17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
HABER EDİTÖR: ELİF TOKBAY TASARIM: EMİNE BİLGET 3 16 MART 2020 PAZARTESİ 70/3 0 190/1 3 0 30/1 0 100/5 0 80/4 0 30/0 0 60/1 0 40/0 0 170/1 0 0 150/8 0 60/4 0 130/9 0 160/3 0 190/1 5 0 130/1 0 20/ 8 0 150/6 0 90/2 0 110/7 0 160/4 0 60/3 0 110/3 0 TARİHTE BUGÜN 1920: İtilaf Devletleri, İstanbul’u işgal etti. 1972: Cumhuriyet Senatosu; Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan hakkındaki idam kararını onayladı. 22 yaşındaki D.Y.: Tecavüze uğradım, can güvenliğim yok ÖLDÜRÜLMEDEN önce sesimi duyun KÜBRA KÖKLÜ Bursa’da yaşayan üniversite öğrencisi D.Y. (22), evli ve 2 çocuk babası H.D. (35) tarafından ormanlık alana kaçırılarak tecavüze uğradığını ve gözaltına alındıktan sonra serbest bırakılan zanlı tarafından tehdit edildiğini iddia etti. Genç kadın, “Kendisi yetmezmiş gibi arkadaşlarını da kapıma yolluyor. Eşi, sürekli mesaj atıp davayı geri çekmemi söylüyor. Beni öldürmek istiyorlar. Artık benim ve ailemin can güvenliği kalmadı. Öldürülmeden önce sesimin duyulmasını ve gerekenin yapılmasını talep ediyorum” dedi. D.Y., ilk duruşmanın 18 Mart günü Bursa 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüleceğini belirterek duyarlı olan herkese davaya sahip çıkma çağrısı yaptı. D.Y. yaşadıklarını şöyle anlattı: “Tecavüz olayı yaşanmadan, önce H.D’ye hakaret davası açtım. Sonra bu adam dava öncesinde, erkek arkadaşımın kız kardeşiyle sevgili oldu. H.D. bana mesaj attı ve ‘dava hakkında konuşmak istediğini’ söyledi. Yanında erkek arkadaşımın kız kardeşinin olduğunu düşünerek gittim. Arabada kızı görmeyince binmek istemedim ama ikna etti. Sonrasında da hiç kimsenin geçmediği boş bir araziye beni götürdü. Yardım çığlıkları attıkça beni darp etti. Sonra bana tecavüz etmeye çalıştı. Araçtan atladım ancak ağzımı kapatıp tekrar araca sürükledi. Bu sefer direncim kırıldı ve bana tecavüz etti. Beni öyle orada bırakıp kaçtı. Şok geçirdim. Gözümü bir ağaca dikip ağladığımı hatırlıyorum.” Hakarete 1500 TL ceza Utandığı için bir süre yaşadıklarını kimseye anlatmadığını belirten D.Y., “Olay sonrası H.D. mesaj atarak benimle alay etmeye başladı. Bunun üzerine intihar girişiminde bulundum. Sonrasında dayanamadım ve polise giderek şikâyetçi oldum. Hakaretten 1500 TL para cezasına çaptırıldı ancak bu ceza da ertelendi. Ancak tecavüzden dolayı şikâyetçi olmama karşın tutuksuz yargılanıyor. Ve bundan güç alarak sürekli beni tehdit ediyor” diye konuştu. l İSTANBUL İKİ OTOMOBİL ÇARPIŞTI Sinop’ta trafik faciası: 4 çocuk öldü BALKAN SAVAŞI ÇATALCA’DA 108 YIL SONRA KAZI Kazılarda ortaya çıkan bir yüzük. Sinop’ta iki otomobilin çarpışması sonucu 4 çocuk öldü, 6 kişi yaralandı. Şahin Sucu’nun kullandığı 57 DN 678 plakalı otomobil, dün akşam SinopBoyabat karayolunun 13. kilometresinde karşı yönden gelen Ümit Şahin idaresindeki 34 CLF 756 plakalı otomobille çarpıştı. Kazada sürücülerin de aralarında olduğu 10 kişi yaralandı. Sağlık ekiplerince çevredeki hastanelere kaldırılan yaralılardan Tuğçe Nur Civelek (10), Elif Naz (10), Sevda (8) ve Feyza Sucu (7), tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı. Yaralı sürücüler ile Hülya Sucu, Salih, Levent Torun ve Metin Şahin’in Sinop ve Gerze ilçesindeki hastanelerde tedavisi sürüyor. l AA SARAYBURNU İlk Atatürk Anıtı’nda onarım çalışması 30 şehidin mezarı bulundu Balkan Savaşı sırasında Çatalca’da şehit edilen 86. Alay’ın askerlerine ait toplu bir mezar ortaya çıkarıldı. İstanbul Arkeoloji Müzeler Müdürlüğü tarafından bölgede yapılması planlanan “Şehitlik Müzesi” projesi öncesinde yapılan kazılarda 30 askerin mezarına ulaşıldı. Elbiseleri ile gömülen şehitlerin üzerlerinden çıkan Osmanlı mühürlerinden, 5’nin isimleri tespit edildi. “Mehmet Nuri”, “Necmettin” ve “Osman Binveli”nin birliklerinde subay oldukları düşünülüyor. Biraz uzağa gömülen iki şehidin ise Osmanlı ordusunda, Bulgarlarla savaşan gayrimüslim Daniel ve Avedis isimli subaylar olduğu belirlendi. 657 asker şehit 1912’deki Balkan Savaşı sırasında düşman Çatalca’ya kadar ilerlerken ülkenin her yerinden gelen askerler onları durdurmak için savaşmaya başladı. Alanya’dan yola çıkan askerler de günlerce yürüyüp cephedeki askerlere katıldı. 86. Alay’a bağlı Alanyalılardan oluşan Alaiye (Alanya) Redif Taburu düşmanı püskürtüp Dağyenice köyü civarında mevzilerde konuşlanarak dinlenmeye başladı. Mevzilere sızan Bulgar askerleri, Alaiye Taburu’na saldırarak bir gecede 657 askeri şehit etti. Bu olaydan sonra tepe “Alaiye Şehitliği” olarak anıldı. l DHA Arsenik oranı öngörülenden 100 kat fazla çıktı Su değil zehir Bir kediciği bile yok Kapı ardımdan kapandı. İçeri baktım, “Yok” dedim, “burası erkeklerin kaldığı bir koğuş olamaz.” Yatılı okul hayatı, askerlik ya da hapislik yaşamış olanlar bilir. Erkeklerin toplu olarak yaşadığı yerin, anlatması zor bir kokusu vardır. Girişte bulunan mantar panodaki izlere baktım. İhtiyaç listesinde saç boyaları sıralanmıştı. Üst kata çıktım. Unutulmuş bir naylon çorap gördüm. Evet, emin oldum. Burası önceden kadınların kaldığı bir koğuştu. Yatak başında elle çizilmiş bir kedi resmi görünce, parçalar birleşmeye başladı. Duvara tahliye günü kazınmış not ise kesinleştirdi. Adnan Oktar’ın “kedicik” dediği üç kadının ismi yazıyordu. 18 ay tutuklu kaldıklarını belirttikten sonra not düşmüşlerdi: “Allah sabredenlerle beraberdir.” Savundukları dava ve usulleri, beni daha çok güldürüyordu. Ama kesin olan bir şey var ki benden önce bu yatakta yatanlar ona inanmıştı. Oturdum. İlerideki koğuşlardan slogan sesleri geliyordu. Devrimci bir grup tutuklu açlık grevindeydi. Aylardır eylemde olanlar vardı. Kiminin sesinden sanki hissediliyordu. Aç olsalar da slogan atmaya devam ediyorlardı. Belli zamanlarda koğuşlarının kapısına vurarak cezaevini inletiyorlardı. Yöntemleri benden farklıydı. Ama kesin olan bir şey var ki yaptıkları şeye inanıyorlardı. Diyelim ki avukatın geldi. Onunla görüşüp geri dönene kadar tam dört kez aranıyorsun. Üçünde ayakkabılarını çıkarıyorsun. Tutuklular arasında, haberini gazeteden okuduğunuz Çağdaş Hukukçular Derneği’nden avukatlar da var. Aranırken protesto ediyorlar: Keyfi aramaya hayır! İnsan haklarına aykırı her uygulamaya o an tepki veriyorlar. Duruşları benden farklı. Ama kesin olan bir şey var ki, verdikleri mücadeleye inanıyorlar. Avludaki tellerin arasından görülen gökyüzüne bakıp düşünüyorum: Acaba kendi yandaşları savundukları iktidara bu kadar inanıyor mu? Dava partisinden çıkar örgütüne Dokuz yıl önce hapse girerken, Barış Pehlivan ile ABD Dışişleri kriptolarındaki sızıntıları içeren kitabımızı yazıyorduk. İçeri düştük, her şeye baştan başladık. En çok ABD’lilerin AKP’yi nasıl tanımladığını merak ediyorduk. Tek başına iktidar olduğu ilk yıllarda AKP’yi “Koalisyon” olarak okuyorlardı. Muhafazakârların, İslamcıların, liberallerin, sağ milliyetçilerin, merkezdekilerin, tarikatların ittifakı… Bu, parti gibi olmayan parti, zaman içinde homojenleşti. Omurgasını Milli Görüş’ten kopanların oluşturduğu, 1923 Cumhuriyeti ile hesaplaşmaya kilitlenmiş bir “dava partisi” haline geldi. Ancak parti, iktidara tam anlamıyla yerleştikten, devleti fethettikten sonra “yeni bir aşama”ya geçti. Partinin vitrinine konan isimler birer birer tasfiye oldu. AKP liderliği, Erdoğan ve diğerleri olarak tanımlanıyordu. Yalnız AKP mi? Devlet, yasalar, kurumlar Erdoğan’a göre yeniden şekilleniyordu. Tepesinde Erdoğan’ın tek başına tahtta oturduğu sistem; aşağıda hiziplerin, grupların, çetevari oluşumların Erdoğan adına düzen kurduğu bir rejime dönüştü. Siyaset aynı zamanda çıkar ları yönetme işidir. İktidar, çıkarın kendisini bile yeniden tanımlayan formdur. Davanın yerine, Erdoğan’ı, örgütün yerine hizipleri koyan sistem; rantın dağıtımını bir kez daha düzenledi. Kamu kaynakları, hizipler arasında bölüşüm savaşında harcandı. İhaleler, iktidar içindeki grupları besleyen sınıfların serpilmesine yaradı. Devlet kadroları, parti dışında kendi özel gündemleri olan yapılanmaların örgütlenme alanına dönüştü. İBB’nin kaybedilmesinin ardından hükümet medyasında rant için verilen iç savaşa bakın. Erdoğancı görülen bir medya grubu, kamu kurumları eliyle yaratılan geliri Reisçi olan öteki grupla bölüşmediği için kapanan gazeteler oldu. Nihayetinde “dava partisi”, grupların birbirini dengelediği “çıkar örgütü” halini aldı. Fotoğraflardan geriye ne kaldı Bu dönüşümün insan tipini de başkalaştırması kaçınılmazdı. Örnek olsun, hemen aklıma gelen ilk üç ismi sayayım: Metin Külünk, Mehmet Metiner, Aydın Ünal. Üçü de Erdoğan’ın farklı dönemlerinde “dava şuuru” dedikleri formda onu savundular. Külünk’ün Akıncı Gençlik yıllarında Erdoğan’ın yanı başında, Metiner’in İstanbul Belediyesi günlerinde Erdoğan’la omuz omuza, Ünal’ın Erdoğan iktidarının sıkıntılı gecelerinde ağzında sigara ve taşmış bir küllükle konuşma metinleri yazdığı anların fotoğraflarından geriye ne kaldı? Külünk’ün İstanbul’da yerel seçim sürecinin örgütlenmesine müdahale etmemesi için parti içinde bir ekip mücadele etti, başarılı da oldu. Ünal, “dava” dediği toprağın heyelanla kaydığını söylüyordu. Pelikan denilen gruba dokununca ağır ifadelerle saldırıya uğradı. Sonunda Yeni Şafak’ta yazmayı bile bırakmak zorunda kaldı. Erdoğan’a bağlılığını en net ifadelerle dile getiren Metiner, bir süredir parti içinde yaptığı eleştirilerin ardından AKP yönetiminin hedefi oldu. “İhanetçilerin ve davayla alakasızların ödüllendirildiğini” söyleyen Metiner’e, Genel Başkan Yardımcısı Hamza Dağ, “Gelecekte ‘biz demiştik’ diyebilmeyi umutla bekleyen bu yanlış zihniyetin partimize hiçbir katkısı yoktur” ifadeleriyle yanıt verdi. Birbirinden farklı perspektifleri olan üç isim, çözülmeyi anlatmak için genel içinden seçilmiş bir örnek küme. Partinin “dava”dan “çıkar”a dönüşünün kurbanları. Yukarıdan aşağıya ‘davasızlık’ Sovyetler Birliği’nin ardından sol, yıllarca çöküşün nedenini sorguladı. Hemen her tez ortaya atıldı, tartışıldı. Yalçın Küçük’ün yanıtı ise sistemi taşıyan elitlerin rejime olan inancını yitirmesiydi. Ona göre çöküş aşağıdan yukarı değil, yukarıdan aşağıya bir tür “dava terki”nin sonucuydu. Sahiden de sosyalizmden ilk vazgeçen halk değil, düzeni ileri doğru taşıması beklenen partinin yöneticileriydi. Çöküşün her düzen için bir kuralı var mı? “Davasızlık” içten çürümenin işareti mi? İnancını yitirmiş çıkar birliği ne kadar ayakta kalabilir? Eminim, bu soruları bu tek kişilik koğuştan başka yerlerde de soran vardır. Belki de tam hatırlayamadıkları o dizeleri söylüyorlardır: “Bir kediciği bile yok!” Sarayburnu sahilinde bulunan Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye’deki ilk anıtında bakım ve onarım çalışması başlatıldı. Dönemin İstanbul Belediyesi tarafından Avusturyalı heykeltıraş Heinrich Krippel’e yaptırılan anıt, 3 Ekim 1926’da açıldı. Yıllar içinde bakımsız kalan anıtın kirli bir görünüme sahip olması ve etrafındaki taşların da kırık dökük halde bulunması yurttaşların tepkisini çekti. Tepkiler üzerine İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) bakım ve onarım çalışması başlattı. Edinilen bilgiye göre proje çalışmalarının tamamlanmasıyla anıtın etrafı çevrildi. İskele de kurulan anıtta bakım onarım çalışması başladı. l DHA CEMİL CİĞERİM Ordu Fatsa’daki siyanürlü altın madeninin çevreye etkileri konusunda Kanada’da hazırlanan çarpıcı bir rapor ortaya çıktı. Rapora göre, 43 noktadan alınan numunelerde suların arsenik oranı, öngörülenden yüz kat fazla çıktı. Fatsa’da İngiliz Sterling International Madencilik Şirketi’nin Bahar Madencilik Şirketi ve Altıntepe Madencilik Şirketi ortaklığıyla yürüttüğü siyanürlü altın arama faaliyetleriyle ilgili Ekoloji Birliği Orta Karadeniz Bölge Toplantısı Fatsa Kültür Merkezi’nde yapıldı. Sonuçlar ürkütücü Ekoloji Birliği Orta Karadeniz Bölge Toplantısı’nı değerlendiren SAMÇEP Sözcüsü Mehmet Özdağ, Altıntepe Mehmet Özdağ siyanürle kirlenmiş topraklara “doğayla alay eder gibi” hazır çim serildiğini söyledi. Madencilik Şirketi’nin 196 hektarlık arazide 5 yıldır siyanür kullanarak maden işletmeciliği yaptığını, Fatsa Doğa Çevre Derneği tarafından bölgedeki akarsulardan numuneler alarak analiz için Kanada’ya gönderildiğini ve sonuçların ürkütücü olduğunu söyledi. Fatsa Yalıköy Deresi ile Ünye Cevizdere Deresi arasındaki 43 farklı noktadan alınan numunelerde sudaki arsenik oranı öngörülenden yüz kat fazla çıktı. Suların kurşun, çinko gibi zararlı maddeler içerdiğini belirten Mehmet Özdağ, “Şirketin çıkarları uğruna Fatsa’da yaşam yok ediliyor” dedi. Özdağ, pasa olarak bilinen işlenmiş ve siyanürle kirletilmiş toprak yığınlarının kısmen plastik türevi ile kapatıldığını, bazı yerlerde ise doğayla alay eder gibi hazır çim serilme işlemi yapıldığını gözlemlediklerini de sözlerine ekledi. l SAMSUN Sınır kapısı göçmen kampı gibi Avrupa ülkelerine gitmek için Edirne’de Pazarkule Sınır Kapısı çevresinde bekleyen göçmenlerin dramı sürüyor. Yunan güvenlik güçleri de geçişleri engellemek için kapattıkları Kastanies Sınır Kapısı’nın çevresinde nöbet tutuyor. Sınır kapısın dan geçemeyen göçmenlerin çoğu Meriç Nehri üzerinden lastik botlarla Yunanistan’a ulaşmayı deniyor. Pazarkule Sınır Kapısı çevresinde kurulan çadırlarda kalan göçmenlerin tüm ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılandığı kaydedildi. l DHA
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle