17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 8 Koordinasyon 14 MART 2020 CUMARTESİ TASARIM: SERPİL ÜNAY DİZİ SOL DTÜÜNRYKAİY’DEA’DE 7 Altan Öymen’e göre, yeni kuşaklar demokrasinin ne olduğunu unuttu! İlk hedef demokrasi Koordinasyon CHP’NİN 37. KURULTAYI SOL dSDaTeÜÜdNğRYieKlAcİYy’eDEöA’DynEödneetim açıklanm8alı Bu yazı dizisi için Prof. Dr. Bilsay Kuruç’la iki kez uzunca görüş tük. Dünyayı, Türkiye’yi eniKnoeorbdionasyon yuna konuştuktan sonra sıra do ğal olarak “Ne yapmalı” sorusu na geldi. Devamında da CHP’nin SOL s2kPDour9onrTÜMuf.aÜltaKnNarRduytYa’rıKtnuabAdçİiy’arYa’anDdpgEebıölAğe’arDikecşl,aiekE1knl9it3ki1l7eo7.rl’meodleagazeğLslaedanni.i2n8, 1923’te de Mustafa Kemal Atatürk kapitalizmi entelektüel olarak da yendi. 1980’lerden sonra yeni 9 den “aslına dönen” vahşi kapitaliz me karşı bugün yeni bir zafer ge rekiyor. Dünyada bu zaferi sağlayacak bir hareket var mı? Koordinasyon Prof. Kuruç, “Şu aşama yok ama, insanlık bunu başaracak” diyor. Türkiye’de ne yapılabilir? Bilsay SOL HltğieDrion,nTcibÜbauÜau’NnşygRauaürYtKgmmnAöeaaİrYlmeh’ı.DaEbaBnluAıu’g.nDniPueurEvnCorfHei.çlPKienurbdrdaueeşçnat,rag“areİbişçhittei bu yıl Meclis’in kuruluşunun 100. yılı. 100. yıllar CHP’nin özüdür. Böyle bakmazsa sıradan bir par 10 ti olur. 20. yüzyılın başındaki başa rılanlar neden 21. yüzyılın başında da olmasın. Geçmiş, yeniden gel meyecek, bunu unutmadan mut lak başarıyı hedefleyerek, bKuoonrudinnasyon için kadrolar üreterek, kadroları bir araya getirerek çalışmak, çok ça lışmak lazım” diyor. Bir anlamda CHP’ye sadece ülkesel değil, dünya çapında bir sorumluluk yüklüyor. Önümüzdeki günlerde düşünce lerini aktaracağımız Prof. Dr. Sen cer Ayata, Prof. Hakkı Uyar da bu güce ve sorumluluğa işaret ediyor lar. Dizinin başında yaptıkları araş tırmaları paylaştığımız Celal Bayar Üniversitesi’nden Doç. Dr. Gülten Uçan, “CHP’nin çok etiketli bir par ti” olduğuna dikkat çekiyor. Bunun olumsuzlukları olabileceğini vurgu larken, zamanın ruhunun solun ge çen yüzyıllardan beri savunduğu in sancıl değerleri çağırdığını söylü yor. Doç. Uçan, “Yeni Sağ değişime ayak uydurmak için çabaladı, yol aldı. Yeni Sol da kendini yenileme li” görüşünde. İstanbul Politik Araş tırmalar Enstitüsü kurucusu Seren Selvin Kokmaz ise sahada CHP’ye yapıştırılmak istenen olumsuz eti ketlerin tutmadığını gördükleri ni belirtiyor. Korkmaz’a göre CHP, önümüzdeki kurultayla birlikte ge rekirse yeni örgütlenme biçimleri ne, toplumun içinde daha çok var olma yöntemlerine kafa yormalı. “Koşullar ne olursa olsun, yapı lacak bir şey vardır” iyimserliğinde ve enerjisinde olan CHP’nin 6. Ge nel Başkanı Altan Öymen’in bakı şını arkadaşımız Leyla Kılıç’ın söy leşisiyle öteki sütunlarımızda bula caksınız. CHP tarihi kurultaylar tarihidir CHP’nin 37. olağan kurultayına günler kala olağanüstü bir tartışma ortamı görünmüyor. Genel eğilim, “tek adaylı il kongrelerinden sonra çok adaylı kurultay olmaz” yönünde. Ancak tarihsel açıdan bakıldığında CHP’nin kurultayları sadece yönetici seçmemiştir, yön de seçmiştir, yöntem de seçmiştir. Bunun için ciddi tartışmalar yaşanmıştır. CHP’nin varlık nedenini de ortaya koyan en ciddi dönemlerin başında 195060 arası gelir. CHP bu dönemde 5 kurultay yaptı, en kısası 4 gün sürdü. Bu kurultaylarda DP iktidarına karşı verilecek mücadele ve yeniden yönetime gelmek için yapılması gerekenler çok ciddi tartışmalara konu oldu.1959 kurultayında açıklanan “İlk Hedefler Bildirgesi” bugün de güncelliğini koruyan, evrensel bir sesleniştir. Cumhuriyet’in Parlamento Şefi Mahmut Lıcalı, CHP’nin kurultaylar tarihini bütün kilometre taşlarının altını çizerek kaleme aldı. Burada sadece 195060 arasındaki kurultayların tarihini ve uzunluklarını paylaşalım: l 8. Kurultay 29 Haziran3 Tem muz 1950 l 9. Kurultay 2630 Kasım 1951 l 10. Kurultay 2227 Haziran 1953 l 11. Kurultay 2631 Temmuz 1954 l 14. Kurultay 1215 Ocak 1959 LEYLA KILIÇ Eski CHP Genel Başkanı Altan Öymen, Türkiye’de sol kavramının 1961 Anayasası ile gelişmeye başladığını belirterek “1961 Anayasası özgürlükleri getirdi. Hep vardı aslında ama legal olarak sol, bu dönemde Türkiye’ye giriş yaptı” dedi. Sol gücün, iktidara ve onun politikalarına karşı demokrasi için mücadele vermesi gerektiğini söyleyen Öymen, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi diye, dünyanın hiçbir yerinde örneği olmayan, sadece geçmişteki mutlak krallıklar gibi, padişahlıklar gibi rejimleri hatırlatan bir sistem getirdiler. Şimdi yapılması gereken şey, parlamenter sistemin eski eksiklerini de tamamlayıp demokratikleşme yoluna yeniden girilmesidir” diye konuştu. Öymen, sorularımıza şu yanıtları verdi: n Sol, Türkiye’ye nasıl geldi? Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru, 1917’de Rusya’da ihtilal oldu. Çarlık bitti. Komünistler ülkenin büyük kısmında yönetimi ele aldı. Milli Mücadelenin başlangıcı sırasında durum buydu. Ve bu, Milli Mücadele’nin başlatılıp sürdürülmesi açısından önemli bir sorun oluşturuyordu. Çünkü Rusya’daki ihtilal karşıtları İngiltere tarafından destekleniyordu. Türkiye’nin doğu sınırlarındaki topraklarında da gene İngiltere tarafından desteklenen topluluklar vardı. Bu, Türkiye’nin güneyindeki topraklarına yerleşmiş olan, ayrıca İstanbul’u ve çevresini de kontrol altında tutan İngiltere ile müttefiklerinin, Anadolu’yu çepeçevre kuşatmakta olduklarının yeni bir aşaması sayılırdı. Rusya’nın ihtilalci kesimleriyle birlikte o “ortak düşmana” (İngiltere ve müttefiklerine) karşı işbirliği yapmaya başladık. ‘Biz yeterince eşitiz’ n Peki, daha sonra Cumhuriyet döneminde Atatürk’ün gösterdiği devrimlerin ışığında sol kavramına nasıl yaklaşıldı? Bir yandan aramız giderek iyileşti. Ama bir yandan da komünistlikten çekiniyorduk. O sıralar Türkiye’nin de komünistleri vardı. Onlar da “İşçi sınıfı birleşmeli, sanayideki işçi sınıfı gelişmeli” diyorlardı. “Sınıfsız bir toplum oluşana kadar, işçi sınıfı iktidar olmalı” diyorlardı. Türkiye’deki Cumhuriyetçiler de “Biz zaten imtiyazsız, sınıfsız bir kitleyiz. Cumhuriyeti ilan ederken biz tüm imtiyazları kaldırdık” diyordu. Ayrıca, sınıfların oluşması için sanayileşmenin olması lazım. Daha o da gerçekleşmemişti. Bunlara dayanarak Ankara hükümeti sözcüleri diyorlardı ki, “Biz komünistleşme aşamasına gelmişiz zaten. Biz yeterince eşitiz, proletarya diktatörlüğü sürecine ihtiyacımız yok...” Kısacası: İhtilalci Rus devletiyle uluslararası ilişkilerimiz çok iyi gelişiyordu. Ama iç politikada, bunun etkisi altında kalmak istemiyorduk. n 1939 tarihinden sonra komünizme ve sola tavır alındı diyebilir miyiz? 1939’a kadar komünist Rusya ile uluslararası ilişkilerimiz hep iyi oldu. 1939’un ağustos ayında Ruslar iki bloka ayrılmış Avrupa coğrafyasında, İngi KURTULUŞ ARI liz ve Fransızlarla daha yakın bir tutum içindeyken, birdenbire saf değiştirdi. Almanların yanına geçti. Dolayısıyla bizim de karşımızda yer aldılar. Bizden de Boğazların ortak savunulması başta olmak üzere, bazı taleplerde bulundular. O taleplerini Almanlara da ilettiler ve destek istediler. İkinci Dünya Savaşı sürecinde Rusya’nın yayılmacı politikası ve Türkiye’den talepleri nedeniyle komünizme ve sola bakışa karşı, Türkiye’de zaten var olan önyargılar daha da arttı. 1945’ten itibaren Türkiye’nin politikası antikomünist bir çizgiye yerleşti. ‘Moskof tehlikesi var’ Türkiye’de gizli komünist partiler zaten geçmişte de vardı. O dönem kanunlar fazla müsait değildi, ama o partilere dahil olanlar belirlenirse ceza veriliyordu. Türk Ceza Kanunu’nun ünlü 141. ve 142. maddeleri vardı. Ama bazen o maddeler de yeterli sayılmıyordu. Mesela, Nâzım Hikmet de şiirleri, yazdıkları ve düşünceleri için suçlanan bir komünistti. Fakat şiirlerinin büyük bir kısmı, o maddelere göre suç sayılamazdı. Onun için başka kanunlar kullanılıyordu. O arada, “Komünistlik eşittir Moskova” denilerek sadece komünistliğe karşı değil, her türlü sola karşı, “Moskof tehlikesi var” diye bir algı da yaygınlaşıyordu. 1945 sonrası dünya savaşı bitince demokratikleşme yolunda adımlar atmaya başladık. Ama ülkede Rus tehlikesinden ötürü sıkıyönetim de sürüyordu. Rus tehlikesi ve komünizm söylemlerine karşı iktidar ve muhalefet, genelikle birlik içerisinde hareket ediyordu. n İktidar ve muhalefet beraber hareket ederken ülkenin özgürleşme sürecinde basının bu konuya tavrı nasıldı? Bu duruma rağmen, o konuda düşüncelerini yazmaya çalışanlar vardı. Tan gazetesinde Zekeriya Sertel, Aziz Nesin gibi isimler sol tandanslı yazılar yazmaya çalışıyordu. Nâzım Hikmet, Bursa Hapishanesi’nde tutukluyken şiirleri oradan dışarıya çıkıyordu. Elden ele herkes yazıp çoğaltıyordu. Tabii, en etkili olanlar onlardı. Mesela, ben de Ulus gazetesinde Cüneyt Arcayürek ile beraber çalışırken Nâzım’ın şiirlerini daktilo ile yazıp çoğaltarak yayanlar arasındaydık. 1961 Anayasası ile sol gelişti n 1961 Anayasası’nın getirdiği özgürlükler, sol için bir çıkış yolu oldu mu? 1961 Anayasası özgürlükleri getirdi. Bu dönemde artık Nâzım Hikmet’in şiirleri, kitapları basılmaya, okunmaya başladı. Türkiye’de solun gelişmesi, 1961 Anayasası ile birlikte başladı diyebiliriz. Hep vardı aslında ama legal olarak sol, bu dönemde Türkiye’ye giriş yaptı. n Peki, o sırada siyasi partilerin sola yaklaşımı nasıldı? 1965 seçimlerine geldiğimizde sosyalist çizgide bir yol izleyen Türkiye İşçi Partisi, Meclis’e girdi. 1965 seçimlerine çok az bir süre kala CHP kendini resmen “ortanın solu”nda bir parti olarak tanımladı. Ancak oyları az da düştü. 1969 seçiminde de 1 puan kadar oyu azalan CHP içinde, bunun “sol” söyleminin kulla nılmasının sonucu olduğunu öne sürenler vardı. Bülent Ecevit’in tezi ise bunun tam tersiydi. “Biz devam edelim, bunu halka anlatabiliriz” diyordu Ecevit. 1973 seçiminin sonucu Ecevit’in tezini doğruladı. CHP, birinci parti çıktı. 1977’de ise oy oranını yüzde 40’ın üstüne çıkardı... n Günümüzdeki sol anlayışını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sol, geçmişten bugüne bütün ülkelerde çeşitli aşamalar geçirmiş, çeşitli anlayışların adı haline gelmiştir. Türkiye’de ve dünyada bütün siyasi partiler “sol nedir” derken evriliyor. Sol katı bir kavram değil, toplumun ihtiyaçlarına göre evrilen bir kavramdır. CHP’nin çağdaşlaşma ilkesi de devamlı olarak “daha iyisini aramak” ilkesini hatırlatır. Siyaset bir “imkânlar sanatı”dır. Şimdiki deyimle “olanaklar sanatı”. Siyasetin gerektirdiği bazı gelişmeler karşısında “Sol bozuluyor” endişesiyle karalar bağlamamak gerekir. Solun temeli sağlamdır. Yüzyıllarca süren çizgisi kolay kolay değişmez. n Şimdiki siyasi sahneye baktığınızda solun iktidara tavrı nasıl olmalı? Bugün Türkiye’nin en önemli meselesi, demokrasinin temel ilkelerinden tamamen uzaklaşmış olmasıdır. Önce demokrasiyi yeniden yerine oturtmak lazım ki, demokrasi içinde öteki sorunları çözelim. Bunun önemi giderek daha da artıyor. Çünkü Türkiye demokrasiden o kadar uzaklaştı ki, şimdiki kuşaklar demokrasinin nasıl olduğunu unuttular. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi diye, dünyanın hiçbir yerinde örneği olmayan, sadece geçmişteki mutlak krallıklar gibi, padişahlıklar gibi rejimleri hatırlatan bir sistem getirdiler. Şimdi yapılması gereken şey, parlamenter sistemin eski eksiklerini de tamamlayıp demokratikleşme yoluna yeniden girilmesidir. Bu, demokrasiye inanmış olan herkesin ilk hedefi olmalıdır. n 31 Mart seçimlerinden sonra CHP’nin yerel yönetimlerde sol ve sosyal demokrat belediyecilik anlayışı ile kendini göstermesi, toplumun solu benimsemesi için bir adım mı? Ülkemizin demokrasi tarihinde benzeri örnekler çok görülmüştür, merkezi iktidarın değişmesi süreci, çoğu defa yerel yönetimlerde başlar. Birçok ilimizde, ilçemizde, son yerel seçimlerde ortaya çıkan sonuçlar, o sürecin başladığını gösteriyor. Merkezi iktidar da bunun farkında olduğu için, muhalefetin kazandığı belediyeleri düşman gibi görmektedir. Onların başarılı olmasını önlemek için demokrasi dışı metotlara başvurmayı sistematik bir şekilde sürdürmektedir. İstanbul seçimlerini talimatlarla iptal ettirdiler. Toplum haklı olan taraftan yana, öyle bir tavır aldı ki... 23 Haziran seçimlerinde ortaya muazzam bir fark çıktı. Türkiye, yakın geçmişinde, demokrasinin güç dönemlerini de gördü. Ama demokrasinin varlığının gereği gibi olduğu, demokratik mekanizmaların işlediği zamanlar da yaşadı. Neticede çok önemli bir tecrübe birikimi var. Şimdiki belediyelerin göstereceği performans, mutlaka genel seçimlere yansır ve demokrasimizi yeniden kazanmamızı da sağlar. Sol başaramazsa faşizm kapıda ÖMER LÜTFÜ AVŞAR karşısına çıkılamadı. Böylece yeni (!) Hukuk Akademisi Derneği Başkanı muhafazakârlık ve sağ popülizm ile İslam coğrafyasındaki siyasal İslamcı İh 20.yüzyıl tarihin en uzun yaşanan yüzyılı oldu. Avrupa’da ve dünya van hareketinin özgün bir sentezi ya da melezi olan AKP iktidarı doğdu. da yeni bir çağın gelişini belirlemişti, em 70’lerde neoliberalizmin doğumuna ta peryalist tahakkümü ve mandacılığı red nıklık, AKP iktidarının doğumuna ebelik deden; bağımsızlıkçı, modernleşmeci ve eden; sosyal devletin boşalttığı alanlar aydınlanmacı devrimlere sahne olacaktı! da ustaca örgütlenen ve serpilen Fethul Yüzyıl daha ikinci çeyreğinde bu kez lahçı (terör) yapılanma da kendine sunu 2. Dünya Savaşı’nı sahneye koydu: lan imkânlarla yurt, okul, üniversite, has Almanya’da Nazizmin iktidara gelişi ve o tane, dersane, burs vs. olanaklarıyla ön hızla saldırganlaşması, ancak Sovyetler ce yetişmiş insan devşirerek, sonra ye Birliği’nin ve onu oluşturan halkların bü tiştirerek (!) iktidar ortağı oldu. Bunun da yük fedakârlıkları sayesinde nihayet bu ötesinde küresel düzeyde bir güce erişti... labildi. Savaş sonrası yeni dünya düzeni 21. yüzyılın ilk çeyreğindeyiz. Neolibe nin iki önemli aktörü vardı: Bir yanda kapitalist liberal dünyanın temsilcisi ABD, Corbyn Sanders ralizmin 20. yüzyılın son çeyreğinde ilk pilot uygulaması olan Şili’nin bu kez sosyal diğer yanda sosyalist dünyanın temsilcisi SSCB. Nazizme ve faşizme karşı “müttefik” olarak savaşıp zafere ulaşmış bu iki süper devlet, o hızla yeni dünya düzeninin hem kurucusu hem de hızla Soğuk Savaş’ın hasım güçleri oldular. 1945 sonrası, solun ve “Üçüncü Dünya”daki bağımsızlık ve aydınlanma hareketlerinin daha da güçlendiği bir döneme kapısını açarken; Kemalist devrim, başarısını kanıtlanmış olarak dünya halklarına ilham oldu. 1973 petrol krizi ile tetiklenen küresel ekonomik kriz, sosyal devlet anlayışının terk edilerek piyasacı anlayışa dönüşün adı olacak neoliberalizmin doğum anıydı! Neoliberalizm sadece kapitalist odaklı ülkelerde yaşamını sürdüremezdi; ilk pilot uygulama ile Şili’de sosyalist Allende hükümeti Amerikancı bir askeri darbe ile yıkıldı, benzer biçimde Türkiye’de de neoliberal 24 Ocak 1980 karar ları ilan edildi ve bu kararların uygulayıcısı 12 Eylül askeri darbe yönetimi olacaktı. 80’lerin sonunda “Doğu Bloku”nun ve SSCB’nin dağılması ile Neoliberalizmin ateşli savunuculuğunu “yeni” muhafazakarlar yapıyor; IMF, Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar aracılığıyla da tüm dünyaya dayatılıyordu. Türkiye’de ve İslam coğrafyasında da, sosyal devletin boşalttığı alanları doğal olarak siyasal İslamcı hareketler, cemaat ve tarikatların dayanışma ağları doldurmaya başlıyordu. Türkiye aydını ve solu; laik hareketlenmeye hapsolmamak kaygısı ile yükümlendirilmiş ve İslamcı hareketlere demokratik yaklaşım seçeneğini kabullendirilmiş dayatması ile yapılandırıp, süreci yeterince tahlil edemeden salt söylem üzerinden bir tepkiselliğe hapsetti. 1980 darbesinin altyapısı ile süreci engelleyecek sosyal politikalar geliştirip inandırıcı sosyal demokrat bir programla halkın taleplerle aylardır süren bir halk ayaklanmasına sahne olması simgesel anlam taşıyor. 90’ların başında sosyal devlet uygulamalarını savunmak “dinozorlukla”, “köhneleşmiş fikirleri” savunmakla itham ediliyordu. Bu durum Avrupa’daki köklü sosyalist hareketler bile söylemlerini yumuşatmaya zorlarken, bir taraftan da 2000’lere gelindiğinde kapitalizmin kriziyle batan şirketlerin nasıl devlet eliyle kurtarıldığına da tanık oluyorduk. İngiltere’de Corbyn’in sosyalist söylemlerle İşçi Partisi içinde liderliğe yükselişi, sonu yenilgi ile de bitse bir umut odağı yaratmıştı. Kapitalizmin merkezi ABD’de bile sosyalist görüşler ilgi görmeye başladı. Gelinen noktada Demokrat Parti’nin başkan aday adayı Bernie Sanders, kendisini açıkça “demokrat sosyalist” olarak tanımlıyor... 21. yüzyıl kendine özgü bir çağ dönümünün eşiğine bizi getirirken, solu da dünya çapında bir umut odağı olarak tekrar göreve çağı rıyor; fakat dünya çapında solun yükselişine, sağ popülizmin, gericiliğin, ırkçılığın, göçmen ve yabancı düşmanlığının, faşizmin de tepkisellikle yükselişi eşlik ediyor. Solun, emek ve demokrasi hareketlerinin yükselişi karşısında, gerici hareketler egemen sınıflar ve statüko yanlısı kesimlerce desteklense dahi durdurulabileceği gerçeğini unutmamamız gerekiyor. l Aydınlar, sosyal demokrasinin yükselmesi için şartların bu kadar elverişli olduğu koşullarda; sol, kitleler için bir umut olmayı başarmak zorundadır. l Solun başarısızlığı; gericiliğin ve faşizmin bu dönemden güçlenerek çıkması; belki de insanlığı, tarihin en büyük insani felaketi ile karşı karşıya bırakacaktır. l Sol, neoliberal dönemden üzerinde kalan “mahcup” söylemden kurtulup cesaret ve açıklıkla amaçlarını programlaştırmak zorundadır. Türkiye’nin, dünya halkları ve İslam coğrafyası içindeki yeri ve tarihsel bir örnek oluşturması nedeniyle, Türkiye solunun yapacakları tüm dünya için özel bir önem arz eder: Türkiye solunun halkla, emekçi ve muhafazakâr vesayet altındaki sınıflarla buluşabileceği ve onları açıkça sol, ilerici, aydınlanmacı politikalara çağırabileceği zemin; popülizmin, gericiliğin, otokratik ve faşizan siyasetlerin demokrasiye yıkıcı zararlar vermesini mümkün kılan toplumsal koşulları “demokratik sadakatle” bertaraf etmek; sosyal ve demokratik bir hukuk devletini yeniden tesis edecek anayasa önerisi ve sert ısrarı ile mümkün olacaktır. YARIN l DİSK NE DÜŞÜNÜYOR?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle