21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 22 EKİM 2019 SALI [email protected] olaylar ve görüşler ‘Ekmek’ yeniden yazılmalı İrfan O. Hatipoğlu Yazar Günlük yaşamı sürdürmenin zorlukları işsizlik, yoksullaşma, stres vb. etkenler, öncelikle sağlıklı bedensel, ruhsalyaşamı olumsuz etkiliyor. Beslenme alışkanlıklarını değiştirerek sağlıklı yaşamı sürdürülebilir olmaktan çıkarıyor. Zihinsel tutukluğu, gelişme geriliği önceleyen karbonhidrat ağırlıklı beslenmeye eviriliyor. Karbonhidrat ağırlıklı beslenmenin görünen yüzünü ise ekmek tüketimidir. Ülkemizde günlük diyet içinde ekmek önemli yer tutar. Öyle ki, yurttaşlarımız günlük yaşam enerjisinin (kalori) yaklaşık yüzde 40’ını ekmekten sağlıyor. Bu oran düşük sosyoekonomik düzeydeki gruplarda yüzde 6070’e kadar çıkmakta. Ekmeğin yeri bununla sınırlı değil. Günlük yaşamımızda ekmeği içselleştirir, yoksullaşma düzeyimizi hesaplarken, “iş” ve “aşı” “ekmeğimi dokunma/dokundurmam” diyerek kutsarız. Başkalaşım Kutsadığımız/içselleştirdiğimiz ekmek; uluslararası tohum, tarım kimyasalları üreten tekeller tarafından “hiç” durumuna düşürüldü. Uzunca zamandır bitkilerin genetik yapısına saldırarak, bitkileri kendileri dışında her şeyi benzetmekteler. Buğday da bunlardan biri... Yürütülen “ıslah” çalışmaları kapsamında, buğday genine yabancı genler transfer edilerek, “transgenik buğday” geliştirdiler. Buğday olmaktan çıktı. DNA’sına baktığımızda biraz balık, biraz küf ve daha bilmediğimiz birçok şey içeren bitki. Sağlığımızı katkı yapmaktan çok uzaklaştırdılar. Bilim insanları, transgenik buğday tüketen insanların DNA’sında öngörülemeyen değişiklikler Ekmeğe yapılan saldırı, yalnızca buğdayın genetik yapısının oynanmasıyla sınırlı değil. Üretim sürecinde kullanılan kimyasal katkı maddeleri ile daha sağlıksız/tehlikeli hale getiriliyor. oluşacağını belirtiyor. Gluten arttı Örneğin buğdaya yapılan müdahale sonrası, buğdayda gluten içeriği yüzlerce kat arttı. Glutenin fazla tüketilmesi insanlarda, gluten intoleransın (çölyak hastalığı) yaygınlaşmasının önünü açtı. Yine glüten içeriğinin yüksekliği, nedeni bilinmeyen vücut ağrıları, baş ağrıları, migren, anemi (kansızlık), kısırlık, vücut döküntüleri, otoimmün hastalıklar gb. önemli sağlık sorunlarının ortaya çıkarmasında tetikleyici olduğu biliniyor. Geniş saldırı Ekmeğe yapılan saldırı, yalnızca buğdayın genetik yapısının oynanmasıyla sınırlı değil. Üretim sürecinde kullanılan kimyasal katkı maddeleri ile da ha sağlıksız/tehlikeli hale getiriliyor. Ekmeğin bayatlamasını geciktirmek, üretim kusurlarını düzeltmek, hacim artışı sağlamak, unun su bağlama kapasitesini artırmak, daha beyaz görünümlü ekmek üretmek için kullanılan sayısız ekmek katkı maddeleri var. Örneğin ekmeğin pişirme süresini kısaltmak, hamuru güçlendirmek, güzelleştirmek için üretimde çokça kullanılan “Potasyum Bromat” tiroid ve böbrek kanseri ile ilişkilendiriliyor. Yine ekmeği yumuşatmak için kullanılan Azodi karbonamid solunum hastalıkları, alerjik astım. Kıvam artırıcı, tatlandırıcı ve nem tutucu olarak kullanılan gliserin baş ağrısı, susuzluk, bulantı ve kan şekerinin yükselmesine neden olduğu saptandı. Sorun devam ediyor Ülkemizde buğday ve ekmek üretimi sürecinde yaşanan olumsuzluklar bilinmesine karşın sağlıklı, kaliteli üretmek için çaba harcamıyoruz. Bu nedenle çok fazla ekmek tüketmemize karşın ekmekten alınabilecek B gurubu vitaminleri, demir, folik asit eksikliğine bağlı yaygın sağlık sorunları ile beyaz undan üretilen ekmeğin tetikleyicisi olduğu metabolizma (diyabet, obezite), kroner kalp yetmezliği vb. hastalıklar “genel halk sağlığı” sorunu oluşturmaya sürdürüyor. Ülke olarak ekmeğin üretim öyküsünü yeniden yazmak zorundayız. Öykünün ana temasını, uluslararası tohum tekelerinin “hiç” ettiği tohum yerine, yerli tohuma dönüş oluşturulmalıdır. Deizm dünyada niçin yükseliyor? İsmail Özcan: EğitimciYazar Deizm, Fransızca “déisme”in dilimizdeki söylenişidir ve “Tanrıcılık” demektir. Dinlerden ve peygamberlerden bağımsız olarak akıl yoluyla ulaşılan, evreni ve içindekileri yaratan bir Tanrı’nın var olduğunun kabulüdür. Deistlere göre bu, saf, bozulmamış; üzerinden istismarlar yapılmamış bir Tanrıcılıktır. Tersi ateizm (Fransızca athéisme) Tanrıtanımazlık demektir. Tanrı tanımayana da ate (athé) denir. Kendisi Tanrı tanımamakla yetinmeyip bunu başkalarına da telkin etmeye çalışan kişiye ateist (athéiste) deniyor. Teoloji (théologie), Tanrıbilimidir. Teolojinin Osmanlıcası ilahiyattır. Geleneksel deizm Geleneksel deizmde, Tanrı evreni ve içindekileri yaratıp kendi haline bırakmıştır. Evrendeki işleyişe müdahalesi yoktur. Dolayısıyla insanların yapıp ettiklerinden sorumluluğu konusu muğlaktır. Fakat deistler içinde her çağda Tanrı’nın insanları iyilik yaptıklarında, dürüst davrandıklarında ödüllendireceği; kötülük, zulüm ve haksızlık yaptıklarında cezalandıracağı inancına sahip olanlar hep olmuştur. Yeni zamanlarda deizmi bu şekilde algılama eğilimi artmaktadır. Deizmin her çağda hem yandaşları hem de karşıtları olmuştur. Özellikle din kurumları ve onların mensupları bu felsefeye hep karşı çıkmışlardır. Halbuki dindarlar açısından deistler ateistlerle mukayese edildiğinde daha makbul bir konumda olmalıdır. En azından Tanrı inancında bir ortaklık (asgari müşterek) söz konusudur. Ate bir şahsa, “dinsiz, Allahsız” denebilir; ama deist bir şahsa, “dinsiz, Allahsız” denemez. Çünkü deist din kabul etmez, ama Allah’a yani yaratıcı bir kudrete inanır. Yükseliş sebebi Deizm ülkemizde de dünyada da yükselme eğiliminde. Zama Ünlü bir araştırma şirketinin 23 ülkede yaptığı bir araştırmanın sonuçlarına göre araştırmaya konu olan 23 ülkede din adamlarına güvenenlerin oranı yüzde 21 olarak tespit edilmiş. Türkiye’de ise bu oran sadece yüzde 12. Dünya ortalamasının neredeyse yarısı. nımızda, “Niçin?” diye soracaklara verilecek yanıt hiç zor değil. Çünkü dinlerin buyruk ve yasaklarının, özellikle ahlaki talimatlarının dindarlar tarafından kolayca ihmal edilmesi; inananların ve onları temsil edenlerin doğru, dürüst, düzgün insan olma konusunda iyi örnek oluşturamaması; en yüksek dinsel değerlerin bile inananlarca çıkarlara alet edilmesi deizme rağbeti artırmıştır. Bu durum İslam dünyası için de geçerlidir. İnanmak, insan doğasındaki baskın eğilimlerden biri. İnsanlar bu eğilimi dinle karşılayamayınca alternatif aramaya yöneliyorlar. Deizm bu anlamda bir alternatif. Bu yüzden deizmin yükselmesi bir sürpriz değil, anlaşılabilir bir tepkidir. “Din” adı altında toplanan her sistem dünyevi davranışlar bakımından teorik olarak iyilik yanlısı, kötülük karşıtıdır. Ama bu teorinin pratiğe yansıması her devirde çok sınırlı olmuştur. Var olan bütün dinlerin mensuplarının büyük çoğunluğu sanki din yokmuş gibi davran mışlardır. Hemen her dinde ibadete ilişkin buyruklara büyük oranda uyulurken ahlaki buyrukların kolayca göz ardı edilmesi yaygın hale gelmiştir. Uygulayan yok Sözgelişi, Yahudilikteki ünlü “10 Emir”in, “insan öldürmemek, kimsenin bir şeyini çalmamak, yalan şahitlik yapmamak, zinaya yaklaşmamak, komşu haklarına titizlikle saygı göstermek” gibi her zaman evrensel insan hakları arasında yer alan esasları; bazı değişiklik ve ilavelerle Hıristiyanlık ve Müslümanlıkta da tekrarlanmıştır. Ama söz konusu üç dinin hiçbirinde bunların tam bir uygulamasına şahit olunmamıştır. İyiliğin, güzelliğin, dürüstlüğün gerektirdiği en basit bir davranışın ihmal edilmemesinde en önemsiz, en marjinal kötülüklerden bile uzak durulmasında olabildiğince ısrarlı bir din olan Müslümanlığın mensupları da çoğunluğu itibarıyla tam aksi yönde kötü örnek oluşturdukları, bu da giderek yaygınlaştığı için deizmin İslam dünyasında ve Müslümanlar arasında da yükselme trendine girmesinde şaşılacak bir taraf yoktur. Diyanete güven yok Birkaç gün önce bazı gazetelerde İPSOS adlı ünlü bir araştırma şirketinin 23 ülkede yaptığı bir araştırmanın sonuçları yer aldı. Bu araştırma, toplumlara hizmet sunan bazı mesleklerin mensuplarına kamuoyunda ne kadar güvenildiği ile ilgiliydi. Bu araştırmaya göre araştırmaya konu olan 23 ülkede din adamlarına güven yüzde 21 olarak tespit edilmiş. Türkiye’de ise bu oran sadece yüzde 12. Dünya ortalamasının neredeyse yarısı. Diyanet kurumunun da din görevlilerinin de bu sonuç üzerinde başlarını iki ellerinin arasına alarak “Biz ne yaptık, nasıl böyle bir sonuca yol açtık” diye sorup derin derin düşünmeleri ve kendilerini sorgulamaları savsaklanamaz bir görev ve bir zorunluluktur. Bilmesinlerci dil ve Obscurantist uygulamalar! Obscurantism, Bilmesinlercilik, dinsel öğreti tekelini kaybetmek istemeyen Hıristiyan papazların, İncil’in Latince’den başka bir dile çevrilmesine karşı çıkmalarından kaynaklanan bir terimdir: Esas olarak, bir siyasal grubun ya da bir din/ mezhep mensuplarının, kendileri dışındakilerin belli konularda bilgi sahibi olmalarını engellemek çabası ve eylemi olarak tanımlanabilir. DinTarım toplumları zamanında, insanların dinlerini din adamlarından bağımsız olarak kendi kendilerine öğrenmeleri sadece inanç açısından değil, siyasal açıdan da tehlikeli sayılırdı: Çünkü o zaman Papanın, Patriğin, Kralın, İmparatorun, Halifenin, Şahın, Padişahın, Sultanın Tanrı/Allah/Din adına halka dayatılan otoritesi sarsılırdı. Bu nedenle Aydınlanma Devrimi ve Aydınlanmacılar düşman olarak görülürdü. Sonradan otoritenin kaynağı dinden, Tanrı’dan, Allah’tan halka, millete, seçmene aktarılınca, Bilmesinlercilik eylemi de din adamlarının, papazların, rahiplerin, şeyhlerin, mollaların, imamların fiili tekelinden alındı ve otoriter iktidarların hukuksal yaptırımları ile desteklenmeye ve uygulanmaya başlandı. Yasaklar kimi zaman dine, günah kavramına dayandırıldı; din faktörünün kullanılmasına elverişli olmayan konularda ise mahkemeler devreye sokuldu ve iktidarın yaptığı haksızlık, hukuksuzluk ve yolsuzlukları belirten ve/veya oy kaybına yol açabileceği düşünülen konularda, haber ve yorum yasakları getirildi. Bunlardan birini Türkiye’de 12 Eylül Askeri Darbesi döneminde ben de bizzat yaşadım: Hacettepe’den istifa ettiğime ilişkin haberde fotoğraf ve gerekçe kullanılması sıkıyönetimce yasaklandı. Böylece, sakalımı kesmem istendiğinden dolayı YÖK’ü protesto etmek için üniversiteden istifa ettiğim kamuoyundan güya saklanmış oldu! HHH Son dönemde, “Obscurantism”, genellikle mahkeme kararlarıyla haberlerin yasaklanması ve hatta bazen bir haberin yasaklanması haberine dahi yasak getirilmesi biçiminde yaşanıyordu. Terimler ve kavramlar kullanılarak yani dil üzerinden yapılan “Bilmesinlercilik” ise eski bir yöntemdir ama son zamanlarda önemli bir yenilik olarak ortaya çıktı: Bunun son örneğini Suriye ile yaşanan krizde, TSK’nin yaptığı “Sınır ötesi harekât” ve “Teröristleri temizleme operasyonunda” gördük: “Savaş” demek ihanet sayıldı. “Savaşa karşı çıkmak”, “Barış istemek” terör örgütü destekçiliği ile suçlanır oldu. Derken Türkiye ile ABD arasında bir anlaşma imzalandı: ABD bu anlaşmayı bir “Ateşkes” olarak belirtirken, Türkiye’de en yetkili ağızlardan bunun bir “Ateşkes” olmadığı “…Ara vereceğiz, durdurma değil. Bu bir ateşkes değildir” denilerek açıklandı. HHH Günümüzde, “Obscurantizmin” şakası yok, abuk sabuk gerekçelerle insanı hapse bile tıkıveriyorlar! YAŞASIN AYDINLANMA DEVRİMİ... YAŞASIN GERÇEK HABER VE BİLGİ! Bizim niçin Kemalist olduğumuz belli. Türkiye’de bir din devleti ya da etnik farklılıklara dayalı bir devlet kurma peşinde olanların, neden Kemalizme karşı oldukları da belli.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle