17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 1 ŞUBAT 2019 CUMA [email protected] TASARIM: BAHADIR AKTAŞ OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Yine bir ‘Dünya Cüzzam Günü’nden sesleniyorum Prof. Dr. Ayşe Yüksel Cüzzamla Savaş Derneği Başkanı Birçok toplumda damgalama nedeni olan lepra hastalığına karşı, farkındalık yaratmak, konuya duyarlılık sağlamak amacıyla, her yıl ocak ayının son pazar günü, “Dünya Cüzzam Günü” olarak anılıyor. İlk defa, 1953 yılında, kendisi de lepra hastaları ile çalışmış, Raoul Follerau, ocak ayının son Pazar gününü ‘Dünya Lepra Günü’ olarak anılmasını başlatmıştır. Günümüzde, Hindistan, Brezilya vb ülkelerde hâlâ önemli sağlık sorunu olan lepra hastalığına 2017 yılında 210 bin 617 kişi yakalandı. Bunların 16 bin 979’ u çocuk. Yeni vakalar Türkiye’de, Cüzzam ya da Lepra Hastalığı denince ilk aklımıza gelen isim Prof. Dr. Türkan Saylan. Onun, ekibi ile birlikte yıllarca süren çalışmaları sonucunda, lepra hastalığı artık ülkemiz için önemli bir sağlık sorunu olmaktan çıktı. Dünya Sağlık Örgütü, son on yıldır, ilaçla tedavisini tamamlamış kişilere lepra hastası ifadesi yerine “Lepradan Etkilenmiş Kişi” diyor. Bu tanıma göre ülkemizde 1500 kadar Lepradan etkilenmiş kişi var. Çoğu yaşlı ve uzun yıllar önce geçirdikleri hastalığın sonucu olarak, göz, el ve ayaklarda engellere sahipler. Bu açıdan da, hem tıbbi hem de sosyal açıdan uzman bir hastanede takip edilmeliler. Öte yandan, Türkan Saylan’ın 2009 yılında vefatından sonra, ülkemizde yeni vakalar görülmeye başladı. Bu durum hastalığın yeniden canlanması anlamına gel Türkiye’de, Cüzzam ya da Lepra Hastalığı denince ilk aklımıza gelen isim Prof. Dr. Türkan Saylan. Onun, ekibi ile birlikte yıllarca süren çalışmaları sonucunda, lepra hastalığı artık ülkemiz için önemli bir sağlık sorunu olmaktan çıktı. Ülkemizde 1500 kadar Lepradan etkilenmiş kişi var. geldi. Türkan Saylan, benim gitmemi önerdi, heyecanlanmıştım, Birleşmiş milletlerde çalıştaya katılacak ülkemi temsil edecek, yıllardır emek verdiğim lepra hastalarının haklarını savunacak, çözüm üretmek için emek verecektim. ‘Lepra yönetmeliği’ Cenevre’deki Birleşmiş Milletler binasında birçok ülkenin temsilcisi vardı, Türkiye’yi, ben ve Konso losluk görevlisi temsil edi Türkan Saylan ve arkadaşlarının yıllarca süren çabaları ile ülkemizde lepra hastalığına karşı ayrımcılık, önyargı ve damgalama azaldı hatta, kalmadı bile diyebiliriz. Ne yazık ki dünya bugün hâlâ bu konuyu konuşuyor. yorduk. Ben de ülkemizdeki lepra çalışmalarını, insan haklarını iyileştirme ye yönelik çalışmaları an miyor. Ülkemizde görülen son miştik. Toplantılarda, hâlâ, tıb lattım. Türkan Saylan aylarca vakalar diye açıklanabilir. bi tedaviler konuşuluyordu, o Sağlık Bakanlığı’nda çalışmış Uluslararası Lepra Eği uzağı gören , önde giden yapı “Lepra Yönetmeliği”ni insan tim Birliği (ILEP), bu yıl 27 sı ile bana, “Ülkemize dönün haklarına yakışır bir şekil Ocak 2019 günü anılacak olan ce uluslararası lepra çalışta de düzenlemişti. Sadece bu “Dünya Lepra Günü”nde, ko yı düzenleyelim, insan hakla mu? Okula alınmayan has nuşulması, üzerinde çalışıl rı ihlalleri için bildirge hazırla ta çocukları için öğretmen ması istenen konu başlığını yalım” demiş, planlama çalış leri eğitmesi, topluma yöne “Ayrımcılık, Damgalama ve malarına başlamıştık, otel oda lik eğitim çalışmaları, evsiz Önyargıları Ortadan Kaldır sında. hastaya ev yapma, iş bulma, ma” olarak belirledi. Bu başlığı okuyunca yeniden Türkan İnsan hakları ihlalleri düğün dernek yapma vb. bir çok çalışma gerçekleşmişti. Saylan’ın, bu konudaki çalış Hazırlıklar sonrasında, 2008 Yıllar içinde eğitim bursu maları aklıma geldi. Yıllar bo yılının ekim ayında düzenle desteği ile birçok hasta çocu yunca hem hastalığı tedavi et nen çalıştayda, uluslararası ğu okutulmuş, meslek sahi miş, hem hastaların sosyoeko uzmanların da katılımı ile lep bi olmuştu. Önceleri cüzzam nomik koşullarını iyileştirmiş, ra hastalarına karşı uygula lının çocuğu diye anılırlarken hem de damgalama ve ayrım nan insan hakları ihlalleri ko onların meslek sahibi olma cılıkla mücadele etmişti. Bir nusunda yapılması gereken ları ile ailenin sosyal statüsü çok ülke çok sayıda olan has leri bir manifestoda toplamış iyileşmiş hastalarımıza doktor taları saptamak, tıbbi tedavi tık. Türkan Saylan, bu bildir beyin babası, öğretmen hanı lerini planlamak için uğraşır geyi, Birleşmiş Milletler İn mın annesi gibi hitap edilme ken, o çok yönlü yaklaşımla san Hakları Birimine gönder ye başlanmıştı. Türkan Hoca hastalığın kökünü kazıyordu. di. Bir müddet sonra, 2009 yılı sosyal tıp anlayışı ile hem tıb Yaşamının son zamanların ocak ayında ülkelerin temsilci bi hem sosyal açıdan gereksi da, birlikte Hindistan’a “Ulus lerinin katılımı ile Cenevre de nimleri yerine getirmişti. lararası Lepra Kongresi’ne git bir çalıştay yapılacağı haberi Geçenlerde hastalığı bit miş, yaşı ve engelliliği ilerlemiş bir kadın hastamız aradı, komşusunun evi yanmıştı, bizden ona ev yapmamızı istiyordu, çünkü Türkan Hocasından öyle görmüştü. Bu çok zor yapamayız deyince de “Hiç olmazsa buzdolabı, çamaşır makinesi yollayın” dedi. Onu da yapamayız deyince, “aa olur mu ama Türkan Hoca biz taburcu olup evimize dönerken yanımıza verirdi, sizin ihtiyacınız yoksa komşularınıza verirsiniz derdi” dedi. Haklıydı, Türkan Saylan, onların sıkıntıya düşmemesi için çalışır, çalışırdı. Bunları anlattığımda, toplantı sonunda, etrafımı sardılar, birçok kişi ülkesine döndüğünde hastaların sosyoekonomik durumlarını iyileştirmek için neler yapabileceğini öğrenmek istiyordu. “Türkan Hocam, sen ne büyüksün” demeden edemedim. Türkan Saylan ve arkadaşlarının yıllarca süren çabaları ile ülkemizde lepra hastalığına karşı ayrımcılık, önyargı ve damgalama azaldı hatta kalmadı bile diyebiliriz. Ne yazık ki dünya bugün hâlâ bu konuyu konuşuyor. Her yıl ocak ayının son haftasında “Dünya Lepra Günü”nü anmayı Türkan Saylan’dan öğrendik. Onun yokluğunda biz Cüzzamla Savaş Derneği olarak anmaya devam ediyoruz. Bizim konu başlıklarımız daha çok yaşayan lepradan etkilenmiş kişilerin yaşamlarını kolaylaştıracak çalışmaları anlatmak oluyor. Yerli mi, milli mi? İhracata Akbank desteği İhracatçının Gücü Paketi Türkiye kazansın diye, İhracatçının Gücü Paketi ile ihracatçımızı destekliyoruz. Paketten yararlanmak için Akbank şubelerine gelebilir veya [email protected] üzerinden uzmanlarımızdan destek alabilirsiniz. Akbank T.A.Ş. faiz oranlarını, ücret tutarlarını, talep edilen kredi tutarlarını, vadeyi, şartları, banka politikaları ve piyasa koşullarına göre değiştirme ve kampanyayı durdurma hakkını saklı tutar. Hüseyin Karadede / Endüstri Mühendisi 2018 yılında yaşanan TL’nin değer kaybı ve ardından gelen ekonomik kriz, hükümeti birtakım tedbirler almaya yönlendirmiştir. Bu kampanyalardan bir tanesi de “yerli üretim” kampanyasıdır. Kampanya ile halk “yerli üretim” ürünlerinden almaya teşvik edilmektedir. Bu sayede kıt bulunan dövizin yurtiçinde kalması hedeflenmektedir. Bu kampanyalarda ortaya konan yaklaşımlar, mülkiyet esaslı olmadığı ve ekonomi politik açıdan temelsiz olduğu için sonuç alınamayacağı açıktır. Sermayenin (paranın) davranış biçimi, mülkiyeti ile doğrudan ilişkilidir. Burada hedeflenen “yerli üretim” mi olmalıydı, yoksa “yerli malı” mı olmalıydı? Her “yerli”nin “milli” olmadığı gözden kaçmaktadır. Hatta onlarca yıllardır Türkiye’de uygulanan politikalar bunun tersi yöndedir. 2003 ile 2017 yılları arasında gerçekleştirilen özelleştirmeler kapsamında, 101 kuruluşta bulunan kamu payları ile 10 liman, 85 elektrik santrali, 40 işletme, 11 otel/ sosyal tesis, 3 bin 631 taşınmaz, 37 maden sahası, 3 gemi, 6 bin 808 kalem makineteçhizat, 155 adet isim hakkı/marka ve araç muayene hizmetleri, toplam 59.9 milyar ABD doları bedelle satılmıştır. Diğer yandan AKP’nin iktidara geldiği yıldan itibaren devlet harcamalarının GSYİH içinde payının giderek düştüğünü görmekteyiz. Tablo 1’de bu durum beşer yıllık kesitlerle özet olarak verilmiştir. Bunun anlamı, kamunun giderek ekonomiden el ayak çekmesidir. İstanbul Sanayi Odası en büyük ilk 500 firma listesinin ilk 5 firmasından 4’ü yabancı sermayeli şirkettir. Toplamda 500 firmanın 61 adedi yabancıdır. Yabancı sermayeli şirketler, uzun vadeli olarak ülkede kalsa da, kârları yurtdışına transfer olduğu için, ödedikleri vergi ve yarattıkları istihdam dışında yararları olmamaktadır. Hele ki, döviz dengesine katkıları ilk yatırım anından sonra çok sınırlı olmaktadır. İster ilk kalkınmış Batı ülkeleri olsun ister ikinci dalga olarak kalkınan Japonya, Güney Kore, Çin vb. ülkeler olsun kalkınmaları hep yerli firmaları ile olmuştur. Türkiye’de bu konuda tersi bir yol izlemekte, ülkenin daha Cumhuriyetin kuruluş yıllarında kazanılan tüm ekonomik değerleri yabancılara devredilmektedir. Tüm bu nedenlerle, ürünlere “yerli üretim” damgası vurmak ve “yerli üretim” damgalı ürünlerin satın alınması yönünde kampanyalar yapmak, istenen sonuçları vermeyecektir. Satın alınan ürüne verilen kaynağın kime gittiğine bakmak gerekir. Bu nedenle, Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında “yerli malı” kavramı vardı. “Yerli üretim” ile “yerli malı” kavramları birbirinden farklıdır. Bu farkı anladığımız gün, birçok şeyi anlamış olacağız. Bunun için de bir dünya görüşü gereklidir. Bu da şu anda mevcut değildir. Adil ve şeffaf seçim??? İktidar seçim kampanyasını dün başlattı: AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, 11 maddelik bir programı “Manifesto” adı altında açıkladı. (İktidar sola karşıdır ama sol dili (jargonu) yani sol terim ve kavramları kullanmayı pek sever.) Açıklanan 11 madde, 25 yıldır yönettikleri İstanbul ve Ankara’da yapılan yanlışları sanki muhalefet yapmış gibi, geçmişi yok sayan bir mantıkla hazırlanmış: 1 Şehir planları 2 Altyapı ve ulaşım 3 Kentsel dönüşüm 4 Benzersiz şehirler 5 Akıllı şehirler 6 Çevreye saygılı şehirler 7 Sosyal belediyecilik 8 Yatay şehirleşme 9 Halkla birlikte yönetim 10 Tasarruf ve şeffaflık 11 Değer üreten şehirler HHH Bu iktidarın en önemli özelliği, yaptığı yanlışları başkalarına mal etmesi, bunları sanki muhalefet partileri yapmış gibi anlatması ve insanları bizzat içinde yaşadıkları gerçeklerin tersine inandırmaya çalışmasıdır: Demokrasi, özgürlükler ve medya konularında dünya sıralamalarında artık dibe vurmuş olan güzel ülkemizi bir demokrasi ve özgürlük cenneti gibi sunma çabaları bu dönemin mizah tarihini oluşturan bir edebiyat yaratmıştır. HHH Bu yazıda dikkat çekmek istediğim nokta yukarda açıkladığım çelişki değil... Seçimin adaletsiz ve dengesiz yapısı üzerinde durmak istiyorum: Aynen Erdoğan’ın 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimine Başbakanlıktan istifa etmeden girmesi ve tarafsız Cumhurbaşkanı seçildikten sonra da AKP lehine propaganda yapmaya devam etmesi gibi, bu seçimlerde de, sadece hükümetin değil, devletin de bütün olanaklarının iktidar lehine, gerçek muhalefetin aleyhine, seçim şeffaflığını ve adaletini yerle yeksan eden bir biçimde kullanılması, demokrasinin temel felsefesine de, Anayasa’ya da aykırı. OHAL altında KHK’larla yönetilen ve mühürsüz oyların bile yasaya aykırı olarak sayıldığı 16 Nisan 2017 Halkoylaması ile Parlamenter Demokrasi sona erdirilip Tek Adam Yönetimi, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı altında kurulunca, fiili Tek Adam Yönetimi yasal olarak da başladı ve seçim adaleti bütünüyle sona erdirildi... 24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimleri de bu adaletsiz ortamda yapıldı... Şimdi de sırada aynı adaletsiz ortamda yapılacak olan belediye seçimleri var. Hükümetin ve devletin bütün haksız ve hukuksuz müdahalelerine karşın AKP, seçim sonuçlarından kaygılı: Çünkü 25 yıllık yerel yönetim ve 17 yıllık merkezi yönetim bıkkınlığına ek olarak ekonomik kriz, bütün halkı pençesine almış durumda. Dilerim iktidarın bu kaygısı, zaten adaletsiz olan bu seçimlerde, sandık güvenliğini bile ortadan kaldıracak önlemler alınmasına yol açmaz! HHH SANDIK GÜVENLİĞİ DEMOKRASİNİN YETERLİ KOŞULU DEĞİLDİR AMA “OLMAZSA OLMAZ” GEREKLİ KOŞULUDUR. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle