17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 13 ŞUBAT 2019 çarşamba [email protected] TASARIM: İLKNUR FİLİZ OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Yunus Nadi Karikatür Yarışması Gazi Mustafa Kemal veTürkiye İktisat Kongresi 96 yaşında ekonomik bağımsızlık PROF. DR. ERDİNÇ TOKGÖZ / Türkiye Ekonomi Kurumu Önceki Başkanı Lozan Barış Görüşmeleri Konferansı gecikmeli olarak 20 Kasım 1922’de İsviçre Devlet Başkanı’nın açış konuşmasıyla başlamıştı. Ancak Batı Trakya, Boğazlar, Musul, Osmanlı Borçları ve Kapitülasyonlar konularında İngiltere ve Fransa’nın katı tutumları nedeniyle konferans 4 Şubat 1923’de kesilmişti. İsmet Paşa başkanlığındaki Türk heyeti yurda dönmüştü. İşte bu koşullarda ve o günlerde Anadolu’nun her il ve ilçesinden seçilen temsilcilerin günler sürecek İzmir yolculuğu başlamıştı. Amaçları 15 Şubat 1923’te başlayacak Türkiye İktisat Kongresi’ne katılmaktı.(*) Olumsuz iklim ve ulaştırma koşulları nedeniyle kongre 15 Şubat yerine 17 Şubat’ta açıldı. Salonda 1135 seçilip gelen temsilci, bakan, milletvekili, askeri ve sivil üst düzey görevliler vardı. Kongreyi İktisat Vekili Mahmut Esat Bozkurt düzenlemişti. Davetliler arasında sadece Sovyet Rusya Büyükelçisi Aralof ile Azerbaycan Büyükelçisi İbrahim Abilof vardı. Gazi’nin konuşması Kongre çalışmalarını Kazım Karabekir başkanlığında 4 Mart’a kadar sürdürmüştü. Kongre’nin “açış konuşması”nı Onursal Başkan sıfatıyla Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın yapacağı il ve ilçelere duyurulmuştu. 17 Şubat günü saat 10.30 civarında Gazi Mustafa Kemal Paşa, çağını yargılayan, yarısömürge toplum düzeninden kurtulmanın yolunu gösteren ve evrensel önemini hâlâ koruyan, o eşsiz konuşmasını yaptı. Gazi, kongrenin önemini şöyle tanımlamıştı: “Efendiler; Yüce kurulunuzla bugün baş 17 Şubat 1923’te toplanan Türkiye İktisat Kongresi, 1920’li yıllarda Cumhuriyet hükümetlerinin uygulamaya koyduğu iktisadi, mali ve sosyal politikaların temel ilkelerini belirlemişti. “Siyasi ve askeri zaferler, ne kadar büyük olursa olsun, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa kazanılacak başarılar yaşayamaz, az zamanda söner.” termiştir.” 2 “Tarihimi zi dolduran zafer ler ve başarısızlık ların tümü, ekono mik durumumuz la yakından ilgili dir. Yeni Türkiye mizi, layık oldu ğu uygarlık sevi yesine eriştirmek “Tarihimizi dolduran zaferler ve başarısızlıkların tümü, ekonomik durumumuzla yakından ilgilidir. için, her ne olursa olsun, ekonomi mizi birinci plan lamış olan Türkiye İktisat Kong da tutarken, en resi çok önemlidir. Çok tarihi çok bu konuya önem vermek zo dir. Nasıl ki Erzurum Kongre rundayız.” si, felaket noktasına gelmiş olan 3 “Çağımız tamamen bir eko bu milleti kurtarma konusunda, nomi devrinden başka bir şey Misakı Milli’nin ve anayasanın değildir. Bir milletin hayat sevi ilk temel taşlarını sağlamada ne yesinin yüksekliğini, refah ve sa den olmuş, etken olmuş, öncü ol adetini sağlayan, ekonomiye da muş ve bundan dolayı tarihimiz yanmaması ve buna bağlı say de, milli tarihimizde en önem maması, dikkate değer bir du li ve en yüksek hatırayı yarat rum gösterir.” mış ise; kongreniz de, milletin 4 “... kılıçla fetih yapanlar, sa ve memleketin yaşantısını sağla banla fetih yapanlara yenilmeye yarak, gerçek kurtuluşuna yar ve sonunda yerlerini terk etme dımcı olacak kanunun temel taş ye mahkumdurlar.” larını ve esaslarını ortaya koy 5 “Kılıç kullanan kol yoru mak suretiyle tarihte çok büyük lur; fakat saban kullanan kol, bir ad ve çok kıymetli bir yer al her gün daha çok kuvvetlenir ve mış olacaktır.” her gün daha çok toprağa sahip Gazi Mustafa Kemal Paşa bu olur.” tespiti yaptıktan sonra, iktisa 6 “Siyasi ve askeri zaferler, ne di ve siyasi bağımsızlığın gü kadar büyük olursa olsun, eko nümüzde de evrensel geçerlili nomik zaferlerle taçlandırılmaz ği olan temel ilkeleri şöyle sıra larsa kazanılacak başarılar yaşa lamıştı: yamaz, az zamanda söner.” 1 “Bir milletin doğrudan doğ 7 “Tam bağımsızlık için şu ruya yaşantısı ile ilgili olan, o prensip vardır: Milli egemen milletin ekonomik durumudur. lik, ekonomik egemenlik ile pe Tarihin ve tecrübenin süzgecin kiştirilmelidir. Bu kadar büyük den arta kalan bu hakikat, bizim amaçlar, bu kadar kutsal ve ulu milli yaşantımızda ve milli tari hedeflere, kâğıtlar üzerinde yazı himizde, tamamen kendisini gös lı genel kurallarla, istek ve hırs lara dayanan buyruklarla varılamaz. Bunların bütün olarak gerçekleşmesini sağlamak için, tek kuvvet, en önemli temel: Ekonomik güçtür.” Türkiye yerine İzmir Doksan altı yıl önce 17 Şubat 1923’te toplanan Türkiye İktisat Kongresi, 1920’li yıllarda Cumhuriyet hükümetlerinin uygulamaya koyduğu iktisadi, mali ve sosyal politikaların temel ilkelerini belirlemişti. Bazı yazar ve özel sektör temsilcileri bu eşsiz kongreden söz ederken, bilerek veya bilmeyerek fakat ısrarla, “Türkiye” yerine “İzmir” adını koymaktadırlar. Oysa kongreye katılanlar, kurulacak yeni devletin siyasal ve ekonomik bağımsızlığının sağlanması yönünde öncelikleri belirlemek ve ön kararları almak için İzmir’de toplanmıştı. Prof. Bernard Lewis’in aşağıdaki veciz sözlerini hatırlatmakta büyük yarar görüyorum: “Geleceği görebilmek için tarih bilmek çok önemli. Birey için hafıza neyse, bir ulus için de “tarih” odur. Tarihini çarpıtan bir toplum nörotik bir kişi; tarihini bilmeyen bir toplum ise hafızasını kaybetmiş bir insan gibidir.” Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, 96 yıl önce bu eşsiz kongreyi hazırlayanların, katkıda bulunanların ve katılanların anıları önünde saygıyla eğiliyorum. (*) Prof. Dr. Gündüz Ökçün, “Türkiye İktisat Kongresi 1923”. SPK, Ankara 1997 Prof. Dr. Erdinç Tokgöz, Türkiye İktisat Kongresi” T. Ekonomi Kurumu, Ankara 2003 RAZİYE KARABEY / Yazar Mendoza belediye binasındaki Ulusal Tarih Müzesi’ni görünce çarpılmıştım. Toplantı salonunun duvarları baştan başa Arjantin’in milli kahramanı General San Martin’in And Dağları’nı geçiş resimleriyle doluydu. Arjantin, Şili ve Peru’nun İspanya’ya karşı bağımsızlık savaşlarını yürüten San Martin’in, 5000 kişilik ordusuyla 1817 kışında 4000 metrelik And Dağları’nı aşarak Şili’ye geçişini 22 yıl boyunca ekibiyle dağlarda çalışıp resmeden Augusto Ballerini, değişen ışık koşulları sonucunda görme yetisini kaybetmişti. Müzeden çıkarken baskın duygum, saygı ve huşudan çok hayıflanmaydı. Çünkü salt bir devlete değil, yedi düvele karşı verdiğimiz ve mazlum milletlerin hâlâ özendiği Ulusal Kurtuluş Savaşı ve devrimler dönemini yaşayan veya birinci ağızdan duyan, Cumhuriyet mucizesini hakkıyla anlayan nesil olarak bizler, “kurtarıcı ve kurucu” nesle karşı şükran borcumuzu hâlâ ödemedik. Sonrakiler için “tarihten sayfalar”dan ibaret kalacak olan Kurtuluş Savaşı’nı ve Cumhuriyeti toplum hafızasına nakşetme, gelecek nesillere aktarma sorumluluğumuzu yerine getirmede Unutturmak öldürmektir Atatürk’ün “Gözüm Sakarya’da, Dumlupınar’da, kulağım ise İnebolu’da” sözleri nice kahramanlıklar barındırır. Büyük Taarruz’u, 9 Eylül 1922’yi seslendiren eserler en az Leningrad Senfonisi kadar tanınmayı hak eder. üç yönden yetersiz kaldık: İlk olarak, sanatın toplumsal ge lişmeye müthiş katkısı düşünüldüğünde, bağımsızlık savaşımızı, onun önderini ve köklü reformlarını yansıtan sanat eserlerimiz sayıca az ve yaygınlıktan uzaktır. Örneğin, sıkça zikredilen resimler Ali Avni Çelebi, Feyhaman Duran, Halil Dikmen, Hikmet Onat, Hüseyin Avni Lifij, İbrahim Çallı, Mihri Rasim, Nazmi Ziya Güran, Ratip Tahir Burak, Saip Tuna, Sami Yetik, Şeref Akdik, Zeki Faik İzer, Zeki Kocamemi dahil 2025 ressamın eserlerinden ibarettir. Müzik formundakiler, Adnan Saygun’un 1934 tarihli Özsoy ve Taşbebek operaları ile 2017 tarihli Emre Sihan Kaleli’nin Atatürk’ün Bir Genç General Olarak Portresi ve Hasan Niyazi Tura’nın Şehitler Oratoryosu arasındaki toplam 1520 opera, senfoni ve oratoryoyu kapsıyor. İlk örneğini Muhsin Ertuğrul’un Ateşten Gömlek (1923) ile verdiği dönem filmleri ise 15’e ancak ulaşıyor. Kurtuluş ve kuruluş İkinci yetersizliğimiz, bağımsızlık ve çağdaşlaşma mücadelemizi seslendirmek, görselleştirmek suretiyle toplumumuzun entelektüel gücünü, estetik ve birlik duygusunu, geçmiş ve gelecekle bağlarını pekiştirmeyi bir yana bırakın, iktidarın karşıdevrim sürecine gömülmemizdir. Kurtuluş ve kuruluş hedeflerinden sapmanın derin utancını yaşıyoruz. Üçüncü olarak da karşıdevrime omuz veren aydın ihanetine geçit verdik. Öyleyse, Cumhuriyetin ruhumuza işlediği özgürlük ve bağımsızlık ideallerimizin 100 yıl geriye dönüşle, yine tek kişiye biata ve ümmetçiliğe resetlendiği bugün, bilimi erdem sayan, tüm erkeklerini savaşta şehit veren Ersizler köyünü ve İstiklal Savaşımıza elindeki kuruşu bağışlamak için ürkekçe yardım sırasına giren çocuğu yaratan bir ahlakın, okulların performansını indirdikleri hatim sayısına göre ölçen, kıçlarını 500.000 TL’lik “full aksesuar” arabadan başkasına layık görmemeyi, memleketin dört bir köşesindeki dönümlerce saraylara doyamamayı “itibar” sanan bir “ahlaka” dönüştüğü bugün yapacağımız şey nedir? Bu yıl bağımsızlık yolunda ilk adımı attığımız ve 100. yıldönümünü kutlayacağımız 19 Mayıs 1919’u, Manas Destanı gibi, Oğuz Kaan Destanı gibi kalıcı hale getirecek eserler üretmekle başlayabiliriz işe. Bu öneri, hamasi milliyetçilik eserleri değil, emperyallere ve uşaklarına meydan okuyan ve bu yolla dünya barışına yapılan bir çağrıdır. Sonuçta bu ülke, düşman askerlerini bile tarihte eşi bulunmayan zarafetle bağrına basan bir komutan yetiştirmiş ülkedir. Sanatçılarımıza sesleniyorum: Kurtuluş Savaşı’nın anlatılması, ileriye aktarılması, şehitlerimi zin onurlandırılması, özgürlüğün ve halkların kardeşliğinin övülmesi ve bu yolla düşünce ve duygu kapasitemizin geliştirilmesinde en önemli görev size düşüyor. 15 Mayıs 1919’da başlatılan ilk adım ve izleyen Amasya, Erzurum genelgeleri, bir Egmont Uvertürü’nden, bir Nabucco’dan çok daha fazla zorbalığa başkaldırıdır. Atatürk’ün “Gözüm Sakarya’da, Dumlupınar’da, kulağım ise İnebolu’da” sözleri nice kahramanlıklar barındırır. Büyük Taarruz’u, 9 Eylül 1922’yi seslendiren eserler en az Leningrad Senfonisi kadar tanınmayı hak eder. Değerli sanatçılarımız, bu mücadelemizi eserlerinize yansıtmak ve inovatif yaklaşımlarla topluma iletmek için her olanağı kullanmaktan kaçınmayın, kimliğimizi ve kişiliğimizi unutmamıza, unutturmalarına izin vermeyin. Kurumlara çağrı Okullar, sivil toplum kuruluşları, müzeler ve belediyelere çağrım: İnebolu Ankara arası İstiklal Yolu çocukgençyaşlı hepimiz için daimi bir kahramanlık ve onur yolu olsun. Yolun her iki yanındaki kahramanlarımızın heykelleri eşliğinde yürüyelim her yıl. Atatürk ve arkadaşlarının Samsun’dan başlayarak Anadolu’ya dağılan ayak izlerini süren bir proje başlatalım. Bu güzergâhta Kurtuluş Savaşı müzelerine ne kadar çok ihtiyacımız var. Küre duvarlarındaki Kurtuluş Savaşı resimleri her yerde olmayı hak etmiyor mu? “Uyuyan güzel” pozisyonunda, sosyal sorumluluktan bihaber görünen “bağzı” holdinglerimiz, artık 100. ilk adım temasıyla bari silkinin, sanatçılara, sanat okullarına el verin, siparişlerinizle destekleyin, binalarınız milli hafızamızı koruyan eserlerle değerlensin. Maaşlarını, hatta munzam sandık katkılarını bile ödediğiniz personelinizi maddi açıdan besliyorsunuz, ya duygusal zekâlarını, yaratıcılıklarını? Yeni rejimin çoraklaştırıp sessizleştirdiği bir ülkede yaratılan işgücünün, önümüzdeki dönemde ihtiyaç duyacağınız beşeri sermaye niteliklerini karşılayacağını mı sanıyorsunuz yoksa? Silvano Mello / Brezilya İnşaat sektörü zorda Doğan Hasol / Dr.Y.Müh. (Mimar) “İnşaat sektörü, lokomotif ve sünger sektördür” denir. Bu söylem bugün sektördeki olumsuz gelişmelere karşın yine de geçerliliğini koruyor. Lokomotif sektördür... Çünkü ana sektör olması niteliğiyle kendisine üretim yapan pek çok alt sektörü diri tutar. Şöyle ki: İnşaat makinelerinden, tesisat gereçlerinden, inşaata giren bütün malzemelerin, çimentodan seramiğe, ahşap parkeye kadar tümünün sürükleyici gücüdür. Yapı sektörü bütün bu alt sektörlerin canlı tutulmasıyla işsizliği emerek de “sünger sektör” niteliğini kazanır. Niçin böyle oldu? Piyasa koşulları, bütün sektörlerde olduğu gibi inşaat sektöründe de geçerlidir. Bir süreden beri ülkemiz ekonomisi için büyüme motoru olarak seçilmiş olan, “inşaat yoluyla büyüme” denemesi başarısızlığa uğramıştır. İnşaat sektörü zor günler geçirmekte. Niçin böyle oldu? Ekonomistler seçilen modelin yanlışlığını, ülke kalkınmasının inşaata dayandırılarak sürdürülmesinin olanaksızlığını daha başlangıçta açık seçik belirtmişlerdi. Ülke çapında öncelikle ekonomik, sosyal ve fiziksel alanda stratejik planlamaya ihtiyacımız var. “Planlamak”, geleceği tasarlamaktır. Nüfusun ve ekonomik üretimin ülke çapında dağılımının ve yerleşmesinin bir plan sistemine uygun olarak belirlenmesi gerekir. Aksi halde gidiş, liberalizmin “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” formülüne ayak uydurur. İşte bugün yaşadıklarımız da bu anlayışın sonuçlarıdır. Bugün karşılaştığımız ciddi sorunlar genelde, birçok alandaki plansız gidişin doğurduğu sonuçlardır. Plansız kentleşme Kentsel planlama ve kentsel tasarım boyutunun ihmaliyle de karşımıza şunlar çıktı: n Başıboş, plansız kentleşme, n Büyük kentlerde nüfus patlaması, n Bütüncül planlama yerine parsel bazında plan değişiklikleri ile yoğun ve yüksek yapılaşma, n Kişiye özel plan değişiklikleri, n Arsanın imar haklarıyla artan değerinin tümünün arsa sahibine ya da girişimciye kalması nedeniyle arsa yağması, n Sonuç olarak, arsa spekülasyonu yoluyla, çevre, tarih, kültür, mimarlık değerlerinin ve yeşilin yok edilmesi. Üretilmeyen tek şey toprak “Dünyada üretilmeyen tek şey topraktır” denir. Bizde sıkça yapılan plan değişiklikleri sonucunda elde edilen yeni imar hakları ve artırılan inşaat alanlarıyla bir bakıma sanki toprak da üretilmiş olmaktadır. Ne var ki bu uygulamayla kentler kimlik, ölçek ve yaşam kalitesi kaybına uğramaktadır. Bunun halk dilindeki özlü anlatımı “çarpık kentleşme”dir. Bütün bu olumsuz gelişmelerden meslek insanları olarak en çok etkilenenler, bu ülkenin mimarlarıdır. Çarpık kentleşmeden en çok onlar yakındıkları halde ilk suçlananlar onlar olmaktadır. Aslında gerçek sorumlular, yerel ve merkezi yöneticilerdir. Yine, ödünlere dayalı anlayışla sürdürülen kentsel dönüşüm, yapılan tutarsız plan değişiklikleriyle rantsal dönüşüme dönüşmüştür. Sonuçta, konut arzı, konut talebini ve alım gücünü çok aşmış, o nedenle biriken stoklar, sektörde konkordatoları ve iflasları körüklemiştir. Konutlarının yapımını bekleyen pek çok hak sahibi de mağdur durumdadır. Yetki karmaşası Planlama konusunda şu anda önemli bir sorun da kamu kurumları arasındaki yetki karmaşasından kaynaklanmaktadır: Belediyelerin yanı sıra çeşitlikli bakanlıklar, TOKİ, OİB, Milli Emlak vb. pek çok kurum plan ve plan değişikliği yapma konusunda yetki sahibidir. Aslında, planlama ve karmaşa birbirine ters düşen kavramlardır. Sonuç, kent kimliğine, ölçeğine aykırı, garip uygulamalar olmaktadır. Ekonomik çıkmazda bir başka etken de iktidarın çok iddialı, ancak doğruluğu çok tartışılır yol, köprü, tünel, kanal, havalimanı ve şehir hastaneleri gibi mega (!) projeleri olarak öne çıkmaktadır. Bunlardaki tutarsızlıkların, ölçek ekonomisi türünden yanlış yatırım ve finansman modelleriyle ekonomiyi çıkmaza sürüklediği de yaşanan örneklerle görülmektedir. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle