03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Kupa Orhan Veli 2 22 NİSAN 2021 PERŞEMBE OLAYLAR VE GÖRÜŞLER [email protected] Atatürk, ‘Nutuk’ta Vahdettin’in kaçışını anlatıyor Medyaya yansıyan haberlere göre, Cumhuriyet tarihinde ilk kez resmi yazıyla, “Öğrencilere olumsuz örnek teşkil edecek öğelere yer verildiği” gerekçesiyle “Atatürk’ün Nutuk”unun okullarda dağıtılması yasaklandı. Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nı ve Cumhuriyetin ilk yıllarını anlattığı Nutuk’u yasaklama kararına Mersin, Çamlıyayla İlçe Milli Eğitim Müdürü imza attı. Yasak kararına, “Osmanlı Padişahı Vahdettin’e yönelik, ‘soysuzlaşmış, alçak’ ve dönemin Osmanlı hükümetine yönelik, ‘aciz, haysiyetsiz ve korkak’ ifadeleri kullanılması” ve Atatürk’ün kötü örnek olduğu gibi gerekçeler gösterildi. Bu vesileyle bugün Atatürk’ün “NUTUK”ta Vahdettin’in kaçışını nasıl anlattığını yayımlamak istiyorum. HHH Hain Vahdettin Bir İngiliz Savaş Gemisiyle İstanbul’dan Kaçıyor 17 Kasım 1922 tarihli resmi bir telgrafın ilk cümlesi şu idi: “Vahdettin Efendi bu gece saraydan kaybolmuştur.” Bu telgrafın daha bir iki cümlesini 18 Kasım 1922 gününe ait Meclis tutanaklarından okumuşsunuzdur. Fakat telgrafın aslında, kayboluşun kimlerin aracılığıyla olduğu ihtimalinden ve kutsal emanetlerin nasıl korunduğundan ve başka konulardan söz eden bir alt tarafı da vardır. Aynı günkü tutanakta okunmuş olan bir mektubun kopyasıyla, ona ekli ajanslarla yayımlanmış bir bildiri kopyasını da tekrar okuyalım: Mektup Kopyası “Bir kopyasını eklediğim resmi bildiride söylendiği gibi, Zatı Şahane kendisini İngiltere’nin koruması altına koyarak bir İngiliz savaş gemisiyle İstanbul’dan ayrılmıştır. 17 Kasım 1922 İmza: Harrington” Ekli olan bildiri kopyası “Resmen bildirilir ki, Zatı Şahane bugünkü durum çerçevesinde hürriyet ve hayatını tehlikede gördüğünden, bütün Müslümanların halifesi sıfatıyla İngiliz korumasını ve aynı zamanda İstanbul’dan başka bir yere gönderilmesini istemiştir. Zatı Şahane’nin isteği bu sabah yerine getirilmiştir. Türkiye’deki İngiliz kuvvetlerinin Başkomutanı General Sir Charles Harrington, Zatı Şahane’yi almaya giderek, bir İngiliz savaş gemisine kadar kendisine eşlik etmiş ve Zatı Şahane gemide Akdeniz Filosu Genel Komutanı Amiral Sir de Brook tarafından karşılanmıştır. İngiltere Olağanüstü Komiser Vekili Sir Newill Henderson Zatı Şahane’yi gemide ziyaret ederek Kral V. George’a bildirilmek üzere arzularını sormuştur.” Asil Bir Milleti Yüz Kızartıcı Bir Duruma Düşüren Sefil Kamuoyunu gerçek durum ile karşı karşıya bırakmayı tercih ederim: Büyük bir makamı, tantanalı bir unvanı, yanlış ve kötü bir veraset yoluyla elde edebilmiş bir sefilin, onuru çok yüksek, asil bir milleti, nasıl yüz kızartıcı bir duruma düşürebileceği, o zaman daha doğal bir biçimde anlaşılır. Gerçekten de her ne neden ve biçimde olursa olsun, Vahdettin gibi hürriyet ve hayatını milleti içinde tehlikede görebilecek kadar adi bir mahlukun, bir dakika dahi olsa, bir milletin başında bulunduğunu düşünmek ne hazindir! Teşekküre değerdir ki bu alçak, kendisine miras kalan Saltanat makamından millet tarafından düşürüldükten sonra, alçaklığını tamamlamış bulunuyor. Türk milletinin bu erken davranışı elbette takdire layıktır. Aciz, adi, duygu ve düşünceden yoksun bir mahluk, kabul eden herhangi bir yabancının korumasına girebilir. Fakat, böyle bir mahlukun bütün Müslümanların halifesi sıfatına sahip bulunduğunu ifade etmek elbette uygun değildir. Böyle bir anlayışın doğru olabilmesi, her şeyden önce bütün Müslüman toplumların esir olmaları koşuluna bağlıdır. Oysa, dünyadaki gerçek böyle midir? Biz Türkler, bütün tarih boyunca hürriyet ve bağımsızlığa örnek olmuş bir milletiz! Kıymetsiz hayatlarını iki buçuk gün daha fazla, sefilce sürükleyebilmek için her türlü aşağılığı kabul eden halifeler oyununu da sahneden kaldırabildiğimizi gösterdik. Bu suretle devletlerin, milletlerin birbirleriyle ilişkilerinde kişilerin, özellikle ait olduğu devlet ve milletin zararına da olsa kişisel durum ve hayatlarından başka bir şey düşünemeyecek pespayelerin, önemli olamayacağı yolunda bilinen gerçeği yeniden doğruladık. Milletlerin ilişkilerinde mankenlerden yararlanma sistemine önem verme devrine son vermek, uygar dünyanın samimi dileği olmalıdır! HHH Atatürk’ün yukarıdaki sözlerini, NUTUK’tan seçtiğim önemli bölümleri bugünkü konuşma diline aktardığım ve ayrıca yorumladığım “Emre Kongar Seçkisiyle, ATATÜRK NUTUK, İstanbul, Remzi Kitabevi, 2018” kitabımın 178 ile 181’inci sayfalarından alıntıladım. Laiklik en temel çağdaş yaşam değeridir Kupa Cumhuriyet AV. SEDAT DURNA ÇYDD YÖNETIM KURULU ÜYESI 10Nisan 1928 günü Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’ndan “Devletin dini İslamdır” ibaresi çıkarılmıştır. Bu tarihi olay, 700 yıllık dini bir monarşinin yıkılmasından sonra Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmi dininin olmayacağı anlamına gelir. Bu değişiklik laikliğin anayasal zeminde kabulüne giden yolu açmıştır. Laiklik ilkesi, anayasa metnine dokuz yıl sonra 5 Şubat 1937’de yapılan bir değişiklikle girebilmiştir. Laiklik, dinsizlik olarak gösterilmeye çalışılsa da aslında Ortaçağ Avrupası’ndaki gibi inananlar ile inanmayanlar arasındaki çatışmalardan değil, aynı dine mensup farklı grup ve cemaatlerin birbirleriyle çekişmelerinden, topluma yön verme ve devleti ele geçirme amaçlarından korunmak için bulunmuş bir çözümdür. Ortaçağın din devletlerinin yok olmasıyla yakınçağın ulus devletlerinin kurulabilmesinde ve günümüzün modern devlet anlayışına geçişte laiklik en kritik belirleyici araçtır. Aşama aşama devrim Osmanlı İmparatorluğu’nda Yeni Osmanlıcı tanzimat aydınları tarafından laiklik fikri değerli bulunmuş ancak laik bir toplum yapısına geçiş hayal bile edilememiştir. Mustafa Kemal’in başkomutanlığında emperyalizmin yenilmesi ve işgalci Yunan ordusunun denize dökülmesiyle bu büyük zaferin üzerine inşa edilen Türkiye Cumhuriyeti’nde laiklik için atılan ilk ciddi adım 3 Mart 1924 tarihinde hilafetin ve Şeriye ve Evkaf Vekaleti’nin kaldırılmasıdır. Bu devrim yasası ile devletin laik devlet yapısının inşası başlamıştır. Ardından 17 Şubat 1926 tarihinde Türk Medeni Kanunu’nun kabul edilmesi ile laik devlet yapısı laik hukuk ile güçlendirilmiştir. Medeni Kanun’un gerekçesini Adalet Bakanı Mahmut Esat BOZKURT şu şekilde özetlemiştir: “Yasaları dine dayalı devletler, kısa bir zaman sonra yurdun ve ulusun isteklerini karşılayamazlar çünkü dinler değişmez kuralları kapsar ancak yaşam yürür, ihtiyaçlar hızla değişir.” Bu laik devrimlere, 93 yıl önce buLaik devletin tüm kurumları laik olmak durumundadır. Laik devlet çağdaş ve bilimsel eğitimin tüm gereklerini tüm yurttaşları için yerine getirir, tek bir okul tipini yurttaşlarına dayatamaz. gün anayasal güvence getirilmiştir ve son olarak 5 Şubat 1937’de laiklik ilkesi anayasada devletin temel nitelikleri arasında yerini almıştır. Ülkemizin toplumsal inanç yapısı, ulusumuzun Orta Asya’dan gelen kültürel özellikleri ve Anadolu hümanizması laikliğin bizler için çok büyük bir gereksinim olduğunu göstermektedir. Bunu bilen ve kavrayan büyük Atatürk laiklik devrimini aşamalar halinde tamamlamıştır. Tek tip dayatılamaz Laiklik, kamusal alanın ve kamu hizmetlerinin dini kurallara göre değil çağın gereklerine uygun yasalara göre düzenlenmesidir. Laiklik, devletin tüm inanç gruplarına ve inanmayanlara karşı sunmuş olduğu bir güvencedir. Laiklik eğitimin, bilimin, kültür ve sanatın özgür düşünceye dayalı olarak gelişiminin güvencesidir. Laiklik toplumsal barışın en önemli anahtarıdır. Tüm bunların sonucu olarak vazgeçilmezimiz olan laik toplum yapısı ve laik yaşam tarzı ortaya çıkmaktadır. Bugün ülkemizde devletin laik niteliği ciddi şekilde örselenmiştir. Laik devlette din eğitimi tek bir mezhebin din anlayışı hâkim kılınarak verilemez. Laik devletin tüm kurumları laik olmak durumundadır. Laik devlet çağdaş ve bilimsel eğitimin tüm gereklerini tüm yurttaşları için yerine getirir, tek bir okul tipini yurttaşlarına dayatamaz. Vazgeçilemez Anayasanın değiştirilemez 2. maddesinde devletin temel nitelikleri arasında düzenlenen laiklik ilkesinin anayasadan çıkarılmasını savunmak ve söylemek düşünce özgürlüğünün bir parçası olamaz, bu olsa olsa Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen devletin anayasal düzenini bozma suçunun hazırlık eylemidir. Tüm bunlar göstermektedir ki laiklik en temel çağdaş yaşam değeridir, laikliğin kaybedilmesi yüz yıldır sahip olduğumuz birçok temel hak ve özgürlüğümüzü anlamsız kılacaktır. Bunun için ÇYDD olarak yaptığımız her işte, kamusal tüm çalışmalarımızda tarihini bilen, haklarının bilincinde ve başta laiklik olmak üzere Atatürk Devrimlerini yaşayan ve yaşatacak nesillerin yetişmesine katkıda bulunmayı öncelik olarak görmeye devam edeceğiz. Bizler laiklik ilkesinden asla vazgeçmeyeceğiz.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle