17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 7 AĞUSTOS 2020 CUMA [email protected] olaylar ve görüşler Tek adamcı tavır adaletsizlik getirir Prof. Dr. TÜRKKAYA ATAÖV İktidar yarışının olağan sayılan savaşım yolları var. Tarihin verdiği ders şu: Bu geçerli kurallardan çok ayrımlı birtakım uydurma yöntemler siyaseti çürütür, düzeni düzeltilmez yönlere sokar, toplumun bütünlüğünü parçalama seçeneğini gündeme getirir, ulusdevleti sarsar, giderek iktidar destekçilerini de kendi ailelerinin bile tanıyamayacağı kişilere dönüştürür. Böylesine zorlamanın sonucu bir ülke için tek sözcükle karayıkımdır. Konuyu böylesine tehlikelerle ele almak önce kitle psikolojisi uzmanlarının alanı ve görevidir. Ben bu yaklaşımla 1950’lerden bu yana yalnız bir ölçüde ilgili sayılırım. Ancak konunun doğrudan uzmanları daha önce ve daha fazla seslerini duyurmalılar. Gene de kendi uzmanlığımın yan kaynakları da olsalar, Freud, Brenner, Parens, Spitz, SteerickFischer ve Volkan gibi yazarların değerlendirmelerini bir süredir izleyenlerdenim. Ayrıca, Nazi döneminin Almanlara ve başkalarına nelere patladığını ayrıntılarıyla bildiğimi sanıyorum. Kutuplaşmanın, yabancılaşmanın, cumhuriyeti ya da ulusdevleti bir yana koyup geçmiş yüzyılların kılıç hakkını ve ümmetçiliği gündeme getirmenin olası sonuçları üstüne birtakım anımsatmalar yapmayı görev sayıyorum. Yakıcı süreçler Sigmund Freud genç kuşağın eğitiminde ve sağlıklı yetişmesinde psikoanalizden yararlanmaya çok önem veriyordu. Henri Parens’e göre, sekiz aylık bebek bile annesi dışında başka birini yabancı kabul eder ve o yaştaki Dili, dini ve geçmişi bir olan Arapların bile birlik oluşturamadığı bölgemizde, Türkiye Cumhuriyeti’nin “ULUSAL BİRLİK” temeli siyaset yarışında “Osmanlılık ya da ümmetçilik” gibi başka seçenek konusu yapılamayacak vazgeçilmez bir varlık, sağlık ve güç reçetesidir. yokluk ya da savsaklama çocuğu saldırganlığa ve yıkıcılığa yöneltebilir. Nazi Almanyası’ndaki buyurganlık yurttaşı bu yoldan zehirlemiş ve toplumun bir bölümü kendinden başka görmeye başladığını ortadan kaldırmaya hazırlanmıştır. Sonuçta 6 milyona yakın Yahudi, yaklaşık 600 bin Roman, ayrıca demokrat, sosyalist, engelli, zekâ özürlü ve eşcinseller öldürüldüler. Yanlışa davetiye İktidara gelmek ve gelince de iktidarda kalmak için yanlış, yalan, aldatmaca ve yutturmaca oyunları sıradan Almanı insanlıktan çıkardı. Oysa Almanya’nın geçmişinde Beethoven, Goethe, Humbold ve benzerleri de vardı. Tekadam Hitler bireyin ve toplumun kişiliğini değiştirdi ve her türlü adaletsizliğe karşı duyarsız, sinik, kör ve sağır yaptı. Nobel Fizik Ödülü’nü 1921’de kazanmış olan Yahudi kökenli Alman Einstein için “Onun da sırası gelecek” başlıklı bir Nazi yayınını 1957’de Nev York Halk Kitaplığında okumuştum. Einstein’ın yalnız Atatürk ve İnönü’ye yazdığı alçakgönüllü mektup devlet belgeliklerimizdedir. Küçük farklılıkları büyütmekten yarar uman TekAdamcı Hitler herkesten kulluk bekliyordu. Naziliğin simgesi olarak anababanın ve öğretmenin yerine geçmişti. Kendi yanında görmedik lerini çok kötü sıfatlarla anıyordu. Oysa, kendi dedesi de bir Alman Yahudisiydi. Bu tutumu 50 milyondan fazla ölüye patladı ve Almanya işgal edilip bölündü, Hitler de intihar etti. Fakat Nazizmin etkisi günümüz dazlak kafalılarıyla sürüyor. 1930’larda işsizlik ve yoksulluğu ırk üstünlüğü palavrasıyla örtmeye çalışmışlardı. Almanların bu sözde üstünlüğüne inandırılmış olan eski kuşakların oğulları ve torunları Türk göçmenlere de saldırmış olan o genç sapıklardır. Savaş bitti diye ırkçılık sona ermedi; o öldürücü siyaset virüs bugün de var. Tartışmasız: Ulusal birlik Birinin kılıç kuşanması, başkasının ulusdevleti yan çizip ümmet açıklaması, kadının doğuştan zayıf ve geri olduğuna gereksiz yinelemeler ve İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma girişimleri başka toplumlardaki uzun erimli yaşamsal yanlışlar tehlikesine kapı açmamalıdır. Bu zıtlaşmalardan oy ummanın uzun erimli kötülüklere dayanak hazırlamamasına dikkat etmek hem yönetimin hem yurttaşların görevidir. Dili, dini ve geçmişi bir olan Arapların bile birlik oluşturamadığı bölgemizde, Türkiye Cumhuriyeti’nin “ULUSAL BİRLİK” temeli siyaset yarışında “Osmanlılık ya da ümmetçilik” gibi başka seçenek konusu yapılamayacak ve vazgeçilmez bir varlık, sağlık ve güç reçetesidir. Mimarlık eğitiminde uzaktan eğitim? Eğitimcinin çeşitli konularda öğrenciye verebileceği o kadar çok şey vardır ki, bu bilgileri, sınırlı bir zaman diliminde ekran yoluyla sanal olarak verme olasılığı yoktur. Prof. Dr. Mete TAPAN Sayın Prof. Dr. Ece Korkut’un Cumhuriyet gazetesinin 7.7.2020 tarihli baskısında yayımlanan “Uzaktan eğitim, eğitim midir?” başlıklı yazısını, her eğitimcinin okumasını salık vererek aşağıdaki yazıma başlamak istiyorum. Uzaktan eğitimin özellikle ülkemizdeki sorunlarını dile getiren yazının son paragrafında yer alan sonuç cümlesini aynen tekrarlamakta yarar görmekteyim. “Sonuç olarak uzaktan eğitime yalnızca özel koşullarda başvurulması, normal koşullarda ise ancak tamamlayıcı bir eğitim olarak düşünülmesi doğru bir yaklaşım olacaktır.” Ciddi sakıncalar 51 yıldır mimarlık eğitiminin bir neferi olarak edindiğim bilgi ve değerlendirmeler çevresinde mimari proje derslerini online veya uzaktan eğitim yöntemiyle yapmak, mimarlık eğitiminin kaçınılmaz olan eğitmen ve eğitilen arasındaki insani ilişkiyi yok saymaktadır. Bu ilişkinin önemi ve anlamı, mimarlık eğitimi almamış diğer meslek sahiplerine dahi anlatmakta zorluk çekilebilir. Hoca ile öğrenci baş başa “problem çözme”, başka deyişle mimari tasarımı gerçekleştirme, bu ilişkinin temel görevidir. Bu görevi “sanal”laştırmak, bir dizi bilgisayar aksesuvarları araya sokarak, projelendirmenin kaçınılmaz olan “tartışma” ortamını yapay hale getirmek, daha doğrusu birtakım bilgisayar komutlarıyla veya simgeleriyle doğal tartışmayı gerçekleştirebileceğini kabul etmek, son derece sakıncalıdır. Canlı, baş başa veya bire bir eğitimin, hem eğitim hem de öğretimi kapsaması, ele alınan mimari proje konusunun, salt planimetrik, fiziksel, fonksiyonel boyutlarını değil, habitatın vazgeçilmez tüm unsurlarının tartışıldığı bir eğitim sürecidir. Proje konusuyla beraber, eğitimcinin çeşitli konularda öğrenciye verebileceği o kadar çok şey vardır ki bu bilgileri, sınırlı bir zaman diliminde ekran yoluyla sanal olarak verme olasılığı yoktur. Tartışma ortamı, demokrasinin vazgeçilmezlerindendir. Eğitim politikalarında da tartışabilmek, anladığını sormak şarttır. Aklımızı kullanma alışkanlığını edinmenin yolu da yine eğitimden geçer. Dolayısıyla 51 yıllık bir akademisyen olarak, ülkemizin koşulları da dikkate alındığında mimarlık alanında uzaktan eğitimi kalıcı bir model olarak göremiyorum. Bugün ülkemizdeki özel koşullarda gerçekleştirilen mimarlıkta “Uzaktan Eğitim” denemesinden de özel koşullar kalktığında yine alıştığımız sisteme döneceğimize inananlardanım. Sıkışmanın sicili Nusret ERTÜRK İngiltere’de Birinci Dünya Savaşı sonrasında açlar, Londra’ya doğru yürüyüşe geçerler. Haberi alan İngiliz hükümeti, Hyde Park’taki kürsülerin sayısının artırılmasını emreder. Öfkeli toplulukları sakinleştirmenin en kestirme yolu onlara söz hakkının verilmesiyle sağlanır. Bizde olduğu gibi sıkıştırma yolunun seçilmesi ise en tehlikelisidir. Çünkü, sıkışmanın sicili pek kabarıktır. Sıkışmak, kesin sonuç veren bir işaret fişeğidir. Her şey bu sözcüğün başının altından çıkıyor dense yeridir. Geleceğimizi sıkışmalar belirliyor. Gelişmiş ülkelerde, iktidara gelmeden önce tarih okunurmuş. Bizde ise iktidardan düştükten sonra. Bir ülke düşünün ki avukatları adalet aramak için yollara düşüyor. Yollara düşüyor ama başlarına gelmeyen de kalmıyor. Baro başkanları, 2020 yılı yazında Ankara sınırında durduruluyor. Yetmiş kadar baro başkanı yirmi yedi saat çembere alınıyor. Su ve yiyecek verilmiyor, basınla ve başka kimselerle görüştürülmüyor, yağmurda, gündüz sıcakta, gece karanlıkta bekletiliyor. Ülkemizdeki seksen baro, bu kez Ankara’da bir miting yapmaya kalktıklarında, “yasak” yanıtını alıyor! İşçi sokağa çıkarılmıyor; yasak! Muhalefet sokağa çıkarılmıyor; yasak! Yargının üçayağından biri olan avukatlar sokağa çıkarılmıyor; yasak! Yasalarda yeri olmasa da: Bastır, bastır, bastır! Politikacının biri, kendisini karşılayanlara sormuş: “Nasılsınız?” Yanıtın gelmesi gecikince, politikacı yanıtı yine kendisi vermiş: Yönetimlerin başarısı, insanlardaki yaşam sevincinin oranıyla ölçülür. Kişilerin ve toplumun başarılarında yaşam sevincinin katkısı büyüktür. ‘İyisiniz iyi!’ Bugün çoğu yöneticilerin durumu aynen böyledir. Kendileri soruyor, kendileri yanıtlıyor. Aşk ile öksürük saklanamaz, derler. Bence, ilk sırayı sıkışmaya vermeli. Mutluluğun tarihi yokmuş. Ama mutsuzluğun tarihi vardır; o da büyük oranda sıkışmaktan kaynaklanıyor. İki çocuk, bir kedi yavrusunu çeşme başında yıkıyormuş. Oradan geçen bir adam çocukları uyarmış: “Kediyi yıkıyorsunuz ama ölür!’’ Kısa zaman sonra adam geriye dönerken kedi yavrusunu öldüğünü görmüş. Çocuklara dönmüş: “Ben size, kediyi yıkarsanız ölür demiştim.” Çocukların yanıtı şu olmuş: “Kedi, yıkarken değil, sıkarken öldü!” Vatandaşın canı boğazında baskılardan. Adım atamıyor. Kimileri, yurttaşla alay edercesine, “İyisiniz iyisiniz!” diyor. Gelin bakın bakalım ortamlarda et mi kaynıyor, dert mi kaynıyor. Sanat, bilim yaşamın ayaklarıdır. Onlar olmadan adım atılmaz; çökülür. Sanatın “s”si yok, bilimin yerinde yeller esiyor. Kurtuluşumuz dualara kalmış. Haberlerdeki öne çıkanlara bakıyoruz. Baştan sona baskı, özgür sesleri kısma, kendilerinden olmayanları sıkıştırma. Varsa yoksa kendilerinden olmayan gazetelerin, televizyonların, sivil toplum örgütlerinin seslerini kısmak. Biraz daha yasak, biraz daha baskı. Mahkemeye vermeler, tazminat istemeler. Yaşamı yoran, yaşamı çekilmez kılan kural dışı sıkıştırmalar. Dünya tarihinde bir gerçek vardır, sıkışan sonunda rahatlamıştır. Sıkıştıranı ise hiç sormayınız. Yasakların, koruyuculuk niteliğinin olmasından geçtik, koruyuculuğu içten içe kemirdiğini biliyoruz. Rüzgâr eken fırtına biçermiş. Yönetimlerin başarısı, insanlardaki yaşam sevincinin oranıyla ölçülür. Kişilerin ve toplumun başarılarında yaşam sevincinin katkısı büyüktür. Yaşam sevincin yoksa başarın da yoktur. Sosyologlar, en demokratik yönetimi, “Kişiye en az karışanıdır” diye tanımlıyor. Bizde öyle mi? Karışılmadık ne kaldı? Akşamdan sabaha değişen yasalar, yönetmelikler. İsteğe göre anayasa değiştirmek. İhale yasası yılda on kez neden değişir? Anadolu’da baskı yapanlara, “Zulmün artsın!” diye ilenilir. Kötülüğün çoğalsın ki seni sevmeyenlerin sayısı yükselsin. İşte o zaman senin sokağa çıkacak güvenin kalmayacak. Hani derler ki Atatürk, İnönü sokakta tek başlarına dolaşırmış. Şimdilerde üç yüz, beş yüz koruma almadan kapıdan dışarı adım atamayan yöneticilerin olduğu söyleniyor. Sorununuz varsa soru sorun İnsanları aydınlatan sorulardır. Azgınlığı durduran, aydınlığın kapılarını açan sorulardır. Sorunuz. Baskı yapanlara, ufkunuzu karartanlara sorunuz. Ama soru sormak o denli kolay değil. Önce, konuyu kavramak, bilgilenmek gerekiyor. Bir insanın verdiği yanıtlardan çok, sorduğu sorular önemlidir. Eğitimciler, annebabalara der ki, çocuğunuza o gün okulda ne öğrendiğini değil, öğretmene hangi soruları sorduğunu sorun. Sorundan kurtulmak istiyorsanız, sorun. Soru, sizi sıkışmaktan kurtaracaktır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle