02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 14 AĞUSTOS 2020 CUMA [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Rusya’da koronavirüs aşısının ‘ONAYLANMASI’ üzerine PROF. DR. AHMET SALTIK Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı Sağlık Hukuku Uzmanı Rusya Devlet Başkanı Putin; Rusya Sağlık Bakanlığı, Gamaley Epidemiyoloji ve Mikrobiyoloji Enstitüsü tarafından geliştirilen koronavirüs aşısının tescil edildiğini açıkladı. Rusya böylece koronavirüs aşısını tescil eden ilk ülke oldu. Sputnik Türkiye’nin aktardığı habere göre, hükümet yetkilileriyle bir toplantıda Putin, “Bildiğim kadarıyla, bu sabah dünyada bir ilk olarak yeni tip koronavirüse karşı geliştirilen aşı tescillendi.” Putin, “Yine de aşının oldukça etkili olduğunu, kararlı bir bağışıklık oluşturduğunu biliyorum. Yineliyorum: Aşı gerekli tüm denemelerden geçti” dedi. (https:// www.birgun.net/haber/putinduyurdukoronavirusekarsigelistirilenilkasitesciledildi311533 11.08.2020) Üç temel adım Sevindirici bir gelişmedir kuşkusuz, ilk bakışta. Rusya’nın bu aşıyı geliştirip üretebilmesi için gerekli sağlık insan gücüne ve teknik donanıma sahip olduğunu biliyoruz.. Başta BSL4 düzeyinde viroloji ArGe laboratuvarı ve yetkin virolog epidemiyolog halk sağlığı uzmanı bilimsel takım (ekip). Ancak ülkenin Sağlık Bakanlığınca aşının onanıp ruhsatlandırılması yetmez. Mutlaka, DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) ya da yetkilendirdiği (akredite ettiği) uluslararası kaynak (referans) laboratuvarlarca da sonuçların test edilip onanması gerekir. 3 temel adım bu süreçte irdelenecektir: GLP (Good Laboratory Practice): İyi Laboratuvar Uygulamaları GMP (Good Manufacturing Practice): İyi Üretim Uygulamaları) GCP (Good Clinical Practice): İyi Klinik Uygulamalar.. Bu ana koşulların / standartların alt adımları da var elbette. Ruhsat almadan önce 3. aşamaya (faza) gelinmiş olması, yani birkaç on bin gönüllü insan üzerinde aşının denenmiş olması gerek. Ek olarak 2 büyük sınav söz konusu ayrıca: 1. Etkinlik: Yeterince koruyucu olacak; süre ve koruma düzeyi bakımından. 2. Güvenilirlik: İstenmeyen / yan etki ve komplikasyonlar son derece sınırlı olacak maliyet / yarar irdelemelerinde. Çünkü milyarlarca sağlıklı insana uygulanacak hasta ilaçlarından farklı olarak. Söz konusu aşının 2’li bir bağışık yanıt oluşturduğu belirtiliyor: a. Hücresel bağışıklık ki görece daha uzun süre kalıcıdır (T hücreleri) b. Hümoral bağışıklık; antikor üretimi.. (IgG ve IgM proteinleri) Aşının bu yeteneklerini yayımlanacak bilimsel makalelerde göreceğiz dileriz. Öte yandan, “kalıcı” bağışıklık sağlandığını söylemek çok zor hatta olanaksız bu aşamada çünkü salgın daha 78 aylık “bebek” yaşında. Bu sonuca varabilmek için zaman boyutu çok kısa. Ancak bağışık yanıtın olsa olsa birkaç hafta, dahası 12 ay koruyucu düzeyde sürdüğünü söyleyebilirsiniz şimdilik, hepsi o denli! Aşı örnekleri uluslararası yetkili kaynak (referans) laboratuvarlarda DSÖ gözetiminde test edilip onaylanmadan ölçüsüz bir iyimserlik yanlıştır. Doğru olan ise bilimsel özenliliktir (ihtiyatlılık; scientific precautionary principle). Rusya’yı, başlangıç da olsa, bu doğrulanması gereken, doğrulanmasını dilediğimiz başarısından dolayı bilim emekçilerini ve onları destekleyen Rus devletini kutluyoruz.. İnsanlığın pek çok açıdan böylesine başarı öyküsü ve gerçekleşen büyük adımlara öyle çok gereksinimi var ki.. Öte yandan R.T. Erdoğan’ın, DSÖ verileriyle aşı geliştirme yolunda dünyada 3. ülkeyiz bağlamında sözleri çok acı vericidir. Bu içerik gerçekdışıdır, gerçekleşmesi olanağı da yoktur yukarıda belirtilen nedenlerle. Ancak neden Erdoğan böylesine pervasızca yanıltılmaktadır çevresince? Narsistik kişilik danışmanlara yeter etik gerekçe, hukuksal güvence, meşru kalkan olabilir mi? Bu uğurda bir ülke, bir halk feda edilebilir mi ve nereye dek?!! Ürkütücü olgu Kaldı ki R.T. Erdoğan’ın böylesi bir kısırdöngüyü algılayıp (?), dikkate alıp, doğrudan bilgi edinme kaynaklarını açık tutma yükümü yok mudur? Bu olgu ürküntü vericidir ülkemizin bekası için. DSÖ kaynaklarında, 165 noktada aşı geliştirme çabası sürdüğü, 5 ülkede 3. aşamaya (faza) gelindiği geçen hafta açıklanmıştı. İngiltere, AstraZeneca ile yürütülen aşı çalışmasıyla ilgili 20 Temmuz'da yayımlanan makalede 2. faz sonuçlarının umut verici olduğu ve istenen bağışıklığı sağladığı duyuruldu. CanSino: Çin merkezli bir başka aşı çalışması olan Cansino da viral vektör türünde aşı geliştiriyor. Çin ordusunda 3. Faz denemelerine başlanan aşının da daha önceki fazlardaki etkisi The Lancet dergisinde incelenmişti. Sinovac: Eski bir yöntem olan “inaktif virüs” tekniğine göre hazırlanan bu aşıda, enfekte etme özelliğini yitirmiş olan virüs insana verilerek, vücudun hastalığa bağışıklık kazanması hedefleniyor. Haziran’da 1. ve 2. fazda kritik bir yan etki gözlemlenmediğini açıklayan şirket, 3. faz çalışmasını Brezilya'da sürdüreceğini duyurdu. Bu yöntemin dezavantajı, üretiminin uzun ve maliyetli olması. Zayıflatılmış ya da öldürülmüş virüs ile üretilen aşılarda bu virüslerin çoğaltılması için milyarlarca yumurta gerekli. Sinopharm: Çin merkezli bir başka aşı çalışmasında da “inaktif virüs” yöntemi kullanıyor. Şirket 3. faz çalışmalarını Abu Dabi'de yürütüyor. Moderna: ABD'de geliştirilen bu aşı, daha önceki aşılardan Aşı örnekleri uluslararası referans laboratuvarlarında DSÖ gözetiminde test edilip onaylanmadan ölçüsüz bir iyimserlik yanlıştır. Doğru olan ise bilimsel özenliliktir. farklı olarak virüsün kendisinin değil, genetik materyalinin (RNA) vücuda şırınga edilerek bağışıklık oluşturmayı amaçlıyor. Üretimde büyük avantajlar sağlayacak bu yöntemin başarılı olursa, aşı teknolojisinde çığır açabileceği öngörülüyor. Moderna da 3. faz çalışmalarına geçtiğini duyurdu. Bedeli ödeyen aynı Görüldüğü gibi Türkiye ilk 3’te yok! BSL4 düzeyinde Viroloji laboratuvarı yok! Refik Saydam Ulusal Referans Laboratuvarındaki BSL3 donanımlı. Türkiye’nin mazlum alın teri ulusal kaynakları 18 yıl boyunca talan edilmeyip, net 2 Trdolar servet yurtdışına aktarılmayıp, 0.5 Trdolar salt betona gömülmese idi; AKP iktidarı ve Türkiye bugün tıkanmazdı.. Geçelim BSL4 düzeyinde viroloji ArGe laboratuvarı için yaklaşık 1+ milyar dolar yatırım yapmayı; koronavirüs salgınını bastırarak sönümlendirmek için köktenci önlem olan 14 gün tam kapatmayı (lockdown) bile finanse edecek yaklaşık 50 milyar dolar kaynağı tek adam iktidarı bulamamaktadır!.. Salgın, yine ekonomik kulvardaki isyan ettiren çaresizliklerin ürünü irrasyonel popülist seçimlerle, alaturka açılım saçılımlarla sürmekte ve kahrolası bedel; CEO sanrısıyla (hezeyanıyla), ne yazık ki bir anonim şirket gibi yönetilmeye zorlanan ülkemizde, masum binlerce insanımızın önlenebilecek iken ÖNLENEMEYEN biçimde kurban edilmesiyle ödenmekte! 21. yüzyılın şafağında bir insanlık suçu klasiği daha; sürüleştirilen yığınlar hiçbir şey algılayamazken.. Sevgi, saygı, kaygı ve tükenmeyen umut ile. Merhaba zulüm! (Françoise Sagan’ın ve Jean Seberg’in anılarına) Hazırlamakta olduğum kitaplarla boğuşmak için kullandığım on beş gün aradan sonra sevgili okurlarımla yeniden buluştuğumda nasıl bir “Merhaba Demeliyim?” diye düşündüm ve yukarıda okuduğunuz bu başlığı buldum: Böylece hem iki önemli kadını, yaşamları ve yapıtlarıyla simgeleştirdikleri hüznü ve elbette bu hüznü doğuran zulmü anacak... Hem de ülkemin iki hafta önceki haliyle iki hafta sonraki hali arasında gözlemlediğim kötüye gidiş hızının yükselişine (kötüye gidiş ivmesinin artışına) dikkat çekmiş olacaktım. Özetle, bu iki hafta içinde, iktidarın haber ve bilgi sansürü dijital dünyayı da içine alacak biçimde genişletilmiş, Cumhuriyetin kurucu liderlerine ve değerlerine karşı saldırılar artarak yaygınlaştırılmış ve şiddetlendirilmiş, haksızlığa karşı direnenlerin hapsedilmeleri devam etmiş, İstanbul Sözleşmesi’ni, yani insan/kadın haklarını savunanlara karşı orantısız güç kullanımı artarak sürdürülmüş, kadın cinayetleri, doğa katliamı olayları artmış, haksız ve hukuksuz yere hapis yatanların sorunlarının görmezden gelinmesi kanıksanmıştır. Bu tabloya karşı “Merhaba Zulüm” bile azdır, “Tekrar Merhaba Zulüm” demek gerekirdi, ama ben, “İstanbul Sözleşmesi” dolayısıyla anmak istediğim iki kadının anısına “Merhaba Zulüm” demekle yetindim. HHH Aslında yazar egoizmi ile ilk aklıma gelen başlık, “Tekrar Merhaba, İçimizdeki Zalim” idi. Ama Feodal/Yarı Kapitalist/ Kapitalist Kültür zulmü altında inleyen bir toplumda yeterli ilgiyi görmediğini düşündüğüm “İçimizdeki Zalim” adlı kitabıma fazla vurgu yapmış olacağım çin bundan vazgeçtim. (Oysa hâlâ, bu kitabımın çok önemli olduğunu ve içinde yaşadığımız toplumda, aile, okul, arkadaş grubu, medya ve siyasal yapı tarafından dayatılan/öğretilen beşli zulmün önlenebilmesinde önemli bir işlevi olduğunu ve bunun yeterince fark edilmediğini düşünüyorum.) HHH Aslında zulüm, belki de baskıcı yönetimler altında yaşayan herkesin, özellikle de bütün kadınların evrensel kaderi. İşte size iki kadın. Önce Françoise Sagan: Françoise Quoirez,1935 yılında Fransa’nın Cajarc kentinde doğdu. Çocukluğunda hayvanlara karşı özel bir hayranlığı vardı. İlk romanı Merhaba Hüzün’ü (Bonjour Tristesse) 1954 yılında, 18 yaşındayken yazdı. Bir genç kızın bunalımlı hayatını, çapkın babasının ilişkilerinden dolayı yaşadığı çelişkileri anlatan kitap, kısa sürede uluslararası çapta başarı elde etti. Roman, Simon & Garfunkel’in “The Sounds of Silence” adlı şarkısında esin kaynağı oldu. Sanatçının takma adı, Marcel Proust’un “Kayıp Zamanın İzinde” adlı kitabındaki “Sagan Prensesi” karakterinden esinlenilerek verildi. Sagan, ABD’ye gittikten sonra Truman Capote ve Ava Gardner gibi isimlerle dost oldu. Fırtınalı bir aşk ve evlilik hayatı olan yazar 1957’de Aston Martin, spor arabasıyla kaza yaptı ve bir süre komada kaldı. Renkli ve olaylı yaşamı 2004 tarihinde, 69 yaşındayken Honfleur, Calvados’ta akciğer ambolisi geçirerek ölümüyle son buldu. Ve Jean Seberg: Sagan’ın kitabının Otto Preminger tarafından yönetilen filminde Deborah Kerr, Mylène Demongeot ve David Niven ile birlikte başrolü oynayan Jean Seberg 1938’de ABD’de Iowa’da doğdu. Kendisini Otto Preminger keşfetmişti. İlk filmi 1957 yılında Bernard Shaw’ın Jan Dark’ından uyarlanan filmdi. Bu filmden sonra ona Jan Dark denilmeye başlanmıştı. Preminger, Seberg’i ertesi yıl Fransa’da çekilen sonraki filmi Bonjour Tristesse’te oynattı. Filmden sonra Seberg yine acımasız eleştiriler aldı ve film kariyeri neredeyse sona erdi. Fakat bu kez JeanLuc Godard onu JeanPaul Belmondo ile Serseri Âşıklar filminde oynattı. Bundan sonra ABD’ye gitti ve Columbia Pictures ile çalışmaya başladı. Warren Beatty, Irvin Kershner, Stanley Baker, Lee Marvin ve Sean Connery ile başarılı işler yaptı. Fakat Kara Panter Partisi’ne verdiği destekten dolayı FBI’nın yani J. Edgar Hoover’in takibine uğradı ve karalama kampanyasının hedefi oldu. 8 Eylül 1979’da Paris dışında bir yerde, arabasında ölü bulundu. Ölümüyle FBI’nın bağlantısının olup olmadığı sürekli tartışıldı. Eski eşi Romain Gary, FBI’nın Seberg’e karşı yürüttüğü karalama kampanyasını onun zihinsel ve psikolojik sağlığını kötüleştirdiğini söyledi. HHH UNUTMAYIN: İSTANBUL SÖZLEŞMESİ YAŞATIR! 15 25 TL YER NE TL 18 30 TL YER NE TL 18 30 TL YER NE TL 18 30 TL YER NE TL 21 35 TL YER NE TL 21 35 TL YER NE TL 19 32 TL .20 Y E R N E TL 21 35 TL YER NE TL 15 25 TL YER NE TL
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle