24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 14 MAYIS 2020 PERŞEMBE YORUM Korona yalnızlığı! Yüzyıllar öncesi halk ozanı Karacaoğlan, “Üç derdim var birbirinden seçilmez Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir de ölüm” demişti. Sanki edebiyatın binlerce yıldır ele aldığı ana temalarını özetlemişti. Bugün koronavirüs salgını yüzünden yaşadığımız yalıtılmış (izole) yalnızlık, hepsini kapsıyor! İnsan, dünyaya yalnız gelir ve yalnız gider! Dolayısıyla aslında insan yalnızdır, denir. Ama insan yalnız yaşayamaz! Boşuna mı Oktay Akbal, Yalnızlık Bana Yasak ve İnsan Bir Ormandır diye kitaplar yazdı? Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı, Leyla ile Mecnun, Tahir ile Zühre birbirlerine kavuşmak adına, niçin dağları delmeye, yanıp tutuşmaya kalktılar? Çağlar boyu yalnızlıklarını paylaşmak isteyen bu sevdalılar boşuna masal ve destan kahramanı olmadılar. Olağanüstü sevda ve dirençleriyle sevda simgesi oldular, yalnız yaşanmayacağını kanıtladılar. Her ne kadar değerli şairimiz Özdemir Asaf da çıkıp “Yalnızlık paylaşılmaz / Paylaşılsa yalnızlık olmaz” dese de sevdalılar birbirlerinin yalnızlıklarına ortak oldular, birbirlerine yaşam enerjisi ve özgürlük kattılar. Bir başka şairimiz Tevfik Fikret de “Hak bellediğin bir yola yalnız gideceksin” demedi mi? Nâzım Hikmet, toplumun özgürlüğü için 13 yıl cezaevi yalnızlığını yaşamadı mı? ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ Yaşamını yitirdiğinde (2014) Kolombiya Devlet Başkanı Juan Manuel Santos’un üç günlük ulusal yas ilan ettiği, bayrakları yarıya indirttiği evrensel yazar Gabriel Garcia Marquez, Nobel ödüllü kitabı Yüzyıllık Yalnızlık (çev. Seçkin Selvi, Can Yayınları, 79. Baskı, Mayıs 2020) adlı romanında, Buendia ailesinin kurduğu Macondo kasabasının büyülü dünyasında içsel yalnızlıklarını anlatır. Romanın başkahramanları José ile Ursula amca çocuklarıdır. Gençliğin getirdiği heyecanla, birbirlerini deli gibi severler. Ancak kendilerinden önce akraba evliliği yapanların bir çocuğu, kuyruklu doğar! Soylarının lanetlendiği düşünülür. Bu nedenle aileler evlenmelerine izin vermez. Onlar da şehri terk ederler, evlenirler ve kendilerinin rahat edeceği Macondo’yu kurarlar. Bir süre korkarlar, evlilikleri kâğıt üzerinde kalır. Yanlış algılanınca normalleşir. Çocukları olur. Macondo’ya yalnızca Çingene obaları gelir gider. İcatlarını tanıtırlar. Ama bir gün sulh yargıcı Don Apolinar Moscote diye biri gelir. Evlerin maviye boyanmasını ister. Oysa José Areadio Buendia her yerin bir güvercin gibi bembeyaz olmasını istemektedir... Çatışmalar başlar... Marquez romanını on beş on altı yıl düşünüp iki yılda yazdığını, bu süre içinde çok az sokağa çıktığını açıkladı. Sanki bu yalnızlık ona özgürlük sağladı! Aslında kimi felsefeciler de yalnızlığı özgürlükle özdeşleştirir. Örneğin Arthur Schopenhauer, “Yalnızlığı sevmeyen özgürlüğü de sevmez. Kişi ancak yalnız olduğunda özgürdür” der. Acaba öyle mi? Yüzyıllık özgürlük Geçen ay 23 Nisan’da TBMM’nin 100. yaşını kutladık. Şimdi, dört gün sonra 19 Mayıs’ta, 19 Mayıs 1919’un 101’inci yılını kutlayacağız. Her iki bayram da Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün bizlere armağanı. 19 Mayıs’la gelen 101 yıllık özgürlük, hiçbir özgürlüğe değişilmez. Bu özgürlük kişiye, topluma, basına özgürlük getirmiştir. Bu özgürlük, padişahlık yönetiminin yıkılması, ulusal egemenliğin tek kişiden millete geçmesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ve demokrasiyle taçlanması demektir. Bunun öyküsünü Atatürk, başyapıtı Nutuk’ta anlatır. Bu nedenle de korona yalnızlıklarından geçerken hem bireysel, hem toplumsal hem de basın özgürlüğümüzü korumalıyız. Korona yalnızlığı yaşasak da 23 Nisan’da olduğu gibi, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı’nı da coşkuyla kutlamalıyız. 19 Mayıs’ta gençlerin sokağa çıkma kısıtlamasını kaldırmalıyız. Gerekli önlemleri alıp bayramlarını coşkuyla kutlamalarını sağlamalıyız. Yalnızlığımızı, özgürlüğümüzü, bayramımızı yürekten kutluyorum! 14 MAYIS 2020 SAYI: 34553 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına ALEV COŞKUN Genel Yayın Yönetmeni AYKUT KÜÇÜKKAYA Yayın Koordinatörü Serkan Ozan Yazıişleri Müdürleri İpek Özbey / Olcay Büyüktaş Akça (Sorumlu) Hakan Akarsu (Ek Yayınlar) Görsel Yönetmen Münevver Oskay Reklam Genel Müdürü Ayla Atamer Törün l Haber Merkezi: Murat Hantaş l Gece: Ayça Bilgin Demir l Dış Haberler: Mine Esen l Ekonomi: Jale Özgentürk l İç Politika: Ali Açar l Kültür Sanat: Yazgülü Aldoğan l Fotoğraf: Uğur Demir l Spor: Sami Gürel l Ankara Temsilcisi: Sertaç Eş Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 l Ege Bölge Temsilcisi: Tuncay Mollaveisoğlu Halit Ziya Bulvarı 1352 sok. 2/3 Pasaport İzmir. Tel: (0232) 441 12 20 Yayın Kurulu: Alev Coşkun (Başkan), Ali Sirmen (Bşk. Yrd.), Aykut Küçükkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Kemal Işık Kansu, Orhan Bursalı, Mine Kırıkkanat, Miyase İlknur, Ataol Behramoğlu. l Mali ve İdari İşler Müdürü: Osman Selçuk Özer Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: İleri Basım Mat. Amb. Reklam Tanıtım Yay. ve Teknik Hiz. Tic. A.Ş. Yenibosna Mah. 29 Ekim Cad. No:11A/41 Bahçelievler İstanbul Tel: (0212) 454 32 55 Dağıtım: Turkuvaz Dağıtım Pazarlama A.Ş. Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. NAMAZ VAKİTLERİ İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam Yatsı İstanbul 03:54 05:40 13:05 17:01 20:21 21:59 Ankara 03:44 05:27 12:50 16:43 20:03 21:38 İzmir 04:15 05:54 13:13 17:04 20:22 21:54 Kaç kişi bundan haberdardır bilmiyorum, benim ciddi bir arşiv tutkum Yazsam da algılanamayacak var. Hiçbir gazete kontrolüm tarih aşırı analizler den geçmeden atılamaz. De Size, ülkenin nasıl ve han ğişik kupürler, iç siyaset, dış gi gerekçelerle, hangi iha siyaset, sanat, spor, sinema netlerle nereden nereye gel ve modeller gibi ana başlıklara göre kesilip arşivlenirler. Kendi yazılarım, sergilerimle ilgili ve hakkımdaki haberler, yıllara göre ayrılmış fotoğraflar, tarihi günlerin kesilmemiş gazeteleri ve daha neler neler... Cumhuriyet gazetesi söz konusu olunca bu iş zorlaşıyor. Çünkü bir gazeteyi atmadan önce Arşivimin bile açamayacağı tıkanıklıklarımız diğini makro bakışla istesem anlatabilirim. Ama anlatamam! Anlattığını söyleyenlerin de gerek tarihsel analiz gerekse günümüz açısından sansürlü yorumlarla yetindiklerini bilin. Genç kuşaklar da şunu unutmasınlar: Eğer kıyaslamalı manşetlerini, köşe yazılarını kesip saklarsınız ya, Cumhuriyet, sizi hem vazgeçilmez kupürlerinin fazlalığıyla analizlerle işin özünde neler yaşandığını “antenleri açık bir şekilde” algılayabilirlerse, gerçek geçmişlerini ancak hem de bir sayfanın önü ve arkasının aynı anda başrole bu dönem geçip gittikten sonra öğrenebilecekler. soyunma merakıyla deliye çevirebilir! Soyut konuştuğumun farkındayım. Çünkü günümüz de muhalefet dahi, ancak iktidarın izin verdiği oranda Dün ve bugünün ‘fotokopik’ kesişmeleri Cumhuriyet gazetesi yayına başladığından beri, her nüshasının istisnasız her sayfasını çevirmiş biriyim; başkası da var mı bilmiyorum. Yaptığım büyük dönem sergileri (“Kuvayi Milliye”, “27 Mayıs İlk Aşkımızdı”, “68’li Yıllar” veya 12 Eylül hakkında ve Ergenekon dönemi için yaptığım “İçim Parçalanıyor” sergileri...) için her birini dikkatle inceledim, yüz binlerce haber ve makale okudum. 1987 sonrası yazarlık kariyerimde her gazeteyi didik didik ettim o ayrı; ama ben size son 96 yıldan söz ediyorum... Cağaloğlu’nda geçirdiğim, yıllara yayılan uzun süreleri arşiv sorumlusu Edibe Buğra Hanım’a sorun... Bugünün gündemini değerlendirirken yakın tarihimizin manşetleri gözlerimin önünden film şeridi gibi akıyor: “İktidar, CHP’yi tasfiye etmek istiyor”, “Darbe yapmak istiyorlar”, “CHP’lileri mermiyle tehdit ediyorlar”, yapılabiliyor. Herhangi bir futbol yorumundan bile herkesin FETÖ’cü/darbeci olarak hüküm giyebileceği bir dönemde yaşıyoruz. Hatta daha ileri gidebilirim: Bizi buralara taşıyan çalkantılı ve akıl almaz ideolojik biçim bozmalarını, ne yazık ki toplumun ilerici gençleri bile şu anda algılayabilecek kıvamda değiller. Bugün televizyonlardaki gündem tartışmalarının, tarihsel analizlerin hepsi o kadar ağır bir şekilde dikenli örtülerle kaplı ki, muhalefet bile ancak “politically correct” olarak tanımlananı yapabiliyor. Boş yere uğraşmayın. Bugün, bu analizleri hap olarak bulamazsınız; tesadüfen yutsanız bile algılayamazsınız, bünyeniz kabul etmez. Çünkü dönemin ozon tabakası delinmiş yeni iklimsel şartlarında, içinden geçtiğimiz yılların kimyasını çözümlemeniz mümkün değil. 45 yaş altı halkımıza sesleniyorum: Çoğunuz işin ne devlet, ne mantık, ne de siyasal bilimler açısından felsefi analizini yapmak için gerekli alfabeyi bile haiz olmayabilirsiniz! “Medya ve siyaset virüsleri”, “Türkiye hapiste gazeteciler ve basın özgürlüğü açısından sonunculuk için ya Sansür, anakronizm rışıyor”, “Bağımsız yargı ve barolar tehdit altında”, “İk ve beyin kilitlenmesi tidar CHP’ye karşı kampanya başlatacak”, “Yargı aynı konuda farklı kararlar veriyor”, “Avukatsız Türkiye istiyorlar”, “Hapiste gazeteciler, Terkoğlu, Pehlivan, Kılıç, Ağırel”. Siz bu başlıkların açılımlarını biliyorsunuz, benim de gözümün önünden arşivimin 100 bin görüntüsü geçiyor. Bu filmi daha önce gördüm. Atatürk ve demokrasi düşmanlığı, herkesin aidiyetlerine göre şekillenen “adalet”, kaybolan yargı bağımsızlığı, baskı altında yaşamsal bir varoluş imtihanından geçen devrimciler, CHP’liler, solcular, aydınlar, yazarlar... TRT bugün eşitlikten, tarafsızlıktan hiç nasibini almamışken, geçmişteki ismiyle “Radyo” da 1950’lerde ülkeyi “vatan cephesi” ve diğerleri, yani “şer cephesi” olarak görenlerin ve göstermek isteyenlerin at koşturduğu alandı. Buna bir de günümüzde yandaş basın eklendi. Özel sektör ve iktidar, her türlü işbirliğine boğazlarına kadar battılar. Ama tabii ki sorunsuz ve doğal bir akışla yaşanıyor bu birleşmeler. İşte “arşiv”, bu senaryolara yunuslar gibi dalıp çıkan Ne demek istediğimi fazlasıyla bilen bir duayen yazarımızı örnek olarak anacağım: Alev Coşkun. Bugün Türkiye’de, 45 yaş altı kaç yazarın bu makalenin içsel hikayesini anlayacağını ve onaylayacağını kendisine sormak isterim. Aynı şey CHP’li siyasetçiler için de geçerli! O noktada ümidim tabii ki daha az. Çünkü çoğu, yaşadığımız göçüşün baş sorumlularından Ecevit’i hâlâ dokunulmaz bir önder olarak görmek üzere programlanmışlar. Şu kadarını söylemekle yetineyim: Günümüz CHP’si, Atatürk Türkiyesi’nin Türkçe ezanını bile “partiden ihraç” için gerekçe olarak görmekten çekinmeyen bir lidere ve kadrolara sahip! Onlar için 20. yüzyıl analizleri, ne yazık ki oldukça güncel durumlara uygun bir çeşit özet toparlamadan ibaret... Daha fazla somut yorum ve örneğe gerek yok, bugün Türkiye’de yakın tarihin özgürce tartışılamayacağını söylemekle yetinelim. Günümüz Türkiyesi’nde, geçmişte yaşananlara yapılan göndermeler dahi bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin, tüm tuzaklara rağmen yoluna kü iktidarın bakış açısıyla komik ve anakronik şekilde devam edebildiğini de bize gösteriyor. “hukuki” bir süzgeçten geçirilmektedir. 255060 veya Ben, Cumhuriyet sayesinde bir yüzyıla yayılan bu 1789’da yaşanmış tarihi olaylar, bugün için tehdit ola hikâyeyi “içinden” okudum. 1950 sonrasını o yıllara rak algılanarak masaya yatırılmaktadır! Konuşulduğu, yön veren babam Dr. Suphi Baykam’ın ağzından, 1987 her şeyin masaya yatırılabildiği demokrat günlerde ise, sonrasını ise bizzat içinden yaşayarak öğrendim. hayat bambaşka olabilir... Göreceğiz! BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Divan edebiyatında, şehzadelerin sünnet düğünleriyle hanım sultanların doğum ve evlenme törenlerini anlatan şiirlere verilen ad. 2/ “Bağırsaklar” anlamında eski sözcük... Ölüyü gömme. 3/ Zarara uğrama tehlikesi... Menteşe. 4/ Artvin ilinde, “ulusal park” kapsamına alınan bir vadi... Azerbaycan’ın plaka kodu. 5/ Baskın, hücum... “Yüz ’den yeğrektir / Bir gönül ziyareti” (Yunus Emre). 6/ Yağı alınmış sütten ya da yoğurttan yapılan peynir... Bir nota. 7/ Uzakdoğu kökenli dövüş sporlarında “erdemli yol, sanat” anlamında kullanılan sözcük... Kuru tütün yaprağını andıran kızılımsı kahverengi. 8/ 789974 yılları arasında Fas’ta hüküm süren Müslüman Arap hanedanı. 9/ Herhangi bir konuda ilgili kişilere soru yönelterek bilgi toplama işi... Bir nota. 1 234 5 678 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 GARDENYA 1 2 ÜZ LÜK UTA 2 3 4 L A DERNEK H KENET Ç 3 5 ANANE T MA 4 6 T AN KOBAK 5 7 8 MU T İ R İ N A İ R İ NT İ AL 6 9 UN EKOS E 7 8 YUKARIDAN AŞAĞIYA: 9 1/ Osmanlılarda önde gelen devlet adamlarının giydiği bir tür samur kürk. 2/ Fok balığı derisiyle yapılan bir Eskimo kayığı... “Kime sorsam, evinde bir eksik” (Öz demir Asaf). 3/ “Sürme” de denen bir ekin hastalığı... Radon elemen tinin simgesi. 4/ Bir cismin hare keti nedeniyle kazandığı enerji. 5/ Şöhret... İçine mendil, gecelik gibi şeyleri koymaya yarayan kumaştan koruncak. 6/ Bir şeyi öğrenmek için duyulan istek... Asalak bir böcek. 7/ Kabadayı... Birbirine yakın adalar topluluğu. 8/ Madenleri ergitme... Notada durak işareti. 9/ Cılız, zayıf... Bir renk. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com Doğu Akdeniz’de Türkiyeİsrail işbirliği işaretleri AKP hükümetinin Serrac yönetimiyle imzaladığı “deniz yetki alanının sınırlandırılması” anlaşmasının hayata tam olarak geçebilmesi için birincisi Libya düzleminde, ikincisi de Doğu Akdeniz düzleminde bazı gelişmelerin olması gerekir. Libya düzlemi Libya düzleminde olması gereken şu: Libya’nın birliği sağlanmalı ve Libya’nın bütününün yönetimi ErdoğanSerrac anlaşmasını sürdürmeli. “Bölünmüş Libya” haritası, anlaşmayı anlamsız kılıyor zira anlaşmaya konu olan Libya sınırı Trablus merkezli Serrac bölgesinde değil, Tobruk merkezli Hafter bölgesinde... Bu durumda ya Serrac hükümeti Libya’nın tamamına egemen olacak ya da Ankara, Trablus dışında Tobruk’la da anlaşacak. Kısa vadede ikisi de mümkün görünmüyor. Zira AKP hükümeti Libya dış politikasında “yumurtaların tamamını tek sepete doldurmuş” durumda... Doğu Akdeniz düzlemi Doğu Akdeniz düzleminde ise olması gereken şu: Türkiye’nin Trablus yönetimiyle yaptığı “deniz yetki alanının sınırlandırılması” anlaşmasını, Doğu Akdeniz’deki birkaç ülkeyle daha yapması gerekir. Çünkü Ankara’nın daha 2 Mart 2004’te “genel bir tutum” olarak ilan ettiği üzere “deniz yetki alanlarının ilgili tüm kıyı devletleri arasında yapılacak antlaşmalar yoluyla belirlenmesi” gerekir. Bu hem hukuken böyledir hem de Doğu Akdeniz’in “çanak” yapısının ortaya koyduğu coğrafi zorunluluktur. Zira bu harita içinde yapılacak ikili “deniz yetki alanını sınırlandırma” anlaşması en az bir üçüncü ülkeyi kesişen olması nedeniyle ilgilendirmektedir. O nedenle Türkiye’nin Trablus hükümetiyle yaptığı anlaşmayı Libya’nın bütünüyle yapılan bir anlaşma seviyesine yükseltmesinin dışında, ayrıca Doğu Akdeniz’de başka ülkelerle yapılacak anlaşmalarla da taçlandırması gerekmektedir. GürdenizYaycı’nın görüşü Konunun Türkiye’de iki önemli uzmanı var: Em. Tümamiral Cem Gürdeniz ve Tümamiral Cihat Yaycı. Gürdeniz’in bu konudaki görüşünü, yönettiği Yeni Deniz Mecmuası dergisinin yayın kurulunda bulunmam nedeniyle çalışmalar sırasında yaptığımız sohbetlerden, Yaycı’nın görüşünü de Kırmızı Kedi Yayınevi’nden yayımladığımız Doğu Akdeniz’in Paylaşım Mücadelesi ve Türkiye kitabından biliyorum: Türkiye Trablus’la yaptığı anlaşmanın benzerini, Doğu Akdeniz’deki ülkelerin en az ikisiyle daha yapmalı! Yaycı, kitabında olması gereken o anlaşmaların haritasını da veriyor. Sayfa 43’te, “GKRY’nin, İsrail’in hakkını gasp ettiği deniz alanını gösteren harita” olarak, sayfa 94’te “Türkiyeİsrail; karşılıklı kıyıları gösteren harita” olarak, sayfa 166’da “Türkiyeİsrail, TürkiyeLibya anakaralarının karşılıklı kıyılarını gösteren harita” olarak ve sayfa 168’de de “İsrail’in Türkiye ile yapacağı anlaşma ile kazanacağı alanı gösteren harita” olarak... Yine sayfa 103’te, “TürkiyeLübnan; karşılıklı kıyıları gösteren harita” da var. Yani konunun uzmanları, Türkiye’nin İsrail ve Lübnan’la da benzer anlaşmayı yapması gerektiğini ve bunun mümkün olduğunu belirtiyorlar. Zira bu iki ülkenin de GKRY yerine Türkiye ile anlaşması halinde daha çok alan kazandığı ortada. İsrail’in yeşil ışığı Peki, böyle bir olasılık var mı? Özellikle şu iki mesaj, olabileceğini gösteriyor: 1) Mısır, BAE, Yunanistan, GKRY ve Fransa 11 Mayıs’ta ortak bir Doğu Akdeniz açıklaması yayımlayarak üç konuda Türkiye’yi (GKRY’nin MEB’inde sondaj yapmakla, Yunanistan’ın hava sahasını ihlal etmekle ve Libya’daki tutumu nedeniyle) hedef aldı. Ancak İsrail bu beşliye dahil olmadı ve açıklamaya imza atmadı! 2) Cumhuriyet gazetesinden M. Birol Güger’in haberiydi: İsrail devleti bir gün sonra resmi Twitter hesabından Türkiye’ye sıcak bir mesaj gönderdi: “Türkiye ile diplomatik ilişkilerimizle gurur duyuyoruz. Bağlarımızın gelecekte daha da güçlenmesini umuyoruz.” İki tutum da sürpriz değil. Zira İsrail Doğu Akdeniz’deki Yishai gaz sahası sınırı ile GKRY’nin ilan ettiği parsellerde yer alan Afrodit gaz sahasının sınırının çakıştığını belirterek bölgedeki saha geliştirme faaliyetlerine 10 Aralık 2019’da itiraz etmişti. Hatta beş gün sonra İsrail resmi radyosu, Türkiye’nin Tel Aviv’e “Avrupa’ya doğalgaz transferi konusunda müzakereye hazırız” mesajı ilettiğini haber yapmıştı. O haberden iki gün sonra da İsrail’in yayın kuruluşu KAN, İsrailli yetkililerin “müzakereye açığız” mesajı verdiğini duyurmuştu. Cepheyi daraltmak Trablus’la anlaşma yapıldığı günden beri belirtiyoruz: Türkiye’nin Trablus’a asker değil, Kahire ve Tel Aviv’e diplomat göndermesi gerekir. Doğu Akdeniz’de çıkarların en yüksek seviyede korunabilmesi için Türkiye’nin sadece İsrail ve Lübnan’la değil, Mısır ve özellikle de Suriye’yle anlaşması gerekir. Böylece Doğu Akdeniz’deki büyük cephe yarılmış ve FransaYunanistanGKRY üçlüsüne daraltılmış olur.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle