23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
OLAYLAR VE GÖRÜŞLERcengiz.yildirim@cumhuriyet.com.tr eposta: gorus@cumhuriyet.com.tr Salı 25 Aralık 2018 2 TASARIM: İlknur Filiz İnönü’yü yeniden tanımak Gülsün Bilgehan İnönü Vakfı Başkan Yardımcısı Cephede İlk Karşılaşma: “16 Aralık 1916’da, 2. Ordu Komutanı Ahmet İzzet Paşa’dan Ordu Komutan Vekilliği görevini alan Mustafa Kemal, Silvan’dan hareketle Diyarbakır’a geldi. Palu ilçesinde konuşlanmış olan Ordu Karargâhı’na ulaştı ve kendisini 2. Ordu Kurmay Başkanı Albay İsmet Bey karşıladı. Böylece, 19071908 yıllarında Selanik’teki görüşmelerinden hemen hemen 8 yıl sonra, Mustafa Kemal İsmet İnönü arasında, ilk kez emir komuta zinciri altında yakın görev ilişkisi içinde bulunma ve birlikte çalışma olanağı ortaya çıkmıştı. 1 Nisan 1916 tarihinde, generallik (Paşa) rütbesine yükselen Mustafa Kemal 35 yaşındaydı, kendisinden üç yaş küçük olan İsmet Bey kısa süre önce Mevhibe Hanım’la evlenmiş ve 21 gün sonra Diyarbakır cephesine hareket etmişti. Karakış kapıya dayanmıştı. Olası bir Rus saldırısı karşısında, başta kış şartları nedeniyle ordunun yiyecek, giyecek ve diğer güçlüklere uğramaması için ileri hatlarda hafif birlikler bırakarak, ordu cephesinin geriye alınması kararı verildi. Bu konuda Ordu emirnamesinin yazılması görevini Atatürk, Albay İsmet Bey’e verdi. “Gitti, gelmez. Yaverim Cevat’ı ‘bak, ne yapıyor’ diye yolladım. Döndü, masanın başında düşündüğünü söyledi. Şehirler ve topraklar bırakacaktık. Orduyu kurtarmak için başka çare yoktu. Ama öyle bir karar vermek de güçtü. Git söyle, yazamıyorsa ben dikte edeyim’ dedim. Bir müddet sonra çekilme emrini yazmış, getirdi. Askerlik edebiyatına örnek diye anılabilecek kadar iyi düşünülmüş ve yazılmıştı.” En övücü örnek Atatürk, İnönü’yü keşfetmişti. Kısa bir süre sonra ona verdiği askeri sicil, askerlik tarihinde, bir üstün, kendi emrinde görev yapan bir subaya verdiği en övücü örnek olarak bilinir. Bu sicilin verildiği tarih Mayıs 1917’dir. Zaten o tarihten sonra da birbirlerinden ayrılmadılar. Atatürk Milli Mücadele sürecinde Genelkurmay Başkanlığı’nı, Batı Cephesi Komutanlığı’nı, Lozan Delegeler Kurulu Başkanlığı’nı, Başbakanlık görevlerini öncelikle İsmet İnönü’ye verdi. İsmet İnönü de sonuna kadar Atatürk’e sadık kaldı. Birinci Dünya Savaşı’nda onun yanında Kurmay Başkanı, Kolordu Komutanı, Milli Mücadele’de Genelkurmay Baş Ölümünün 45. yıldönümü İnönü’nün ülkenin gündeminden düşmemesi ilginçtir. Bunun başlıca nedeni, onun, Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün en yakın dava ve silah arkadaşı olmasıdır. Atatürk’ü doğrudan hedef alamayanlar, İnönü’ye hücum ederler. Gerek Atatürk döneminde gerekse çok partili dö nemde İnönü daima eleştirilerin hedef tahtasındadır. Atatürk, Batı Cephesi Komutanı’na şifreli bir telgraf gönderdi: “Şimdi hareket etmek üzere bulunan bir trenden yararlanarak yüksek şahsınızla gelip görüşmek istiyorum. Sıkıntı verir miyim? Karşılığınızı makine başında bekliyorum.” İsmet Paşa anında şu yanıtı verdi: “Teşrifinize cidden müteşekkir kalırım”. İki komuta nın birbirine gösterdiği bu nezaketin başka örneği yoktur. kanı, Cephe Komutanı olarak sadakatle görev yaptı. Sivil yaşamda, Cumhuriyet’in kuruluşu, aydınlanma devrimlerinin gerçekleşmesinde büyük Önder’in yanında kuşkuya kapılmadan, duraksama göstermeden yer aldı.” Asker İnönü: Neredeyse yarım asır önce bu dünyadan ayrılan İsmet İnönü’nün ülkenin gündeminden düşmemesi ilginçtir. Bunun başlıca nedeni, onun, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün en yakın dava ve silah arkadaşı olmasıdır. Atatürk’ü doğrudan hedef alamayanlar, İnönü’ye hücum ederler. Gerek Atatürk döneminde gerekse çok partili dönemde İnönü daima eleştirilerin hedef tahtasındadır. Zaten hatıralarında kendisini öyle tanımlamış: “Beğenildiği zaman çok cömert takdirler görmüş, beğenilmediği zaman çok taşkın ölçüde yerilmiş sade bir insan...” İşte, 19581961 yılları arasında, kendi deyimiyle, kaderin çok güzel, hatta “harika” bir sonucu olarak, İsmet İnönü’nün yakınında çalışma olanağını yakalayan, yine kendi an latımıyla “Cumhuriyet döneminde doğmuş, Cumhuriyet’in verdiği olanaklarla okumuş, politik yaşamda bakanlık düzeyinde görevler üstlenmiş, daha sonra üniversitelerde ders vermiş bir sosyal bilimci olarak biz de görevimizi yapmalıydık” diyen Alev Coşkun, bu sade insanı yeniden tanıtıyor. “Hiçbir belgesi olmayan dedikoduya dayanan iddialara, kimi saptırmalar ve yalanlara yanıt verilmesi gerekmez mi? İşte bu kitabın yazılış amaçlarından birisi budur. İnönü hakkında ileriye sürülen iddiaları ele almak, doğruları belgelere dayalı olarak ortaya çıkarmak.” Alev Coşkun’un, Asker İnönü kitabı, yoğun incelemeye ve belgelere dayanan, son zamanlarda, Atatürk, İnönü, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemleri, Kurtuluş Savaşı hakkında yazılmış en kapsamlı eserlerden birisi. Kitabın iki kahramanı, Mustafa Kemal ve İsmet Paşa’nın yanında Milli Mücadele’nin bilinen ve bilinmeyen bütün kahramanları tanıtılıyor. En önemli soru “Düzenli ordu kurulurken en önemli soru şuydu: Anadolu’da ku rulacak ordunun subay gereksinmesi nasıl karşılanacak? TBMM’nin açılışından 50 gün sonra, 1 Temmuz 1920’de, Ankara’da Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı “Subay Talimgâhı” adı verilen ve uygulamalı eğitim yapan bir subay yetiştirme kursu açıldı. Bu talimgâhın öğrencileri, İstanbul’dan kaçarak gelen Askeri Lise ve Harp Okulu öğrencileriydi. Üçer aylık dönemlerle, bu okulda henüz 1719 yaşları arasındaki gençler eğitiliyorlardı. Savaş meydanındaki nezaket Sakarya Savaşı’nda cephenin en önlerinde çarpışmalara katılan bu subayların yüzde sekseni şehit ya da gazi oldu. 15 ve 16 Temmuz 1921 günleri, Batı Cephesi için çok nazik günlerdi. Çünkü birliklerimiz, bir direnme hareketinden sonra, Kütahya mevzilerinden çekilmek zorunda kalmıştı. Kütahya işgal edilmişti. Durumu yakından görmek isteyen Mustafa Kemal, Batı Cephesi Komutanı’na şifreli bir telgraf gönderdi: “Şimdi hareket etmek üzere bulunan bir trenden yararlanarak yüksek şahsınızla gelip görüşmek istiyorum. Sıkıntı verir miyim? Karşılığınızı makine başında bekliyorum.” Bu telgrafa İsmet Paşa anında şu yanıtı verdi: “Teşrifinize cidden müteşekkir kalırım”. Mustafa Kemal, 17 Temmuz günü sabaha karşı saat 05.00’te trenle Eskişehir’e vardı ve İsmet Paşa tarafından karşılandı. Savaş meydanında iki komutanın birbirine gösterdiği bu nezaketin başka örneği yoktur. İnönü’yü ben de yeniden keşfettim Asker İnönü, İnönü’nün yaşamının birinci bölümünü, 18841922 yıllarını, yani doğumundan Lozan Antlaşması öncesine kadar olan 38 yıllık bir zaman dilimini kapsıyor. Konu ile ilgili yazılmış bütün temel eserleri kaynak olarak kullanan Alev Coşkun, yazarı olduğum Mevhibe kitabından da yararlanmış. Cumhuriyet’in ilk Başbakan’ı, İkinci Cumhurbaşkanı’mız İsmet İnönü, benim “Dedepaşam”dı. Cebinde hep bir pergelle dolaşan, okul arkadaşı Ali Fuat Erden’e sınıf geçişini “geleceğimle aramdaki bir perdeyi çiğneyip geçtim!” diye duyuran, Harp Okulu’nu altın madalya alarak birincilikle bitiren, zeki bakışlı, sevimli, dış dünyadan “namuslu, onurlu ve en yüksek insanlık emelinin hududunu aşan bir vatansever” değerlendirmelerini almış, büyük âşık... İnönü’yü ben de yeniden keşfettim. Teşekkürler, Alev Coşkun. Sendikaların dediği olmayacak Dr. Engin Ünsal Girne Amerikan Üni. Hukuk Fak. Asgari ücret sorunu ülkemizde 8.5 milyon insanı ilgilendiren çok önemli bir konudur.Asgari ücret 4857 sayılı İş Kanunu’nun 39. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre asgari ücret işçinin ekonomik ve sosyal durumunun düzenlenmesi için Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığınca Asgari Ücret Tespit Komisyonu aracılığı ile ücretlerin asgari sınırları en geç iki yılda bir belirlenir. Bu tanımın iki önemli yanlışı vardır. Birincisi asgari ücret işçinin ekonomik ve sosyal durumunu düzenlemek için belirlenmekte ve ailesi kesinlikle dikkate alınmamaktadır. Oysa nasıl 16 yaşından küçükler için ayrı asgari ücret belirlenmekte ise evli ve bekâr işçiler içinde ayrı asgari ücret belirlenmelidir. Ekonomik ve sosyal koşullar İkincisi en geç iki yılda bir ibaresi yanlıştır. Buna ekonomik ve sosyal koşullar gerektiriyorsa daha önce ama en geç...cümlesi eklenmelidir. Yasanın 39. maddesinin yazılış biçimi ciddi haksızlık ve sosyal ve ekoomik dengesizlik yaratmaktadır. Mutlaka değiştirilmelidir. Evli işçinin yaşam sorumluluğu sadece kendisi için değil ailesi için de vardır ve ücret bu gerçeği göze alarak düzenlenmelidir. Hiçbir konuda anlaşamayan, ortak davranamayan sendikacılar bari asgari ücret konusunda anayasanın 34. maddesinde düzenlenen gösteri yürüyüşü hakkını kullanmalı ve barışçı amaçla siyasal ağırlığını, eğer varsa, ortaya koyarak asgari ücretin insanlık onuruna yakışan bir düzeyde belirlenmesini sağlamalıdır. Evli işçinin yaşam sorumluluğu sadece kendisi için değil ailesi için de vardır ve ücret bu gerçeği göze alarak düzenlenmelidir. İki yıl uzun bir süredir. Ekonominin dinamikleri çok çabuk değişebilmekte ve enflasyonist baskılar işçinin asgari ücretini anlamsız kılabilmektedir. Devlet sahip çıkamıyor Asgari ücret sorununun çok başka ve fevkalâde önemli bir boyutu var. Devletin asgari ücreti hakça belirlemesinin yanında kanunun gereğinin yerine getirilmesini başka deyişle uygulanmasını sağlamak zorundadır. Merkez Bankası’nın 2017’de mikro verileri kullanarak yaptırdığı Hane Halkı İşgücü Anketi, devletin yasalarına sahip çıkamayan laçka bir devlet olduğunu ortaya koymuştur. Anketin sonuçlarına göre ülkemizde ücret ve yevmiye ile çalışan 18.9 milyon insan var ve bunların 6.7 milyonu asgari ücretle çalışıyor. İşin kötüsü 2017 yılında 1.8 milyon kişi asgari ücretin altında çalıştırılmakta ve devlet buna seyirci kal maktadır. Bu demektir ki bugün ülkemizde en az 8.5 milyon işçinin asgari ücret sorunu vardır. Bugün bu sayı mutlaka daha da artmıştır. Emek hırsızlarını denetleyememesi Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile AKP için büyük ve affedilemez bir ayıptır. Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nda hükümet, işverenler ve işçiler temsil edilmektedir. Bugüne kadar hükümetler hep işveren temsilcileri ile birlikte hareket ederek asgari ücreti düşük tespit etme yoluna gitmiş ve hiçbir dönemde işçi temsilcilerinin istediği olmamıştır. Bu defa da aynı şey olacak ve işverenlerin isteği sonucu belirleyecektir. Bunun nedeni açıktır çünkü AKP hükümeti daha önceki hükümetlerden çok daha fazla işçiye karşı ve işveren çıkarlarının yanındadır. İşçinin siyasal birliği yok Bunun nedeni açıktır: işçinin gazetesi, televizyonu, radyosu ve hepsinden önemlisi ideolojik, siyasal birliği yoktur.. İşçinin sığınacağı bir tek Allahı var onu da AKP çok güzel kullanmaktadır. Hiçbir konuda anlaşamayan, ortak davranamayan ey sendikacılar bari asgari ücret konusunda anayasanın 34. maddesinde düzenlenen gösteri yürüyüşü hakkını kullanmalı ve barışçı amaçla siyasal ağırlığını, eğer varsa, ortaya koyarak asgari ücretin insanlık onuruna yakışan bir düzeyde belirlenmesini sağlamalıdır. Müjdat ve Metin: Yargının yeni sınavı Değerli sanatçılar Müjdat Gezen ve Metin Akpınar, Uğur Dündar’ın Halk Arenası programındaki konuşmalarından dolayı önce, havuz medyası ve iktidar tetikçileri tarafından hedef gösterilerek lince uğradılar...  Sonra, AKP’li Cumhurbaşkanı tarafından azarlandılar ve yargıya şikâyet edildiler... En sonunda da evlerinden polisle alınarak adliyeye getirildiler, savcılık tarafından sevk edildikleri mahkemece her hafta karakola imzaya gitmelerini gerektiren adli kontrol kararı ile yurtdışına çıkmaları da yasaklanarak serbest bırakıldılar. HHH 1) Havuz medyasının ve iktidar tetikçilerinin, bütün muhalifleri, özellikle de Demokrat, Cumhuriyetçi ve Atatürkçü olan sanatçıları, akademisyenleri, yazarları, gazetecileri, hedef tahtasına oturttukları, yaptıklarını, yazdıklarını, söylediklerini genellikle kasıtlı olarak çarpıtarak linç ettikleri, böylece hem iktidara mağduriyet devşirmek, hem de muhalif sesleri susturmak ve toplumun genelini sindirmek istedikleri bilinen bir gerçek. Burada normal ve doğal olmayan husus, medyanın hemen hemen tamamının, birkaç istisna dışında, artık bütünüyle havuz medyası ve iktidar tetikçisi haline getirilmiş olması. 2) AKP’li Cumhurbaşkanı’nın, AKP muhaliflerinden özellikle de aydınlardan, akademisyenlerden, yazarlardan, gazetecilerden, sanatçılardan pek hoşlanmadığı, sık sık bunların yaptıklarından ve yazıp söylediklerinden yakındığı ve zaman zaman yargıyı göreve çağırdığı da biliniyor. Burada yadırgadığım husus, Cumhurbaşkanı’nın, tarafsız cumhurbaşkanlığına tanınan yetkileri, özellikle de kendisine yöneltilen eleştiriler konusunda, anayasanın ve yasaların demokratiklik ve eşitlik ilkelerine aykırı düşen bir biçimde daima AKP Genel Başkanı sıfatıyla kullanması ve yargıyı göreve çağırması. 3) 12 Eylül 2010 Halkoylamasından sonra, adım adım siyasallaştırılan ve Erdoğan/AKP iktidarının emrine sokulmaya çalışılan yargının da, Erdoğan’ın bu çağrılarına sessiz kalmaması ve görülmemiş bir hızla, sanki emir almış gibi davranarak, derhal harekete geçmesi de adeta olağan karşılanmaya başlandı. İşte ben bu durumu hiç kabullenmek istemiyorum: Ben hâlâ, yargının bağımsızlığına, evrenselliğine, pozitif hukuka, Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti’ne olan bağlılığına inanmak istiyorum. HHH Değerli sanatçılar Müjdat Gezen ve Metin Akpınar olayı, yargının önüne yeni bir sınav daha getirmiş görünüyor: Bu sınavın ilk adımında, bu değerli sanatçılar, tutuklanmaktan bir önceki ağır yaptırımlarla karşılaşmışlar, adli kontrol ve yurtdışı yasağına tabi tutulmuşlardır. Olayın daha, iddianame, duruşma, karar ve temyiz aşamaları vardır. Dilerim Türkiye Cumhuriyeti yargısı bu sınavı başarıyla geçer! C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle