25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Devlet Opera ve Balesi’nde protesto Kültür Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası bu Opera ve Balesi personel servislerinin kaldırılmagün saat 12.30’da, Ankara Devlet Opera ve Bale sını protesto edecek sanatçılar, taleplerinin tasar KULTUR si Binası (Büyük Tiyatro) sanatçı girişi kapısında ruf tedbirleri gerekçe gösterilerek reddedilmesine toplanacak. Bütçe ve kriz bahane edilerek Devlet karşın basın açıklaması yapacak. Perşembe 20 Aralık 2018 EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK TASARIM: İLKNUR FİLİZ kultur@cumhuriyet.com.tr ‘Aslolan hikâyedir’ 13 BluTV’nin yeni dizisi ‘Bozkır’ bu akşam 4. bölümüyle izleyicisiyle buluşuyor. Dizinin senaristi Levent Cantek ile bir söyleşi yaptık Tüm dünyada bir değişim yaşanıyor, farkındasınız siz de. Artık yeni kuşakları televizyon başında göremiyo ruz pek, daha çok bilgisayarlarında, inter net üzerinden, hatta çoğu kez ellerinde akıl lı telefon olduğu halde aynı anda iki farklı şey izlerken yakalıyoruz... Na sıl bir konsantrasyondur, iz lediklerini anlıyorlar mı meç hul, ama galiba yakın gelecek te kimse TV izlemeyecek ve EMRAH KOLUKISA dijital platformlara yönelecek. Bu elbette üreticileri de başka arayışlara yönlendiriyor ve sadece dijital platformlar için üretilen içe riklerin sayısı yavaş yavaş da olsa artıyor. İşte bu işlerden birisi de BluTV’de yayım lanmaya başlayan “Bozkır”. Orta Anadolu’da isimsiz bir yerde geçen ve bir çocuğun öldü rülmesi üzerinden gelişen polisiye olayla rı anlatan dizide Yiğit Özşener, Altan Erkek li, Ekin Koç, Nur Fettahoğlu gibi isimler yer alıyor. Dizinin senaryosunda ise daha çok çizgi roman çalışmalarıyla tanıdığımız Le vent Cantek imzası var. Cantek ile hem di ziyi hem de yeni dizi izleme alışkanlıkları nı konuştuk. n “Bozkır” TV’lerde benzerlerini pek gör mediğimiz bir polisiye. Bizdeki polisiyeler daha çok her bölümde bir vakaya odakla nan ve her seferinde yeni bir vakaya geçen yapıda oluyor. Oysa “Bozkır”da tek bir va ka üzerinden ilerliyor hikâye. Biraz nasıl çıktı bu proje, onu konuşalım mı? Hikâyeler, ister istemez yayın mecrası na göre biçimleniyor. Bozkır, benim çizgi ro man olarak daha önce yazdığım bir çalış maydı. O hali de “kara” bir işti. Bürokrasi nin, siyasetin ve şimdiki zaman hallerinin altında ezilen iki polisi anlatıyordum. Sonradan dijital platformu düşünerek senaryolaştırmıştım. BluTV’ye gönderdim, beğeneceklerini biliyordum. Çalışmaya başladık. Sekiz bölümdü, on bölüme çıkarmamı istediler. İlk bölümü tek başıma yazmıştım. Sonraki bölümleri Ali (Demirel) ve Barış (Erdoğan) ile birlikte yazdım. Çizgi romandan esintiler var ama daha başka bir hikâye anlattık. Sert bir hikâye... n İnternette yayımlanan dizilerin bazı özgürlük alanları da oluyor haliyle. Daha ilk sahneden oyuncuların sigara içtiğini ya da doğal hayatta olduğu gibi küfürlü konuştuklarını görüyoruz örneğin. Bu ve benzeri özgürlükler sizin işinizi kolaylaştırdı mı? Levent Cantek Dijitale hikâyeyi nasıl anlatacağımızla ilgili deneyimimiz yok aslında. Oyuncusu, yönetmeni, senaristi, müzisyeni hepimiz en baştan öğreniyoruz. TV dizilerinden farklı işler çıkması gerekiyor ama üreticilerden oradan geliyor. Sinema deneyimimiz var, dizi deneyimimiz var ama dijital hikâyeyle ilgili bir dil kurabilmiş değiliz. Hatırlarsınız, televizyonda ilk renkli yayına geçildiğinde stüdyolarda fon olarak her renk gösteriliyordu. Hepsini görebileceksiniz diye abartılan bir tutumdu. Aslolan hikâyedir. Dijitale yazmak benim işimi kolaylaştırdı ya da zorlaştırdı diyemem zaten başka bir yerde yayımlanamayacağını biliyordum. Bozkır, televizyona sert gelecek bir hikâye. n Öte yandan bu alanda da yeni yasalar ve olası sansürler geliyor. Yasaklar internete de bulaşınca ne olacak dersiniz?  Sansür gelecek gibi duruyor ama televizyon bir yandan çok yaşlandı, genel eğilim onu gösteriyor, “yarın” dijitalde olacak. Mesele kapitalizmle yerel yasaların nasıl ve ne yönde uzlaşacağıyla ilgili galiba. n BluTV gibi platformlar sizce Türkiye’de dizi izleme ve dizi üretme alışkanlıklarını değiştirebilir mi? İzleme zaten değişti. Televizyonlar +45 yaş üzerine hitap ediyorlar. Metropoller, orta sınıftan gençler dizileri internetten izliyorlar. BluTV global eğilimlerin ve Türkiye’deki sonuçların farkında olarak yatırım yapan bir firma. Sadece Netflix’in yatırım ve harcama kalemlerini inceleyin, manzaranın çok aşikâr olduğunu anlayacaksınız. Üretim faslıysa ayrı bir tartışma. Bizim gelişkin bir dizi üretme zanaatımız var. Yurtdışı için ucuz ve “uzun” maddi getirisi olduğu için bu üretim biçimi ister istemez devam eder ama televizyonlarımız maddi olarak eskisi kadar güçlü değiller. Üretilen işler için yeni mecralar gerekiyor. Üretici kısmında olan herkes bunun farkında... Değişecek... n Senaristler için de yeni bir meydan okuma bu, değil mi? Artık her olayı uzun uzun anlatma devri kapanacak belki de. Kuşkusuz bir meydan okuma. Ben uzun değil uzatarak anlattığımızı düşünüyorum. Dijital hikâyelerin temposu, sahne ardışıklığı muamması ve dili sahiden farklı. Yeni başladık, öğreneceğiz. n “Bozkır” Orta Anadolu’da, muhtemelen Ankara kırsalında ya da o yakınlarda bir yerlerde geçiyor. Ama tüm araçlara 88 plaka vererek olmayan bir yerde geçtiğini söylüyorsunuz aslında. Buna neden ihtiyaç duydunuz? Vallahi ne diyeyim, dava açılıyor, dava açılmasın diye yapıldı. n Çocuk istismarı ile ilgili bir suç var ortada. Memleketimizde en çok acı çekenler belki de çocuklar... Bu konuda bir mesaj vermek miydi derdiniz? Bunu Suriyeli göçmenler için de sorabiliriz... Mesaj verme işini doğrudan yapamadığımıza, ajitatif ve öğretmen edasıyla büyüklendiğimize inanırım. Şunu yapmaya çalışırım, “Bozkır”da da bunu yapmaya çalıştık. Sıradan hayatın ve gündelik dilin içinde, ilgisizce geçerken söylediğimiz şeyler oldu. Karaktere ve hikâyeye katkı sağlıyorsa kullandık. Kişisel olarak popüler kültürü bir mücadele alanı olarak görüyorum. On bölüm bittiğinde “farklı” bir hikâye seyrettiğini seyirci anlayacaktır diye düşünüyorum. n Yazdığınız birçok çizgi roman oldu geçmişte. Bu alandaki pratiğiniz dizi senaryosu yazarken de işinize yarıyor mu? Yaptığımız işler, çalışma biçimimiz, seyrettiklerimiz, okuduklarımız, ilgilerimiz hepsi yazdıklarımızı etkiliyor. Hızlı yazdığım söyleniyor, yazdığım grafik romanlara bağlayanlar var. Bunu ben ölçemem. İstanbul Film Festivali’nin Onur Ödülleri belli oldu İstanbul Kültür Sanat Vak fı (İKSV) tarafından sinemaya gönül ve emek veren isimle re takdim edilen Si Şerif Gören nema Ödülleri’nin 2019 sahipleri belir lendi. 516 Nisan ta rihlerinde gerçekleş tirilecek 38. İstanbı ul Film Festivali’nin Sinema Ödülleri’nde Selda Alkor Yaşam Boyu Başarı Ödülü us ta yönetmen Şerif Gören’e sunu lacak. Sinema Onur Ödülleri oyuncu ve yapımcı Göksel Ar soy ile oyuncu Sel Göksel Arsoy da Alkor’a; Sine ma Emek Ödülü ise akademisyen Jak Şalom’a verile cek. Ödüller, 4 Ni san Perşembe ge Jak Şalom cesi yapılacak 38. İstanbul Film Fes tivali Açılış Töreni’nde takdim edilecek. Ariel Ardit, CRR’de konser verdi Latin Grammy ödülüne 2 kez aday gösterilen Arjantinli tango şarkıcısı Ariel Ardit İstanbul’da ilk kez hayranlarıyla buluştu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Cemal Reşit Rey Konser Salonunda konser veren Ardit’e piyanoda Andres Linetzky, kemanda Manuel Quiroga, kontrbasta Pablo Guzman ve bandoneonda Ramiro Bo ero eşlik etti. Konserde tangonun her döneminden eserlerin yer aldığını kaydeden Ardit, “Geleneksel tango parçalarına yeni bir yorum getiriyoruz.” şeklinde konuştu. “Tres Esquinas” ile başlayan konserde, “La Luz de un Fosforo”, “Mariposita”, “Lejos de Bounes Aires” ve “La Trampera”nın da bulunduğu şarkılar seslendirildi. Korkuyorum... Korkmuyorum... Korkuyorum... Korkmuyorum... Şu başlığa bakıp, bu yağmur, kar ve sel günlerinde papatya falı açtığımı sanmayın... Bu yalnız benim değil, bu ülkede yaşayan milyonlarca insanın ruh hali. Eğer okumayan, yazmayan, ülkede, dünyada neler olup bittiğini izlemeyen biriyseniz, elbet böyle bir sorununuz olamaz... Zaten korkmazsınız! Bir meslektaşınızın yalnızca birkaç kişinin gördüğü bir “tweet” nedeniyle aylar süren duruşmalarını izleyip, kararın “beraat” çıkacağına emin olduğunuzda, “şiddete teşvikten” suçlu bulunduğunu... Davaya koskoca İçişleri Bakanlığı’nın müdahil olduğunu bilirseniz... E, korkarsınız elbet... Televizyonda, ülkenin anlı şanlı devlet başkanının bir gazetecinin adını diline dolayıp “Portakal mıdır mandalina mı” diye başlayıp “patlatırlar enseni” diye bitirdiği söylevini dinleyip bu “subliminal” (bilinçaltı) bile olmayan tehdidi duyunca korkarsınız elbet... Son 11 ayda 74 gazeteciye toplam 400 yıl hapis cezası verildiğini bilirseniz... Çevreciyseniz ve nefes alma alanlarınızın gaspını önlemek için karşı çıkma hakkınızı kullandıysanız... Akademisyenseniz, barışa inandığınız, barış bildirisine imza attığınız için, şu son bir ayda “örgüt propagandasından” ceza alan 18 akademisyenden biri olun ya da olmayın... Yine de korkarsınız! Gazeteci, çevreci, barış eylemcisi, hak arayıcısı olmanız gerekmez... Hâkim, savcı, yargıç avukatsanız; mesleğinizi hak hukukla ilgisi olmayan bir ortamda icra etmeye çalışıyorsanız, en çok, en çok elbet siz korkarsınız. Çünkü bilirsiniz ki, adaletin değil, tepedekilerin dilediğinin aksine bir karar verecek olursanız her şeyinizi kaybedecek, en hafif cezanız sürülmek olacaktır... Vatandaş olmak bile şu sıralar riskli... Ağzınızdan kaçan bir sözcük... Kazaen sırtınıza geçiriverdiğiniz bir sarı yelek... Bir yan bakış... Bir şikâyet... Kolunuzun altındaki bir kitap, bir dergi, başınıza ne işler açabilir... Ey vatandaş aslında sen de korkmakta haklısın! Kendini anında şüpheli olarak hakkında işlem yapılan 12 milyon kişi arasında bulabilirsin! “Cumhurbaşkanı’na hakaret”ten 20142017 arasında 68 bin 827 kişi hakkında soruşturma açıldığını bilirsen elbet korkarsın... (10 Aralık İnsan Hakları raporlarından). Türkçemizdeki “cahil cesareti” deyimini çok sevsem de, kimseye “Korkma, sakın korkma...” demeye dilim varmıyor. Biat etmiyorsan, yandaş değilsen, yalakacılıktan uzaksan, eh biraz korkuyorsun! Bugün söylenenin tam tersi yarın söylendiğinde... Yalanlar, komplolar, kumpaslar tek tek ortaya çıkıp, sanki çıkmamış gibi yapıldığında... Hesap soranın hesabının dürüldüğünde... Muhalefet etmeyi “terör çatısına” sokma çabası egemen olduğunda... Korkmayıp da ne yapacaksın... “Korkma, korkma, ben varım” diyenlerin giderek azaldığı bir ortamda... “Höt” diyene “höst” deme lüksümüz de yok... “Korkuyorum... Korkmuyorum...” Bu ruh hali elbet bir gün sona erecek. Nâzım Hikmet’in “Akrep gibisin kardeşim” şiirini düşünmeden edemiyorum. “Gocuklu celep kaldırınca sopasını” sürüye katılanların çoğalıp, adeta mağrur, salhaneye koşma durumu, sanki geriliyor gibi... Yani “Koyun gibiliğe” direniş mi desem... Demesem mi... Artık siz karar verin... Ama korkmamak için hepimizin bir nedeni var: Biliyoruz ki, bu korkutma telaşı ve çabaları sadece seçimler için bir taktiktir. ‘Şampiyon’ Yerim bitti. Kısadan söylüyorum: Ahmet Katıksız’ın “Şampiyon” filmini kaçırmayın! (senaryo: Katıksız ve Serkan Yörük) Gerçek yaşamdan yola çıkan öyküde etkili anlatım, enfes çekimler... Farah Zeynep Abdullah, Ekin Koç, Fikret Kuşkan’lı muhteşem oyunculuk... Kalabalık sahnelerin, yarış sahnelerinin çarpıcılığı... Hele hele, insanla hayvan arasında olağanüstü, o büyülü iletişim için de kaçırmayın... Filmi görmeden ya da gördüyseniz bile, geçen pazar gazetemizdeki Arif Kızılyalın’ın “Ölümsüz Aşka Koştu” başlıklı yazısını okumayı ihmal etmeyin. Filmin arka planıyla, o muhteşem atların öyküleriyle sarsılacaksınız. (http:// www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/1164340/Olumsuzaskakostu.html) C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle