23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Salı 1 Mayıs 2018 8 haber TASARIM: EMİNE BİLGET Atı alan Üsküdar’a geçecek mi? Ülke bir baskın seçim gerçeğiyle karşı karşıya. Baskın seçime karşı muhalefet partilerinin bir araya gelip, katılımı yüzde 50 ve altına düşürecek yaygın ve etkili bir boykot eylemi örgütlemesinin imkânsız olduğu zaten biliniyordu. Ama bu muhalefet, cumhurbaşkanı seçiminde ülkenin acilen çözülmesi gereken sorununa karşı bir ortak payda etrafında birlikte hareket edebilirdi. Ve bu hayati bir öncelikti. Türkiye’nin devam ettikçe momentum kazanan “aşağıya burgu” hareketini durdurmak... Ekonomiden yargıya her alandaki kötüye gidişin önüne demokratik bir set çekmek... Öncelik bu olmalıydı. Baskın seçim, muhalefete asgari müşterekler zemininde bir süreliğine ortak hareket ederek ülkeyi felaketinin en derin karanlıklarına sürüklenmekten kurtarma fırsatını sunmuştu. Muhalefet bu fırsatı kullanamadı. Ortak paydanın ne olduğu hususunda anlaşamadıkları için değil. Muhalefet partileri şu hedeflerde zaten mutabıktı: Ülkenin hızla normalleştirilmesi. Hukuka ve anayasal düzene geri dönülmesi. Keyfi idareye son verilip temel hak ve özgürlüklerin teminat altına alınması. Yargının içine düşürüldüğü içler acısı durumdan süratle çıkarılarak bağımsız ve tarafsız olabilmesinin önünün açılması. Bütçe denetiminin yeniden yürürlüğe konması. Toplumun çeşitli kesimleri arasında kutuplaşma nedeniyle kaybolmuş olan güvenin yeniden tesisi için hızlı adımlar atılması... Bunlara paralel olarak demokratik parlamenter sisteme dönüş için ortak bir takvim çerçevesinde hareket edilmesi. Bu temel prensiplerde anlaşmak kolay olabilirdi... Ama bir ülke gerçeği vardı ki muhalefet bunu gözetmeden sonuç alamazdı: İktidar partisinin tabanından ve Kürt seçmenden gereken oranda oy devşirilmeden Türkiye’nin en acil ve en büyük sorununu çözmek mümkün değildir. Muhalefet partilerinin kendi doğal adaylarıyla bu oyları almaları imkânsızdı. Belki Saadet Partisi bu hususta istisna oluşturabilirdi ama onun da kendi seçmen tabanı kifayetsizdi. Bu nedenle başlayan partiler üstü aday arayışlarının sonucunda Abdullah Gül’ün adı gündeme geldi, getirildi. Başka bir adın da öne çıkarılamadığını görüyoruz. Bu da normal, başka biri yoktu çünkü. Nihayetinde, Gül formülünde mutabakat sağlanamadı. Üç nedenden ötürü. Önem derecesine göre birinci sırada Abdullah Gül’ün tutumu vardır. Gül, özellikle de 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Türkiye’nin normalleşmesi amacıyla kapsayıcı bir rol üstlenebileceği yönünde, kendisine şüpheyle bakan kesimlere güven vermek için neredeyse hiçbir şey yapmadı. Türkiye’nin en acil ve en önemli sorunu AKP’den oy almadan nasıl çözülemeyecekse, Gül’ün de bu sorunu çözmek için CHP tabanının desteği olmadan bir yere varamayacağı gün gibi aşikârdı. Gül’ün siyasetler üstü kalma tercihi, “siyasetsizlik” şeklinde tezahür etti. Bakınız, Gül’ün geçen cumartesi aday olmadığını açıklarken yaptığı konuşmada dile getirdiği şu ilkeler aslında bahse konu asgari müşterekleri tarif ediyor: “Kuvvetler ayrılığına dayalı güçlü bir demokrasi, hukukun üstünlüğü, temel hak ve özgürlüklerin evrensel kriterlerde uygulanması... Liyakat, şeffaflık ve hesap verebilirlik kural ve ilkelerinin geçerli olduğu bir düzen.” Bu süreçte Gül, yukarıdaki ilke ve değerlerin altını çizmek için yolun sonunu bekledi. Zamanında bu ilkelere yaslanarak inşa edilmiş, zaaf içermeyen güçlü bir duruş, kendisini adaylıktan vazgeçirmek için vazifelendirilmiş bir Genelkurmay Başkanı açısından da “caydırıcı” olurdu. Muhalefetin başarısızlığındaki ikinci neden İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in siyasi bencilliğidir. Akşener, Gül’ü “sıfır riskçi” diye nitelendirip çatı adaylığına layık olmadığını ima etmiştir ama en iyimser ihtimalle ikinci tura kalacak olursa, Erdoğan’ın karşısında kilit önem kazanacak Kürt oylarını nasıl alacağını kendisinin de bildiğini sanmıyorum. Gül’ün pasif tavrı, Akşener’in bu tutum alışını kolaylaştırmıştır. Üçüncü neden ise CHP’nin örgüt ve tabanındaki Abdullah Gül alerjisidir. “Alerjen faktör”, Gül’ün siyasal İslamcı geçmişi ve Çankaya’da iken otoriterleşme süreci karşısında edilgen kalmasıdır. Bu nedenle geniş kesimlerin gözünde inandırıcı olamıyor. Kendisinden sosyal demokrat ya da Kemalist olması tabii ki beklenmiyordu ama bu derin güvensizlik engelini muhafazakâr tabana da yabancılaşmadan aşmak için bir yol bulabilirdi. İktidarın neden olduğu derin toplumsal kutuplaşma ve güvensizlik, siyasetin ürettiği çözümlerin kamplaşmış tabanda karşılık bulmasını zorlaştırmaktadır. Türkiye’nin dibinin olmadığı bir kez daha görülmüştür. Aşağıya burgu hareketi maalesef devam edecek. önce birkaç el ateş edildi, ardından alana kurşun yağmaya başladı. Beyaz bir Emekçilerin birlik, mücadele araç alana girmiş hızla ilerlerken, içerisindeki sivil kıyafetli kişiler kitleye ateş ve dayanışma günü açıyordu. İnsanlar, Kazancı Yokuşu’nda 1Mayıs Emek ve Dayanışma Günü, Türkiye’de bu yıl OHAL ile karşı Ancak takvimler 1 Mayıs 1977’yi bekleyen kamyonetin ve polis panzerinin arasında sıkışmıştı. Birçok insan ezilme ve boğulma tehlikesi ge lanıyor. gösterdiğinde, çirdi. Açılan ateş sonucu birçok ki Bundan tam 132 yıl önce ABD’nin tüm ülkenin gö şi baş ve gövdelerinden yaralan Chicago kentindeki bir işçi grevini poli zü önünde büyük dı. 77’de hayatını kaybedenler her sin taramasıyla dünya tarihine geçen 1 bir katliam yaşan yıl farklı gruplar tarafından Kazan Mayıs, Türkiye’de kana bulandı, yıllarca dı. Taksim Mey cı Yokuşu’nda anılıyor. Katliamın fa yasaklandı... danı’ndaki kutla illeri ortaya çıkarılmadı. Tam olarak Türkiye’de ilk kez 1923’te resmi olarak malarda DİSK’in efsane başkanı Başka kaç kişinin hayatını kaybettiği de belir kutlanan 1 Mayıs, 2009’da TBMM’de ka nı Kemal Türkler’in konuşması bitmek lenemedi. DİSK’in araştırmalarına göre, bul edilen yasa ile resmi tatil ilan edildi. üzereyken Sular İdaresi’nin üzerinden 41 kişi kanlı 1 Mayıs’ta yaşamını yitirdi. Hem katliam aydınlatılmadı, hem de Taksim, emekçilere kapatıldı. İşçiler, 32 yıl aradan sonra ilk kez 2010 yılında Taksim’de olmanın coşkusunu yaşadı. 2011 ve 2012 yılındaki 1 Mayıs kutlamaları da Taksim’de yapıldı. AKP o günlerde birçok yere “Artık 1 Mayıs hem bayram hem Taksim’de kutlu olsun” yazılı afişler asmıştı. 2013 yılında kutlamalara birkaç gün kala meydanda çalışma yapıldığı gerekçesiyle 1 Mayıs’a yasak getirilmişti. Alana çıkmak isteyenler yıllardır, biber gazlı polis şiddetiyle karşı karşıya kaldılar. O yıldan bu yana 1 Mayıs, güvenlik, Taksim’deki inşa hali gibi gerekçelerle emekçilere kapatıldı. 16 YILLIK AKP İKTİDARINDA ÇALIŞMA YAŞAMI BİR MEZARLIĞA DÖNÜŞTÜ Yaşamı bıçak sırtında açlığın pençesinde AKP iktidara geldiğinden bu yana 22 binin üzerinde emekçi, iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Çalışma şartları giderek ağırlaştı, ücretler düştü, işsizlik oranı arttı AKP, 16 yıllık iktidarında çalışma yaşa mında büyük bir mezarlık yarat tı. Zonguldak, Soma, Ermenek, Şirvan, Şırnak ve onlarca yer de 22 binin üzerinde işçi iş cina yetlerinde yaşamını yitirdi. Bu sürede, işsizlik arttı, grevler ya saklandı, ücretler düştü ve çalış ma saatleri uzadı. AKP’nin 16 yıllık iktidarı, iş çi sınıfının kayıp lar yılı oldu. Bu na rağmen, mil yonlarca emekçi 1 Mayıs’ı OHAL, hak gaspları, taşe ŞEHRİBAN ronlaşma, iş cina KIRAÇ yetleri, sendika sızlaştırma, KHK ile ihraçlar ve yasaklara inat kutlayacak. Yetmedi, OHAL geldi İşçilerin yaşam ve çalışma koşulları zaten kötüyken bu duruma bir de OHAL eklendi. OHAL ilanı sonrası ilk uygulama, zaten son derece zayıf olan emekçilerin iş güvencelerini koruyan yasaları fiilen ortadan kaldırmak oldu. On binlerce emekçi işsiz kaldı, diğer emekçiler de işsizlik tehdidi ile en temel haklarını dahi arayamaz duruma geldi. Devlet grevleri yasaklamaya ve grev kırıcılığı yapmaya; sendikal kadrolar örgüt üyeliğinden tutuklanmaya başlandı. Sendikal örgütlenme özgürlüğüne dönük ağır baskılar hayata geçirildi. AKP’nin iktidarda olduğu son 16 yılda emek cephesinde hiç de parlak bir tablo söz konusu değil. 6.2 milyon kişi işsiz. OHAL KHK’leriyle 111 bin kamu emekçisi işinden edildi. Sendikalaşma oranı yüzde 12’ye indi. 22 binin üzerinde işçi kötü çalışma koşullarına kurban gitti. Taşeronlaşma arttı. Özelleştirmeler nedeniyle birçok kişi işini kaybetti. İşte AKP’nin emek dünyasında yarattığı karanlık tablonun özeti: 111 bin kişi ihraç edildi İktidarın emek düşmanı politikaları kesintisiz sürerken, OHAL’in ilan edilmesinin ardından işçiler ve emekçiler yeni saldırılarla karşı karşıya kaldı. Yayımlanan kanun hükmünde kararnamelerle (KHK) toplam 110 bin 778 kişinin ihraç edildi. Daha sonra sadece 3 bin 604 çalışan göreve iade edildi. Üniversiteler neredeyse boşaltıldı. Birçok aka demisyen görevinden uzaklaştırılırken görevden uzaklaştırılan onlarca doktor, öğretmen intihar etti. OHAL döneminde çıkarılan zorunlu BES, Varlık Fonu, patronlara İşsizlik Fonu’ndan yeni teşvikler verilmesi gibi düzenlemelerle işçi ve emekçilerin hakları daha da geriletildi. 14 grev yasaklandı Devlet grevleri yasaklamaya ve grev kırıcılığı yapmaya; sendikal kadrolar örgüt üyeliğinden tutuklanmaya başlandı. Sendikal örgütlenme özgürlüğüne dönük ağır baskılar hayata geçirildi. AKP iktidara geldiği 2002’den bu yana tam 14 grevi yasakladı. Yasaklanan 14 grevin 6’sı OHAL döneminde oldu. ILO verilerine göre; dünyada her 15 saniyede 1 işçi, iş cinayetlerinde hayatını kaybediyor. Her yıl 2 milyon fazla işçi meslek hastalığı ve iş kaza Yüzde 12’si sendikalı 2001 yılında işçilerin resmi sendikalaşma oranı yüzde 57.2 idi. Şu anda ise Türkiye’deki her 100 işçiden sadece 12 tanesi sendikaya üye. 2018 başında açıklanan verilere göre Türkiye’deki işçilerin yüzde 12.38’e sendikalı. Toplamda sendikalı işçi sayısı ise 1 milyon 714 bin civarında. Örgütlenmenin önündeki engeller kaldırılmıyor, her yıl anayasal haklarını kullanarak sendikalı olan yüzlerce işçi işten atılıyor. Sendikalaşmada kadınların oranı ise her geçen yıl düşüyor. Kadınların çalışanların sendikalaşma oranı yüzde 8 civarında. Erkeklerde ise bu oran yüzde 14’lerde. Bu oran kayıtsız kadın işçiler hesaba katıldığında daha da yük selecektir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği sendika üyeliği alanında da devam ediyor. Asgari ücret açlık sınırının altında Milyonlarca çalışanı ilgilendiren asgari ücret, her yıl aralık ayında, çoğunlukla patronların talepleri doğrultusunda belirlendi. Bu yıl da durum değişmedi. Bu yıl için geçerli olan asgari ücret 1.603 TL olarak kararlaştırıldı. İşçilerin almış olduğu zam ise, dolardaki artış ve tüketim mallarına yapılan zamlarla çoktan eridi. Türkİş’in 2018 Nisan ayı verilerine göre dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 1.680 TL, yoksulluk sınırı ise 5.473 TL oldu. ları sonucu hayatını kaybediyor. Ülkemizde İşçi Sağlığı ve İş Gü venliği Meclisi’nin verilerine göre; 2017’de 2006 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. 2018’in ilk 3 ayında ölen işçi sayısı en az 386’ya ulaştı. 20022017 arasında en az 22 bin işçi hayatını kaybetti. Çalışma şartları öldürüyor İşyerlerinde alınmayan önlemler, işçi sağlığına yapılacak yatırımı maliyet gözüyle bakan patron zihniyeti, kâr hırsı, artan üretim baskısı, esnekleşen ve kuralsız hale gelen çalışma koşulları işçilerin sağlığını bozuyor, iş cinayetlerini ortaya çıkarıyor. İstihdamın değişen yüzü taşeron çalışma, kiralık işçilik, gibi giderek yaygınlaşan esnek çalışma biçimleri, sağlık ve güvenlik önlemlerini esnekleştiriyor. Esnekleşen çalışma koşulları, uzayan çalışma saatleri iş kazalarına, iş cinayetlerinin kaçınılmaz hale gelmesi demektir. Mevcut sistem meslek hastalıkları, takipsizlik tespit sürecindeki zorluklar yüzünden ortaya çıkartılmıyor. İş cinayetlerinin gerçek sorumluları hak ettikleri cezaları almıyor, davalarda işverenlerin sorumluluğu örtbas ediliyor. Kiralık işçi dönemi Esnek çalışma biçimleri AKP iktidarları döneminde yaygınlaştırıldı ve yasal statüye kavuşturuldu. Kamuda çalışan taşeron işçileri kadro beklerken taşeron sistemine bile rahmet okutacak bir uygulama hayata geçirildi. AKP, özel istihdam bürolarına işçi kiralama yetkisi veren bir yasa teklifini geçen mayıs ayında Meclis’ten geçirdi. Böylece işçilerin tümüyle güvencesiz ve haklarından mahrum şekilde köle gibi kiralanmalarının önü açılmış oldu. İnsana yaraşır İş şart DİSK’e göre istihdamda ka lıcı ve güvenceli artış sağlanması için önerileri şöyle: l İş başında eğitim adı altında çırak, stajyer, kursiyerlerin ve bursiyerlerin ucuz işgücü deposu olarak kullanılması uygulamasına son verilmeli. l “Herkesin çalışması için, herkesin daha az çalışması” ilkesi doğrultusunda haftalık çalışma süresi gelir kaybı olmaksızın 37.5 saate, fazla mesailer için uygulanan yıllık 270 saat sınırı, 90 saate düşürülmeli. l Uluslararası çalışma normları doğrultusunda herkese en az bir ay ücretli yıllık izin hakkı tanınmalı. l Kamu istihdamının artırılması, kamuda eğreti ve güvencesiz çalışma biçimleri yerine, kadrolu ve güvenceli istihdam artışının sağlanması yaşamsal önemdedir. Kamu girişimciliği ve hizmetleri istihdam yaratacak şekilde yeniden ele alınmalı ve kamuda personel açığı derhal kapatılmalı. l Güvencesiz çalışma biçimlerine son verilmeli, tüm taşeron işçilere kadro verilmeli. Kamu taşeron işçileri kamu işçisi olarak kadroya alınmalı. l Uluslararası Çalışma Örgütü ILO’nun “insana yaraşır iş” yaklaşımı temelinde herkese güvenceli ve nitelikli işler sağlanmalıdır. l Sendikal hak ve özgürlüklerin kullanımı güvence altına alınmalı, sendikal barajlar kaldırılmalı, herkesin sendika hakkını özgürce kullanabilmesi için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalı. lİşsizlik Sigortası Fonun’un amaç dışı kullanımına son verilmeli. 6.2 milyon işsiz var Son yıllarda gerek işsiz sayısı gerekse işsizlik oranları düzenli bir tırmanış içinde. 2009’da 3 milyon 95 bin olan işsiz sayısı düzenli olarak artmış ve 2017’de 3.4 milyona ulaştı. TÜİK tarafından açıklanan işsizlik oranları işsizliğin gerçek boyutlarını ortaya koymaktan uzak olduğundan alternatif işsizlik oranına diğer ifadeyle geniş tanımlı işsizlik oranlarına bakmak gerekir. Yaptığımız hesaplamalara göre geniş tanımlı işsizlik oranı 2017 için yüzde 18.3 olarak gerçekleşti. 2014’te 5.9 milyon olan geniş tanımlı işsiz sayısı 271 bin artarak 2017’de 6.2 milyona çıktı. Geniş tanımlı işsizlik yüzde 18.3 olarak gerçekleşirken genç işsizliği yüzde 21’e yaklaştı. Ne eğitimde ne de istihdam olan gençlerin oranı ise yüzde 24.2’ye yükseldi. Böylece her dört gençten biri istihdam ve eğitimin dışında kaldı. 2014’te yüzde 20.4 olan yüksek öğrenimli genç kadın işsizliği 2017’de yüzde 26.1’e yükseldi. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle