18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 20 Ağustos 2018 EDİTÖR: ALPER İZBUL TASARIM: FUNDA YAŞAR ER ‘Berberoğlu’na dokunulamaz’ AKP’nin ilk döneminde TCK yenilenmesi çalışmalarında yer Tutuklu CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun yeniden seçilse de dokunulmazlık kazanmadığı yönünde karara yapılan itirazın sonucu beklenirken, Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin tartışma yaratan söz konusu değerlendirmesine bir tepki de Türk Ceza Yasası eklenen geçici maddenin “genel düzenleyici hüküm olmadığını” ifade eden Özgenç, “20 Mayıs 2016 tarihi itibarıyla işlenmiş belirli fiillerle sınırlı olarak ilgili milletvekilleri hakkında dokunulmazlığın kaldırılması mahiyeti taşıdığını” belirtti. Özgenç, şunları söyledi: “Söz alan hukukçu İzzet ve Ceza Muhakemeleri Yasası’nı yazan Prof. Dr. İzzet Özgenç, tutuklu vekil Berberoğlu Özgenç’ten geldi. Konuyu Twitter hesabında değerlendiren Özgenç, “dokunulmazlığın sebebinin, kişinin milletvekili sıfatını iktisap etmesi ve taşıması olduğunu” için, ‘Milletvekili belirterek “Kişi milletvekili sıfatını taşıdığı sürece do seçilen kişi dokunulmazlıktan yararlanır’ dedi kunulmazlıktan yararlanır. Bu nedenle dokunulmazlık, sürekli değil, geçici niteliktedir” dedi. Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin değerlendirmesinin aksine anayasada dokunulmazlıkların kaldırılması için konusu madde düzenlemesi, ne genel normözel norm ilişkisi ne de kuralistisna ilişkisi çerçevesinde ve hatta ne de süreli veya geçici kanun olarak değerlendirmeye tabi tutulabilir. Bu durumda, anayasanın 83. maddesinin dördüncü fıkrası hükmünün uygulama kabiliyeti bulacağında hiçbir kuşku bulunmamaktadır: Tekrar seçilen milletvekili hakkında soruşturma ve kovuşturma, Meclis’in yeniden dokunulmazlığını kaldırmasına bağlıdır.” l ANKARA /Cumhuriyet Mektuplardaki çığlık Cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlülerin Türkiye’nin dört bir yanından gönderdiği mektuplar hak ihlalleri ve işkence iddialarıyla dolup taşıyor SEYHAN AVŞAR/ ZEHRA ÖZDİLEK Türkiye’nin dört bir yanındaki cezaevlerinden tutuklu ve hükümlülerin çığlıkları geliyor. Tutuklu ve hükümlülerin Silivri, Balıkesir, Kırıkkale, Kocaeli cezaevlerinden gönderdiği mektuplarda; kaba dayak işkencesine maruz kaldıkları, duruşmalara götürülmek yerine Sesli Görüntülü Bilgi İletişim Sistemi’yle (SEGBİS) savunma yapmak zorunda kaldıkları, tedavi haklarının engellendiği, sevk dilekçelerinin dikkate alınmadığı, hastaneye götürüldüklerinde çift kelepçe takıldığı, mektupların sansürlendiği, kitaplarına el konulduğu gibi birçok hak ihlaline yer verildi. Mektuplarda dile getirilen kimi şikâyetler şöyle: SEGBİS dayatması Kırıkkale F Tipi Cezaevi’nde kalan görme engelli Hasan Basri Yıldız: Yüzde 90 görme engelliyim. Gözlerim görmediği için bu mektubu arkadaşıma yazdırıyorum. Yanımda bir kişi olmadan nerede olduğumun ayırdına dahi varamıyorum. Hal böyleyken avukat talebim reddeliyor, anayasaya ve usule aykırı bir yargılama yapılıyor. Artık yargılamalar bilindiği üzere SEGBİS ile yapılıyor. Bir ekranın karşısına geçiriyorlar, kumanda aletiyle yargılama yürütüyorlar. Yasal haklarınızı, savunma hakkınızı isteyip SEGBİS’e itiraz ederseniz kumanda ile ses kapatılıyor ve savunma hakkınızdan vazgeçtiğiniz iddia edilerek yargılama bitiriliyor. Ceza veriliyor ve hemen SEGBİS odasının yanındaki hücreye geri götürülüyorsunuz. SEGBİS dayatmasından kaynaklı on yılları bulan ziyaret ve iletişim cezası almış bulunmaktayım. Tek isteğim bu gerçekliğin duyurulması... ‘Şiddetli ağrılarım var’ Silivri Kapalı Cezaevi’nden Dilan Ekin: Biliyorsunuz belim kırık ve platin var. Platinlerden biri kaymış durumda yaşadığım işkencelerden dolayı. Platin kaydığı için de kemik kaynamamış. Hem şiddetli ağrılarım oluyor hem de felç kalma ihtimalim çok yüksek. Gün içinde şiddetli ağrılarım olduğu için hep dinlenmek zorunda kalıyorum. Yanımda arkadaşlarım olmasa gerçekten çok daha zor olurdu her şey. Ayrıca hapishanede okuma ihtiyacı en mühimi. Kütüphaneden idare etmeye çalışsak da sadece tek kitap verildiği için bu ihtiyacı karşılamıyor. Neden tek kitap verildiğini sorduğumuzda “Bu hapishanenin okuma oranı yüksek” deniliyor. Tabii sanatçılar, öğrenciler, gazeteci ve akademisyenlerin birçoğu tutsak olunca okuma oranı da yükselmiş oldu. Bizlere onurlu aydınlarımızın Nâzım’ın, Hasan Hüseyin’in, Ahmed Arif’in, Orhan Kemal, Yaşar Kemal ve daha nicelerinin kitaplarını yollamanızı rica ediyoruz. Kitapları Dilan Ekin, Helin Bölek, Fırat Kıl adına ayrı ayrı PTT kargo aracılığıyla “Silivri Kapalı Hapishanesi İstanbul” adresine yollayabilirler. ‘Suçum şarkı söylemek’ Bolu T Tipi Cezaevi’nden Ezgi Dilan Balcı: 28 yaşında bir müzisyenim. Bir dönem Grup Yorum’da solistlik yaptım. Şu anda Ege Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda öğrenciyim. Daha doğrusu 11 ay öncesine kadar öğrenciydim. 11 aydır tutukluyum. İlk duruşmam 25 Ekim’de. Dosyadaki gizlilik kararından dolayı tutuklanırken dahi neyle suçlandığımı öğrenemedim. Hazırlanan iddianamede hakkımdaki suçlamanın grupta solistlik yapmış olmamdan kaynaklı olduğunu öğrendim. Yani en basit anlamı ile şarkı söylemek. Şaşırdım mı? Asla... Grup Yorum kitabı yasak Burhaniye T Tipi Hapishanesi’nde tutuklu Grup Yorum üyesi Betül Varan: Şu an 9 aydır tutukluyuz ve hâlâ iddianamemiz gelmedi. Bahar da ben de yan flüt çalıyoruz. Dışarıdan istediğimiz yan flütümüz geldiğinde, bize haber verilmeden metal diye geri gönderildi. Neden yan flütün geldiğini bize söylemediklerini sorduğumuzda ise bize ‘Biz onu klarnet sandık’ dediler. Başka bir keyfiyet ise “Bir Kar Makinası/Grup Yorum” adlı kitabın bize verilmemesi. Kendi çıkardığımız kitap bize yasak. SEGBİS gerçekliği Burhaniye T Tipi Cezaevi’nden Tunç Ali Bayar: Yüzyıllardır uygulanan yüz yüzelik ilkesi SEGBİS denilen uygulamayla tam bir tehdit altında. İstanbul 35. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmama SEGBİS ile katılmama karar verilmiş. Heyete SEGBİS sisteminin savunma hakkının ihlali olduğunu anlatmak ve duruşmada savunmamı yüz yüze yapma talebinde bulunmak için SEGBİS’e çıktım. Karşımda bir ekran, kulağımda bir kulaklık yargılanıyorum. Ekranı üçe bölmüşler. Bir yerde heyet görülüyor. Diğer yerde savunma kürsüsü var. Avukatım da görünmüyor. Mahkeme başkanının avukatıma söz vermesiyle orada olduğunu anlıyorum. Bu seferde avukatımın sesini duyamıyorum. SEGBİS nedeniyle hâkimle tartışıyoruz. Susma hakkımı kullanmak istemiyorum. Yüz yüze savunma yapmak istiyorum. Duruşma aniden bitiriliyor. Bana gelen evrakta “susma hakkını kullandığı” yazıyor. Sizden SEGBİS’in hukuksuzluğunu, savunma hakkının ihlalini dile getirmenizi istiyorum. ‘Sansür idare geleneği’ Silivri Kapalı Cezaevi’nden Alican Toptaş: Arkadaşlarımıza, ailemize yazdığımız ya da onların bize yazdığı mektuplar türlü bahanelerle engelleniyor, çiziliyor. Gündemi değerlendirmek, eleştirmek hapishane idaresince suç sayılıyor. Mektupların sansürlenmesi nedeniyle arkadaşlarımızla, ailemizle mektuplaşamıyoruz bile. Yani pratikte iletişim hakkımız da ortadan kaldırılıyor. Kitapyayın takip etme hakkımız var. Ancak bunun da önüne türlü engeller konuluyor. Mahkemelerce alınan bir toplatma kararı yoksa sürelisüresiz yayınları takip etme hakkımız var. Kendini mahkemelerin yerine koyan idare kitaplara el koyuyor, edebiyat kültür dergilerini yasaklıyor. Kitap sayısı 10 ile sınırlanıyor. ‘İşkenceye maruz kalıyoruz’ Silivri Kapalı Cezaevi’nde tutuklu Halkın Mühendisleri’nden Ali Olcayto Öğretmen: Haftada 10 saat sohbet hakkımız hapishane idaresi tarafından gasp edilmektedir. Yayın, mektup ve kitap hakkımız da gasp edilmektedir. Mektuplarımız sansürleniyor, bazen haftalarca verilmiyor. Arkadaşlarımız tecritte tutuluyor. Tüm bunlar idarenin keyfi uygulamalarıdır. Bu uygu Tutuklu gazeteci ve ressam Zehra Doğan’ın cezaevinden gazetemize gönderdiği resim. Tekirdağ ‘ihlal’ tipi ŞEYMA PAŞAYİĞİT Tekirdağ 2 No’lu T Tipi Cezaevi’nde kalan Bayram Güleç, cezaevindeki hukuk dışı ve keyfi uygulamaların bitmediği iddiasında bulundu. Cezaevinde insanların yerlerde yattığını aktaran Güleç, çıplak aramaya maruz kaldığını, işkenceden kemiklerinin ezildiğini, tecritte kaldığını ve hakkındaki davanın duruşmasına götürülmediğini yazdı. Güleç, 14 Eylül 2017 gecesi hakkında arama kararı olduğu gerekçesiyle Vatan Emniyet Müdürlüğü’nde 15 gün gözaltında kaldı. 15 günün ardından savcılığa çıkarılan Güleç, bir itirafçının kendisi hakkında “terör örgütü üyesi olduğu” iddiası üzerine tutuklandı. Önce Metris Cezaevi’ne sonra Silivri Cezaevi’ne oradan da Tekirdağ 2 No’lu T Tipi Cezaevi’ne gönderilen Güleç, tutukluluk sürecinde yaşadığı hak ihlallerini Cumhuriyet’e gönderdiği mektupta yazdı. Güleç, “Berk Ercan isimli bir itirafçı benim hakkımda yalan beyanda bulunmuş. Sonradan öğrendiğim üzere, bu kişi, 200’e yakın insan hakkında bu şekilde beyanlarda bulunarak tutuklatmış” dedi. Tutuklanmasının üzerinden bir yıl geçmesinin ardından hakkında dava açılan Güleç, Silivri Cezaevi girişinde çıplak aramaya maruz kaldığını belirterek yaşadığı hak ihlallerini şöyle sıraladı: “Girişteki çıplak aramanın ardından bir hafta tek tutuldum. Sonra Tekirdağ’a getirildim, aynı uygulamaları burada da gördüm. 8 arkadaş işkence gördük, avukat Engin Gökoğlu’nun kolu kırıldı, benim dudağım patladı, kaburgalarım ezildi. Biz tecritte kalıyoruz. Adaletsizlikler haddinden fazla. Bu uygulamaların son bulmasını istiyorum. Ekim’de duruşmam var ama duruşmaya götürmeyi dahi gerek görmüyorlar. SEGBİS diyerek işin içinden çıkıyorlar. Monitörden yargılanma mı olur” diye sordu. l ANKARA lamalara son verilmesini istediğimizde aylara, yıllara varan iletişimhaberleşme, ziyaretçi yasağı ve tek kişilik tecrit hücrelerine koyulma gibi cezalara maruz bırakılıyoruz. Haziran ayı sonunda başladığımız, akşam sayımında havalandırmada oturma eylemimize hapishane idaresi tarafından işkencelerle cevap verilmeye başlandı. Her gün arkadaşlarımızın bir tarafı yara içinde bırakılıyor. Çift kelepçe Silivri Kapalı Cezaevi’nden Turgut Onur: Aralık 2017’den bu yana hastanelerde tutsaklara çift kelepçe uygulaması dayatılıyor. Geçen hafta arkadaşlarımızın tedavileri insanlık onuruna aykırı olan bu uygulamayı kabul etmedikleri için engellendi. 7 aydır dayatılan bu uygulama yüzünden birçok arkadaşımızın tedavileri engellendi. ‘Kitaplar merhem olacak’ Kocaeli Kandıra 1 No’lu T Tipi Kapalı Cezaevi’nden Süleman Akbulut: 10 aydır tutukluyum. Cezaevinin kütüphanesinde bulunan tüm klasikleri okudum. Diğer kitapları da okumaya devam ediyorum. Ancak kütüphanelerin 2 haftada bir kullanılabilmesi, kitap çeşitliliğinin olmaması ve en fazla iki kitap vermeleri sebebiyle yeterli gelmemektedir. Okumak istediğim kitapları maddi imkânsızlıktan alamıyorum. Sizlerden kitap göndermenizi rica ediyorum. haber 5 Lütuf düzeni n AKP Kongresi yeni bir siyasi rota gösteriyor mu? AKP, iktidar döneminin en ciddi krizlerinden birini yaşadığı günlerde kongresini yaptı. Böyle bir dönemde normal bir partide olması gereken hiçbir tartışma ne salona ne basına yansıdı. Kongrede herhangi bir siyasi yarış yaşanmadığı gibi, Türkiye’nin meselelerinin partinin gündeminde olup olmadığı da tartışmalı. Erdoğan’ın belirlediği yönetimin özelliklerinden strateji, konuşmasından mesaj ayıklanmaya çalışıldı ama pek de yeni bir şey çıkmadı. Uzun bir süredir AKP artık bir siyasi parti değil. Erdoğan’ın mecburen Beştepe dışında tuttuğu ve seçim işleri dairesi olarak kullandığı bir hizmet birimi. Yine uzunca bir süredir partide görev alacaklar ve görevlerin nasıl yapılacağına bizzat Erdoğan karar veriyor. Bütün Türkiye için uygulanan “lütuf düzeni” en mükemmel şekilde AKP’de icra ediliyor. Herkes mücadele ederek, hak ederek değil, “Reis” lütfettiği için göreve geliyor ve görevde kalıyor. n Lütuf düzeni sadece siyasi alanda ve “muhtaçlar” için mi? Erdoğan, dış politikadan ekonomiye, adaletten popüler alana kadar her zeminde kabul ettirdiği bir lütuf düzenini sürdürüyor. Erdoğan’ın lütfu, sadece sınırlı yardımlarla ayakta kalmaya çalışanların, yerini ona borçlu olanların değil, koca koca devletlerin yöneticilerinin de müracaat ettiği bir şey haline gelebiliyor. Bazen kapılarına yığılan mültecileri durdurmak, bazen rehin alınan bir vatandaşlarını geri almak, bazen de bir satış anlaşması yapmak için. AKP iktidarı kuruluşundan itibaren ve şimdi sarıldığı “ekonomik savaş” argümanına rağmen “piyasa ekonomisi”, “küresel finans düzeni” gereklerinden hiç ayrılmadı, ayrılmayı düşünmedi. Ancak, bir süredir ekonomik paylaşım, hâkim güçlerin kârlarından kayıp etmemek koşuluyla destek verdiği bir lütuf filtresiyle birlikte uygulanıyor. Bu düzen, çok isabetli kavramlar olan “ahbap çavuş kapitalizmi” ve “kayırma ekonomisi” destekli. n Krizlerle lütuf düzeni arasında nasıl bir ilişki ve etkileşim var? Lütuf düzeni krizlere hem ihtiyaç duyuyor hatta bizzat üretiyor hem de krizleri büyük bir imkân olarak kullanmayı biliyor. Lütuf, zorluk anlarında veya yakın bir tehlike olduğunda çok daha etkili. Böyle olunca hem kabulü, hem minneti artıyor. Krizler ve kriz olasılıkları, zaten hak olan şeylerin bir lütuf haline getirilmesini tartışmak yerine, lütuftan faydalanmayı, en azından dışında kalmamayı daha önemli hale getiriyor. Bir insanın özgürlüğünden olması, bir dizinin yayımlanmaya devam etmesi, bir ihalenin alınması veya bir şehrin kaderi lütfa bağlı olabiliyor. Ama lütuf düzenini devam ettiren şey, otoritenin gücünden çok bu işleyişin kabul edilme seviyesiyle ilgili. Krizler, lütuf düzeninin kabul sınırları için genişleme imkânları yaratıyor. Örneğin, seçim arefesinde kamu tasarrufu gerekçesiyle yerel yönetim bütçelerinin Beştepe lütfuna bağlanma hamlesinde olduğu gibi. n Lütuf düzenini, sadece imkânlardan faydalananlar mı besliyor? Lütuf düzeni, iki koldan işliyor: İlki, çözülmez gibi görünen bir meselesini çok da sıradan olmayan bir yöntemle hemen halledilebilmesi. İkincisi, “normal” yollarla kolayca çözülebilecek bir meselenin lütfedilmedikçe asla hal yoluna girememesi. Milyarlarca liralık borçların bir kalemde silinmesi veya makul ve inandırıcı bir delil olmadan insanların hapiste tutulması gibi sonsuz sayıdaki örnekte görüldüğü gibi, “o derse olur veya o demezse olmaz” inancı anahtar. Lütuf düzeni, sadece bu imkânlardan faydalananların sağladığı destekle yürümüyor. Bu çemberin dışında kalanlar, yanına bile yaklaşamayanlar, kalabalık bir seyirci grubu da, bu düzene bilmeden destek veriyor. Yaşanan çarpıklıkları bir düzen meselesi olarak karşılamak yerine fazla kişiselleştirmek, lütuf merkezini olduğundan daha önemli yapıyor. Kişisel katkısı çok büyük olsa da, “her şey onun yüzünden oldu” fikri, dolaylı olarak “her şeyi ancak o çözebilir” efsanesini de besleyebiliyor. n Erdoğan’ın her krizden güçlü çıkması nasıl mümkün oluyor? Bu sorunun cevabı ikiden çok daha fazla. Siyasal, toplumsal, ekonomik, kültürel veçheleri olan çok karışık bir mevzu. Ancak, bu yazı bağlamında, Erdoğan’ın seçilmiş olduğu makam dolayısıyla yapmak zorunda olduğu görevleri bile bir lütuf haline getirebilmesi, önemli bir neden olarak işaret edilebilir. Bu beceriyi besleyen taktik hamlelerden en belirleyicisi de, bilinçli olarak müdahale geciktirmek, olgunlaşana kadar hamle bekletmek. Bu taktik hamleyi destekleyen ve Erdoğan’ın çok güvendiği iki önemli muhalefet hastalığı ise, abartı ve kısa menzil aceleciliği. Zaten kötü olan bir şeye felaket demek, beklenen olumsuzluğa dikkat çekmek yerine alarm vermek, yapılan her abartı, gerçekte çözüm olmayan hamlelerle kolay “başarıları” mümkün hale getiriyor. Aynı şekilde, siyaset söz konusu olunca kritik noktaların tek olayla birdenbire gecilmeyeceği de kabullenilemiyor. Ne yazık ki, siyaset hayat kadar hızlı değil. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle