19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
DİZİ TASARIM: İLKNUR FİLİZ Şair Baba’nın yürek sancısı Raşit Kemali’den Orhan Kemal’e, mahpus Balaban’dan ressam Balaban’a... 1 Yurdunun caddelerinde devrimci olarak dolaşır Nâzım Hikmet. İşi gücü şiir dir, tiyatrodur, sanattır. Ar tık yazmak, yaratmak, insanı na ulaşmak ister. Arkadaşı Vâ Nu ile gider Sertellerin Tan gazetesine. San ki gazete için yaratılmıştır, her iş gelir elinden. Daha ilk karşılaşmada, dilin den şiir dökülür. Gözlerini kapar okur okur, odada derin sessizlik büyür, kim varsa dinleyen işittiği karşısında heyecanla tutar soluğunu. Hemen baş lar göreve. Nerede olsa neşe verir in sana, ancak kalemi keskindir. Bir bir başlayacaktır putları yıkmaya! Ne zaman eline kalem alsa, hep is Çankırı Cezaevi avlusu: Piraye, Kemal Tahir, Piraye’nin kardeşi Fehamet, Nãzım, Hikmet Kıvılcımlı (soldan sağa) yanı yazar Nâzım. “Şairi Azam Abdülhak Hamit”e doğrudan savaş açar, Yakup Kadri’den sözünü esirgemez. Sorar: “Kimdir milli edip?” diye. Hakikati söylemekten sakınmaz. Okuyunca genç şairin isyanını Abdülhak Hamit evine davet eder, gergin başlar akşam yemeği. Kibar, sağduyuludur yaşlı olanı, öteki dengeli ve biraz da mahcuptur sanki. “Elbet gençler putları kıracak” der Hamit. El sıkışırlar, bir daha tek satır yazmaz Nâzım hakkında Şairi Azam’ın. Merttir Nâzım, kimseyi arkadan hançerlemez... Linçe gelip yoldaş Nâzım Hikmet örmeye başlar şiirini inceden. Sevdasını, karısını bekler... Her mektup umut, her dakika yara, bir türlü gelmeyen iyi haber... Nedir ki iyi haber mahpus için... Koğuşa sızan bir damla güneş ışığı, avukatın teselli eden bir cümlesi, sevgilinin ucu yanık mektubu... Şiirler, memleket meselesi ve bitmeyen geceler. Tütün kokulu eliyle basar imzayı sonra Nâzım, bazen çağrı, bazen öfke, bazen bir bilmece olur sözleri... Daracık hücrede üç dev adam... Ne mümkün sığdırmak onları... Dayı Bey’in elinden gelse de, hiç değilse Bursa’ya çık rine doğru... Temiz pak ettikleri koğuşa buyur ederler Nâzım’ı... 6 Yorgun şair, ağır adımlarla girer geniş avludan geçip... Bakar arkadan gelen kimse yok, şaşkınlıkla, telaşla, ürkek ve biraz utançla döner, “Ben burada yalnız mı kalacağım” diye sorar ortalığa. Mahkumların gözleri gözlerinde Nâzım’ın... Hep birden, övünçle başlarıyla onaylarlar şairi. Nâzım, başını öne eğer; “ben yalnızlıktan korkarım” der. Bir el kalkar o an, sanki saati ayarlı bir zil gibi. Tam notu veren Nâzım’dır ve diyeceği sözü yoktur Raşit Kemali’nin. Yüzünde güller açtı Bir zaman sonra, yine koğuşta elinde kalem kâğıt bir şey karalarken görür Nâzım genç adamı. “Ne yazıyorsun” diye sorar. Yanıt gelmez Kemali’den. “Vallahi elime kalem almadım, şiirden uzak duruyorum” der gibi, çaresiz ve af diler gibi bakar. Oysa yazmaktadır o an ve Nâzım görmüştür. Israr eder, derken bir çekiştirme, neredeyse kavga... Alır kâğıt tomarını eline Nâzım. Okumaya baş olmak sa tayini... Putlar yıkıldıkça öfke büyür, gençlere hedef gösterilir Nâzım! Gazete odasında otururken dışarıdan gelen öfkeli kalabalığı işitir. Zekeriya ve Sabiha Sertel gençleri buyur ederler içeri, Nâzım gelir konuşmaya. O şiirli sesi işitir gençler, büyülenirler. Linç etmek için yola çıktıkları Nâzım’ın yoldaşı sayılırlar artık. Bu etki yüzünden değil midir yıllarca zindanda tutulması şairin? Bursa’ya yolculuk Mahpusun tayinliği mi olur? Eğer ortada bir suç yoksa, bir suçlu yoksa, bir iftirayla yıllarca çürüyecekse zindanda mahpus, belki de bu bir memleket görevidir. Neden sonra gelir Bursa haberi... Yolculuk başlar, uzaklar yakın olur belki, kim bilir... Bir vatan haininin öyküsü bu, memleketinde bir oraya bir bu yana salınan... Bir şairin öyküsü... 2 Sevdalıdır Nâzım Hikmet. İmkânsız aşka tutulur. Hep olacağı gibi inatçıdır. Ür kek Piraye ile tanışır; çocuk ları vardır, mutsuz evliliği, kır gın bir de kalbi kadının! “Ol maz, imkânsız” der Piraye; ço cuk gibi sevinçli, deli gibi güçlü, inatçıdır şair. Çelme yi başarır gönlünü, yolda şı, sırdaşı, dert ortağı olur Piraye. Mahpushaneden yazdığı dizelerin, en güzel mektupların, düşlerin, acının ve elbette hüznün adı Orhan Kemal (solda) ve Nazım Hikmet dır aynı zamanda. Yuva kurar Nâzım ve Piraye; kadının Bursa Cezaevi’nde. gerektiği yerde ve anda gerçekleşir buluşma. Kalkan, Nâzım’ı özlemle bekleyen, düşlerinde gören genç adamın elidir. Işıldar gözleri Nâzım’ın, adımlar birlikte atılır koğuşa, o vakit çiçeklenir etraf, iki kardeş, yoldaş, usta, çırak olur Nâzım ve genç adam, Bursa’nın karanlık mahpusunda, karanlık saatlerde... İmtihan tedirgini Yağmur, yağmur olmalı o gece. Bir yerden, sızmalı, içeri dolmalı mis gibi toprak kokusu. Genç adam, Raşit Kemali, heyecanını yenmiş, cesaretini toplamış, “Şiir yazıyorum ben” der. Şırıl şırıl yağmurun içinden, delinip akan gökyüzü tünelinden boşalıyor aniden sözler. Nâzım sevinçle, sanki kıtlıkta lokma bulmuş gibi hayretle ısrar eder hemen “Oku bakalım ne yazmışsın” diye. Korkar Raşit Kemali. Ustanın önünde çekileceği imtihan tedirgin eder onu. Sonra başlar okumaya, ocağın yamacına sığınmış, alevin yalımlarında göl geli iki yüz, birden lar. Okudukça yüzünde güller açar Nâzım’ın, sevincini gizleyemez basar kahkahayı. Döner ve genç adama der ki, “Sen Türkçenin en büyük hikâyecisi, en büyük romancısı olacaksın, sakın yazmayı kesme, tembellik etme.” Sanki koğuşun tepesinden bir el yıldızları salıvermiştir o an içeri. İşte o gün Raşit Kemali, Orhan Kemal olur... 7 Yüzler esmer, eller nasırlı, yürek dağlanmış... Genç bir adam düşmüş dama. Adam demek doğru mu, çocuk işte... Anasının hasretini geceleyin titrediği yorganın altında daha bir derin hisseder... Sevdiği kız aklında, babası vurularak öldürülecek bir zaman sonra, iyice kesilecek dışarıdan gelen üç kuruş yardım... Mahpusta parasız kalmak zor, çalışmak gerek... İş tutmak lazım... Ayna dökmek, tespih dizmek, berberlik etmek... Bir gün mahpusta satılan bir kitap geçince eline, bambaşka biri olur genç adam... Mahpusta da bulur imam onu “Bakma o resimlere, Müslümanlıkta yok suret çizmek” der. Balaban bu genç adamın adı... çocuklarını kendinin sayar Nâzım. Mektuplarca dertleşecektir ileride Memet Fuat’la. Yaşamı, devrimi, cinselliği, yalnızlığı, kederi, düşleri ve ayrılığı akıtacaktır satırlarına. İyi baba olur Piraye’nin çocuklarına. 3 Önce denizciler arasında bayrak olur Nâzım, sonra karacılar... Ordu ayaklanmış, heyecan gelmiştir gençlere... Büyür şairin etkisi yayılır, gizliden, el altından okunur komünistin dizeleri. İftira edilir Nâzım’a, tanımadığı, görmediği, yaşça kendinden küçük askerlerle anılır adı önce. İddia büyüktür, Cumhuriyeti yıkmak için örgüt kurmakla suçlanır Nâzım. Gülünç davalar açılır ardı ardına. Hâkim karşına çıkar. Suçu memleketine ihanettir, suçu halkını özgürlüğe davettir aslında! Artık mahpustur Nâzım Hikmet... Çankırı’da mahpus olur ilkin. Koğuş arkadaşları doktor Hikmet Kıvılcımlı ve Kemal Tahir’dir. Dar gelir üç koca adama koğuş. Sabahlara dek sürer tartışmalar. Hem kalbi, hem dizleri sızlamaktadır Nâzım’ın, “karım, bacım, anam” dediği Piraye’ye hasretlik dinmez bir türlü... 4 Mahpus için her gün başka bir umuttur, af çıkacak diye bekler, üst mahkemeden bir haber gelecek diye bekler, günler birbirine benzer gibi geçer ama yürekte bambaşkadır her yeni saniyenin sancısı. Bir an önce dışarıda akan yaşama katılmak is 5 Bursa’da mahpus bir genç adam... Nâzım’ın geleceğini işitince yüreği yerinden çıkacakmış gibi atmaya başlar. Şiire düşkün. Uzun kış gecelerinde kendini avutur dizelerle. “Nâzım gelecek ha”... Düşünmesi bile soğuk terlemesine yeter, düş mü bu, sahiden gelecek mi Nâzım? Sade genç adam değil, tüm mahpusları, gardiyanları, hatta hapishane müdürünü, tüm Bursa’yı bir telaş alır. Memleket şairi Bursa’ya ayak basacak. Elbirliğiyle boşaltırlar bir koğuşu. Oysa koğuşlar tıklım tıklım, adım atacak yer yok. Döşeğini hela önüne atıp uyuyanlar, nöbetleşe yatakları değişenler, çaresiz çıplak yerde uyuyanlar var... Ama Nâzım başka. Okumuş adam, memleket için yatar hapiste. Tertemiz edilir koğuş, mis gibi koksun ister mahkumlar... Koca toplumun küçük ölçekli bir manzarasıdır Bursa mahpushanesi. Nasıl sığar bunca insan, nasıl aniden kesilir sesler, zamansız çalan kampanayla nasıl kesilir zırıltı ve nasıl başlar yaşam her sabah... Müdür başta karşılarlar Nâzım’ı. Elinde yoksul, yolculuktan yorgun düşmüş bir valiz. Gözleri çökmüş, çizgileri belirginleşmiş Nâzım’ın. Yi suretleri mahpus duvarında görünür. Gölge oyunu bu! Şair Raşit Kemali okudukça yüzü buruşur Nâzım’ın. Önce sabır çeker içinden, zaman ilerleyip yağmur dindiği halde, tükenmeyince şiirler, bu kez açıktan söyleyiveriyor “Daha var mı?” diye. Genç adam tek bir dizesine gülümsesin diye Nâzım, bir cümle kursa umuda dair, bekler, inatla okur, kestirir şiirleri Nâzım... Hepsi sobayı boylar Ah ne koyu bir hüzün... “Topla sen bu kâğıtları” diye öğütler Raşit Kemali’ye şair. “Topla ve hepsini şu ocağa at, yak onları” diye buyurur. “Bir taneciğinde bile güzellik yok mu” diye umutla, esmerleşmiş yüzüne düşen acıyla sorsa da Raşit Kemali, sıkıntıyla sallanan başını görür şa Dam değil üniversite Demir parmaklıklar ardından çürümemek için dirençle resim yapmaya koyulmuş Nâzım. Mahpusların “Şa ir Baba” diyeceği, herkese el uzatan, başındaki aydınlık hareyle dolaşan koca Nâzım... Ürkerek yaklaşır Balaban, Şair Baba’sına... “Benim de resmimi yap” der... Nâzım o güzel köylü çocuğunun yüzüne uzunca bakar. Sureti düşer kâğıda yavaşça. İşte bu göz Balaban’ın, işte bu çene, burun... Belirir yavaşça. Mucize karşısında küçük dilini yutacak neredeyse genç adam... Koşarak çıkar Şair Baba’nın yanından, bulduğu ilk tutsağı diker karşısına, kalem yok, kâğıt hak getire, elde ne varsa onun, Şair Baba’dan gördüğü gibi düşünür suretini mahpusluğun önüne. Delirmiş diyorlar Balaban’a, hep kendine benzemeyene çılgın derler ya... Bir yandan yayılır bu söylence, bir yandan otururlar Balaban’ın karşısına mahpuslar... Artık güç bile olsa, karar zamanı gelir, çıkar Şair Baba’nın karşısına Balaban... Gösterir çizdiklerini, memleketi, insanları... Ah Nâzım’ın yüzünde güller açar sanki. Sanki orası Bursa’nın mahpus damı değil de, bir üniversite... “Ben senin ustanım, sen çırak... Öğreteceğim sana resmin sırlarını bir bir” der Şair Baba... Gün gelir bütün fırçalar, bütün boyalar, renkler Balaban’ın olur... Şair Baba bu köy çocuğunun bilgeliğini kazır aklına... Umudun düşmanlarına inat, onun adını yazar ter Nâzım, susamıştır... Umuttur Dayı ne de güler yüzlü. Tek tek ellerini sı irin ve “hayır” cevabından başka ses şiirine... Bey, yani Ali Fuat Paşa. Elinden ne ge kar herkesin. Yüzlerine bakar, gözbe işitilmez koğuşta. Kırılsa da kalbi, lirse yapsın ister... beklerini okurca, dümdüz bakar içle küskünlük yarası açılsa da böğründe, YARIN: YAŞAMDAN ALACAKLI 94 HAZİRAN 2019 SALI Gezi gerçeği... Yurtdışındaki bir toplantıda Türkiye’den gelen idareciye sormuşlar: Türkiye’de toplumsal patlama olur mu? Anında, “olmaz” karşılığını vermiş. Nedenini sormuşlar, şöyle demiş: “Türk toplumu bomba mı ki patlasın!” Ülkemizde yöneticiler, toplumdan yükselen her sese “terör olayı” gözüyle bakıp anında gereğini yaptığı için bu yanıta şaşırmamak gerekir. Gezi’nin altıncı yılındayız. 2013 yılında bugün Gezi’nin 9. günüydü. 27 Mayıs’ı 28 Mayıs’a bağlayan gece Taksim Gezi Parkı’ndaki 5 ağacın sökülmesine karşı başlayan toplanma bir aydan fazla sürdü. Kısa sürede Taksim dolup taştığı gibi Türkiye’nin her yeri Taksim haline geldi. Altı yıl önce bugün Hatay’dan acı bir haber gelmişti; CHP Gençlik Kolları üyesi 22 yaşındaki Abdullah Cömert kafasına aldığı darbe sonucu yaşamını yitirdi. Daha iki gün önce Mehmet Ayvalıtaş Ümraniye’de son nefesini vermişti. Gezi boyunca 12 kişi yaşamını yitirdi, 100’e yakını ağır, 10 bine yakın insan yaralandı.  Emniyet kayıtlarına göre Gezi sırasında 5 bin 500 kişi gözaltına alındı, 160’ı tutuklandı. Bayburt hariç tüm illerde Gezi’nin yankısı oldu. Yine Emniyet’in resmi rakamlarına göre Türkiye çapında eylemlere katılanların sayısı 3 milyon 600 bin, saptanan eylem sayısı 4 bin 900... Emniyetin kaydı dışında her akşam bir parkta buluşup forum yapmayı, bulunduğu yerleşim yerinden sesini Taksim’e duyurmak için toplantılar düzenlemeyi kendiliğinden geliştiren binlerce insan vardı. HHH Gezi’nin istatistikleri ayrı konu; içeriği ve devletin bakışı daha uzun yıllar irdelememizi gerektiren bir durumdur. Yazının girişinde vurguladığımız gibi idarecilerimiz toplumsal eylemlere “Hiç olmaması gereken” ve “Anında müdahelenin şart olduğu” olaylar gözüyle bakıyor. Gezi’de de eylemler barış, müdahaleler şiddet içeriyordu. Zaten yakın tarihimizdeki toplumsal çıkışlarda kan akmışsa, bunun nedeni çok büyük ölçüde güvenlik güçlerinin müdahelesi sonucudur. Ethem Sarısülük’ten Ali İsmail Korkmaz’a kadar Gezi’de de tablo bu oldu. Taksim’de 2013 Haziran ayı boyunca en görünür yerde posteri asılı Deniz Gezmiş ve arkadaşları da “devletin planlayarak insan öldürmesi” sonucu yaşamdan koparılmadı mı? Gezi’nin lideri yoktu... Ya da içinden bir lider çıkarmadı... Gezi’nin baştan planlanmış bir hedefi yoktu. Yoldaki toplantılar, temaslar sonrası kimi maddeler açıklandı, ama bunlar genel bir siyasi hedef içermiyordu... Ancak iktidar bu olmayanları aradı! Toplum patlayamazdı; onları kötü amaçları için yönlendirenler vardı. Bir an önce de ortaya çıkarılması gerekirdi. Gezi bittikten sonra iktidarın mesaisi başladı. Buradan en az 1015 örgüt davası çıkardı. Çok denendi, ama olmadı.  HHH Aradan altı yıl geçmesine karşın Gezi’nin yankı yapmaya devam etmesinin pek çok nedeni var. Her şeyden, öncü toplumun her kesiminden katılım oldu. Daha önce hiç bu tür eylemlere katılamamış olanlar çoğunluktaydı.  Gezi’nin mizah gücü, bütün güçleri bastırdı. Zaten mizah işin içine girdi mi, hiçbir “ciddiyet” onun içinden çıkamaz. Gençlik heyecanı da gerektiren buluşmalarda genellikle yaş ortalamasının yüksekliğinden yakınılır. Katılımcılar, “Aramızda genç var mı” diye  etrafına bakınır. Gezi’de ise durum tam tersiydi. Liseden başlamak üzere büyük çoğunluk gençti. 50 yaşlarındaki bir arkadaşım yaşadığı bir anı şöyle anlatmıştı: “Yürüyoruz... Silme genç... Benim yaşta kimse var mı diye bakınırken az ötemde iki liseli beni işaret edip ‘Bu amcayı tanıyan var mı’ diye soruyordu...” Y, Z kuşaklarının ülke sorunlarıyla ne kadar ilgili olduğu tartışılırken Gezi onlarla vücut bulmuştu. Kim ne derse desin, nasıl yaftalanmak istenirse istensin Gezi, tüm Türkiye’yi dalgalandıran bir gerçektir. Yönetimler gelir geçer, devletler, toplumun gücü, bilinci kadar yaşamını sürdürür... Gezi’de ortaya çıkan ruh Türkiye’nin geleceğidir... Barodan gözaltında ‘kötü muamele’ iddiası Şanlıurfa Baro Başkanı Abdullah Öncel, Halfeti ilçesinde bir komiser yardımcısının şehit olduğu, 2 polisin de yaralandığı terör saldırısının ardından gözaltına alınan 51 kişinin “kötü muamele ve işkenceye” maruz kaldığını iddia etti. Halfeti’nin Dergili Mahallesi’nde 18 Mayıs günü PKK’li teröristler ile çıkan çatışmada, komiser yardımcısı Şükrü Can Kayadibi şehit olurken, polis memurları Mahmut Aykal ve Ramazan Kaya yaralanmıştı. PKK’li 2 teröristin etkisiz hale getirildiği çatışmanın ardından başlatılan soruşturma kapsamında 51 kişi gözaltına alınmıştı. l DHA
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle