16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
10 BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ Köpekler siren sesine neden havlar? n Köpekler ambulans ve itfaiye gibi araçların sirenlerine tepki verirken kediler bu sesi hiç duymuyormuş gibi davranır. Bu ikisinin işitme duyuları arasında ne gibi bir fark var? Köpeklerin siren sesine tepki olarak ulumasının nedeni, bu sesi diğer köpeklerin uluması olarak algılamaları. Bu tepkinin kökleri, köpeklerin sürüler halinde avlandığı dönemlere kadar uzanır. Bunun nedeni ise sürünün diğer üyeleriyle haberleşme arzusu. Sirenler uluma sesine benzemese bile, köpek sireni oluşturan seslerden birini havlamaya/ ulumaya benzetebilir. Oysa kediler tek başlarına avlanırlar, sürüler halinde yaşamazlar ve bu nedenle de sirenlere tepki vermezler. Ünlü antropolog Desmond Morris, bu soruya yanıt oluşturabilecek bir gözlemini şöyle anlatıyor: “İnsanlarda aile üyeleri hep bir ağızdan şarkı söylemeye başladıkları zaman köpekleri de bu koroya uluyarak/havlayarak katılır. Köpekler, kurtlar ve insanlar işbirlikçi/paylaşımcı avcılar olarak evrimleşmişlerdir. Daha sonra da köpekler sürü bekçisi olarak yaklaşan tehlikeyi çobana bildirmek için havlamayı adet edinmişlerdir.” Ambulans sirenleri de acil bir durumu bildirmek üzere tasarlandığı için köpeklerin tepki vermesi normaldir Taşların içinden çıkan ağaçların sırrı n Kayaların içinden, taş duvarlardan çıkan ağaçlar bazı durumlarda bir metreye kadar uzayabiliyor. Taşların içinden çıkan ağaçların kökleri nereden besleniyor? Taş duvarlar bitkiler için yeterli su içerir. Ayrıca karbondioksit için yeterince hava vardır. Çoğunlukla kuş pislikleri, toz ve kayaların içindeki eriyen mineraller bitki için gerekli olan besini sağlar. Gerçekten de bazı üsbitken bitkiler (asalak olmadığı halde başka bir bitkinin üstünde büyüyen bitki) pratik olarak tüm mineral ihtiyaçlarını tozlardan karşılarlar. Bahçelerde yetişen ağaçlar genellikle üsbitken değildir. Dolayısıyla bir kayaya veya duvara yapışarak büyümezler. Ancak incir ağaçları çoğunlukla bir duvara, kayalığa veya ağaç gövdesine düşen kuş pisliğinin içindeki tohumdan bonsai şeklinde yaşama başlarlar. Bu ağaçlar zamana veya şansa bağlı olarak yok oluncaya veya daha mümbit bir toprakta yeniden kök salıncaya kadar bazen yüzyıllarca ilk mekânlarında yaşama bağlı kalırlar. TASARIM: İLKNUR FİLİZ bilim ve teknoloji Herkese Bilim Teknoloji Dergisi’nin katkılarıyla hazırlanmıştır. Cumartesi 13 Ekim 2018 ‘Bi’ cisim’ yaklaşıyor Kurukafa biçimindeki bir asteroit, 300 metrelik yarıçapıyla Dünya’ya doğru yaklaşıyor. Peki, korkmamızı gerektiren bir tehlike söz konusu mu? Dünya’ya yaklaşan asteroitler, bilim kurgu filmlerine hep konu olmuştur. Bir asteroit Dünya’ya yaklaşır, gecenin bir yarısında ansızın bunun farkına varan bilim insanı, elinden kahvesini düşürerek NASA’nın devasa büyüklükteki koridorlarında koşturur, bir yerleri arayarak yetkililere haber verir, ABD Başkanı tatlı uykusundan uyandırılır ve ilan edilen seferberliğin ardından “kahraman” astronotlar, Dünya’ya yaklaşan asteroidi yok etme misyonuyla yola çıkarlar. Nefes kesici bir yolculuğun ardından asteroit yok edilir ve Dünya kurtarılır. Mutlu son! İşin kurgusal tarafı bir yana, gezegenimize yaklaşan asteroitlerle (NEAs’) ilgili haberleri aralıklarla duyuyoruz. Ajandamızdaki en yakın yakınlaşma tarihi ise 11 Kasım. Ancak yetkililer korkulacak bir durum olmadığını söylüyor. Zira NASA, şekil olarak kurukafayı andıran bu asteroidin, öyle düşünüldüğü gibi çok da yakından geçmeyeceğini ilan etti; 38 milyon kilometre yakınımızdan geçmesi beklenen bu asteroit, 3 yıl önce daha yakın bir mesafeden, 486 bin kilometre yakınımızdan geçerek korkulara neden olmuştu. Yaklaşan bu asteroidi ilginç kılan asıl unsur ise şekli; tamamen siyah olan, ışığı yutmasıyla bilinen ve ölü bir kuyrukluyıldız olduğu düşünülen Büyük Bal Kabağı N ASA’daki bilim insanları, asıl adı 2015 TB145 olan bu asteroide, bir önceki yaklaşmasının Cadılar Bayramı’na denk gelmesi sebebiyle “Büyük Balkabağı” adını vermişti. NASA’nın Jet İtki Laboratuvarı’na (JPL) göre bu asteroidin Dünya’ya bir sonraki yakın geçişi 2082 yılından önce olmayacak. Yani derin bir nefes alabiliriz. Şimdilik. bu asteroit, tam anlamıyla bir kurukafayı andırıyor. Yüzeyine inilen Asteroitler Buna benzer yakınlaşmaları zaman zaman yaşıyoruz. Hatta Dünya’ya yaklaşan asteroitlerden ikisi uzay gemileriyle ziyaret bile edildi. Bunlardan biri, NASA’nın Rendezvous sondaj aracının ziyaret ettiği 433 Eros, diğeri ise Japonya Uzay Araştırma Ajansı’nın (JAXA) Hayabusa misyonuyla ziyaret ettiği 25143 Itokawa asteroidiydi. 25143 Itokawa, ilk olarak 1998’de LINEAR tarafından (LNCOLN Yere Yakın Asteroid Araştırmaları) keşfedilirken, Itokawa’dan örnek toplamak için tasarlanan Hayabusa uzay sondası, 2005 yılında asteroidin yörüngesine girmiş, Dünya’ya dönüşü ise 2010 yılını bulmuştu. İsmini Japon roket mühendisi Hideo Itokawa’dan (19121999) alan asteroitten alınan parçalar, Osaka Üniversitesi’nde değerlendirilmiş ve Itokawa’nın ana gövdesinin, yaklaşık 4,6 milyon yaşında olduğu ve 1.5 milyar yıl önce başka bir asteroitle çarpışarak dağıldığı keşfedilmişti. 433 Eros ise ilk defa 13 Ağustos 1898’de gökbilimci Gustav Witt tarafından gözlemlenirken bir uzay aracının onun için havalanması 23 Aralık 1998 tarihine rastlamıştı. Bu uzay misyonu sırasında asteroidin düşünüldüğünden daha küçük olduğu ve Dünya yüzeyiyle benzer özellikler taşıdığı bulunmuştu. Binlercesi dünyayı teğet geçiyor Dünya’ya yaklaşan, teğet ya da yakın geçen asteroit sayısı bugün bini bulmuş durumda. NASA, 17 bin büyük asteroidin daha tespit bile edilemediğini söylüyor. Asteroitlerin en az 10 milyon yıldır uzaydaki yörüngelerinde döndükleri düşünülüyor. Boyutu 3040 kilometre aralığındaki (1036 Ganymed) bir asteroit bile tespit edildi. Milyonlarca yıldır birbiriyle çarpışmaya ve uzayda salınmaya devam eden bu uzay cisimleri, kavga ve gürültüyle geçirdiğimiz ömrümüzü sadece bir göz kırpışı zaman olarak görüyor. Yakın zamanda dünyanın yaşadığı en büyük göktaşı çarpması olayı 1908’de Sibirya’da gerçekleşmişti. Göktaşı, kilometrekarelik bir ormanı yakıp kül etmişti. Ancak göktaşının yere çarptığına ilişkin bir kanıt bulunamadı, çünkü yere çarptığına ilişkin biriz, örneğin büyük bir çukur yoktu. Bilim insanları bu konuyu hâlâ tartışıyor. Göktaşının atmosfere girdiğinde parçalandığı, ancak yaydığı büyük ısı vb. gibi etkilerinin binlerce kilometrelik ormanı yakıp kül ettiği görüşü genel kabul görüyor. Derleyen: Batuhan Sarıcan 88 çocuktan 1’i otizmli Amerikan Sağlık Bakanlığı’nın araştırmasına göre dünya genelinde 88 çocuktan biri otizmli. Türkiye’de tahminen 50 bin civarında otistik insan bulunuyor. 014 yaş grubu aralığında otizmli çocuk sayısı ise yaklaşık 140 bin. Türkiye’de devlet okullarında eğitim gören 2 bini aşkın otizmli çocuk var. Otistiklerin özelaBillgişılsaelrı Yüksek yeteneklerinin sırrı anlaşıldı Otistik insanlarda genellikle değişik bilişsel üstünlüklerin varlığını biliyoruz. Londra University College Otizm ve Eğitim Araştırma Merkezi’nin başkanı Anna Remington otistiklerin güçlü yönlerine odaklanıyor. “Bugüne dek otizme hep yanlış yaklaşıldı. Oysa otizme gerçekte salt bir bireysel çeşitlilik olarak bakılmalı, otistiklerin farklılığı, tıbbi bozukluk olarak değerlendirilmesi yanlış” diyor. New Scientist dergisi, Remington ile bir yaptığı söyleşiye yer verdi. Özetliyoruz.. n Otistikler ne tür becerilere sahip? Önce otistiklerin her birinin farklı bir birey olduğunu bilelim. Çoğu, yığınla bilgiyi sindirme, ya da belirli bir konuyla ilgili yüklü miktarda bilgiyi öğrenme konusunda başarılılar. Konuya son derece odaklılar. Ayrıca, yaratıcılar ve daha önce kimsenin akıl edemediği çözümler sunabilirler. n Bu becerilerin ardında ne yatıyor? Dikkat ve algı konusu bize ipucu veriyor. Otistik kişiler sözgelimi, çevrelerindeki birtakım nesneleri ötekilerden ayırma, farklı perdelerden sesleri ayrımsama, ya da notaları tanıma türündeişitsel ve görsel görevlerin başarılmasında çoğu zaman otistik olmayanlardan daha başarılılar. Ama şu da var, otistikler floresan lambalı bir odada kalmayı lambaların uğultusundan ötürü rahatsız edici bulabilir, ya da aşırı gürültüsünden ötürü bir alışveriş merkezinde olmaktan tedirginlik duyabilir. Araştırmalarımız şunu gösterdi: Bunların nedeni, yüksek algı yetenekleridir. Otistiklerin belli zaman aralığında işlemden geçirdiği bilgi miktarının normalin çok üstünde olduğunu gördük.. n Bu özel yeteneğin yarattığı etki mi onları rahatsız ediyor? Bir yığın bilginin söz konusu olduğu bir işle uğraşıyorsanız, belli bir zaman aralığında çok daha fazla bilgiyi işlemden geçirebilirsiniz ve başarılı olursunuz. Ancak yapılan iş, sahip olduğunuz yeteneği karşılayamıyorsa, boşta kalan onca yetenekleriyle sonuçtaçevredeki gürültü gibi ipe sapa gelmez bilgileri işlemden geçirmeye başlarlar. Ünlü bir otistik profesör olan Temple Grandin, hiçbir ayırım gözetmeksizin kulağına gelen her bir sesi duyan kulaklarının mikrofondan farksız olduklarından söz eder. Öyle ortamdan sıkılırlar. Oysa, görevde kalabilmek için gerçekte gerek duyulan şey, daha fazla miktarda bilgiye sahip olmaktır. Biz onlara mesela böyle zamanlarda müzik dinlemek gibi etkinlikler öneriyoruz . n Otistik üstünlükler konusundaki farkındalığımız giderek artıyor mu? Evet artıyor. Sanırım bu durum otistik haklarını savunan eylemlerin başlatılmasıyla ortaya çıktı. Otistik bilim insanı Damian Milton’un çift yönlü duygudaşlık (empati) adını verdiği bir girişim var. Temelinde otistik kişilerin duygudaşlıktan yoksun oldukları söylemini reddetmek yatıyor. Otistik olmayanlar kendilerini otistiklerin yerine koymadıkları sürece duygudaşlığı fark edemezler. Otistiklerin güçsüzlüklerini göz ardı etmeden, üstünlüklerine odaklanabilir ve onlara kucak açabiliriz. Ama otistiklerin tümünün çeşitli beceri ve yeteneklere sahip oldukları, bu kişilere salt bu becerilerinden ötürü değer verilmesi gerektiği yönünde bir önermenin son derece çekinceli yönü var. Çalışmalarımızın büyük bölümü IQ düzeyleri normal kişileri içeriyordu. Araştırma verilerinin otistik her bir birey için geçerli olmadığının gördük. Mesela konuşkan olanlar, beceri ve yetenekleriyle ilgili deneyimlerini dile getiriyorlar. Öte yandan, konuşamayan kimi çocukların ana babaları, çocuklarının birtakım yetenekleri olduğundan eminler. Konuşamayan bu çocuklar genelde azımsanıyor. Yetenekleri daha düşük düzeyde olan otistiklerde ciddi bir kapasite artışını yaratabiliriz. Derleyen: Rita Urgan Parkinson’a karşı B3 vitamini Dünyada 6 milyon insanda, Parkinson var. Ülkemizde yaklaşık 150 bin Parkinson hastası bulunuyor. Parkinson’un, sinir hücrelerinin ölmesi sonucunda ortaya çıktığı sanılıyor. Özellikle de orta beyinde (Subtantia nigra) dopamin üreten nöronlar yok oluyor. Tübingen Üniversitesi’nden Michela Deleidi, umut verici bir madde bulmuş olabileceğini açıkladı. Araştırmacı, B3 vitamininin (nikotinamid ribozit) orta beyinde harap olan hücrelerin, bir tür enerji santralı olan mitokondri üretmeleri için tetiklemeyi başardı.. Sonuçlar, mitokondri kaybının, Parkinson hastalığının ortaya çıkışında gerçekten de önemli bir rol oynadığını ve bunun geri kazanılabileceğini gösteriyor. Beyni 2 kkıulallvaunzmua ÇALIŞAN BELLEK (KISA SÜRELİ BELLEK) Nedir? Geçen hafta bahsettiğimiz dikkat gibi, çalışan bellek de beynin en kritik işlevlerinden biri. Bildiğiniz ve anımsadığınız her şey çalışan bellek üzerinden depolanır. Ancak çalışan bellek, uzun süreli bellek için yalnızca bir takas odası değildir. Bugün çalışan bellek beynin not defteri olarak nitelendiriliyor. Burada bilgiler geçici olarak tutulur ve üzerlerinde manipülasyonlar yapılır. Eğer düşünerek ve gayret sarf ederek bir iş yapıyorsanız çalışan belleğinizi kullanıyorsunuz demektir. Nasıl çalışır? 1970’li yıllarda İngiltere’deki York Üniversitesi’nden Alan Baddeley ve Graham Hitch, bu sistemin nasıl çalıştığı ile ilgili bir model geliştirdiler. Bu sistemin en önemli parçası “yönetici konumundaki kontrol noktası” idi. Bunun görevi, ilgili bilgiler üzerinde dikkati yoğunlaştırmaktı. Ayrıca “köle” sistemleri de devreye sokularak uzun süreli bellekten bilgi tedarik ediliyordu. Bugün bazı bilişsel sinirbilimciler çalışan belleğin ayrı bir sistem olmadığını, tam tersi uzun süreli belleğin bir parçası olduğunu ileri sürüyor. Ne olduğundan bağımsız olarak, çalışan bellek insan beyninin standart parçalarından biridir, ancak bazı insanların çalışan bellekleri diğerlerinden daha iyidir. Öyle ki akademik başarı için çalışan belleğin IQ’dan daha iyi bir haberci olduğu ileri sürülüyor. Geliştirilebilir mi? Neyse ki bu sistemin iyileştirilme şansı bulunuyor. Bazı çalışmalar, çalışan belleği hedef alan beyin eğitim programlarından olumlu sonuçlar alındığını gösteriyor. Söz konusu eğitim programları ayrıca bilişsel yeteneklerde de gelişmelere yol açabiliyor. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle