' kitabında uzun bir bölüm koymuş, iyi anlamıştır. "Gerçek benzetmelerde yatar. Hiçbir laf bundan kurtulamaz." Ben Foucoult'nun kitabını yeni okudum. Okumadan önce, "Rönesansa kadarki toplumlarbenzetmelerleyaşamıştır," diyor. "Ve benzetmelerle yaşadığı için de sözcüklerle nesneler arasındakı ayrım fark edilememiştir, konamamıştır," diyor. "Onun için de deneysel bilgi ve deneyüstü bilgi arasında insan sallanıp kalmıştır," diyor. "Rönesansta benzetmeleri bırakıp temsile ve sözcüğün kendisine yönelinmiştir," diyor. Ben bunları okumamıştım. Ben burada ayn bir şey koyuyorum. Ben bunun farkında değilim. Şair, şiir buluyor bunu. Buradan şiirinizin dip sulartna gelelim. Sonsuzca geçerli sözcükler yoktur. Ölüme yakın sözcükler vardır. Nereden çıkıyor bu laf? Ben bir şeye giriyorum. Orada saçmayı yürütmek istiyorum. Doğru sözü bulmak istemiyorum ben. Doğru sözü bulsam felsefe kitabı olur. Doğru söz ilgilendirmiyor. Şu cümlede şey de var; sözü de kuÜanıyorum, sözü kullanırken şiirsel oluyor. Şimdi bu düzyazı gibi görünen şeyi alt alta yazdığım zaman şiir oluyor. Bunun zaten farkındayım, ama bu anlatıda yeni bir anlatış var. Sana yeni anlatış, yeni teknik bulmak lazım. "Şiiri doğrular yürütür, yanlışlar yapar," der ve eklersiniz sonra: "Şiir, bam, ilkel dili bulmadır. Bu yüzdetı şiir yabandır; vahşidir şair. Bu dünyada ne görüyorsa, onu ilk kez görüyormuş gibi de şaşktndır. Çocukturyani." Yani acı çekenair, iflah olmaz biridir de, öyle mi? Acı çekilmesi şart değil. Ama benim yine 'fakir olan şiir yazar' diye içimde bir şey var. Ben burada bir doğruluk buluyorum. Ama bilimsel bir doğruluk değil. Acı çekmek şart değil. Homeros'un ne kadar acı çektiğini bilmiyoruz. Yahut Dante'nin sürgünlük çektiğini biliyoruz. Yani acıdan anladığımız yoksulluk meselesi var. Buriuva yaşamış bir adamsa başka acılar çekecektir. Mesela soğuk su içemiyordur, adam. Bu da bir acıdır, yani. "Her şairin bir kenti olması gerekir," diyorsunuz. Yine sizi ele veren bir saptama: "Pes, htanbul olmasa ne yapartz! Nerden gelip nereye gittipmizi nasıl anlanzPKendimizibiryerekoyabileceğimiz bir yer diye baktyorum ben htanbul'a. Bir tarih diye." Pekillhan Berk, bu sürüklenip gelinen/ sığınılan yerde bir kentte, bir mekâna baSlanmak bir şair için neden onca gerekli? Sonra şairin yurdu/ mekânt 'Dil'i değii midir? O dili nereden buluyor? Işte o dili kentten buluyor. Kent bütün o toplumların en gelişmiş yeri. Eski yazarlar 'lstanbul Dili' diye bir şey kurmuşlar. Demek ki o zamanlar Istanbul'da konuşulan dilin dışında bir dile de kapalüar. Tarihçilerimizin diline baktığımızda zengin Ibir dildi. Şiirde o kadar zengin bir dil yok. Ama düzyazıda gerçekten tarihçilerin zengin bir dili var. Şimdi bu zengin dille Istanbul'da (kentte) yazılıyor. Evvela şair dilin kaynağını iyi anlatmış oluyor. Düin kökeni olankenttir; çünkü şair yeryüzündeki nesnelerle en yakın gelişmenin en büyük ölçüsü olan kentte, onlarla ilişkiye giriyor, onları tanıyor, onları eline alıyor, onları görüyor. Kent şairin dile, kültüre bakacağı yer oluyor. Başka bir anlam veremiyorum. Şair, ille de oraya bakmıyor. Şimdi Bodrum dişi bir kent. Istanbul, Paris gibi dişi bir kent. Ben Bodrum'u yazarken dişiliğini görmedim. Ama biliyorum dişiliğini, şair yine oradan geçmeler yapıyor. Şairin bir kitabıdır kent. Şairin önünde r>ir kitap gibi kente bir bağlılığı vardır. Hele bu kent Istanbul ise, kaç defa söyledim, "Istanbul gibi bir kenti olan şairlerin başka bir şeye ihtiyaçları yoktur,' dedim. lstanbul gerçekten bir cumhuriyet kenti. Bütün sınıflar var, kardeşim. Hepsi böyle kaynaşmış; karışıklığın, anarşinin, terörün garip bir yeri. Şiirin istediği yer. Durmuş, oturmuş, statik bir kent değil. Şair daha ne ister? Oktay Akbal, bir yazısında şöyle diyor, sizin için: "Kitaplarını kanştırdım yeniden... Baktım her kitapta bir başka '11han Berk' var. Begendiniz, beğenmediniz... Bir başka ama yine de kendisi." Bir zaman, bırakıyorum şiiri. Halbuki pek çok şair anlatısını o çizginin içinde sürdürür. Onu kitapta yapabilir. Ölürse iyi bir şeydir. Anlatının tekrarı ölümüdür. Çünkü anlatının içinde teknik vardır. Teknik de bayağı bir makinenin tekniği gibidir. Teknik yeknesaklıktır. Tekdüzeliğe geldiğini hissettiğin zaman çekilmek gerekir. Pekı llhan Berk Burada imge de önem kazanmıyor mu? Sizin şiir evreninizde imvenin yerı önemli Galıle Denizı'nden başlayıp, Çivı Yazıst, Aşıkname, Mısırkalyoniğne, Delta ve Çocuk'a geldiğtnızde, hatta Güzellrmak'ta bu dana yoğun, daha metaforik biçimde öne çıkıyor. Giderek imgesel betım öne çıkıyor. Siz şöyle diyordunuz: "Betim, içerik olarak imgeseldir." Bunun şiirinize ağtşt, bıçimlendinşi üzerinde duralım biraz da. Zaten bu kitapta o daha yoğun bir şekilde ortaya çtktı. Betim, içerik olarak imgeseldir, demek biraz zor. Eğer bu şiirse öyle. Mesela Bacon'ın denemelerini Eliot müthiş şiirsel buldu. Ben Kâtip Çelebi'de, ondan sonra birçok tarihçimizde anlatım düzeninde müthiş şiirler bulurum. En şiirsel betimlemevi de çağdaş yazarlar içinde, Sait Faik'te bulurum, mesela. yorsunuz. Eliot'un, Bacon'ın dili için sövlediği çok önemli. Yani düzyazıda imgeler kulfanıyor. İmgesel dili kullanıyor. Daha iyi bir örnek vereyim. Sartre ile ölümünden önce yapılan konuşmalarının birisinde; karalamalarına bakmak istiyor konuşmacı, felsefe kitaplarına bakıyor. Tertemiz yazılmış bir şey. Tiyatrolarına bakjvor, altüst, karmaşık diyor, orada. Nedir bu mesele? Düşünce vardı, diyor. O düşündüğünüz biçimde oraya girer, diyor. Halbuki öbüründe imgeselbir dildir. Onun için çeşitli sözcükleri, çeşitli anlamlanyla yazarsınız diyor. Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum da bunun bir yansıması. "Beni hep uçlar, şiınn o belalt uçlan ilgilendirmiştir, bir oralarda bulmuşumdur kendimi," diyorsunuz. Şiirınızibu uçlarda nereye koyuyorumuz? Ben öyle sanıyorum ki. Mesela Mısırkalyoniğne'yi alalım. Bir şairin çılgınlığı oraya kadar gidebilmiş. Yani dil çılgınlığı. Yani bir şair çıldırsa oraya kadar gidebilir. Ben orayı yazdığım kanısındayım. Yazmadığım bir şey var. 50 sayfa içinde noktasız, virgülsüz bir cümle kurmak, bunu yapamadım. Ben buraya da gitmek isterim. Burada o dilin gideceği yer olacak. Şiiri gideceği yere bırakabilirsin. Zaten o canavarın bir yerden bizi tutmasını kabul ediyoruz. Ama ona biz karar vereceğiz, şiirin macerası içinde. Ben o 50 sayfa içindeki tümceyi sırf dil olayı olarak görmek istedim. Yani dilin kendi kendine çarpışması. Bu mesela 50 sayfalık bir hikâye, deneme olabilir. Ama tabii ki benim kafamda o dil çarpışacağı için, girmediği yol, girmeaiği aelik, girmediği mahzen, labirent kalmayacağı için bu şiir olacaktır. Şiirin tavin ettiği bir yol yoktur. Şiir bir yolculuk, o yolculuğun nereye gideceğini bilmek. O yolculuğun nereye gideceğini bilirsen, oraya gitmek beni mutlu edecek. Daha onu kuramadım. "Ben yeraltı suları gibigizli, yavaş, partltısınt oralarda sürdüren biriolmayı özlemişimdir hep. Elbette ki, yeryüzüne de çıkmak istedim. Ama aynı gizlilik, aynt kapaltlık, aynı sessizlik, aynı durulukta. Öte yandan, şiiri, vurucu, ortak, çarpıa diye görmüşümdür hep. Değiştirme gücünü de bunlara bağlamtştmaır. Şiir, rahatstz etmelidir, değiştirmelidir. Ama hep o yeraltı sessizliği, güzelliğiyle..." diyorsunuz. Ve bu düşüncelerinizde de şu yantnıza kapt araltyorsunuz: "Şiir sanki anlaştlan bir nesne değildir, benim gözümde. Ya da anlaştlan şiir gözümden düşer demek isterim. Belirsizliktir, şiirin atlıg'ı kement." Evet! Asıl sorun da bu. lşte bu batlamda; llhan Berk şiiri nerededir? Dip suları nereden gelir, nereye gider, nerede okyanusa karıştr? "Sanki olmayan şiiri arıyor," diyor edebiyat tarihçisi... Bu beni çok mutJu etmiştir. M. Fuat, "Şiirin 40 türlü yazılacağını göstermek istemiştir," diyor. Yahut da M. H. Doğan, "Değişkenliği şiirin anayasası yapmıştır." Bunlar biraz tutulan yerler, ama 'sanki olmayan şiiri arıyor' daha ilginç. Şair olan bir şeyi niye yazsın? Her şair aslında olmayan bir şiir yazmak, yeni bir şey yazmak istiyor. Bu cümleyi tam olarak kavrayamıyor ama, sevgi duyuyorum. Bu arayış şairin kendi serüveninden geliyor. 'Şairin kendi serüveninin peşinden gitmesi.' Bu Türk şiirinde çok belirgin biçimde görülmez. Saysanız birkaçşairde vardır. Bunlann en tipik örneği Nâztm'dtr. Ki o, başka serüvenler aldı, onu içine, götürdü, etti. Ama siz şimdi her kitapta Jarklt bir şeyle geliyorsunuz. O şiir seriiveniniz sizi her kitapla başka bir uca getiriyor. Bu da bir arayıştn şiiri. Her kitapta bir dil, bir imge dünyası, başka bir atmos/er geliyor. Bu da ister istemez 1. SAYFA 11 EHI çılgınlığı Acıçekmek de şunlart söyler: "Kendisiyle de çelişkiye düşmekten çekinmeyen, durmadan yeni bir 'kişilik' arayan, bulan bir şair niye yerinde sayan, belirli tutkulara bağlı kalmakta direnen, eski beğenilerin dü'zeyinden kopmayan kişilerle, anlayışlarla savaşmasın?" (O. Akbal, Uzun Bir Adam. 16.4.1983) Burada da bir başka yantnız öne çıkar: Değişen, yakışan, gelişen, arayan llhan Berk... Ktrgmlıklar, ö/keler... Sürükleniş... Ve sonuçta her şey şiire taşıyor. Şimdi bu taşıma serüveni içerisinde 1. Berk'in oluşumunda en etkileyici şeyler ne oldular? Bir şairin yaşaması kitaplarla oluyor. Yaşamadan bir şey öğrenmiyor , demek istemiyorum. Ama her şeyi şair kitaptan öğreniyor. Yani bütün bu değişim, değisıklikler şairin okuma alanlarıyla bir kenti okuma düşüncesini bakma kazanma çok etkili oluyor. 50 tane yazmak istiyordum, 24'te mi 25 'te mi ne kaldım. 'Dil, şairin kimliğidir; şairin kanıdtr çünkü', size 'Güzel Irmak'ı, yazdıran bir güç var. Bir imaj var. Bu da yaşamdan ağtp gelen bir şey. Yani şairin penceresi bir yerlere açtk. • Ben severek büyüyen bir adamım. Gerçekten çok severim. Gerçekten çok severim dedığim zaman da, tabii 23 insanoğlunu aşan bir şey de değil çünkü. Ben aşka da ölüme gider gibi gidiyorum. Beni durduramayan şeylerden bir tanesi. Beni onlar büyüttü... Beni bir anlatı biçimi ilgilendirmediği Düzyazıdır, ama o betimler müthiş şiirlerdir. Bu sözle bu tip yazarlardan söz ediyorum, Joyce'un bütün kitaplarında görürüz. O imgesel bir dille, metaforlarla vazıyor. Orada bir şey anlatmaktan çok bir şeyi düşündürtüyor. Eğer düzyazıda biz şiiri yakalayabiliyorsak mesele çözülüyor. Ama yine şunu söyleyeyim: düzyazı imgesel olmadığı zaman, bu düzyazıdır. Yani romanın dilidir. İmgesel olduğu ölçüde düzyazı şiirseldir. Ben gerçekten düzyazı denerken, Şiir buduğum için söylüyorum. Memet Fuat'a göre ben hep şiir yapıyorum. A. Damar da mesela. Bunu şiir olarak F. Naci, mesela orada şiir görmediğini sanıyor ve bozuk Türkçe kullandığını görüyor, mesela. Belki o da doğrudur. E. Ayhan ile olan konuşmamda S. Faik üzerine dili Yaşar Nabi de söylerdi savruk bir Türkçe. Ama ikisi de şiirsel. Ben o konuşmada dedim ki: "S. Faik'te savrukluğun erdemi var." Bu Türkçe için daha kavranmış bir şey değil. Düzyazı zaten şeydir. Düzyazı Osmanlıca ölçüsünde büyük şiiri olan A. Hamdi'nin dilinde var. Ama tersinden olarak. O muntazam kullanmaya çalışıyor, karışık dil kullandığı için onda da bir şey eksik. Tüm bunlann bileşimi 'Galata'dır, diyebilir miyiz? Bütünüyle düzyazı değil, şiirsel, imgeselyoğunluğu da var. Ama onu bir düzyazı olarak da kurabilirdiniz. Düzyazıdan ayıran bir yani da var. Orada bir imge var. Siz bir imgenin peşinden gidi CUMHURİYET KİTAP SAYI 662
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle