18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 23 MART 2019 CUMARTESİ [email protected] TASARIM: BAHADIR AKTAŞ OLAYLAR VE GÖRÜŞLER İzmir belediyecilik modeli Oğuz Oyan / Em. Öğretim Üyesi Eski CHP İzmir Milletvekili Aziz Kocaoğlu, üç dönem üst üste sürdürdüğü İzmir Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanlığı görevinde çok önemli başarılara imza attı. Bu başarı, yaptığı hizmet, yatırım ve yeniliklerin alt alta toplanarak bunların bir envanterinin çıkarılmasından öte bir şeydir. Görünür olanların yanında onlardan belki daha önemli olan, uzun vadeyi planlama, mali yapıyı büyük hedeflerle uyumlaştırma, belediye çalışanlarını günlük rutini yönetmek üzere örgütlerken aynı zamanda uzun vadeli hedeflere de odaklandırma becerileri vardır. Kuşkusuz belediyenin iyi bir halkla ilişkiler çabasıyla hizmetlerin hedefindeki İzmirli hemşerilerin de bunlara ortak edilmesi, belediyenin ve başkanının iş yapma ahlakına ve samimiyetine güvenmelerinin sağlanması, gerektiği her zaman ve mekânda da bu karşılıklı güven ve dayanışmanın harekete geçirilmesi yeteneği de eklenmelidir. Bazıları İzmir’de CHP’li bir adayın seçilmesinin görece kolaylığına bakarak, İzmir’i yönetmenin aynı derecede kolay olduğunu sanabilir. Bu yanlış bir izlenimdir. Ortalama İzmirli’nin, daha eğitimli, daha kültürlü, refah düzeyi ve yaşam kalitesinin daha yüksek olmasının getirdiği sonuç, daha talepkâr da olmasıdır. İzmirli, tıpkı gelişmiş ülke kentlileri için olduğu gibi, hizmetin vasatıyla yetinmez, sıradanlıklarla avutulamaz. İzmir’i cezalandırma İşte bu nedenle İzmirli seçmenin İzmir belediyecilik tarihinde bir ilk olarak üç dönem üst üste aynı belediye başkanını seçmesi, üstelik onu partisinin aldığı oy düzeyinin üzerine taşıması, iktidarın İzmir’e ve belediye yönetimine dönük saldırılarını da aynı kararlılıkla püskürtmesi çok önemsenmelidir. AKP Genel Başkanı Erdoğan, 2004 yerel seçimleri öncesinde, “İzmir’i kazanmazsak ben kendimi bu seçimleri kazanmış saymam” ifadesiyle çıtayı çok yukarıya koymuş, ancak bu iddiasını hiçbir zaman gerçekleştirememiştir. Bunun karşılığı, İzmir’i merkezi yönetimin yatırımlarından önemli ölçüde mahrum bırakmak ve İBB’nin kendi yatırım programını uzun “onay” bekletmeleriyle geciktirmek, bazen de belediyenin bulduğu uygun koşullu dış kredilere izin vermemek biçiminde olmuştur. Ancak iktidarın “İzmir’i yatırımsızlıkla cezalandırma” veya “belediyenin yatırımlarını kilitleyerek ona seçmenin gözünde itibar kaybettirme”ye dönük ucuz yöntemleri tam anlamıyla geri tepmiştir. Geri tepen daha cepheden bir saldırı ise, 2011 Haziran seçimlerinin bir ay öncesinde estirilen yargı te Bana “Aziz Başkan’ın en önemli başarısı nedir” diye sorulursa, İstanbul ve Ankara’nın tersine İzmir’de sermayenin ve iktidarın kentsel rant yağmasına önemli ölçüde engel olmasıdır derim. İzmirliler bunun Aziz Başkan sonrasında da sürmesini bekleyeceklerdir. rörüdür. Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri dahil çok sayıda belediye üst yöneticisi tutuklanmış ve Aziz Başkan hakkında 397 yıl ceza talebiyle dava açılmıştır. Eğer Aziz Başkan’ı da tutuklamaya cüret edemedilerse, bu, İzmirlinin başkan ve yönetimine tam güven ve dayanışmasını göstermeye kitleler halinde koşması sayesinde olmuştur. (Bu saldırının yalnızca bir FETÖ operasyonu olarak tasniflenmesi yanlıştır; iktidarın onayladığı bir kumpas kardeşliği söz konusudur; esasen AKPFETÖ ortaklığının bozulduğu 2013 sonrasında bile bu düzmece dava sonlandırılmamış, 2017 Şubat’ına kadar sürdürülmüştür.) Bütün dolaylı engellemeler ve doğrudan saldırılar, İzmirliler’in Aziz Başkan etrafında daha fazla kenetlenmesine yol açmış, İBB de koşulları olumluya döndürme çabalarını katlayarak sürdürmüştür. İşte bu 15 yıllık pratikle sınanan belediyecilik anlayışı Ocak 2017’den itibaren “İzmir Modeli Çalışmaları” başlığı altında 16 ay süren bir bilimsel hazırlığa konu olmuş, Prof. İlhan Tekeli’nin başkanlığında belediye bürokrasisinden 89, belediye dışındaki akademisyen ve uzmanlardan 78 kişinin katkısıyla 31 çalıştayda tartışılıp olgunlaştırılan konular 2018 ortasından itibaren 9 kitapta toplana rak kamuoyuna sunulmuştur. Burada bu toplu çalışmanın bir özetini sunma olanağı dahi bulunmamaktadır. Ancak şu kadarını söyleyebiliriz: “İzmir Modeli” aslında iç içe geçmiş modeller olarak da algılanabilir: Tarım ve tarım dışında geliştirilen yerel odaklı/havza esaslı kalkınma modeli; içme suyu ve atık yönetimi/biyolojik arıtmada öncü kent modeli; raylı sistem esaslı kent içi ulaşım modeli; kentin üvey parçası olan körfezi yeniden işlevlendirme modeli; katılımcı süreçlerle geliştirilen yerinde kentsel dönüşüm modeli; imar uygumalarını kentsel ve ekonomik/tarihi/kültürel alanların rehabilitasyonuyla (yeni fuar alanı, Agora gibi) ve sanat etkinliklerini yeni mimari/mekânsal tasarımlarla bütünleştiren model ve nihayet bütün bunların başarılmasını mümkün kılmak üzere yeni bir mali yönetim stratejisi modeli. Kocaoğlu’nun başarısı Bu sonuncusu yani mali yönetim stratejisi, başarının anahtarı konumundadır. Aziz Başkan, devraldığı ağır borç yükünü tasfiye etme iradesini en baştan itibaren ortaya koyarak, etkin bir nakit yönetimi ve mali disiplin sağlayarak, hem borç geri ödemelerini yapabilmiş hem de cari harcamaları dışında giderek büyü yen bir yatırım bütçesi oluşturabilmiştir. Giderek güçlenen mali yapısı ve buna koşut olarak yükselen uluslararası mali itibarı (Türkiye’nin çok üzerindeki kredi derecesi) sayesinde, büyük yatırımları için çok uygun koşullu dış krediler de bulabilmiştir. Bütün bunlar, yol alırken ortaya çıkan parça bölük fikirlerle değil, 2005 yılından itibaren tasarlanan uzun vadeli bir stratejik planlama anlayışıyla ortaya konulabilmiştir. İzmir gibi olmak! Bana “Aziz Başkan’ın en önemli başarısı nedir” diye sorulursa, İstanbul ve Ankara’nın tersine İzmir’de sermayenin ve iktidarın kentsel rant yağmasına önemli ölçüde engel olmasıdır derim. İzmirliler bunun Aziz Başkan sonrasında da sürmesini bekleyeceklerdir. İktidar İzmir’i kendine benzetmeye çalıştı, başaramadı. Cumhuriyetçi demokratik muhalefet de tersini yapmaya, yani Türkiye’nin kültürel kodlarının İzmir’inkine benzetilmesine çaba gösterdi; bunda şimdilik çok yol alınmış olunmasa da, önemli bölgesel direnç mevzileri pekiştirilebildi. Kaldı ki tarihin akışı bu yöndedir ve 31 Mart seçimleri de bunun yeni kanıtlarını sunmaya adaydır. Yerel yönetimler ve kültür Umut Özkan Türkiye’de belediyecilikte, Osmanlı “şehremini” çalışma tarzından Cumhuriyetin yerel yönetim şekline geçeli hemen hemen yüz yıl oldu. Cumhuriyetle birlikte katılımcı, şeffaf, hesap verebilir bir yerel anlayış kabul gördü. Yerel yönetim deyince aklımıza bu çağın politikası “kültür ve sanat” geliyor. Bu çağda belediyelerin başarıları ölçülürken döktüğü asfaltla, yaptı İnsan haklarına saygılı, demokrasiyi ve özgürlükleri canı kadar sevecek kuşaklar yetişecekse, demokratik yaşamın ilk adımı olan yerel yönetimler, kültür ve sanatı ciddi bir iş olarak kabul edecek ve demokratik hayatı güçlendirecek ürünler verecek. ğı yolla, getirdiği kanalizasyon gibi klasik hizmetle ölçülmüyor. Büyükkent ve ilçe belediyelerinin çalışmaları artık sosyal yaşamın büyük bir parçası olan kültür ve sanat ile anılır hale geldi. Yerel yönetimlerin ölçme ve değerlendirmesinde bu politikaların kalitesi, sürdürebilirliği çok önemli bir yer tutar. Bu politikaları, sosyal demokrat anlayışlarını ortaya koyarak iddialı bir şekilde sunanlar var. “Kentlerde sanat ve kültür bizden sorulur” diyenler. Bu konuda her şey halka sorularak mı yapılıyor? Katılımcı bir anlayışla mı yapılıyor? Mesela bu konuda bir anket ya da bir halk oylaması var mı? Ben merak ediyorum; sanat eseri veya kültür çalışmasının uygulamasını o mahallenin halkına sorduk mu? Belediye meclisinden önce halkın incelemesine sunduk mu? Muhtarlıklara sorduk mu? Salonlardan, galerilerden semtlere, mahallelere taşındı mı? Salvador Dali’yi kente getirmek iyidir ancak sokaktan, mahalleden bir İbrahim Çallı ve Nuri İyem çıkarmak da önemlidir. Gelecek için bir tohum her şeyin üstündedir. Yine ünlü bir yazarla genç kuşakları tanıştırmak güzeldir ancak o kuşaktan Yaşar Kemal, Fakir Baykurt, Emin Özdemir, Nâzım Hikmet yaratmak daha evladır. Rant yerine sevgi “Sosyal demokrat belediyeler olmasa kültür de olmaz, sanatta” deniyorsa, onun gereği en güzel şekilde yerine getirilmelidir. Örneğin Ankaralı ilk defa büyük kent konserlerini sosyal demokratlarla tanıdı; Zülfü Livaneli’yle Sezen Aksu’yla... Belediyelerde bu işleri daha sağlıklı ve akılcı yürütmek üzere bir “kültür sanat üst kurulu” kurulmalı, bu komisyonlar halka ve topluma mal edilmeli. Bu tip çalışmalarda ranttan çok sevgi ortaya çıkar, eğitim ortaya çıkar, hoşgörü ortaya çıkar, insan sevgisi ortaya çıkar; bu da bazı işgüzar yöneticilerin işine gelmemekte. Onlar “Napolyon”u çok sevmekte aslında. Bazıları ise hâlâ çalıştay düzenleyip havanda su dövmeyi yeğliyor. Sonuç bildirgesine bakıyorsun aynı şeyler, yaldızlı sözler... Bazıları ise hâlâ açılış yapıp kokteyl vermeyi, rüküş bir konseri kültür ve sanat saymayı kabul ediyor. Yol haritası belirlenmeli Yeni seçilen her belediye yönetimi, öncelikle bir kültür sanat manifestosu hazırlayıp bunu gün gün uygulamaya koymalı. Bunu bu işlerden hiç anlamayarak göreve getirilen eş dostla yapmaya çalışanlar vardır. Bunlar klasik göz boyamaya matuf işler yaparlar, yapmaktadırlar. Tamam, muhafazakâr belediyeler kültür ve sanatta sosyal demokratları yakalayamadı, çok geride kaldılar. Sosyal demokratların da bilinen ezberleri ve politikalarını bırakmasının zamanı geldi, geçiyor. Hani Yaşar Kemal günleri, hani Nâzım günleri, hani Fakir Bayburt, okuma günleri? Projeler uzar gider... İnsan haklarına saygılı, demokrasiyi ve özgürlükleri canı kadar sevecek kuşaklar yetişecekse, demokratik yaşamın ilk adımı olan yerel yönetimler, kültür ve sanatı ciddi bir iş olarak kabul edecek ve demokratik hayatı güçlendirecek ürünler verecek. Benim bu konuda büyükşehir ve ilçe belediye başkanlarına önerim; Mevlana’nın “Dün dünde kaldı cancağızım, bugün artık yeni şeyler söylemek lazım” sözünü ilke edinmeleri ve bilinen ezberleri bozmaları çünkü biz kentliyiz. Kent ise demokrasi kültürüyle var olur, yaşar. Bir seçim uyarısı Yerel demokrasinin işletilmesi, kentimizin sahibi olarak kalmamız bu seçimle yakından ilintili. Bu nedenle yerel yönetimlerin de üniversitelere benzemesine izin vermeyelim. İrfan O. Hatipoğlu / Mustafa Kemal Üniversitesi Ülkede hukuksuzluğun ne kadar derin boyutlara ulaştığını yerel seçimler sürecinde tanıklık ediyoruz. Seçim çalışmaları iktidarın ‘mesnetsiz’ suçlamaları, tehdidi, tek yanlı dezenformasyonu üzerinden gidiyor. Yasalar, kurallar, uyarılar dikkate alınmamakta. Öyle görülüyor ki, ülke yönetiminde egemen olan hukuksuzluk, kayırmacılık, keyfilik anlayışı seçimler sonrası yerel boyutuyla günlük yaşamımızın ayrılmaz parçası olacak. Yurttaşlar olarak seçimimizi doğru yapmaz, tek adam yönetim anlayışını yerelde önünü açarsak, yerel irademizi de kaybedeceğiz. Yaşadığımız kentin nereye (rant, yaşam biçimi) evirileceğini ön görmeyeceğiz. Yerel karar organları, sivil toplum örgütleri kentle ilgili düzenlemelerin neresinde olacağı belirsiz. Bunun için üniversitelere bakmak yeterli. Akademik deformasyon Ülkemizde yerel yönetimler ve üniversiteler genel yönetim sistemi dışında yer alır. Evrensel anlamda özgür/özerk olmasalar da kendi organları tarafından yönetilirler. Buna karşın tek adam yönetim izlencesi kapsamında üniversiteler kontrolsüz, hukuksuz bir şekilde müdahale edilmekte. Tek adam egemenliği için ‘rektör’ atama yöntemi üzerinde kişiye özel değişikliler yapıldı. Yapılan düzenlemeler sonrası Reis’in kontrolünde rektörler üniversitelere ‘mültezim’ oldu. Akademide hukuksuzluk, kayırmacılık israf, Reis’e biat açıklamaları görünür hale geldi. Disiplin düzenlemeleri ile akademi düşündüklerini ifade etmekten, çalışmalarını kamu ile paylaşmaktan yoksun bırakıldı. Örneğin Reis’in müdahalesinin düzeyini görmek açısından; bir akademik unvanın yeniden düzenlenmesinde izlenen yol öğretici. Bir sabah ‘Reis’ “Nedir bu, yardımcı doçentlik, var mı dünyada eşi, kaldırın” çağrısı yaptı. Arkasından doçentlikte sözlü sınav da kalkmalı deyince, YÖK başkanı “komisyon kurduk çalışıyoruz” dedi. Yapılan çalışmalar sonu Yrd. doçentlik unvanı, Dr. Öğretim Üyesi olarak değiştirildi. Doçentlik atama sınavı da üniversitelere bazıları yapıyor, bazıları yapmıyor bırakılarak genç akademisyenlerin örselenmesinin yolu açıldı. Aynı amacı güdüyorlar Siyasal iktidar tarafından, üniversitelere yapılan müdahalenin, daha büyük boyutlusu yerel yönetimlerde yapılmak isteniyor. Bu nedenle ‘ittifak’ tarafından seçimler yerel olmaktan çıkartıldı. Genel ve yerel yönetimler bütünleştirilmek isteniyor. Yürütülen seçim çalışması ve söylemler ülkenin ‘bekası’ üzerinden yürütülmekte. Tek adamlık kutsanıyor. Gösterdikleri başkan adayları geri itilerek, ‘tek adam’ kentlerin tek/ortak başkan adayı olarak öne çıkartılmakta. Tek başkan adayı da, kamusal gücünü kullanarak çalışmasını yürütmekte... Rakiplerini “mahpusa” atmakla, soruşturmalar açtırarak, seçim sonrası uygun görmediği seçilmişlerin yerine “kayyım” atamakla tehdit ederek yurttaşın oyunu konsolide etmeye çalışıyor. Bunun birçok nedeni var. Öncelikli olanı uzun iktidarları sonunda çöken neoliberal politikalarına karşı yerelden yükselecek toplumsal muhalefetin önünü kesmek. Genel ekonomik çöküntü sonrası kentler de biriken ‘rantın’ yağmalanmasının önünün açılması. Görünen o ki seçim sonrası kentsel ekosistemi (doğa, yeşil, insan) dikkate almada kentlerin yeniden inşası öncelikli olacak. Yerel demokrasi işletilmeyecek. Seçilenler yapılacak müdahalelerle itibarsızlaştırılacak. Yerel kamusal duyarlılığın yok edilmesi için baskılar yoğunlaşacak. Kısacası yapılan müdahalelerle üniversiteler nasıl çökertildi, sessiz kılındıysa yerelde de aynısı yapılacak. Yerel demokrasinin işletilmesi, kentimizin sahibi olarak kalmamız bu seçimle yakından ilintili. Bu nedenle yerel yönetimlerin de üniversitelere benzemesine izin vermeyelim. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle