18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
DİZİ 9 20 EKİM 2020 SALI Serbest piyasada Türk doktorun yerine İranlı doktor, Türk öğretmenin yerine Suriyeli öğretmen, Türk kuryenin yerine göçmen rekabeti Afgankuryeistihdam ederek yerel emekçilere ‘küresel’ hadleri bildiriliyor! Küreselleşme, ekonomide rekabete dayalı serbest piyasa sistemi kapitalizmin evrenselleşmesi demek. Evrensel ekonomi, yani küresel kapitalizmin, ekmek teknesi olan insanlığı da elbette dünya ölçeğinde kendi dinamiklerine göre yapılandırmaya ihtiyacı var. Küreselciliğin toplumsal tasarımı diyebileceğimiz bu yapılandırmayı, liberal ideologlar üstleniyor. 1970’lerden beri hızlanan küreselleşme sürecinde sermaye piyasası için gerekli sınırsız ve serbest akışkanlık, dünya çapında büyük ölçüde sağlandı. Ancak bu serbestlik, emek piyasası için geçerli olamadı. Bir küreselleşme projesi olarak GÖÇEN DÜNYA DÜZENI 2 MINE G. KIRIKKANAT Oysa gerçek bir küreselleşmenin sağlanması için hem sermayenin, hem emeğin dolaşımı serbest olmalıydı. Yoksa herkesin herkese bağımlı olduğu ekonomik akışkanlık sürdürülemez, dolayısıyla kapitalist düzenin egemen dilinde “globalization” denilen küreselleşmenin sürekliliği de sağlanamazdı. Bu süreklilik kesildiği takdirde, parçalı ekonomiye geriye dönüş yaşanabilir, yani ülkelerin kendi yağlarıyla kavrulma çabası, ithalata vergi sınırları koyan ve yerel üretime yatırım yapan ulusal ekonomi politikaları yeniden dirilirdi. Küreselleşmenin idelolojisi liberalizm, önce güzellik, şimdi ise (bence) zorla kabul ettirilen yeni dünya düzeninin sosyolojik boyutunu elbette ekonomide olduğu gibi serbest rekabet üzerine kurdu. Emekçiyi emekçiye kırdırmak Madem özelinde ulusal, genelinde tüm devletlerin onca arzulanan ölümü ve sınırsız bir dünya henüz başarılamamıştı, küreselleşen sermayenin olmazsa olmazı emeğin serbest dolaşımı, belki şans eseri, belki de bilerek isteyerek 2001’den beri çıkarılan savaşların sonucu kitlesel göçlerle sağlanacaktı. Nitekim sağlanıyor. Ucuzun pahalının yerini aldığı serbest rekabetin regüle ettiği emek pazarında, örneğin yaptığı işe yüksek ücret isteyen Alman işçi, aynı işi çok daha düşük ücrete yapan Pakistanlı işçi tarafından terbiye ediliyor. Türk doktorun yerine İranlı doktor, Türk öğretmenin yerine Suriyeli öğretmen, Türk kuryenin yerine Afgan kurye vb. istihdam edilerek yerel emekçilere “küresel” hadleri bildiriliyor! Neo Con* tanımıyla bilinen “sosyal liberal” ideologlar, küresel sosyoloji tasarımlarını hiç gizlemediler: Dünyadaki yoksul ve zengin ülkeler arasındaki uçurum, elbette ki yoksulların küresel pastadan alacağı dilimi büyütmek, zenginlerin dilimini de küçültmekten geçiyordu. Bu da tıpkı dijital iletişim ve sermaye akışkanlığında olduğu gibi ve zaten bu iki faktörün doğal bir devamı olarak emeğin serbest dolaşımı, yani ucuz işgücünün pahalı işgücüne rakip olarak küresel piyasaya sokulmasıyla mümkündü. (*ABD’de sosyal demokratları temsil eden Demokrat Parti’li görünmelerine karşın Cumhuriyetçi Parti’nin görüşlerini benimseyip savunan sosyal liberallere Neo Con deniyor.) Fotoğraf: MEMET AKSAKAL 2001’den sonra çıkan savaşlar, bir bölümü savaşlardan, ama çoğu yoksulluktan kaçan ya da daha iyi bir yaşam umuduyla Doğu’dan Batı’ya, Güney’den Kuzey’e göçen milyonlarca sığınmacı yaratarak küreselleşme projesine hız kazandırdı. Başka bir deyişle, evrensel kapitalizmin öngördüğü daha dengeli eşitlikte küresel dünya düzeni için insanların yer değiştirmesine, yaşlı ülkelerin gençleştirilmesine; serbest rekabete dayalı piyasa ekonomisini canlandırmak için de göçmenlere, sığınmacılara ihtiyaç vardı. Göç zaten vardı, ama SSCB’nin dağılmasından sonra kapitalizmin dünya egemenliğini pekiştirecek küreselleşme aciliyeti artmıştı. Sınırsız ticarete açılan, ama siyasal coğrafya ve din, dil, ulusal kimlik gibi kültürel sınırları hâlâ var, epeyce de dar ülkeler; toplumsal alanda küresel açılıma tüm tarihte olduğu gibi ancak kitlesel göçlerle zorlanabilirdi. 2001’den sonra çıkan savaşlar, tam da bu işe yaradı. Bir bölümü savaşKüresel silahşorun göçmen silahı lardan, ama çoğu yoksulluktan kaçan ya da daha iyi bir yaşam umuduyla Doğu’dan Batı’ya, Güney’den Kuzey’e göçen milyonlarca sığınmacı yaratarak küreselleşme projesine hız kazandırdı. Kelly M. Greenhill, “Bir Savaş Silahı Olarak Stratejik Göç Mühendisliği” başlıklı kitabında, “Stratejik göç mühendisliği deyimi, devletler ya da dış aktörler tarafından belli bir bölgede yaşayan nüfusun güçlendirilmesi, zayıflatılması ya da kapsamının değiştirilmesini sağlayan araçlarla, askeri ya da siyasal amaçlar dahilinde kasten yaratılmış iç ve dış göçleri ifade eder. Mühendislik eseri göçleri yaratan araçlar, kazanç vaadinden finansal teşviklere, hatta kapalı olan sınırların açılıp basitçe geçişin kolaylaştırılmasına uzanan geniş bir skalaya yayılır**” diyor. İşte bu noktada durup sormak isterim: Bu savaşlardaki göç mühendisliğinin kapitalizmin küreselleşmesine hizmet ediyor olması, gerçekten raslantı mıdır? (**Alıntı: Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın Stratejik Göç Mühendisliği kitabı sayfa 34 / Kripto Yayınevi, 2020) TÜRKIYE’YE GÖÇ VE DOĞURDUKLARI Napolyon’un “Coğrafya kaderdir” ifadesi belki de en çok Anadolu coğrafyasında kendini doğrulatır. Savaşta ve barışta bunun yansımalarını görürüz. Yöneticilerinin akıllılığı ve tedbirliliği sayesinde Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’na sahne olmasa da hemen her karış toprağı Birinci Dünya Savaşı’nın yıkıcı etkisiyle kanla sulanmıştı. Bu yetmemiş, emperyalist işgal sonucu ek olarak üç yıl süren Kurtuluş Savaşı’nda, çok geniş kitlelerin acısını bağrında barındırmıştı. Savaşın öncesinde ve sonrasında yaşananlar Anadolu’nun göçlerden en çok etkilenen coğrafya parçası olduğuna işaret etmektedir. Bu gelişme, dünyada meydana gelen büyük olaylardan bağımsız değildir. İki kutuplu dünya düzeninin ortadan kalktığı 90’lı yılların başından itibaren bütün çatışma alanlarının ortasında kalan tek ülke Türkiye olmuştur. Öncesinde Bulgaristan Türklerinin yaşadıkları ve Türkiye’ye göçle biten olaylar; devamında Yugoslavya’nın parçalanması, Balkanlar’ı adeta bir ateş topuna döndürmüştü. Gelişmeler Türkiye’yi doğrudan etkilemiştir. Ardından ateş topu Kafkaslar ve Ortadoğu’ya sıçramış/sıçratılmıştır. Halen bu bölgelerde yaşanan çatışmalar Türkiye’yi ateş çemberi içinde bırakmıştır. Türkiye gelişmelerden olumsuz olarak etkilenmeye devam etmektedir. Bütün bu gelişmeler, ABD’nin dünya hâkimiyeti arayışının bölgeye izdüşümüyle bağlantıAHMET YAVUZ * cak dış dinamiği kavramayan iç dinamik, kullanılmaya lı olmuştur. çok elverişli bir yapıdır. Bunu Olivier Roy, “Kadikkate almak durumundayıp Şark’ın Peşinde” isimyız. Bazen dış dinamik başta li kitabında,1970’lerde otosrol oynayabilir. Bu olaylar bitop yaparak İstanbul’dan ze böyle bir çıkarımda bulunAfganistan’a gidişlerini anlatır. ma hakkı vermektedir. Bugün aynı coğrafyada bırakaÜlkenin çevresinde yaşalım Türkiye’nin dışını, içindenanlar, günümüzde Türkiye’yi ki bazı bölgelerde seyahat eten çok sığınmacı barındıran menin zorlukları maalesef baş ülke haline getirdi. 16 Eyağrıtır. O halde soru şudur: lül 2019 itibariyle ülkede ya1970’lerden günümüze değişayan Suriyeli sığınmacı saşen nedir? yısı 3 milyon 618 bindir. GöArka planda, değişen dünya düzenini ve çün başladığı 2011’den günümüze kadar bu düzeni değiştirme gayretlerini görmek vatandaşlık verilen sığınmacı sayısı tam mümkündür: ABD’nin Yeşil Kuşak projesi olarak bilinmemektedir. Suriyeli yanınve Sovyetler’in çökmesinden itibaren “Ilımlı da çok sayıda Afgan ve Iraklı da sığınmaİslam” arayışını ideolojik arka plan olarak; cı sıralamasında yer almaktadır. Bunların önyüzde de ABD’nin Afganistan, Irak mü sayısı resmiyete yansımamıştır. Tam oladahalelerini saymak mümkündür. rak sayı bilinmemektedir. Ancak ülke nüMEZHEPLERE GÖRE fusunun yüzde 10’una yakın bir mevcuttan bahsedilmektedir. BOĞAZLAŞMA AMACI Bunları 2011’den itibaren Libya ve Suriye izledi. Arap Baharı adı altında demokrasi arayışı olarak topluma sunulan bu projenin arkasında Büyük Ortadoğu Projesi vardı. Amacı mevcut devlet yapılarını değiştirmekti. Etnik ve Maalesef gelenlerin arkasının kesileceğine dair hiçbir umut yoktur. Çünkü çevre ülkelerin özellikle Suriye ve Irak’ın istikrara kavuşması pek mümkün görünmemekte; ülkeyi yönetenler de mevcut duruma önlem almak yerine halden memnun görünmektedir. mezheplere göre boğazlaşmayı amaçla SIĞINMACI KABUL SEVDASI dı. Başarılı da oldu. AKP iktidarı da özellikle Suriye’de bu berbat politikaya alet oldu. Her şeyi dış dinamiklerle açıklaİşte bu umut yoksunluğu ülkenin başını mayı doğru bulmam. uzun süre ağrıtacağa benzer. İç ve dış dinamikler paralel kılınmaÖnümüzdeki dönem, başta güvenlik oldan yaşanması gereken yaşanamaz. An mak üzere ekonomik, nüfus, sosyokültürel ve sağlık boyutları öne çıkan bir karmaşık bir sorunla karşı karşıya kalacağız. Sarmal giderek büyüyecek... Bütün bunlardan daha önemlisi, meselenin ülke kimliği üzerinde yapması muhtemel etkidir. Tahripkâr yanıdır. İnsan sormadan edemiyor: Bölgeyi karıştıranların bilerek yaptığından kuşku duyulmayan bu soruna içeriden verilen katkı niye? Bunun da cevabını açılım döneminde arayışına girişilen “yeni kimlik”te aramalıyız? Bir süre sonra vatandaş olarak siyasi bir kimlik olan ve üniter yapıyı temsil eden Türk kimliği yerine “Türkiyeli” kimliğini ya da dini aidiyete göre ayrıştırılmış bir kimliği kabule zorlanabiliriz. Dolayısıyla adeta gönüllü olunan bu sığınmacı kabul sevdasının ülkeye çok pahalıya mal olacağını not olarak düşelim. Bir başka kaygı konusunu da mezhepsel temelli olarak başlatılan bu göçün, coğrafi olarak Suriye’ye yakın bölgelerde yoğunlaşması, sorunun gelecekte sığınmacılar arasında etnik temelli bir kimlik arayışına dönüşme olasılığıdır. Sınırın öte tarafında gelişmesi muhtemel yeni kimliğin içeride yaratacağı rüzgâr nelere mal olabilir? Tahayyülü size bırakıyorum. Coğrafya kaderdir ancak kaderi yöneten de devlet adamlarıdır. Akıllısı ipleri kendi eline alır, akılsızı Tanrı’nın yaratıcılığına havale eder. Vatandaşın bahtına düşen de ya kader ya da hem kader hem de keder olur... *Yazar/ Vesayet Savaşları, Asker ve Siyaset, En Uzun Gece YARIN: l Evrensel kapitalizmin kitlesel göç yönetimi: Güçlü olan kazansın l Kontrollü ‘Medeniyetler Çatışması’na özel söylem l Ezgi İrgil: Göçler, eşitsizlikler l Sığınmacı profilleri Bekir Coşkun: Tükenmez, yıkılmaz kalem! Üç yıldır hep umutla sizden iyi haberler bekledik sevgili Bekir Ağabey… Umut sözcüğünü hep “umutlu” cümlelerde kullanırız ama sizi beklerken Nietzsche’nin şu sözü de belleklerimizi örselemedi değil: “Umut en büyük kötülüktür, çünkü işkenceyi uzatır…” Seyrek de olsa Sözcü’deki her yazınızda umudumuzu yükselttik. Hatta, “Bekir Abi yazı gönder” kampanyası mı başlatsak dedik ama bunun yaşadığınız bedensel acılar karşısında büyük haksızlık olacağını düşündük. 30 Eylül’deki yazınız sonbahar gibiydi: “Yazı bilmem Yazarım yazı bilmem Bu yaz böyle geçti Gelecek yazı bilmem…” Şimdi sonuncu köydesin! Sen de geçmişte kaybettiğimiz tükenmez kalemler gibi hepimizin içinde, sonsuzluktasın artık. Sadece insanlar değil, yeryüzündeki tüm canlılar için… HHH Bize, halk dahil kimseye dalkavukluk etmemek gerektiğini öğrettiniz. Eğer halk, yapması gerekenleri yapmıyorsa ondan da sözünü esirgemediniz. İktidarlara karşı ne olursa olsun, hiçbir şekilde boyun eğmemesini öğrettiniz. İktidarlar mı? Onlar kime karşı iktidar ki! Halka karşı mı? Eğer öyleyse ne hakları var? Gücünüzü halkın vicdanından, gerçeklerden ve Türkçeden alıyordunuz. Bu gücü kullanmayı öğrettiniz. Kendini hukukun, Cumhuriyetin, demokrasinin, herkesin üstünde görenlere karşı iki kelimelik soru sordunuz: Kimsin sen? Cumhurbaşkanı olunca herkesin kendisine biat etmesi gerektiğini dayatanlara karşı sözü biraz uzattınız, iki yerine üç kelimeyle karşılık verdiniz: Benim cumhurbaşkanım değilsin! İktidarlara karşı böyle de muhalefete farklı mı? Olur mu öyle şey, bu Bekir Coşkun’a yakışır mı? Yapması gerekenleri tam yapmıyorsa ona da gerçekleri söylemeli… Kemal Kılıçdaroğlu CHP genel başkanı olduktan bir süre sonra size, “Çizmeleri giyeceğim” demişti. 2012’de defalarca köşenizde sormuştunuz: “Kemal Bey… Çizmeler?” Kemal Bey sizin de olumlu karşıladığınız bir adım attığında, devamının gelmesini bekleyip başlığı atmıştınız: “Kemal Bey… Çizmenin öbür teki!” Sizinle bütünleşecek o kadar çok kelime vardır ki en başta “kalem” gelir. İçinde “kale”yi de barındıran yıkılmaz, tükenmez bir Bekir Coşkun: Kalem! Atatürkçülüğün, yurtseverliğin, kardeşliğin, hepimizin kalesi... Atatürkçülüğü ne güzel tarif etmiştiniz. Devlet düzeninden toplum yapısına bütün özlemleri yan yana sıralayıp son noktayı koymuştunuz: “Bütün bunların toplamına Atatürk diyoruz!” Mizah, en iyi izah tarzıdır. En geçerlisi de en kısa yoldan yapılandır. Bunun ustasıydınız. Mesleğe foto muhabiri olarak başlamanın da etkisi olsa gerek, olayların en net fotoğrafını çekip 1520 cümlede özetlerdiniz. Bu özelliklerden sadece biri insanı yazar yapmaya yeter, sizde hepsi vardı. HHH Dün sabah kapkara bir Ankara vardı Bekir Ağabey… Güneş doğmuş ama görmüyoruz. Sararan ağaçların dökülen yaprakları sizinle yaşadığımız 1990’lı, 2000’li yılların anılarıyla yarışıyordu. O büyük suçlar işlediğimiz akşam buluşmaları… Üniversiteden gençler çağırınca, “onlar kırılmaz” deyip gidişlerimiz… Silivri’ye de avukat Ahmet Şenpolat’la haber göndermiştiniz: “Mustafa’ya söyleyin gelemiyorum… Onu duvarların arkasında görünce ağlarım!” Dün sabah yeşilden sarıya dönen yağmur yüklü ıhlamur yapraklarına sizin için dokunmak istedim… Dokunamadım… Dokunsam ağlayacaktım! Ehliyetimi kaybettim. Geçersizdir. ÇAĞDAŞ ÖZER
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle