30 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KULTUR Pazartesi 7 Ağustos 2017 ‘Kırık Kalpler Bankası’ Beyoğlu Sineması’nda Onur Ünlü’nün yönettiği ve Haluk Bilginer, Ahmet Mümtaz Taylan, Serkan Keskin, Osman Sonant, Fatih Artman, Hazal Kaya, Tansu Biçer ve Taner Ölmez’in rol aldığı “Kırık Kalpler Bankası” Beyoğlu Sineması’nda izleyiciyle buluşacak. Filmin özel gösterimi yönetmen Onur Ünlü’nün de katılımıyla, 10 Ağustos Perşembe saat 18.45 ve 21.45’te izlenebilecek. Sadakat Kart’ın geçerli olmadığı gösterimin biletlerini Beyoğlu Sineması gişesinden temin edebilirsiniz. EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK [email protected] 15 Meteorlar: Cesur,70. LocarnoFestivali Yönetmen Kim Kiduk’a soruşturma Güney Koreli yönetmen Kim Kiduk hakkında, film setinde bir kadın oyuncuya tokat attığı ve senaryoda yer almayan bir sevişme sahnesinde oynaması için zorladığı suçlamasıyla soruşturma başlatıldı. Yönetmenin 2013’te ensesti konu alan “Moebius” isimli filminin çekimleri sırasında adı açıklanmayan bir kadın oyuncuya şiddet uyguladığı iddia edildi. 41 yaşındaki kadın oyuncu, yönetmenin kendisini tokatlayıp aşağıladığını ve senaryoda önceden yer almayan şiddetin de olduğu bir sevişme sahnesinde oynamaya zorladığını söyledi. Suçlamada bulunan oyuncunun olayın ardından filmden ayrıldığı, yerine başka bir oyuncunun geçtiği kaydedildi. Yönetmen Kim Kiduk ise yaptığı açıklamada suçlamaları tam olarak kabul etmemekle birlikte hatalı davranışının sorumluluğunu üstlenmeye hazır olduğunu belirtti. Yönetmen yaptığı açıklamada “4 yıl önce olduğu için neler olduğunu net olarak hatırlamıyorum ama yaşananlar nasıl daha gerçekçi rol yapılacağını gösterme sürecinde oldu” ifadelerini kullandı. Fındıkoğlu Dörtlüsü Gümüşlük’te Bodrum’da devam eden 14’üncü Uluslararası Gümüşlük Klasik Müzik Festivali’nin “Suda” başlıklı konserler serisi Emin Fındıkoğlu Dörtlüsü ile devam ediyor. Konser, 8 Ağustos Salı akşamı Gümüşlük sahilinde gerçekleşecek. Mersin’de antik mezar bulundu Mersin’in merkez Mezitli ilçesinde yol genişletme çalışması sırasında Roma dönemine ait olduğu düşünülen 4 mezar bulundu. Yapılan incelemede yol kenar kesitinde 80100 metre mesafelik hat boyunda bir tanesinin kısmen açık ve diğer 3 kaya mezarın varlığı tespit edildi. yenilikçi bir yapım İsviçre, gerçeğin sinemasının cenneti sayılabilir. Meraklı sinemaseverlerin sürekli ilgi gösterdiği, federal devletin desteklediği belgesel nitelikli filmlere ülkenin en büyük festivali Locarno’da geniş yer verilmesi de bu konumda çok doğaldır. Örneğin, etkinliğin yerleşik yan bölümü “Eleştirmenler Haftası”nın sadece belgesellerden oluşan programını izleyebilmek için yer bulmak, her geçen yıl daha da zorlaşmaktadır... Belgesel filmler konusunda hiçbir ayrımcılık yapılmaz Locarno’da; her seçkide yer alabilirler. Bu bağlamda, Türkiye’den gelen iki filmin de gerçeğin sinemasının örnekleri olması kuşkusuz bir rastlantı değildir. Gürcan Keltek’in “Günümüzün Yönetmenleri” bölümünde yarışan filmi “Meteorlar” da dört dörtlük bir gerçeğin sineması örneği. İçeriğiyle cesur, biçimiyle zor estetik dengeler kurmayı başaran, zaman zaman manierist olma riskini alan deneysel öğeler içeren yenilikçi bir yapıt. Türkiye gerçeklerinin giderek keskinleşen ya da keskinleştirilmek istenen siyah beyazlığı değil Gürcan Keltek’i renkli görüntülerden uzak tutan. Siyah/beyaz yelpazenin estetik çekiciliği, yönetmen için kuşkusuz vazgeçilmez bir tercih. Toplumsal gerçekler de öyle; özellikle ayrıştırılan, baskı altında kalan, şiddet uygulanarak evlerinden yurtlarından edilen, kısacası acı çeken insanlar da aynı oranda vazgeçil mez. Doğa ve hayvanlar özel bir dikkatle ele alınan diğer temel öğeler; metafizik, giderek kozmik boyut da keza... 2015 yazı sonunda, barış sürecinin nokalanmasıyla, Güneydoğu Anadolu kentlerine uygulanan sıkıyönetim ve sıcak ateş altında kalan sivil Kürtlerin yaşadıkları gerçeklere eğilen Gürcan Keltek’in derdi, politik çözümlemelere girişmek değil. O dönem yayın yasağı getirilen video görüntülerden, dile getirilenlerden, kaleme alınan acılı çığlıklardan yola çıkarak; aynı günlerde Nemrut Dağı ve çevresine düşen irili ufaklı 241 meteor parçasının simgelediği tarihsel ve kozmik boyutlar eşliğinde bir destan yazmak da değil. Olsa olsa, duyarlı, şiirsel bir ağıt yakmak; hâlâ kanayan yaralara kamerasıyla tanıklık etmek... “Meteorlar”, dağ keçisi av mevsiminin açılmasıyla başlıyor. Filmin son bölümü de doğa odaklı. Kamera, boynuzları görkemli iki yabani keçinin sarp kayalıklarda dans edercesine toslaşıp inat laşmalarını izledikten sonra; başlarını yaklaşık bir metre yukarıya kaldırıp birbirlerine dolanarak büyüleyici bir ölüm dansına girişen ince uzun kara yılanlara çeviriyor merceğini... O iki güzelim keçinin, tüm becerilerine ve denge içgüdülerine karşın, dik yamaçlardan birlikte yuvarlanarak yok olduklarını görmüyoruz perdede ama bu acı sonun neredeyse kaçınılmaz olduğunu içimiz sızlayarak düşünüyoruz. Ardından, yılanların döğüşmeyip seviştiklerini varsayabilen izleyi ciler biraz umutlanıyorlar... İnsanoğlunun doğası mı daha vahşi, yoksa vahşi yaratıkların içgüdüleri mi? Bilinmez... İsviçre, gerçeğin sinemasının cennetidir diye başlamıştık... Peki, İsviçre sinemasının gerçeği nedir? Belgeseliyle, kurmacasıyla, yaratıcılık ve üretim konusunda ciddi bir zayıflık yok; ancak dışsatım hiç de parlak değil. Bu saptamanın kaygılandırdığı belli başlı festival yöneticileri, çözüm aramak için birlikte çalışmaya karar vermişler. Locarno, Zürih ve Cenevre festivallerinde konuyu değişik boyutlarıyla ele alacak atölye çalışmalarını hemen başlatarak kolları sıvamışlar bile. Dilsel, dinsel, etnik ve kültürel çokrenkliliği özümseyen federatif yapı içinde güçlenen demokratik birlikteliğin, sinema alanına da yansıması kuşkusuz çok doğal... İstanbul’dan Adana’ya, İzmir’den Artvin’e dek, bizim festivallerin de Türk sinemasının dışa açılımını hızlandırmak amacıyla ortak çaba göstermeleri için, Antalya’ya meteor düşmesini mi beklemek gerekecek acaba? Bregenz Festivali’ne damga vuran tasarım... Yazar Ronahî tutuklandı Kürt yazar Mihemed Ronahî, 2013 yılında Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) Kültür ve Dil Komisyonu’nda yaptığı çalışmalar gerekçe gösterilerek tutuklandı. Yazar 2016 yılında Arjen Arî Onur Ödülü yarışmasının seçici kurulunda yer almıştı. ZEYNEP ORAL Bregenz Müzik Festivaline damgasını vuran “Carmen” operasının sahne tasarımı İngiliz sanatçı Es Devlin’e ait. Carmen’in önlenemez trajedisi, ölümün kaçınılmazlığı, ölüme rağmen aşkı ve özgürlüğü seçişi, daha ilk andan havaya savrulmuş oyun / fal kâğıtlarında görülmüştü ya... Bu düşünceden yola çıkarak yönetmen Kasper Holten’le işbirliği yaparak oluşturduğu bu tasarım Es Devlin’in şanına şan kattı. Dün sizlerle bu çarpıcı, çılgın ve ıslak Carmen’i paylaşmıştım. Bugün Es Devlin üzerine birkaç saptama: İngiliz sanatçı 40’lı yaşlarının orta sında... Mimari, arkeoloji, fotoğraf, sinema, plastik sanatlarla iç içe bir birikimi var. Dünyadaki belli başlı opera ve tiyatroları için sayıszı tasarım gerçekleştirdi... Kraliyet Operası, La Scala, Broadway ... Londra ve Rio de Jenerio’daki Olimpic Stadyumların açılışı da, U 2, Beyoncé, Adele gibi pop konserlerin görkemli konserlerini de, Louis Vuitton ya da Chanel merkezlerindeki şölensel gösterileri de o tasarladı. “Carmen” operası için hazırladığı bu tasarım ise yine hareket gü cü olan, kendi çevresinde dönebilen, üzerine yansıtılan ışık ve dijital projeksiyonla yüzeyi her an farklılaşan oyun kartlarıyla, tasarım tarihine geçti bile. Gerçek üstü ve dev boyutlardaki kolların (sadece kolların) yüksekliği 25 metre, ağırlığı ise 44 ton. Parmakların arasında oyun boyunca sigara tütmesine sigara karşıtları karşı çıkıp protestolar düzenlense de, hem yönetmen hem tasarımcı “esere ihanet edemeyiz” diyerek, sigaraya dokunmama kararı almışlar. Carmen’in tütün ve sigara fabrikasında çalıştığını anımsatmışlar! Haldun Dormen ve Gülriz Sururi’ye onur ödülü Gülriz Sururi Büyükçekmece’de 64 ülkeden gelen 1360 sanat elçisinin katılımı ile düzenlenen “18’inci Uluslararası Kültür ve Sanat Festivali” sona ererken tiyatro sanatçısı Gülriz Sururi’ye “Yaşam Boyu Onur Ödülü” Haldun Dormen’e ise “Yaşam Boyu Başarı Ödülü” verildi. Ödülünü alan ti yatro sanatçısı Gülriz Sururi “Ne mutlu ki size sanat, kültür adına böylesine önemli bir uluslararası festivali 18 yıldır devam ettiriyorsunuz. Emeği geçenleri kutluyorum” dedi. Sururi, gençlerin sanata olan ilgisinin artmasından son derece memnun olduğunu söyledi. “Yaşam Boyu Başa rı” ödülünü alan Haldun Dormen de, Büyükçekmece’de kültür ve sanat adına yapılan çalışmalar nedeniyle teşekkür etti. Haldun Dormen ve Gülriz Sururi’ye ödüllerini, Belediye Başkanı Hasan Akgün ile Büyükçekmece Kültür ve Sanat Festival Komitesi Başkanı Gürhan Ozanoğlu verdi. Haldun Dormen ‘‘CKoahrkilu’dyeonrum’… Bir süredir yazamadım “Körün Taşı”nı. Dostlardan, okurlardan azımsanmayacak yakınmalar aldım. Zaman zaman, “Hay Allah, demek çok fazla olmasa da okunuyormuş yazdıklarım” dediğim oldu. Neden yazamadığımı soracak olursanız: Belki son aylarda kendimi fazlasıyla çeviri uğraşına verdiğim için. Belki çeviriden artakalan vaktimi okumaya ayırmayı yeğlediğimden. Belki yaşadığım toprakları kuşatan siyasal ve kültürel sığlığın bana ayırdında olmadan verdiği boğuntu, bunaltı ve bulantıdan... HHH Böylesi bir ortamda, sanırım, Ahmet Cemal gibi insanları yitirişimizin acısını her geçen gün biraz daha derinden duyumsayacağız. Onları gittikçe daha fazla özleyeceğiz. Dilimize kazandırdığı yapıtlarla, yazdıklarıyla, öğrencilerine verdiği derslerle az rastlanır kültür insanlarından biriydi Ahmet Cemal. Genç zihinleri ahtapotun kolları gibi saran endüstriyel kültürün üretimi ve tüketimine de, bilirbilmezlere de direnen bir kültür insanı, bir çeviri ve dil ustası. HHH Temmuzun son günü sinemadaki “aşk”larımdan birini yitirdim. Çok genç yaşlarda ComédieFrançaise sahnelerinde nam saldıktan sonra sinemada Louis Malle’in “İdam Sehpası” ve Truffaut’nun “Jules ve Jim”iyle yıldızı parlayan Jeanne Moreau’yu. Merak, şu kötü alışkanlık yok mu! Ertesi gün 45 gazete aldım, Moreau gibi bir sinema anıtının 89 yaşında yaşama veda edişini nasıl vermişler, bir göreyim diye. Doğrusunu söylemek gerekirse hiç ummadığım bir gazete başsayfasından vermişti haberi. Ama ne veriş! Başlık: “Jim’in Jules’ü artık yok…” Güler misin, ağlar mısın! Truffaut’nun kült filmi “Jules ve Jim”e gönderme yapmak istemiş! Gel gör ki, filme adını veren bu iki karakter de erkek. Bohem Fransız Jim’i Henri Serre oynuyor, Jim’in utangaç Avusturyalı arkadaşı Jules’ü de Oskar Werner. Moreau ise Jules’ün sonradan evleneceği sevgilisi Catherine rolünde. Bu kadar da değil. Bir sinema sanatçısının ölüm haberinde genellikle onun uğraşına damgasını vuran filmlerinden bir görüntü verilir. Oysa sözünü ettiğim gazete, Moreau’nun su dolu bir küvetteki çıplak fotoğrafını yeğlemiş. Ahlakçılık yapmıyorum, çıplaklığa da karşı değilim kuşkusuz. Ama girin Google’ın görsellerine, Moreau’nun onlarca fotoğrafı arasında belki bir çıplak fotoğrafını bile bulamazsınız. Gazete, belli ki, alışkın olduğu magazin kültürünün sularına çekmek istemiş Moreau’yu. Moreau, ölüm haberinin nasıl verildiğini görebilse, o güzel dudaklarıyla nasıl gülümserdi kimbilir. Yoksa bir kahkaha patlattıktan sonra kaşlarını mı çatardı? HHH Aylık bir dergi, George Orwell dosyası sunacağı Ağustos sayısı için benimle bir söyleşi yaptı. Söyleşide “Hayvan Çiftliği” ve “1984”ü çevirirken karşılaştığım sorunları ve Orwell ile ilgili düşüncelerimi anlattım. Sağolsunlar, dergiyi gönderdiler. Çok da güzel bir Orwell sayısı hazırlamışlar. Orwell’in oğlu Richard Blair’i bulup babasını anlattırmaları gözardı edilemeyecek bir gazetecilik başarısı. Gelgelelim, benimle yapılan söyleşinin spotunda şöyle bir cümle geçiyor: “Orwell’in, ‘Bütün çeviriler kusurludur; ama bazı çeviriler öbürlerinden daha kusurludur’ sözünden hareketle Celal Üster…” Yahu, Orwell’in “Hayvan Çiftliği” romanında geçen “Bütün hayvanlar eşittir, ama bazı hayvanlar öbürlerinden daha eşittir” sözü, dünya edebiyatının en bilinen sözlerinden biridir. Ben de, söyleşiyi yapan arkadaşa verdiğim yanıtlardan birinde, Orwell’in bu sözünü çeviriye uyarlayarak bir dil şakası yapayım demiştim: “Bütün çeviriler kusurludur; ama bazı çeviriler öbürlerinden daha kusurludur.” Nitelikli bir derginin ne dediğimi anlamaması ve bu esprimi Orwell’e mal etmesi doğrusu beni çok şaşırttı... HHH Son günlerde sayısı gittikçe artan olaylar artık iyice kanıtladı gibi bir şey. Bazıları kapanmamış bir kadın gördüler mi, bazıları cinselliği konu eden bir kitaba rastladılar mı, bazıları da bir Atatürk heykeliyle, hatta herhangi bir heykelle karşılaştılar mı, “tahrik” oluveriyorlar. Ve hemen saldırı güdüleri harekete geçiyor. Müteharrik güçler! HHH Düşünüyorum da, Ferit Edgü son iki kitabıyla son yıllarda yaşadığımız ortamı on ikiden vurdu galiba: “Cahil” ve “Korkuyorum”. Evet, cahilden korkuyorum... C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle